Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Pek Dertli, Çaresiz

@gardenpaeonia

 

"Seni, anlatabilmek seni.

 

İyi çocuklara, kahramanlara.

 

Seni anlatabilmek seni,

 

Namussuza, halden bilmeze,

 

Kahpe yalana.

 

 

Ard-arda kaç zemheri,

 

Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.

 

Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...

 

Bir ben uyumadım,

 

Kaç leylim bahar,

 

Hasretinden prangalar eskittim.

 

Saçlarına kan gülleri takayım,

 

Bir o yana;

 

Bir bu yana..."

 

 

Ahmet Arif.

 

 

-

 

 

 

Kahverengi kıvırcık saçları rüzgarda eserken, uzunluğu küçük kıza yakışacak derecedeydi. Karanlık boşluğun içinde tek gözüken o'ydu, yerdeki suların üzerinde çıplak ayaklarıyla ilerliyor, mavi gözleriyle korkusuzca adama gidiyordu. Üzerindeki bakışları hissederek yavaşça gözlerini araladı Çınar, günlerce işkence görmüştü. Hissettiği ilk şey acıydı, kesiklerden akan kanlar görüş açısına girdiğinde ciğerlerini yakacak bir nefes verdi. Baygın mavileri bu sefer ne olduğunu anlamak istercesine etrafı inceledi.

 

Küçük kızı görmesiyle duraksadı, berbat haldeydi. Onu korkutacağını sandı ama cesareti mesafeden bile belli olacak derecedeydi. Buklelerini anlık Verda'nın saçlarına benzettiğinde, canı acısada hafifçe gülümsemeden edemedi. Küçüklüğü olabilir diye düşündü, fakat kendisine de benziyordu. Olduğu yerden kalkmaya yeltendiğinde şiddetli öksürükle ağzından kanlar akmaya başladı, kafasını eğerek kıza gösterememeye çalışıyordu. Dibindeki ayak ucu kana bulandığında, "Git." diye mırıldandı. Kıpırdamadı. "Git, kaç buradan." dedi. Gitmedi. Başını kaldırarak, mavi gözlerine baktı.

 

İki mavilik buluştuğunda, tam yüreğinin ortasında sızlayan bir şeyler hissetti.

 

"Sen kimsin?" gördüğü halüsinasyonlarda genelde Alçin ya da Verda olurdu. Bu yabancıydı, yabancı olduğu kadar ondan parçaydı. Çınar anlamadı, o biliyordu.

 

Küçük beden gittikçe silikleşmeden önce son kez konuştu, ilk ve son kez. Sesi yankılanırken, "Yaşa." dedi, ardından tekrarladı, "Yaşa." kaybolan yansımasıyla geride bıraktığı Çınar'ın gözünden akan damla tüm kanı sildi. Yavaşça doğrulmaya başladığında duyduğu çığlık sesiyle duraksadı, tanıdıktı. Suların yerini alevler alırken dört ayrı beden gördü. Dört ayrı Alçin. Ateşin beraberinde getirdiği duman, anıların içine girdikçe ortadan kayboluyordu. Güçlükle en yakınında olana ilerledi, adımları bıçak gibi batarken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

 

Elini uzattığında karşılaştığı manzara; Camın önünde, gece yarısı sallanan küçük Alçin'in kendisiydi. Ayakları çıplak, gözyaşları taze. Kısık kısık ağlamaları karanlıkta yankılanıyor, abisinin kalbini parçalıyordu. Kıvırcıkları birbirine karışmış, vücudunda ise moruklar yer edinmişti. Titriyordu, "Ben Ahsen değilim.." mırıltısı yıllar önce zihninden silinen sesini tekrar canlandırdı. Tıpkı küçüklüğündeki gibiydi. Ona doğru ilerledi, konuşması artık daha netti. Bir yandan burnunu çekerken, "Neredesin abim?.." dedi. Camda beklediği Çınar'dı. Dayak yediği her halinden belli olan kardeşine uzattığı eli, bir başka çığlıkla başlayan anının içinde kayboldu. Kor alevler artarken, parçalardan biri elinin üzerine gelerek yaktı.

 

Acıyı elinde değil, sol göğsünde hissettiğinde gözlerini anlık kapattı, fakat aralaması pek uzun sürmedi. Şimdiki manzarası; Dokunmaya kıyamadığı kıvırcıklarına vahşice dolanan el ve sigaraydı. Ağrılarını umursamadan o yöne koştu, Alçin ayakta durmakta zorlanıyor, saçları hangi yöne çekilirse o tarafa savruluyordu. Küçüğün üst bedeninde beyaz atleti dışında hiçbir şey yoktu. Bazı kısımları yanıklardan dolayı delik olmuş, siyahlaşmıştı. Çınar'ın donuklaşmasını kardeşinin çığlıkları çözdüğünde kurtarmak istiyordu. Kadının dudaklarındaki sigaranın ateşi sırtına bastırıldığında gözlerini kapattı, bağırmalarını duymamak için kulaklarına giden eliyle yere savruldu. Dayanamıyordu. Ona başkası olduğunu kabullendirmeye çalışan çığlıklar, sırtına basılan ateşlerle bile Alçin sadece abisini sayıklıyordu. Önüne düşen kızla gözlerini araladı, kardeşinin saçlarını sevmek istedi ama silikleşen görüntüsüyle Alçin bir kez daha yok oldu.

 

Dumanlar nefesini kesmeye başlamıştı, dizlerinde güç yoktu, sürünerek kaçmaya çalıştığında ellerinde fark ettiği kan da Alçin'e aitti; Beline cam parçası saplanan küçük Alçin'e. Çınar delirmişcesine başını olumsuz anlamda sallarken, "Hayır.." dedi, "Olmaz.. Olmaz bu olmaz." titrek dudaklarıyla, yıllar sonra ilk defa bu kadar güçsüzdü.

 

Ailesi öldüğünde.

 

Alçin'in başına gelenleri öğrendiğinde.

 

Bu hayatta yalnızca iki kere çaresiz hissetmişti, bu üçtü. Öyle bir feryat yankılandı ki, boşluğun titrediğini hissetti. Deprem olurmuşcasına sallanıyordu. Henüz kendisinin gelmediği vakitlerdi, birazdan Çınar odaya girecek, kardeşini kucaklayarak hastaneye götürecekti. Şimdi Alçin kurtulmaya çalışıyor, yardım istiyordu. Elindeki çerçeve burnunun dibine sokulurken sürünerek yetişmeye çalıştı. Kadın deli gözlerini küçüğe dikmiş, çerçevedeki kızın o olduğuna inandırmaya çalışıyordu. Her zamanki gibi. Ama bu sefer farklıydı, çünkü Alçin; Elindeki fotoğraf çerçevesini alıp yere fırlatmıştı. Çınar ne kadar sürünsede sanki boşluk onu geriye çekiyordu. Ayaklanmaya çalıştığında sallantıyla tekrardan düşüyor, vücudundaki işkencenin izlerini acıtıyordu.

 

Anlık olarak duraksama yaşandığında, Alçin suratına gelen sert tokatın ardından duvara ittirilmesiyle yere düştü. Artık o kadar alışmıştı ki ses çıkarmadı, sadece ağladı. İncileri döküldükçe dökülüyor, her tanesi düştükçe bir göl oluşturuyordu. Çınar hâlâ ona yetişememenin verdiği sinirle, "Bırak onu!" diye kükredi. Yerdeki cama uzanan kadınla her şey ağır çekimde gibiydi, "Orospu çocuğu!" havalanan parçayla, sesi sanki daha fazlası mümkünmüşcesine yükseldi, "Alçin kalk! Kızım kaç nolur! Abim!" yankılanan bağırışlarıyla aniden bir şey oldu. Küçük kızın bakışları, yerde çaresizce oturan abisine döndü. Gözlerinin kenarı kızarmış, mavileri rengini ortaya çıkarmıştı. Berbat haldeydi. Kendisine dönen gözlerle afalladı Çınar fakat hızla toparlanarak ona gelmesini söyledi. Saçlarından çekilerek kaldırılan Alçin'in bakışları yine karşısındaki kadınla buluştu.

 

"Onu bırak, beni al! Bana yap! Kızıma dokunma, o çok küçük!" hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, ne yıllar önce, ne de şimdi engel olabilmişti. Keskin cam parçası havada hızla ilerleyerek Alçin'in beline saplandığında duyulan feryat kulakları çınlatıyordu. Nefesi kesilecek dereceye gelen Çınar, oturacak gücü dahi kendinde bulamayarak yığıldı. Aynı zamanda kardeşi de yığıldığında gözler buluştu, 18 yıllık acı aynı acı olarak kaldı. Abisinin dudaklarından, "Özür dilerim kızım.." fısıltısı dökülürken, Alçin'in kapanan gözleriyle silikleşen bedeni havada toz olup gitmişti.

 

Alevler bir bir söndüğünde yerde yatan adamın bedenini ani soğukluk sardı. Ölüm soğukluğu. Gözyaşları buza dönüşüyordu, titreyen vücudunu kontrol etmek artık elinde değildi. Derin bir nefes verdi, "Artık uyanmak istiyorum." bunun ne olduğunun farkındaydı, psikolojisi bitik durumdaydı. Boşlukta uyanmayı beklerken, tahmin edemeyeceği bir şey yaşandı. Askeri araçların önünde çıplak ayakla karda koşturan kardeşi, hepsinin içine teker teker giriyor, yüzü solarak çıkıyordu. Çınar burnunu çekerek toparlandı, dizlerinin üzerindeydi. Kızı izlerken, hasta olacağı düşüncesi onu yıktı. İstediğini bulamamıştı, onu arıyordu. Fark ettiği gerçekle başı hafifçe öne eğildi, görmek istemiyordu. Kafasını kaldırmadığı sürece hiçbir şeyi görmemişti ama çok şey duymuştu.

 

Daha fazlasına dayanamıyordu, toz olan yaşanmışlıkla Çınar'da tarihe karışmak üzereydi. Titreyen bedeni, ağrıyan kalbi ve kesilen nefesi ile yok olup gitmeyi bekliyordu. Kurumuş dudaklarından şehadet getirmeye hazırlandığı anda "Yaşa!" diye bir ses duydu. Kalbi dururken, yürek çarpıntısı gelmişti. Tüm her şeye rağmen bedeninin ısındığını hissetti, aşk insanı ölümde bile bırakmazdı. Gerçek sevgi solmaz, yaşardı. Öldürmez, yaşatırdı. Tekrar duydu, "Yaşa.." güçlükle yutkundu, "Bunu nasıl yapacağım, dayanamıyorum.." fısıltı sayılacak kadar kısık sesiyle dediği şeyin ardından kalbinde sıcak eller hissetti. Suratındaysa gıdıklayıcı kıvırcıklar, bu kokuyu bilirdi. Lavanta. Ses Verda'nındı fakat annesi mi yoksa sevdası mı bilemiyordu. Canı acıya acıya iç çekti, her yer lavanta kokuyordu. Huzurdu.

 

"Bizim için.." dedi güzel ses, her duyduğunda buzlar çözülüyordu. Sol göğsündeki eller yüreğini ısıtıp, durmak üzere olan kalbini hızlandırırken, avuç içlerinde de sıcaklık belirdi. Tanıdık ellerdi, yumuşaktı. Lavanta kokusuna karışan ferah koku burun direklerini sızlattı, "Yaşa!" dedi en canlı haliyle. Alçin. Mavileri bir türlü aralanmıyordu, son kez de olsa görmek istiyordu en değerlilerini. Gözyaşı akarken, "Yaşa.." dedi tekrardan kardeşi. Gülümsedi, içi huzur doluydu. Savaşın ortasından çıkıp evine dönmüş gibiydi, yuvaydı.

 

Kalp atışları gidip gelirken, ne göğsünün üzerindeki sıcaklık, ne de avuç içindeki sıcaklık eksilmedi ama beklenmedik şekilde yanağında da sıcaklık hissetti. Bunun nasıl mümkün olduğunu bilmiyordu. Yanağına dokunan ellerle vücudundaki ağrıların hepsi geçiyordu, panzehir olmalıydı. Aksi düşünülemezdi. Tek tek giden acılarla, yıllar önce duyduğu, unuttuğu ses yankılandı, "Henüz çok gençsin oğlum.." ikidir aralanmayan mavileri yavaşça açıldı. Önce biriciğini, sonra kızını, sonra da annesini gördü. Turuncu saçlarıyla yan yana duran ikiliyi aynı karede yıllar sonra bulmak çok farklıydı, hiç olamayacak bir gerçekti. Büyüdükçe annesine benzemişti kardeşi, yaşanamayacak olan hayallerdi. Annesinin güzel gözlerine bakarken şimdiye kadar eksikliğini hissettiğini fark edememişti. Şimdi anlıyordu. Avuç içi yanaklarını severken, alnına öpücük kondurdu. "Yaşa Çınar'ım, yaşa oğlum.." annesine hayrandı, küçükken peşinden ayrılmazdı. Gördüğü en güzel kadındı. Yıllar sonra onu ilk kez gördüğünde de tıpkı küçüklüğünde olduğu kadar hayrandı. Büyülenmişti sanki, tek kelime dahi edemiyordu.

 

Her şey iyileşmişti.

 

Kimsenin yapamadığını annesi yapmıştı, sıkıca sarılmak istediğinde hafifçe kollarını kaldırması yetmişti. Üçü birden ona sarıldığında, tüm dünyası kollarındaydı.

 

"Ona iyi bak.." diye mırıldandı yatıştırıcı sesi, "Bakıyorum anne." Alçin'e gözü gibi bakıyordu, eğer kurtulabilirse de devam edecekti. "Onlara iyi bak.." Verda ve Alçin'i kasettiğini düşünerek başını salladı, sadece ana odaklanmak istiyordu. Tekrarı olmayacaktı.

 

Herkes toz olup giderken üzerine dökülen kaynar suyla acı içinde gözlerini araladı. Yanmıştı. Kesiklerine sızan sıcak su dişlerini sıkmasına sebep oldu, ağzının içi de yaralarla kaplanmıştı. Bilinci yerine gelirken, "Yaşıyormuş piç." bozuk türkçesiyle konuşan adamı duydu. Yanındaki başka dille cevap verdikten sonra ikiside odadan çıktılar.

 

Kafasını çevirdiğinde Akad'ın durumunu kontrol etti

 

Ve kendisine bakan, bir çift mavilikle karşılaştı. Odanın kenarında, kısa kahve saçlarıyla bağlı şekilde duran bir kadın.

 

Göz göze geldiklerinde hissettiği duyguya anlam veremedi, yanıklar fenaydı.

 

-

 

 

Koridorda ilerlerken çıkışa doğru yürüyordum. Yanımda ise her zamanki gibi o vardı, yaklaşık bir haftadır aynı düzenle yaşıyorduk. Beraber. Yeterli kanıtları bulamadığımız için gergin şekilde herkesi, her şeyi kırıp döküyordum. Abimin esir düştüğünü öğrendikten sonra neredeyse hiç uyumamıştım, yemek yemeyi dahi midem almamıştı. Gerekli şeyleri aldığımızda onun evine gidiyorduk, abimle yaşadığımız evde olmak bana iyi gelmiyordu. Henüz o kadar cesaretim yoktu.

 

Akşam olmak üzereydi, bana zaten hiç güneş doğmuyordu. Uzun zamandır arabamın sahibi Acar'dı, kullanma konusunda kendime güvenemiyordum, gözlerim pek iyi görmüyordu. Askeriyeden çıkarken, elim radyoya uzandı, artık rutindi. Yine ve yine o sesi duydum, "Merhabalar efendim, Ben Ersin."

 

"Ben Pelin."

 

Kadın bir kaç gündür bitikti, kafam dağılsın diye her gün açtığımdan seslerini tespit edebiliyordum. Galiba hâlâ arkadaşı bulunamamıştı, bir ara radyoya yazıp iletişime geçmeyi bile düşünmüştüm. Acar'da halinden memnun değildi, "Siz görmüyorsunuz fakat Pelin'in gözleri yaşlı, sorularınıza yanıt olarak gizemli arkadaşının son durumundan haberdar olabilir miyiz Pelin?" ağzında küfür mırıldanan komutanı umursamadım, her zaman Ersin denen adama sövüyordu. Dikkatle dinliyordum. "Aynı Ersin. Değişen bir şey yok, seni pek bir neşeli gördüm?" gerginliği belliydi, devam edip adamı parçalamasını istiyordum.

 

Dallama Ersin.

 

Kadının acısını bilmesine rağmen ısrarla soruyordu, kamera arkasında sormaya bir kere bile tenezzül etmediğine emindim. Sesi üzücü tona bürünürken, "Ah Pelin, ne mümkün.. Keşke olabilsek ama durum belli. Her neyse, o zaman bugün de şarkılar senden olsun." kederden boğulacağımız anlara giriş yapıyorduk. "Teşekkürler Ersin, o zaman Nazan Öncel, Ben sokak kızıyım diyor, iyi dinlemeler efendim." yaşadığından emin olamadığı arkadaşına ithaf ettiğini anlamıştım, benzer şeyler yaşayan ruhlar birbirlerini anlarlardı. Ya da sadece kafada kuruyordum.

 

Beklediğimin aksine hareketli parça çalmaya başlayınca, komutan elini uzatarak radyoyu kapattı. Camdan uzattığım ellerime değen rüzgarı hissederken, ağzımın içinde söyleniyordum. Dönüp sorduğunda ise hiç demekle yetiniyordum. Beni tanımaya başladığından olsa gerek umursamıyor, bazen hafifçe gülümsüyordu. Dediği gibi sürekli yanımdaydı, duygularımı anlıyordu. Uzun yolculuğu yarıladığımızda, "Kafanda plan var mı?" diye sordu, o kadar sessiz hareket ediyorduk ki yanımdakiler de ne yapacağımı kestiremiyordu. Şu anlık tek amacım Kadir ve hakimeyi konuşturmaktı, tüm kanıtları topluyorduk. Onlarında onaylaması gerekiyordu. Ya güzellikle, ya da zorla. İkincisi son seçenekti, piçler ölürse itiraf seçeneği elimizden giderdi. Gizli gizli yakalamaya çalışıyorduk fakat aramızdan kimse onları yan yana göremiyordu, bu yüzden ben devreye girecektim.

 

Cevap vermedim, esen sert rüzgarla gözlerimi kapattım. Soğuğa rağmen yüreğim yangın yeriydi, ağlayamıyordum. O günden sonra bir daha gözyaşı akıtmamıştım, yalnız kalabildiğim zamanlarda da öylece boşluğa bakıyordum. Aklımdan hiçbir düşünce geçmiyordu, sadece bakıyordum. Yol boyunca Acar soru sormamış, bana ayak uydurmuştu. Eve geldiğimizde arabadan indim, arkamdan o geliyordu. Ben burada kalmaya başladığımdan beri ev hep sıcaktı, ilk günkü soğukluk yoktu. Her anlamda. Kabanımı çıkartıp askılığa astım, geçmeyen yorgunluğumu üzerimden atmak istiyordum. Duşa girmek adına ayaklandığımda, "Bugün senin kafanı dağıtalım savcı, yoksa bir daha toparlayamazsın." dediğinde içimi okumuştu. Herhangi bir etkinlik yapmak istemediğimi belirtircesine üst kattaki odaya ilerledim, onun odasının yatağı rahat diye bana vermişti. Sanki uyuyabiliyordum. Üstümdekileri çıkardığımda sıcak suyla vücudumun gevşediğini hissettim, bu bile fazla geliyordu. Uyumak, yemek yemek, duş almak, rahatça nefes almak.. Abimin ne halde olduğunu bilmiyorken her şey bana fazlaydı. En kötü şartlardaydı, ben de en kötü şartlarda olmalıydım. Ne yaparsam yapayım onun kadar olamayacaktı ama kendimi geri koyamıyordum. Şampuanı duruladıktan sonra hızla çıktım.

 

Uzun duşları severdim, yine de zamanı değildi, girmeden yatağın üzerine koyduğum kıyafetlerimin alt kısmını giydim. Sütyenime uzanırken aniden açılan kapıyla neye uğradığımı şaşırmıştım, dudağımdan ufak bir çığlık kaçarken komutanın şaşkın mavilikleri üzerimdeydi. İlk defa bu kadar belirgin şekilde duygusunu gösteriyordu. Ağırca yutkunduğunda gitmeye niyeti yok gibiydi. Ellerimle göğsümü kapattığımda, "Çıksana!" diye bağırdım. Gözlerini bir kaç kere kırpıştırdıktan sonra kendine gelmişcesine odadan çıktı. Dudaklarındaysa, "Pardon, kusura bakma, bilmiyordum, haberim yoktu.." mırıltıları dönüp duruyordu. Hızlanan nefeslerimi düzene koyarak üstümü giydim, tüylerim diken diken olmuştu. Sıcak basıyordu. Daha önce kimse beni çıplak görmemişti, çıplak sayılmazdım fakat göğüslerimi görmüştü.

 

Dudaklarımı dişleyerek ıslak saçlarımı geriye attım, kapının önündeydi. Odada onunda kıyafetleri vardı, "Gel." dediğimde kapı açıldı. İkimizde birbirimize bakmıyorduk, koşar adım odadan çıktığımda arkamdan dediklerini anlayamamıştım. Yanıyordum. Aşağıda ne yapacağımı bilmez halde dönüp dururken, üst kata kısaca baktım. O günkü yakınlaşmamızdan sonra ilkti, alev alevdim. Düşüncelerimi susturarak koltuğa oturdum, kriz yönetimim hayran kalınasıydı.

 

Yarım saatlik sürenin ardından merdivenden inen bedeni gözüme iliştiğinde istemsiz ayağa kalktım. Duş almıştı, hazırlanması dahi beş dakika sürerken bu kadar uzun neyin sürdüğünü anlamamıştım. Ferahlamış gözüküyordu. Yanıma geldiğinde, "Acıktın mı?" diye sordu, saçlarından akan sular yüzünü ıslatıyordu. Kısa ama gürdü, kesimi klasik asker traşlarından biriydi. Yakışıyordu. Başımı olumsuz anlamda sallarken, "Acıkmadım." dedim. Kurumamış saçlarıma kayan mavilerinin ardından kaşları çatıldı, "Kurutma makinem yok, alabilirim." düşüncesiyle gülümsemeden edemedim. Saçlarımın kabarık halini görse fikri kesin olarak değişirdi, burada kremlerim, yağlarım yoktu. Mutfağa ilerlerken, "Gerek yok, teşekkür ederim." diye cevapladım. Bir yandan peşinden yürüyordum. Kendine çay dökerken yanına benim için de bardak ekledi, hareketlerini izlemek insanı yatıştırıyordu.

 

Onunlayken kafam düşüncelerden uzaklaşabiliyordu, bağımlılık yaratan havaya sahipti. Dolaptan bir kaç malzeme çıkartarak tezgaha koydu, yemek yapacaktı. Eli lezzetli adamdı, eğer başka şartlarda olsaydık her gün yemek yapması için yalvarabilirdim. Şu an ne kadar yaparsa yapsın yiyemiyordum. Mutfaktan çıkıp elinde havluyla geri döndü, beyaz havluyu bana uzattığında aldım. Tezgaha yaslandığımda saçlarımı kuruluyordum. O da malzemeleri yıkamış, kesmeye geçmişti. Havluyu saçlarımdan ayırarak, "Kafayı bulabileceğim bir şeyler var mı?" dedim, kenardaki dolabı gösterdi, "Ne ararsan al."

 

Tahta dolabın kapağını araladığımda her türden alkol vardı, türlerine göre biralar, yıllanmış şaraplar, viskiler, martini, rom, tekila, likör.. Daha çok çeşitle doluydu. Kolay sarhoş olabilen yapıda biriydim, sarhoş değil çakırkeyif olmak istediğimden şarap ve viski çıkarttım. Ben seçene kadar yemekleri pişmeye bırakmıştı, hızlıydı. Odasındaki terasta içmek güzel olabilirdi, hava soğuktu fakat üşümek istediğimden, "Terasta içelim, olur mu?" diye sordum. Başını olumlu anlamda salladığında sessizce bekliyorduk.

 

Terasta kurduğumuz masada göz gezdirip sandalyelerden birine oturdum, dondurucu soğuk vardı ama vücudum ateşlerin içindeydi. Gözlerimi sıkıca kapatarak, derin bir nefes aldım. Kendimi güçsüz, beceriksiz, aptal gibi hissediyorum. Olduğum yerde saymamın başka açıklaması olamazdı. Omuzlarıma koyulan ceketle gözlerimi araladım, yanımdaki sandalyeye kurulan komutan kendine şarap doldururken, benimde bardağıma aynısından koydu. "Yemek ye." iştahım yoktu, alkole ihtiyacım vardı. Bardağı kafama dikerek gecenin açılışını yapmıştım, yenisini doldururken yanımdaki bedene bakmadım. "Yemek yemediğin, uyumadığın, kendine bakmadığın sürece ne gibi faydan olabilir Alçin?" sinirli ses tonuyla kızıyordu. Haklıydı. Bunları yapmadığım sürece zihnim iyi çalışmayacak hatta yanlış kararlar verecektim. Yük olacaktım, yine de elimde olan şeyler değildi. Kendime hak görmüyordum, psikolojim bitikti.

 

Merakla, "Seninde abin esir, sen nasıl devam edebiliyorsun?" dememle duraksadı. Gerçekten merak ediyordum, benim aksime güçlüydü.

 

Oysa ki Acar;

 

Göstermiyordu, ne yemek yerine içkilerle beslendiğini, ne sigarayı arttırdırdığını, ne de geceleri uyumadığını.. Her insan farklı şekilde yaşardı acısını, kimi gözyaşıyla, kimi kuytu köşelerde. O da acı çekiyordu, her gün dağlara bakarak dua edecek kadar.

 

Sorum karşısında ifadesini toparlayarak omuz silkti, benim gibi içkisini bitirdiğinde tekrardan koydu. Onun da zorlandığını biliyordum, benim abim olmadığı kadar Acar'ın da yoktu. Ek olarak en yakın arkadaşı, kardeşim dediği adamda esirdi. Üzerinde buhar tüten yemekler soğumaya başlarken, "Oradan bakılınca çok zavallı gözüküyorum değil mi?" diye sordum. Mavilerini bana çevirdiğinde devam ettim, "Anasız, babasız, kimsesiz, ağlayan biri. Bu yüzden kardeşinin yanında olmak yerine benimlesin çünkü acınasıyım. Büyük eziklik." kendime karşı nefretimi bastıramıyordum, canıma dahi yardım edemezken hiçbir önemim, saygım bulunmuyordu bedenime.

 

"Kendini fazla küçümsüyorsun savcı. Senin hakkında düşündüklerimi bilsen kendine boktan kelimeleri yakıştırmazdın." fazlasıyla emin şekilde konuşuyordu. Dudaklarımı ıslatarak, "Benim hakkımda ne düşünüyorsun?" demekten geri duramadım. Hafifçe gülümsemişti, yine cevap verilmeyen sorumla biten bardağımı doldurdum. Çenem açılmaya başlamıştı, "Hira'nın yanına hiç gitmiyorsun, sana ihtiyacı var." sırf benim yüzümden küçük bir kızın tek kalmasını istemiyordum, üstelik ne olacağı belli değildi. "Uğruyorum savcı, sen görmüyorsun." ortalardan kaybolduğu zamanlarda oluyordu, her şeye aynı anda yetişebilmesi hayran kalınasıydı. O günkü halini bildiğimden, "Nasıl peki?" diye sordum. Benden hızlı içiyordu ve yemeklere ikimizde dokunmamıştık. "Merak etme, çevresinde sürekli birileri var. Ayrıca annem ona yalan söylemiş belli ki, abim bulunacakmış deyip duruyor. Kötü değil." başımı onaylar şekilde sallayarak gülümsedim. En azından birimiz mutluydu, kandırılmak bazen iyiydi.

 

Acar, Alçin, Hira.

 

Üçümüz geride kalanlardık.

 

Karanlık dağlara bakarken oralarda abimi görme umuduyla gözlerimi kısıyordum, gelmiyordu. İçkinin getirdiği rahatlıkla, "Bununla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum." itirafımla bir kez daha mavileri benimle buluştu. Sanki gözleri bana güç veriyordu. Onda güven görsem, en güçlü ben oluyordum. Onda çaresizlik görsem, yıkılıyordum. "Emin ol öyle durmuyor. Ama eğer öğrenmek istersen, ben buradayım." bilmekten çok hissediyordum. Bir şeylerin senin için orada olduğunu bilmek rahatlatırdı, fakat hissetmek seni o durumun içinden çekip çıkartırdı. Düştüğümde benimle düşen, omuzlarım eğildiğinde belimdeki tutuşuyla dikleştiren, ağladığımda ertesi gün unutmuş gibi davranan, paramparçayken gücüm olmaya çalışan komutan şimdi gelmemeliydi. En zayıf anımda yanımda olması kafamı karıştırıyordu. Yanlıştı. Çakırkeyif olduğumdan olsa gerek dediklerine eşlik eden düşüncelerim ağlatmıştı.

 

Kaşları çatılarak, sandalyesini yakınıma çekti. Selpaklardan birine uzanırken yanağıma akan gözyaşlarını siliyordu, yakından gözlerine bakmak farklıydı. Karşısında çocuk gibi ağlıyor, huysuzlanıyordum. Sessizliğime ortak olarak içimi dökmemi dinledi. Zorlamadı, geri çekilmedi. Sadece eli belimdeyken, karşıya, baktığım yöne odaklandı. Bir süre sonra burnumu çekerek toparlandığımda iyi gelmişti, yorgunluğumu atamamıştı ama stresimi götürmüştü. Çatallardan birine uzanıp yemeklere batırdığını, ağzıma tıkıştırılan lokmayla fark etmiştim. İrice açılan gözlerimle koca lokmayı yutmaya çalışıyordum. Homurdanarak mırıltılar çıkarmama karşılık çatalı yemeklere batırmaya devam ediyordu. "Konuşma Alçin, bunlar bitecek." otoriter kısmı gittikçe artıyordu. Elimle ittirmeye çalıştığımda aynı ciddiyetle tekrardan çatalı ağzıma sokmaya çalıştı, daha yutamamıştım!

 

Başımı geriye atarak yutkunduğumda kaçmayı istiyordum. Hafif gidikliğin getirisiyle kıkırdamaya başladım, aklıma gelen fikirle nazlanabilirdim. Bakalım gerçekten her istediğimi yapabiliyor muydu? Gülmem hoşuna gitmişti dudakları kıvrılırken duraksayarak beni izliyordu. Tam zamanıydı, "Bana şarkı söylesene." tatlı tatlı kurduğum cümleyle kendimden beklenmeyecek şekilde cilvelenmiştim. Kafamı toparlamam gerekiyordu, son viskiler işi batırmıştı. Keşke onları içmeseydim. Başta onaylasa da, sonrasında ne dediğimi anlayarak reddetmişti. "Olmaz Alçin." çatalı ağzıma sokmaya çalıştığında kafamı çevirdim. Kaşlarımı çatarak, "O zaman bende yemek yemem, uyuyacağım." diyerek ayaklandım. Sabır ister gibi derin nefes aldığında bileğimden tutarak oturttu. "Söylerim, yemek ye." kafamı yine çevirerek söylemesini bekledim, "Hüzünlü bir şeyler olsun." dememle durdu. Hangi şarkıyı söyleyeceğini düşünüyordu herhalde. Heyecanla bekliyordum.

 

Rüzgar sertçe eserken, üzerimdeki battaniyeyi düzeltti. Ben de taklit ederek onun üzerindeki battaniyeyi düzelttim. "Denizde kararti var bu gelen kayik midur? Denizde kararti var bu gelen kayik midur?" başladığında ağzıma uzattığı lokmayı aldım. Bir yandan söylerken, bir yandan çatalı tekrar yemeklere batırdı. Annesinin Karadeniz'li tarafını oldukça seviyor olmalı ki o yöreden söylüyordu. Ağzı çok yakışıyordu, sesi de güzeldi. "Ben özledum yarumi ağlasam ayip midur? Ben özledum yarumi ağlasam ayip midur?" gözlerime bakarak söylediği kısımda yutkundum, elleriyle beslediği için çatalı yine ağzıma uzattı. Bu döngü devam ediyordu.

 

"Oy dumanlar dumanlar hep dağları sardunuz.

 

Oy dumanlar dumanlar hep dağları sardunuz.

 

Yüreğumun derdine bilsenuz ağlardunuz.

 

Yüreğumun derdine bilsenuz ağlardunuz."

 

Mavilerini çekmeden söylediği cümlelerle gözlerim dolmuştu. Kendimi kimsesiz sanıyordum ama o ışık gibi parıldırıyordu. Karanlığımı aydınlatıyor, sözlerini tek tek tutuyordu. Benim için şarkı söylemişti. İdealleri olan, kuralcı adamdı fakat bana karşı bunların hiçbiri yoktu.

 

Beni bu durumda ondan başka kimse anlayamazdı, abilerimiz esirdi, aynı yaşanmışlıkların içinde kavruluyorduk. Bundandır ki, kendi haberim bile olmadan sürekli ona koşuşum, onun yanında kendimi tam hissedişim. Farkındalıklar ağır gelirken hiç hissetmediğim duygularla tanışmak kalbimi sızlatıyor, karnımı gıdıklıyordu.

 

En zor anımda yanımda olarak çoktan bendeki yerini değiştirmişti, bir saniye ayrı kalmak istemiyordum. Koca lokmaları ağzıma tıkıştırdığında gözümden yaş süzüldü, karmaşanın içindeydim. Ve karşımda, yanımda, arkamda, her yerde sadece o vardı. Gözyaşımı sildi.

 

"Karardi Karadeniz taşdi bu yana taşdi.

 

Karardi Karadeniz taşdi bu yana taşdi.

 

Haber verun yarume gözlerum doldu taşdi.

 

Haber verun yarume gözlerum doldu taşdi.."

 

Nasıl bakıyordum bilmiyordum, o çok derin bakıyordu. Gözyaşlarım akarken ağzımdaki lokmalar büyüyordu, kusmak istiyordum. Kafamı çevirdiğimde neredeyse tüm tabağı yedirdiğini görmemle geri ona döndüm.

 

"Gemi mil ile olur sevda dil ilen olur.

 

Gemi mil ile olur sevda dil ilen olur.

 

Güzeller çok var ama meil birine olur.

 

Güzeller çok var ama meil birine olur.."

 

Ortam yoğundu, çakırkeyifliğin getirisi, abimin durumu, boşluğum.. Hepsinden dolayı bakışlarından anlam çıkarıyordum, yoksa aksi mümkün olamazdı. Ondan çıkan her söz, içimde saklanıyor, zihnime kazınıyordu. Şarkı boyunca ağlamayı kesmemiştim, başkalarının yanında güçlüyken burada gardımı indirebilirdim. Burası huzurdu. Onun yanında olmak huzurdu, güvendi.

 

"Güzeller çok var ama meil birine olur.

 

Güzeller çok var ama meil birine olur.."

 

Şarkıyı bitirdiğinde hıçkırığımı tutamadım, başım omzuna düşerken sıcak kollarıyla beni sardı. Sıkıca tutunduğumda, "Her şey çok zor." dedim. Sesim yüksek çıkmıştı, kucağında titriyordum. O ise saçlarımı severek içimi dökmemi sağlıyordu, burnunu saçlarıma yasladığını hissedebiliyordum. Böyle durumlarda duygu karmaşası sık görülürdü, gülerken ağlanır, her şey anlık yaşanırdı. Elleri abim gibi değildi, "Beni abim gibi sev." cümlem karşısında kasıldığını, üzüldüğünü içten içe biliyordum. Kimse ona benzeyemezdi, abimin sevgisine o kadar muhtaç kalmıştım ki nefes alamıyordum. Saçlarını dudaklarıma bastırdığında denedi, gerçekten abime benzemeyi denedi. O da abiydi fakat benim abim değildi, olamıyordu.

 

Ne kadar süre orada durduk bilmiyordum, ağlaya ağlaya bilincim kapanırken odaya taşındığımı sırtımın yumuşak yüzeyle birleşmesiyle anladım. Soğukluğun kaybolmasıyla elimi ona uzattığımda tutmuştu, uykuyla uyanıklık arasında çizgideydim. Yanıma çekiyordum, geliyordu. Titremeye devam ediyordum, anlamsız şeyler mırıldanırken gözümün önüne abim geliyordu. "Yemin ederim ki, her anında yanında olacağım." tok sesini duyduğumda gerçekliğinden emin değildim. Alnıma bastırılan sıcak dudaklar ve saçımda hissettiğim nefese eşlik eden öpücükler gerçek olamayacak kadar güzellerdi. Sonrası kısa sürecek rüyalardan biriydi.

 

-

 

 

Buz gibi suyun altında elleri saçlarında bekliyor, soğuk fayansta öylece oturuyordu genç kadın. Kafasını mermere yaslamış, boşluğa bakıyordu. Üşümüyordu, suyun altında diri ateş gibiydi. Gidenleri düşünüyordu, zihnini kemiren sen öldürüyorsun seslerine karşı çıkamıyor, içinde kayboluyordu. Hayat her zaman sevdiklerini almıştı ondan; Başta kardeşi. Alev alev yanmış, kül olmuştu. Gözlerinin önünde yitip giden çocuğa hiçbir şey yapamamıştı, bilmiyordu. Kardeşinin içerde olduğunu, kişi tespiti yapılması için ona geldiklerinde öğrenmişti. Ne annesi, ne babası, yanında kimse yoktu.

 

Yanmış cesedini ona getirdiklerinde, tanınmayacak haldeydi. Ablalar tanırdı. Bacakları kemikleri gözükecek derecede yanmışken, son kez görmüştü kardeşini. Yarısı kül olmuş bedenini sıkıca saramamıştı bile, ateşin içinde yıllarca asıl Verda kavrulmuştu. Ardından annesi. Oğlunun yokluğu kadını diri diri öldürmüştü, kullandığı ilaçlar ve kapatıldığı klinikte iyiye gideceğini düşünürken o terk etmeyi tercih etmişti. Kendini camdan atmak ona kolaydı, kızına zordu. İkinci kaybını yaşadığında henüz 18 yaşındaydı, o günden sonra hiç büyümedi. Hayat 18 yaşında Verda için bitti, yıllarca içine kapanık, vatanını savunan bir kadın olarak yaşadı. Ciddiyetinden ödün vermeyen, bir kez olsun gülümsediği görünmeyen askerdi. Dayanamıyordu, bitsin gitsin istemişti, o kadar istemişti ki ölümle burun buruna getirmişti kendini. Bir uçurumun kenarında, anıların zinciri boynunda her şeye son vermeyi amaçlamıştı. Hayat 25'inde, Verda için yeniden başlamıştı. Çınar'ı gördüğü ilk an tekrardan canlanmıştı genç kadın. Kolundan çekilip daha ilk saniyesinde yaşatmıştı onu. Çınar, Verda'yı ölümden kurtarmıştı.

 

Yeni görev yerine geldiğinde hayatının aşkını bulabileceğini o da bilmiyordu, bir anda hayatına giren adam yaşama sebebi olmuştu. Tanışmaları aklına geldiğinde gözünden bir damla yaş süzüldü, suya karıştı. Donuktu, o da giderse yaşayamazdı. Bebeği de gitmişti zaten. Karnına doladığı kollarıyla yerinde daha da küçüldü, "Bilmiyordum.." diye mırıldandı, özürdü bu. Bebeğinden, kardeşinden, annesinden.. Hepsine adanmış bir özürdü. Bilseydi kardeşini öldürenin babası olduğunu, bilseydi ailesinin katilinin babası olduğunu bunlar yaşanmazdı. Annesi oğlunun kahrından sonra, kızına gerçekleri söyleyememenin çıkmazıyla yüzleşmişti. Haftasonlarının birinde, ailesini tatilde sanarak eve gitmişti Verda. O zamanlar askeri lisede okuyan genç kızdı. Onlar gelene kadar hazırlanıp, sürpriz yapacaktı. Planda bu yoktu, babasının planında biricik kızının eve gitmesi yoktu.

 

Oğlunu diri diri yakmaya karar verdiğinde henüz beş yaşındaydı. Evde tek bırakıp, ölüme terk ettiğinde kameralardan izlemişti. Karısına bakıcılarla her şeyin yolunda olduğunu söyleyerek kandırmıştı. Oysa ki onlar evi ateşe verip kaçan yürek yoksunu adamlarıydı, tanık kalmaması için sonrasında onlarında canını almıştı. Cani piçin tekiydi. Evin önüne geldiğinde yandığını gören Verda, ne yapacağını bilememiş, kalabalığın içinde itfaiyeyi aramıştı. Korkuyla ağlayarak oturduğu kaldırım kenarında ise beklenmedik bir şey olmuştu; Beş yaşındaki kardeşinin ölüm haberini almıştı.

 

Yıllar sonra bugün, buz gibi suyun altında yanmasının sebebi buydu. Ateşten deli gibi korkardı, ama ateşin ta kendisiydi. Ağlaması şiddetlenirken, "Çınar yaktın beni, yaktın beni." diye bağırıyordu. Yanmanın onun için ne kadar ağır anlam taşıdığını nişanlısı bilirdi. Verda'nın sözlüğünde yanmak; Ölümdü. İleri geri sallanırken saçlarını yoluyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Hayat bu kadına kolay olmamıştı. Kalbinin tam ortasında aşkı kül olmak üzereydi, hissediyordu. Duştan çıkıp askeriyeye gidecekti. Evi ona dar geliyordu.

 

Her yerde Çınar'la anısı vardı.

 

Duşta bile.

 

Geride kalanlar her zaman asıl gidenler olurdu.

 

Başta kendilerini terk ederlerdi.

 

 

O gece Alçin'e zor olduğu kadar, Verda'ya da zordu.

 

-

 

 

Toplantı masasında oturmuş, yapabileceklerimizi konuşuyorduk. Masada dosyalar, her çeşit bilgiler vardı. Kenardaki panoda yapılan şemada göz gezdirdim, Albay da buradaydı. Derin nefes aldım, olaylar gittikçe karışıyordu. Saadettin, "Demem o ki, savcı albay suçsuzdur." konuşmasını bitirdiğinde herkesten yayılan şaşkınlık nidaları odayı doldurdu. Dinleyememiştim, bitkindim ve halsiz hissediyordum. Onunla o gün karşılaştıktan sonra bizi içeri alarak her şeyi açıklamışlardı. Saadettin; Savcının üvey oğluydu. Babasının ölümünden sonra annesi bu adamla evlenmişti. Alakaları bilindiğinden, devlet onların uzaklığına emin olduğunda içeriye almıştı.

 

Babasını o kadar seviyordu ki, o da Korkut'un peşinde kanıt toplamaya çalışıyordu. Gerçekten işe yarar bilgileri vardı fakat hakime ona da sürpriz olmuştu. Birini yakalayıp, diğerini bırakırsak yine olumsuz sonuçlanacağından ikisini aynı anda yakalamamız gerekiyordu. Şu anda da yabancı gibi babasının suçsuzluğunu alttan alttan aşılıyordu, yoksa üçümüz içinde sıkıntı çıkabilirdi. Resmiyette hâlâ suçlu gözüyle bakılan savcıyla görüşmemiz bizi de riske atardı. Albayın kafasına yatmıştı, bir kaç soruyla konuyu kapatarak dinlemeye koyulmuştu. "Çok zekice davranmalıyız, artık bu operasyon bitmeli." askerlerden biri konuştuğunda derin nefes aldım. Konuşmak adına ağzımı araladığım sırada, "Hiçbir halt yapabildiğimiz yok! Aynı yerde sayıyoruz." Verda sinirli sesiyle elini masaya vurduğunda durdum. Kaşlarım çatılırken, bazıları onu sakinleştirmeye çalışıyordu. "Operasyon diyoruz ama it sürüsüne karşı o kadar aciziz ki, kendimden utanıyorum." içini döküyordu. "Hepimiz neler olacağını biliyoruz, Çınar oradan döndüğünde tanıyamayacağımdan korkuyorum." ne halde olduğumu bilmiyordum, Acar'ın elini elimde hissettiğimde yanağımdaki sıcaklığı sildim. Ağırdı.

 

"Verda bana güvenmiyor musun?" sorumla kaçırdığı bakışlarını bana dikti. "Ben öyle bir şey demedim Alçin, yanlış anlama." kırgınlığını anladığımdan gücenmedim, yine de biraz incinmiştim. İhtimallarden, geleceklerden filizlenen korku belirdi yüreğimde. Destek istercesine avucumun içindeki elini sıktım, gözlerine baktığımdaysa almam gerekenden fazlası vardı. Buradayım diyordu, "Operasyonun başında ben varım, elimden geleni yapmaya çalışıyorum." dediğimde başını onaylar şekilde salladı. Ortamın sessizliği gericiydi,

 

bazıları onunla konuşurken, bazıları dosyalara bakınıyordu. Acar çoktan ayağa kalkıp önüme çay koymuştu, ensemde sıcak nefesini hissederken, sandalyemin arkasındaydı. "Daha iyi misin?" dediğinde hangisini sorduğunu merak ediyordum. Dün gece uyanıp kusmuştum, genelde içkiden kusmazdım. Abimden dolayı midem almıyordu, o ise yanımda uyuduğundan benimle uyanmış, saçlarımı tutmuştu, bunu yaparken iğrenmemişti. Ağzımı yıkarken de, tekrar uyuturken de bir an dahi olsa söylenmemişti. Ona döndüğümde burun burunaydık, "İyiyim, iyiyim." diye mırıldandığımda yavaşça geriye çekildi. Yerine kurulduğunda planımı anlatma vaktiydi.

 

Çayımdan yudum aldığımda mide bulantımı bastırmaya çalıştım, "Şimdi, onların sesli itirafına ihtiyacımız var. Çünkü hakime kirli oynadığı kadar temiz de davranmış. Hiçbir kanıt yok, bu yüzden Kadir de tutuklanamaz. Ama sesli itirafları olursa geri dönüşü olmaz, direkt saldırmak bizi düşürür. Önce iyiyi oynayacağız." dikkatle dinliyorlardı, bu kısıma kadar dediklerim mantıklı gelmiş olacak ki devamını dinlemeye meraklılardı. Ellerimi masaya yaslayarak öne eğildim, "Onlara onlardan olduğumu düşündüreceğim. Başta Korkut denen herifi kapana kıstıracağım, her konuşmamızda kulağımda özel kulaklıklardan olacak ve her şeyi duyacaksınız. Konuşacaksınız. Üzerimde küçük bir ses kayıt cihazı bulunacak, klasik erkek sonuçta, zor olacağını düşünmüyorum." cümlemin bitmesiyle içeriklerini atlayarak planımı anlattım.

 

Bazıları düşünürken, bazıları çoktan kabul etmişti. "Neden sen?" komutanın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim, "Anlamadım?" kaşları çatık, ifadesi herkese gösterdiğiydi. "Başkası yapabilir, senin yapman şart değil. Zaten sana inanmaz." askeriyeden başkasına planı anlatmak tamamen aptallık olurdu, "Hep beraber ortadan kayboluyoruz, anlamaları uzun sürmeyecek. Konu abim, ben her şeyi düşündüm en baştan bir başkasına harcayacak vaktimiz yok."

 

"Sen olmayacaksın Alçin." tek nefes bizi dinlemekle meşgullerdi, "Ben olacağım, konu kapanmıştır." duraksamanın ardından, "Yarın başlıyoruz." dedim.

 

Ben Ahsen; Onları kendi kanlarında boğacaktım.

 

Ben Alçin; Abim için her şeyi yakardım.

 

Operasyon şimdi başlıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

.

.

.

.

.

 

 

 

 

 

Seviliyorsunuuuuuzzzz, öpüldünüüzz. 🧡

 

EVET, Umarım sevdiğiniz bir bölümle gelmişimdir, yazmak zordu. Çınar'ın durumu tahmin edebileceğimizden çok daha farklı, düşünebileceğimizden çok daha ağır. Nasıl kaleme alacağımı düşünmek beni zorluyor, ne yaparsam yetersiz geliyor ama çıkıyor bir şeyler. Alçin'de aynı şekilde psikolojik olarak bitik durumda, Acar, Verda, Hira, Akad.. Çocuklarımı daha fazla kaleme almak istiyorum, biraz geride kaldılar farkındayım. Yapacağız okurlarım yapacağız.. Bana güvenin, düşüneceğim. Asıl noktada; Daha güçlü bir Alçin, birlik olarak Verda, Alçin ikilisi, Akad'a dair sahneler de olacak. Operasyonumuzu da başlatalım dedim, spoilerle de doldurdum. Bölümü de saldığıma göre rahatım, sevdiğinizi umuyorum. Dikkat edin, bir dahaki bölüme kadar..💛🌻

 

Ekleme 1; Bölümleri baya uzatmayı düşünüyorum, yani iki, üç bölümün birleşimini tekte atmak istiyorum bu yüzden haftada bir gün belirleyip, o günlerde atmak istiyorum.

 

Takip etmeyi unutmayın, instagram @gardenpaeonia

Loading...
0%