Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1, Başlangıç Zamanı

@gardenpaeonia

Bir süre buradan devam edelim bakalım.

Uygulamada küfür, şiddet hoş karşılanmadığından küfürleri sansürlemek adına bölüm yeniden düzenlenmiştir.

Keyifli okumalar dilerim.

-

"Sayın Savcım." karşısındaki kıza ufak bir bakış atarak, odasına girdi. Ardından içeri giren kalemiyle kapı kapandı, kabanını askılığa asıp son kez koltuğuna geçti. Bugün eğitimini tamamlamıştı. "Dinliyorum Verda." ciddi ses tonu odayı doldurduğunda, karşısındaki kızın yutkunuşunu fark etti. Verda hep gergin bir kızdı, yaşının küçük olmasına veriyordu bunu Alçin. Buradaki en güvenilir kişi olduğu için onu seçmişti, aralarında az da olsa bir bağ oluşmuştu.

"Sayın Savcım, lütfen gitmeyin. Siz benim için çok değerlisiniz.." kahve gözleri dolarken, titrek ses tonuyla burnunu çekti. Alçin bugün gidiyordu, zorunlu görevi bitmişti. Askeri savcı oluyordu, abisinin yanına gitmek için tüm işlemleri tamamlamışlardı. Girdiği sınavı sonunda kazanabilmiş, pes etmeden sürekli denemişti. Başından beri istediği gerçekleşecekti, yine de bir haftadır Verda'yı bu halde gördüğünde, hep içi sızlıyordu. Az önceki ses tonunun aksine yumuşak bir biçimde konuştu, "Verda, oturur musun lütfen?" karşısındaki gencin gözleri parladı ve burnunu çekerek, yavaşça koltuğa oturdu. "Verda, beni istediğinde arayabileceğini biliyorsun değil mi? Buradan gitmem bir daha görüşmeyeceğimiz anlamına gelmiyor."

"Savcım ben sizin için endişeleniyorum, askeri savcı ne demek? Çok tehlikeli." ardından gözyaşları inci misali dökülmeye başladı genç kızın. Alçin derin bir nefes verdi, alışkın değildi. Karşısında ona sevgi veren, onun için ağlayan biri vardı. Ne yapacağını bilemesede ayaklandı, kızın karşısında durduğunda, eğildi ve sarıldı. Bu beklenmedik hareketine karşılık, bir kaç saniye duraksadı Verda, fakat çok uzun sürmedi ve hızla kendine sarılan bedene doladı kollarını. Ağlamalar kesik kesik nefes almaya döndüğünde, geriye çekildi yavaşça. Masanın üzerindeki çantasından naneli peçete çıkardı ve uzattı Alçin. Verda biraz daha kendine geldiğinde yeniden önünde eğildi, uzanıp ellerini tuttu. "İyi ki varsın Verda, beni hep arayabilirsin. Arkadaş sayılırız artık." yüzünde neredeyse hiç görülmeyen gülümsemesiyle iç ısıttı.

Gülünce o kadar güzel oluyordu ki, saklaması haksızlıktı. Verda ilk defa yaşadığı şeylerin şokuyla duraksıyordu sürekli, gülümsemesine bakarken ister istemez dudakları kıvrılırken başını onaylar şekilde salladı. Bugün Alçin'in bir işi yoktu, haliyle Verda'nın da yoktu. Uzun uzun sohbet ettiler ve odadan çıkmadılar, burada çoğu kişiyle anlaşamamıştı. O yüzden veda etmeye gelen pek insan yoktu, o da onun için değerli olan biriyle vakit harcadı. Saatler ilerlediğinde ayaklandı Alçin, karşısındaki bedene sıkıca doladı kollarını. Burnuna yoğun lavanta kokusu doluştuğunda, aklında canlanan anılar ile geriledi.

Bocalayan yüzünü toparlayıp yeniden gülümsedi, "Bu bir veda değil. Artık arkadaşız sonuçta, uçaktan inince arayacağım?" iş hayatından oldukça uzak, sımsıcak yaklaşımı karşısında eli ayağına dolaşıyordu Verda'nın, bu yüzden yine duraksadığında karşısındaki kadın ufak bir kahkaha attı. Bu da ilkti. Tekrar sarılıp vedalaştıklarında arkasına baktı Alçin, hala orada olan Verda'ya el salladı. Kocaman gülümseyen gözlerine takıldı bir süre, ardından arabasına ilerleyip çıktı.

İlk defa bu kadar yoğun sevgi görüyordu, uzun zaman sonra. Pek arkadaşı yoktu Alçin'in, olanlar işinde gücünde olduğu için sık sık görüşemiyordu. Uzun yol boyu ilerlerken bir sigara yaktı, kasvetli havaya bakıyordu bir yandan. Yağmur yağdı, yağacaktı, hoşuna giderdi. Camı açıp, sigarasından derin bir nefes daha çekti içine. Işıklarda duraksadığında, başını geriye attı, başlayan yağmur sesiyle kafasını yan cama çevirdi. Bir süre sonra çalan korna sesleriyle arabasını ilerletti, burası bugün bir garipti. Arabanın içini, "Abim arıyor." sesi doldurduğunda parmağını ekrana ilerletti ve aramayı açtı.

"Alçin, ne yaptın diye aradım abim. Müsait misin?" soğuk esen rüzgara rağmen içi sımsıcak olmuştu. Sesi bile huzurdu, canıydı. Yağmur şiddetlenirken gülümsedi, "Arabadayım abi, çıktım işten. Dün belgeler falan ufak tefek işleri halletmiştim zaten biliyorsun." abisinin onayladığını duyduğunda, ardından kulağına ilişen ses tonundan dolayı huzursuz his kalbine kurulmuştu. "Alçin'im, güzelim, ben göreve gidiyorum. Yarın beni bulamazsan diye haber vereyim dedim." tüm vücudu titrerken, kalbindeki his ağırlaştı. Arabayı müsait bir alana park etti, yol kenarıydı.

"Abi, kış aylarında uçmandan çok korkuyorum." ona karşı hâlâ çocuktu, küçük Alçin bir yerlerde yaşıyordu ve sadece ona vardı. Ses tonunun onu da üzdüğünü biliyordu, abisi anlardı. Anlamıştı da, "Abim, görev beklemez. Sağ salim geleceğim, ne zaman gelmedim?" elini göğsüne attı, bir gömlek düğmesini açtı. "Abi biliyorum ama işte anlamıyorsun." bakışları dışardaydı, hızlanan yağmura gök gürültüsü de eklendiğinde gözlerini sıkıca kapattı. "Anlamaz olur muyum Alçin'im, anlarım ben seni abim ama elimden gelen bir şey yok be kızım."

"Biliyorum abi, dikkat et kendine olur mu? Seni çok seviyorum." ardından ekledi, "Geri gel... Lütfen." çocuksu ses tonunu duyduğunda, içi yansa da güldü abisi. "Geleceğim Alçin'im." gitmesi gerektiği için kapanan telefonla olduğu gibi kalmıştı genç kadın. Huzursuzluk tüm bedenini ele geçirdiğinde, dışarıyı izliyordu. İçinde ise tek bir istek vardı, "Nolur abime bir şey olmasın.." kaç dakika olduğunu bilmiyordu fakat artık eve gitmesi gerekti. Derin bir iç çekerek, arabayı sürdü.

Abisi hep giderdi, Alçin hep tek kalırdı.

Sinirleniyordu abisine, bu hayatta zaten yeteri kadar yalnızken üstüne asker olması şart mıydı? Saçma olduğunu biliyordu fakat engel olamadığı bu his karşısında içi öfke doluyordu. Düşüncelerle boğuşurken geldiği evinde arabayı park edip, içeriye doğru adımladı. Telefonuna gelen bildirimlere kısa bir bakış attı, Verda yazmıştı. Arkadaşlık konusu hoşuna gidiyordu, Verda iyi bir insandı. Babası aramıştı, Ferit Bey. Severdi onu, Ferit Bey'de onu kendi kızı gibi görürdü. Umay mesaj atmıştı, hiçbirine bakmadan odasına ilerledi. Enerjisi yoktu, aklı abisindeydi. Üzerindekileri çıkartıp kenara attı, duşa girmek istiyordu. Sıcak suyu ayarladığında bir süre aynadaki kendine baktı, siyah göz makyajına yazık olacaktı.

Umursamadı, temizleyecek gücü yoktu. Kendini suyun altına attığında, sıcak su tüm bedeninde gezindi. Bir süre bekledi, gözlerini kapattı. Su onu sakinleştiriyordu, bir yandan açık bıraktığı kapı ile gök gürültülerini duyuyordu. Bakışlarını kapıya çevirdiğinde durgundu. Sıcak su tüm bedenini ürpertirken bacaklarında daha fazla güç yoktu, sırtını duvara yaslayıp yavaşça yere eğildi. Dizlerini kendine çekip, kollarını etrafına doladı. Babası geldi gözüne, gülümsüyordu. Mavi gözleri ona bakıyordu, Alçin'de gülümsedi. Gerçekten orada gibiydi, ama değildi. Hemen sonrasında annesi geldi, huzur doldu içi. Dolu gözleriyle karşısındaki iki bedene baktı, özlemle yanıyordu sanki. Kulaklarına dolduğuna emin olduğu sesle titredi. "Abla, abla ben de geldim."

"Ablam.." dudağından dökülen kelimelerle karşısındaki ufak bedene baktı, aynı kendisine benziyordu. Tek fark; gözleri babası gibi masmaviydi, elini uzattı sanki ona. Burnuna dokunan elle gözlerini kapattı Alçin. Gülümsedi, "Ablam.." çocuksu ses tonu karşısında, gülümsemesi genişledi. Elleri vücudundaydı, kendine sarılıyordu. Belindeki ize geldiğinde duraksadı, gözlerini açtı yavaş yavaş. Kimse yoktu, herkes gitmişti. Alçin yine yalnızdı, tekti. Bir süre duraksadı, ardından o geldi. Esra hanım. Çocukluğunun bitişi, yaranın sahibi. Gözlerini kapattı tekrardan, gitsin istiyordu. Gitmedi, karşısındaydı bedeni. Korkuyla araladı gözlerini, "Gerçek değilsin sen, git!"

Nefretle bakan gözlerine baktı, "Ahsen, beni dinleseydin böyle olmazdı. Biliyorsun kızım." biliyordu, bilmek istemiyordu. Gözlerini ovuşturdu, gitmiyordu. "Git! Git! Git! Git! Git!" kulaklarını kapatıp, bağırmaya başlamıştı. Hala oradaydı, gözlerini sıkıca kapattı. Yara izine iliştiğini hissettiği elle irkildi. İçli içli ağlıyordu, hıçkırıklarının arasında gözlerini açtı. Gitmişti, ağlaması artarken olduğu yerde sallanıyordu bedeni. Alçin Ahsen, bedeni büyük ruhu küçük kadın. Kimsenin görmediği Alçin buydu, tüm çıplaklığıyla buradaydı. Kimseye abisi bile dahildi, abisi bitti sanıyordu.

Değişmemişti.

Hıçkırıkları devam ederken gözlerini kapattı, ilerleyen zamanı fark etmedi fakat duştan çıktığında parmakları buruşmuştu. Göz makyajını temizleyip, yatağına ilerledi. Saat gece yarısına yaklaşmak üzereydi, bavulunu hazırlamıştı çoktan. Buradaki evi küçüktü, pek eşya alma gereği duymamıştı. Zaten kendinden eşyaları olan bir evdi, küçük eşyalarını kargoya verip abisine yollatmıştı bir hafta öncesinden. Geriye sadece kıyafetleri kalıyordu, ayakkabısına kadar abisinin evindeydi. Telefonuna uzanıp, alarm kurdu. Altıda uçağı vardı, ardından bornozuyla yatağında uyuyakaldı.

 

-

 

Tenimi soğutan üşüme hissiyle gözlerimi yavaşça araladım, yorgunluk hissi tekrar kapamama neden olurken açık bıraktığım balkon kapısı aklıma gelince yeniden açtım. Bir kaç dakika odaya boş bakışlar atarken, çalan alarmım sessiz odayı dolduruyordu. Kolumu uzatıp, telefonumu bulmaya çalıştım. Kafamı çevirmeye gücüm yoktu. Sonunda bulduğumda çekip yüzüme yaklaştırdım. Oda tekrar sessizliğe bürünürken, bornozum çözülünce yavaşça ayaklandım. Önce odadaki balkon kapısını kapattım, ardından lavaboya ilerleyip elimi yüzümü buz gibi bir suyla yıkadım. Aynadaki görüntüm savaş alanı gibiydi, gözlerim şişmiş, kenarları kızarmıştı.

Yapacak bir şey yoktu, dişlerimi fırçaladıktan sonra lavabodan çıkıp tekrar odaya giriş yaptığımda hazırlanmam gerekiyordu. Dünden kenara koyduğum kıyafetlerimi yatağın üzerine bırakıp, bir süre bakıştım. Ardından toparlanmam gerektiğini bilerek, üzerime giydim. Makyaj yapmak için yatağıma oturduğumda çalan telefonla bakışlarım o yöne döndü. Uzanıp, elime aldığımda, ekrandaki "Verda." yazısıyla dudaklarım ufaktan kıvrıldı. İşe gitmesi için saat daha erkendi, benim için mi uyanmıştı? Saçmalıyordum. Telefonu açıp, yatağın üzerine koydum.

"Savcım Günaydın!" neşeli hali aklıma geldiğinde gülümsemeden edemedim, "Verda bana artık savcım demek zorunda değilsin." kapatıcıyı elime aldım, bir yandan elimde olan aynaya bakarak dikkatle sürdüm. "Alışmam zor olacak biraz... Alçin?"

"İşte böyle, arkadaşız biz artık." yüzümdeki kapatıcıyı dağıtırken, cümleme devam ettim. "Ee sen neden bu saatte kalktın bakalım?" siyah farıma ve fırçama ilerleyen ellerim duyduğum cümle ile duraksadı, "Senin için." değişikti, daha dün kimsem yok diye ağlarken, bugün gördüğüm sevgi burun direklerimi sızlattı. Yutkundum, ne diyeceğim konusunda pek bir fikrim yoktu. "Teşekkür ederim.." kısık bir sesle dudaklarımdan dökülen kelimeler karşısında, telefondan gelen kahkaha sesiyle yeniden şaşırdım. "Bana duygusallık yapma diyorsun ama şu an senin pek bir farkın yok sanki Alçin? Hadi hadi hazırlan, ağlatma beni sabah sabah." yaşadığım duygu karmaşası sonucunda, biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapatmıştım. Konuşurken biten makyajıma baktım, siyah göz makyajım ve kırmızı rujum yine olması gerektiği gibiydi. Dün gece ağlayan Alçin'i kimse göremezdi, göstermezdim. Yerimden ayaklanıp, saçlarımı yapmaya koyulmadan önce mutfağa ilerledim. Bitki çaylarımdan biri için su koyup, dün beni arayan Ferit Bey babayı aradım. İlk çalışta açtı, saat gece yarısı sayılırdı fakat orada sabahın ilk ışıklarıydı. Muhtemelen işleri vardı, İngiltere'deydi. "Kızım.." sertlikten uzaktı, en azından bana karşı öyleydi. Kendisi başarılı bir doktordu, genelde zor bir adamdı. "Baba, dün beni aramışsın. Bir sorun mu oldu?"

"Kızımı aramak için bir sorun mu olması gerekiyor? Merak ettim, nasılsın prensesim?" yüzümü buruşturdum, prenses olmaktan çok uzak bir insandım fakat o böyle seslenmeyi çok severdi. Bozmadan cevap verdim, "İyiyim baba, sen nasılsın?" bir kaç dakika sonra konuşma sonlandı. Hastası için acil müdahale gerektiğini söyleyerek çağırdıklarını öğrenmiştim en son. Orada, oldukça güzel olan kariyerine devam etme kararı almıştı. Doktor olmak zor işti, tüm doktorlara yoğun bir saygım vardı. Çayın suyu kaynadığında fincanıma döküp, elime aldım ve beraber odaya ilerledim. Saçlarıma ne yapsam diye düşünüyordum, kurumuşlardı. Soğuğa rağmen kolayca kurumuş ve kıvırcıkları ortaya çıkmıştı. Hiç sevmezdim, ama şu an yapacak pek bir şeyim yoktu. Tepeden sıkı bir at kuyruğu yaptım, önünden iki tel saç çıkardım ardından çayımdan bir yudum alarak telefonumu açtım. Umay dün yazmıştı ama cevap verememiştim, sohbete girdim.

"Duydum ki gözlerimin rengini unutmuşsun." okuduğum mesajla ufak bir kahkaha attım. Muhtemelen yine kederli anlarından birindeydi, umursamadım. Alışmıştım artık, Umay'dı bu. Onunla tanışmamızda en az arkadaşlığımız kadar garipti.

(Bu sahnedeki bazı kelimeler uygulama sebebiyle düzenlenmiştir.)

Kış soğuğu beynimin içini dondururken boş ve karanlık sokakta yürüyordum. Aldığım boks derslerinin yine birinden çıkmıştım, eve gitmem gerekiyordu. Abim almayı teklif etmişti fakat kabul etmemiştim, yorgundu. Ona kıyamadığım için şu an soğuktan kemiklerim titriyordu.

Söylene söylene yürüdüğüm sokakta, duyduğum çığlık sesiyle duraksadım. Bir kadın çığlığıydı, nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum. Çığlık tekrar kulaklarıma iliştiğinde sesin geldiği yöne doğru ilerledim, kavga sesleri de kulağıma ilişmeye başlamıştı. Duvarın arkasına geçtim, kafamı hafifçe çıkardığımda gördüğüm görüntü ile bir kaç saniye bakakaldım. Kız grubu kavga ediyordu, daha doğrusu yedi kişilik bir kız grubu, başka bir kızı d.vüyordu. Karanlıkta çok seçemesem de, yeşil gözler beni fark ettiğinde geri çekildim. Karışmak istemiyordum, ne bok yerlerse yesinlerdi. Geldiğim yoldan geri dönerken, duyduğum seslerle yeniden duraksadım.

"Babasızsın kızım sen! K*şarın tekisin!" tiz ses ardından devam etti, "Karnına da v.run!" duyduğum cümle ile dişlerimi sıktım. Yapma Alçin dedim içimden, karışma Alçin. Devam edecekken, çığlık sesi tekrar yükselince dayanamadım ve geri döndüm.

Gruptan bir kaç kişinin gözleri, gözlerime değdiğinde kolumdaki çantayı yere bıraktım. "Sen kimsin be? Belanı bulma çek git burdan." elindeki içkiden bir yudum aldı, ardından toplu kahkaha sesleri sessiz sokağı inletti. Yerdeki kıza değdi bakışlarım, bu soğukta giydiği eteği yukarı kıvrılmış, çorabı ise yırtılmıştı. P.tlamış dudağı ve dağılmış saçlarıyla gözlerime bakıyordu. Sertti bakışları, çaresiz değildi. Yediği onca d.yağa rağmen ağlamamıştı, bana benziyordu. "Kime diyorum? S*ktir git hadi." içki kokusu burnumu dolduracak kadar yaklaşan bedene çevirdim gözlerimi, kolumu itmek gibi bir hamle yaptığında bileğini tutup ters çevirdim. İnleyerek geriye sendelediğinde yere düşmüştü, aralarından biri hızla üzerime gelirken yüzünün ortasına attığım y.mrukla, diğer kızın yanındaki yerini bulmuştu.

İkiside korkuyla bakarlarken, diğerleri cesaret edemiyor gibilerdi fakat aralarından biri üzerime doğru yerden kaptığı bira şişesiyle koşarken aramızda sürtüşme oldu. Tuttuğum bileğindeki bira şişesi yeri boyladı, kırıklar ayağımızın altındayken duvara sık.ştırdığım bedenin arkası dönüktü. Yüzünü ıslak duvara bastırırken acıyla inliyordu, muhtemelen bileğini k.rmıştım. Ben onunla ilgilenirken, cam kırıklarından birini alıp üzerime ilerleyen kızlardan birine yerdeki o müdahale etmişti.

Ne yaptığına bakarken, önümdeki kız bunu fırsat bilmiş, geriye k.fa atarak yüzüme v.rmuştu. Burnum sızlarken, arkadaki çığlık sesleriyle kafamı o tarafa çevirdim, kızların gözüne biber gazı sıkıyordu. Hepsi birbirlerine tutunarak kaçarken, az önce bana v.ran kıza öfke dolu bakışlarımı çevirdim. Bunu görünce o da koşarak peşlerinden gitti. Buz gibi havada derin bir nefes verdim.

Kafamı geriye atarak burnum ve dudağımın acısını bastırmaya çalıştım, ardından soğuk ve ıslak duvara sırtımı yasladım. Sessizlik hakim olduğunda, duyduğum cümleyle gözlerimi araladım. "Teşekkür ederim.." o da sırtını duvara yaslamıştı, karşıya bakıyordu. "Annemden sonra beni koruyan ilk insan." ardından dudaklarından bir gülüş döküldü. "Ne işin var senin burada? Olayınız ne?" sorduğum soruyla başını bana çevirdi. Gözleri hafif sarhoş bakıyordu, ama değildi. Artık yeşil olduğuna emindim, ela gibiydi biraz. "Babam yok. Senin var mı?" alakasız cevabıyla kaşlarımı çattım, benimde yoktu. "Kızım ne biçim day.k yemişsin hala salak salak konuşuyorsun." duyduğu cümleyle ufak bir kahkaha attı, elini karnına atıp acıyla inledi fakat hala kesik kesik gülüyordu. "Sen bir de karşı tarafı gör, çünkü onlar kendilerini göremiyorlar." acısına rağmen attığı kahkaha gülmeme sebep olmuştu. Aynı anda soğuk zemine çöktüğümüzde sırtımız hala duvardaydı, kanayan dudaklarımızın yanı sıra, benim burnum, onun kaşı, dizleri ve elleri k.n içindeydi.

"Umay ben, Umay Aksel." şimdi tanışmanın zamanı mı s*ktiğimin maz*şisti demek istesemde daha kibar yaklaştım. "Alçin, Alçin Ahsen Meva." soğuktan titrerken, o gece eve götürdüğüm kızla ikimizde abimden güzel bir azar yemiştik. Ardından abilerimizin tanıştığını öğrenmiştik. Bizim için kader olan bu tanışmamız sonsuz bir arkadaşlığa sebep olmuştu. Ölene kadar.

Cevaplayıp, telefonu kapattım. Çayımdan son bir yudum daha alıp, ayaklandım. Gitme vaktiydi, evimde göz gezdirdim, pek bir güzel anısı yoktu fakat önemide yoktu. Odanın kenarındaki bavulumu aldım ve kapıya doğru ilerledim, kenarındaki boy aynasından kendime baktım. Siyah topuklularım ve aynı renk külotlu çorabım vardı, üzerimde ise vücudumu saran, dizimin altında biten, göğüs dekolteli siyah elbisem. Tüm kombinimle aynı renge sahip kabanımı da giyip, büyük çantamı almıştım. Boynumdaki gümüş sarkan kolyeyi düzelttim, siyah çerçeveli büyük okuma gözlüklerim bugün aksesuarımdı. Kendimi incelememin ardından bavulumu tekrar elime aldım. Evden çıkıp çağırdığım taksiye doğru adımladım, anahtarı saksının altına koymuştum. Ev sahibi çok tatlı bir kadındı, bu yüzden son ana kadar kullanıp, anahtarıda saksının altına koymamı söylemişti. Arabamı Verda yollatacaktı, onda da bir sıkıntı yoktu. Kafamı çevirip evime son bir bakış attım, taksici bavulumu bagaja koyarken arabaya bindim.

Çok da uzun olmayan yolculukta, cama şiddetle gelen damlaları izliyordum. Radyoda çalan şarkı taksiyi doldururken güzel bir anda hissettim kendimi. Uyandığımdan beri kalbimde garip bir huzur hissi vardı, tam kalbimde hissediyordum. Belki de olumlu olmaya çalışıyordum bilmiyorum, havaalanına geldiğimde klasik işlemleri halledip uçağı beklemeye başladım. Askeriye savcısı olmak çocukluğumdan beri istediğim bir şeydi, şimdi hayalime kavuşuyordum. Tek sıkıntım şehirdi, alışmam hep çok zor oluyordu ama neyse ki abim vardı. Yoğun düşünceler ardından duyduğum anonsla ayaklandım, gidiyordum.

Muş ve eğitim bitmişti.

Bingöl başlıyordu.

Koluma değen el ile irkilerek araladım gözlerimi. Dilim damağım kurumuştu, etrafa bakındığımda uçağın içinin yavaş yavaş boşaldığını gördüm. Hostese teşekkür ederek, bavulumu aldım ve çıkışa yöneldim. Bingöl buz gibiydi, verdiğim nefes havada donuyordu sanki. Yağmur burada da kendini gösterirken, taksi beklemeye başladım. Su damlaları topuklularıma değerken onları izliyordum. Arada çok mesafe yoktu fakat arabayla gelmek istememiştim, bana göre uzun olan mesafeleri arabayla gelmeyi sevmezdim.

Önümde duran taksiye bindim, bavulum bagajdaki yerini alırken telefonumdan saate baktım. Görüşme saatine az kalmıştı, eve gitmekle vakit kaybetmek istemiyordum. Askeriyeye gideceğimizi söylediğimde ön aynadan kısa bir süre göz göze geldiğim taksici yola koyulmuştu. Keşke abimde olsaydı diye geçirdim içimden, kocaman sarılsaydım, omzunda dinlenebilseydim. Yağmur şiddetlenirken gözlerim yollardaydı, nereye gittiğini bilmiyordum fakat hava hiç iyi değildi. Huzursuzluk beni ele geçirirken, elimdeki şişeden bir yudum aldım. Zehir gibi gelen suyu zorla yuttum, mutsuzdum. Göğe baktım.

"Eğer olurda geri dönemezsem, bilirsin ya hani şehit olursam... Göğe bak abim, oradayım. Seni hala koruyorum, belki hayatta değilim ama gökteyim. Bunu unutma olur mu kızım, güzel Alçin'im."

Yutkundum, kalbim sızlıyordu. Abimin sesi kulaklarımdayken cama daha sert çarpan damlalarla önüme döndüm. Derin bir nefes aldım içime. Yolun geri kalanını da düşünmemeye çalışarak geçirdim, askeriye gözler önüne geldiğinde taksiden inip, bavulumu yanıma aldım. Koca demir kapıya doğru ilerlediğimde, Savcı Alçin'dim. Başım dik, duruşum bıçak gibiydi.

Sert yüz ifademden ödün vermeden topuk seslerim eşliğinde ilerledim. Şiddetlenen yağmuru umursamadan yürüdüm, kapının önüne geldiğimde, askere kartımı gösterdim fakat yine de almadılar. İçeriden görevli asker geldiğinde nihayet girebilmiştim. Bavulu kapıdaki yerin içine bıraktım, binanın içine girdiğimde kabanımı çıkartıp koluma astım. Topuk seslerim koridorda yankılanırken, bana dönen bakışlarla tarif edilen odaya doğru ilerliyordum. Odanın önündeki asker, odaya girip bilgi verdikten sonra kapıyı açarak benide içeri aldı.

"Hoşgeldiniz Savcı Hanım." yumuşak ve güzel ses tonu odayı doldurduğunda, uzattığı eli tuttum. "Hoşbuldum Albayım." ikimizede kahve söylediğinde gelen kahvelerle sessizliği bozan ilk o oldu. "Askeri Savcı demek.. Hem de bizimkinin kardeşi, delidir abin." ufak bir kahkaha attı. Albayın onu çok sevdiğinden bir kaç kere bahsetmişti fakat ciddiye almamıştım, şimdiki tavırlarına bakılırsa oğlu gibi gördüğü kesindi. Abim hakkında konuştuğumuz bir kaç dakikanın ardından konuya giriş yapmıştı.

"Odan hazır, eşyalarını istediğinde getirebilirsin Alçin kızım." daha sert bekliyordum ama iş dışında gayet iyi birine benziyordu albay. Saçları uzun, kahverengiydi ve ciddi surat ifadesi uyum içindeydi, masmavi gözleri ise ilk görüşte insanı korkutuyordu. Onaylar bir şekilde başımı sallayıp, teşekkür ettiğimde kahvesinden bir yudum aldı. "Görevli olduğun tim tanışmak için seni bekliyor. Ayrıca askeriyedeki diğer hukuksal süreçler için de grubumuzla beraber olacaksın. Sormak istediğin bir şey var mı?"

"Yok Albayım, anlaşıldı." gülümsediğinde ayaklandı, tim ile tanışmak için askeriyede ilerliyorduk. Askerler bizi gördüklerinde Albay'a selam verirken, arkasında ciddiyetle duruyordum. Sonunda bir odanın önüne geldiğimizde içeri girdik. Sekiz asker de ayaklandığında, sert ses tonları ile selam verdiler. Etkileyiciydi. Albay rahat emri verdiğinde hepsi oturdu, ardından bakışlar bana döndüğünde lafa girdi. "Yeni Askeri Savcımız, timinizin hukuksal sürecinden ve buranın genel hukuksal süreçlerinden sorumlu." baş selamı verdiğimde, karşılık verdiler. Ardından albay odadan çıktığında, baştaki sandalyeye ilerledim. Aralarından birinin sesiyle bakışlar ona döndü, muhtemelen tim komutanıydı. Bana bakıyordu.

"Savcı Alçin Ahsen Meva." bakışlarının odağı bu sefer askerler oldu. "Kendinizi tanıtın."

"Keşke fırsat verseydiniz de ben de kendimi tanıtsaydım komutanım." hoşuma gitmeyen davranışı karşısında uyarıcı ses tonuyla konuştum. Çatık kaşlarımın ardından ciddi gözlerimi üzerine diktim, sevmemiştim. Yaptığı saygısızlık karşısında telafi edecek bir şeyler söylemesini beklerken, aksine dediği şeylerle dilimi dudaklarımda gezdirdim.

"Tanıtsaydınız Sayın Savcım." sinir bedenimi ele geçirirken, bakışlarımı diktiğim adamı inceledim. Koyu kahve saçları gür ve kısaydı, ten rengide çok beyaz sayılmazdı. Mavi gözlerine takıldım, babam gibiydi, benimkisi gibi çatık kaşlarıyla sinirle bakıyordu. Yüz hatları sertti, çenesi belirgindi. Vücudunu henüz göremiyordum fakat otururken bile benden oldukça uzundu, geniş omuzları vardı. Heybetli bir askerdi. Alayla söylediği cümle karşısında, kollarımı masaya yaslayarak ona biraz yaklaştım. "Adınız ne?" sinirli ses tonum tüm gözlerin dikkatle bana bakmasını sağlıyordu.

"Acar, Acar Acarbay." başımı yana eğdim. "Rütbeniz ne?" o da başını yana eğdi. "Kıdemli Üsteğmen." gülümsedim, "Yerinizi bilin o zaman." benim gibi samimiyetten uzak gülümseyerek dilini dudaklarında gezdirdi. Daha fazla göz teması kurmadan time döndüm. "Kusura bakmayın lütfen, tanışalım o zaman?" hepsi komutanlarına döndüğünde ben önüme bakıyordum, onaylar bir baş sallaması aldıklarında sırayla kendilerini tanıttılar.

Acar Acarbay, Kıdemli Üsteğmen

Boran Uçur, Üsteğmen

Barlas Kafar, Üsteğmen

Burak Sedir, Teğmen

Badem Gaye, Astsubay Başçavuş

Dila Curkes, Astsubay Başçavuş

Esin Lale, Astsubay Başçavuş

Candar Besin, Astsubay Kıdemli Üstçavuş

VAHŞET TİM

Düşmanın bedenini, ruhunu çekip söken. Ölümü en beter şekilde gerçekleştiren, vahşeti yaşatanlardı onlar.

Gülümsedim. "Memnun oldum." daha çok beraberdik, aramızın kötü olmasını istemiyordum. Tanışma bittiğinde herkes sıra sıra odadan çıkmıştı, geriye o kaldığında kabanımı üzerime geçirirken bir yandan toparlanmaya çalışıyordum. Saçlarımı kabanımın içinden geriye attım, ardından çantamdan çıkardığım aynayla rujumu dudaklarımda gezdirdim. Gözlerini hissediyordum, bana bakıyordu. Kapanan kapıyla odada tek ikimiz kalmıştık, sessizliğe daha fazla dayanamadım. "Ee sohbet sardı galiba?" bakışlarımı ona çevirdim, pür dikkat izliyordu.

Çantama giden elim duraksadı ve derin bir nefes verdim, sinirle söylediğim cümleler hoşuna gidiyor gibiydi. "Ne bakıyorsun?" ters yaklaşımlarım karşısında hiçbir tepki vermediğinde ayaklandım. Elimi kapının koluna attığımda, duyduğum cümleyle geri çektim. "Buralar sana gelmez savcı, geri dön geldiğin yere." yavaşça ona döndüm. Mavileri keskin bakıyordu, gören biri korkardı. Ama ben korkmuyordum, başımı diktim. Duruşum da dikleşirken, gözlerim ondaydı. İçimde öfke aradım, yoktu. Huzursuzluk aradım, yoktu. Başkası söylese yüzünün ortasını yumruklardım fakat o da başkasıydı. Yapmadım, yapamadım, adımlarım ona doğru ilerlerken dikkatle beni izliyordu. Bir adım uzağında durdum, dizi dizime değmedi.

Çenesini yukarı kaldırmış, geriye attığı başıyla mavileri gözlerimdeydi. En derinimdeydi. "Komutan.." dudaklarımdan dökülen kelimeleri dinliyordu, başımı yana eğdim. "Derdin ne bilmiyorum, ama yerini bil." bir adım daha atsam kucağında olabilirdim, yerini bilmesi gereken sensin bakışı atarak tek kaşını kaldırdı. Ardından ayaklandı, geri gitmedim. Oldukça yakınımdaydı, uzun boyu şimdi tüm heybetiyle karşımdaydı. Başımı geriye atarak yüzüne baktım, bu adam ateş kokuyordu. "Savcı.." bu sefer ben onu dinliyordum, dudaklarına kaydı bakışlarım. "Ucunda ölüm var, senin gibi narin biri.. Burada olmamalı." benim gibi narin biri. İstemsiz gülümsedim, komikti. "Benim gibi narin biri?" aynı şekilde fısıldadım. Onaylar bir şekilde başını salladı, "Kesin yargıların var. Yıkarım." gözleri gözlerime kenetliydi. Garip bir çekim var gibiydi, uzaklaşmıyordum, uzaklaşırsam kaybedermişim gibi hissediyordum. Bu saçma atışmayı kazanmak istiyordum, içimde bu sesi susturamıyordum.

Devam ettim, "Kesin görüşlerin var. Bozarım." iddialı tavrım gözlerinde anlık yakalayamadığım bir bakışı beraberinde getirdi. Ardından bir şey demeden odadan çıktım, nereye gittiğimi bilmiyordum fakat bahçeye çıkacağımı düşünerek ilerledim. Elimi kalbime atarak derin bir nefes aldım, anlamlandıramadığım bir his içimi dolduruyordu. Bahçeye çıktığımda tenha köşeye doğru ilerledim, gözlerimi kapatıp, bir süre bekledim. Duyduğum sesle gözlerimi aniden araladım.

"Hoşgeldin."

Abim, karşımdaydı. Etrafına bakındım, az önce odadakiler dahil olmak üzere bir kaç asker daha vardı. Biri elinde pasta tutuyordu, mumu sönmesin diye eliyle çevreleyen askerleri gördüm. "Abi.." kollarını açtı bana, bir saniye beklemedim. Koşar adımlarla ilerleyip, kollarının arasındaki yerimi aldım. Ağlamak üzereydim, burada olmazdı. Soğuğa rağmen sıcacıktım, kolları arasında kaybolmuştum. "Abim.." kokumu içine çekti, ayrılmak istemiyordum fakat kafamı geriye attım. "Gitmemişsin."

"Gitmedim. Sürpriz yaptım." gülümsüyordu, kolları bedenimden ayrılıp, elleriyle yüzümü avuçladı. "Güzel Alçin'im. Kızım." alnıma değen sıcak dudaklarıyla güven tüm vücudumdaydı. Gözlerim, arkada duvara yaşlanmış o'na takıldı. Bizi izliyordu, "Kardeşimi kuru kuru mu karşılayacağım. Ulan Talip, şu mumu düzgün tutun sakın sönmesin bak."

"Komutanım, elimizden geleni yapıyoruz ama lütfen üflesin artık." gülümseyerek askerlere ilerledim. "Benim kardeşim ne zaman isterse o zaman üfler, karışmayın." askerler ciddiyetle mumu koruyorlardı. Bir süre göz gezdirdikten sonra, abimden gelen emirle mumun çevresinden ellerini çektiler. Üflediğimde ise koca bir alkış sardı çevremi. Saçlarımda hissettiğim dudaklarla gülümsedim. "Hoşgeldiniz Savcı Hanım." yine hep bir ağızdan konuştuklarında başımı salladım. "Komutanım pastayı yiyebilir miyiz?"

"Savcınız isterse yersiniz." askerlerin gözleri bana döndüğünde, istekle bakıyorlardı. "Abi öyle şey mi olur? Afiyet olsun tabiki." abim serbest emri verdiğinde hepsi içeriye dilimlemeye gittiler. Sarmaş dolmaş duruyorduk, çok özlemiştim. Yanımıza gelen bedenle yutkundum, az önce duvarın oradaydı. "Tanıştınız mı?" abimin cümlesiyle kollarının arasından ayrıldım ve sorgular bakışlarımı ikisi üzerinde gezdirdim. "Tanıştık." odada yaşananlar gözümün önünden geçince, dik bakışlarımı ona kenetledim. "Olur." abime dediği şeyle koca bir kahkaha atmasına sebep oldu. "Şüpheni gidermiş oldun. Boş bir şüpheydi."

Daha fazla dayanamayarak lafa girdim. "Ne şüphesi? Anlamadım." agresif tavrım karşısında abim elini omzuma koydu. "Kardeşimin canını çok mu sıktın Acarbay?"

"Sıktık biraz Meva. Olsun o kadar." sorumu yinelediğimde sonunda bir açıklama alabilmiştim. "Savcılar burada uzun süreli kalmaz, kalamaz. İstemezler, Acar seni denemek istedi kendince. Canını sıkarım dedim, dinlememiş belli ki. Sıkacağım abicim merak etme."

"Eyvallah." ikiside kısa bir an sırıttığında, ağzımı açmıştım ki içeriden çağrılmamızla abimin kolu altında o yöne doğru ilerledim. Arkamızdan gelen ona ters bir bakış attım, mavileri üzerimdeydi. Fakat aklımda ise tek bir soru vardı. Acar Acarbay kimdi?

 

 

.

.

.

 

 

Yeni kurgu, wattp*d'de yayınlayacaktım fakat açılana kadar buradan devam diyelim. Nasıl buldunuz bakalım, umarım hoşunuza gitmiştir.

Diğer kurgumada beklerim, bir dahaki bölüme kadar. 💛

Loading...
0%