Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2, İlk kalp sızıları

@gardenpaeonia

Anneler ve Çocuklar

"Anne öldü mü çocuk;

Bahçenin en yalnız köşesinde.

Elinde siyah bir çubuk,

Ağzında küçük bir leke.

Çocuk öldü mü güneş;

Simsiyah görünür gözüne.

Elinde bir ip nereye,

Bilmez bağlayacağını anne.

Kaçar herkesten,

Durmaz bir yerde.

Anne ölünce çocuk,

Çocuk ölünce anne."

 

Sezai Karakoç

 

"Annem!" küçük bir çığlıkla annesine koştu Alçin. Tam önünde durduğunda gülümseyen suratına bakıyordu, gördüğü en güzel şey annesiydi. "Kızım.." narin ses tonu kulaklarına iliştiğinde annesi gibi dudakları kıvrıldı. Beyaz elbisesinin eteklerine uzattı elini, çok güzeldi. Önünde eğildi koca beden, saçlarına, huzuru hissettiren derin bir öpücük kondurdu. Alçin, annesinin lavanta kokusunu içine çekti. Gözüne balkondaki çiçekleri kestirdi, mor çiçekler. Lavantalar.

Ardından sıcak eller içinde buldu suratını, kalbi sızlamaya başladı. Anlamsız bir histi, ilk defaydı. Elini annesinin kalbine attı, "Anne, buram acıyor." mırıltısı eline değen ıslaklıkla son buldu. Gözlerini o noktaya çevirdi, annesinin beyaz elbisesi kırmızı oluyordu. Korkuyla gerilemek istedi, gerileyemedi. Elindeki bakışlarını annesinin kendiyle aynı gözlerine çevirdi. Kızıl gibiydi, annesinin gözünün içinde kızıllıklar vardı. Ateş olabilirdi, batan turuncu güneş de olabilirdi. Tıpkı kendi gözleri gibiydi. Büyük ve batan güneş gözler, en derinindeydi. "Anne.." karşısında inci inci dökülen gözyaşlarına uzanmak istedi Alçin. Yapamadı, elinde kan vardı. Gülümseyen suratı izledi bir süre çaresizce, ardından kulağını annesinin o güzel sesi doldurdu.

"Alçin, kızıl kuşum. Güzel kızım.

Ben seninle beraber büyüdüm, bundan sonra olamayacağım ama her zaman beni hissedeceksin." kalbindeydi sıcak eller, tekrar gözlerine baktı. Sonsuz güneşine. "Korkak bakma dünyaya, sen eşsizsin. Korkacaksın Alçin, yalnız kalacaksın. Tekmeleyecekler kızım, yerlerde sürüneceksin fakat bir tekme de onlar atacak. Aldırma, güçlü ol. Ben değildim, belki de bundan dolayı teksin. Özür dilerim kızıl kuşum, güneş gözlüm. Annenin kaderini yaşama, ben olma. Sen cesaretin kendisi ol, yüreğinle yaşa. Susturacaklar, yapamazlarsa nefesini kesecekler. Kestirme, daha da derin nefes al. Sen hayatsın Alçin, sen güneş çiçeğisin. Göremesen bile ben hep buradayım, bunu unutma olur mu?"

Ağlıyordu küçük kız, annesinin sorduğu soruya başını salladı. Unutmayacaktı, gözlerine bakarken ısınan içi, bedeninde hissettiği ürpertiyle son buldu. Balkonun açık kapısına baktı, güneş ışığı yerini karanlığa bırakmıştı. Rüzgar sert esiyordu, annesinin ellerini tuttu. "Anne, korkuyorum!" yer ayağının altından gidiyordu. Ses artıyordu, Alçin enkazın içine giriyordu. Ellerinden kayan ellere baktı, ardından annesinin silikleşen yüzüne. "Anne! Annem!" çığlıkları sesin içinde duyulmadı bile. Yere düştü, canı acımıştı. Kalbindeki his ağırlaşıyordu, elini kalbine attı. Annesinin k.nı, vücuduna bulaştı. "Abla! Abla yardım et!" şiddetli sesin arasında en az annesi kadar güzel bir ses duydu. Kardeşiydi bu, Aşkım'ın sesiydi.

Etrafına bakındı, hiçbir şey göremiyordu. "Aşkım! Ablam!" o kadar güçlü olamasada bağırdı. Arkasındaki şömineye tutunarak kalkmaya çalıştı. Başardığında bedeni sallanıyordu fakat merdivenlerin üstünde gördüğü bedenle dik durmaya çalıştı. Elini uzattı küçük kardeşine, "Abla!" o da elini uzatıyordu. Sarsıntıdan düşmüştü, merdivenin kenarına tutunuyordu. "Aşkım beni bırakma!" ağlama sesleri artıyordu, elleri kayıyordu küçük bedenin. "Abla, abla olmuyor!" merdivene ilerlemeye çalıştı Alçin. Kardeşini bırakamazdı, öne doğru bir adım attığında yere düştü. Rüzgar artıyordu, evi inletecek şekilde çakan şimşeğin ardından acılı bir çığlık duyuldu.

Aşkım ve merdivenlerden y.varlanan küçük bedeni.

"Aşkım!" henüz on iki yaşındaki bir çocuktan duyulmayacak olan bir tonla çığlık attı Alçin. Tüm sesler sustu o an için, yerdeki bedene doğru emeklediğinde annesi gibi o da silikleşti. Alçin yalnızdı, tekti.

O öyle sanıyordu.

"Alçin! Alçin kalk!" kadınsı bir ses adını bağırıyordu. Başını yerden kaldırdı, bulanık gözleriyle görebildiği kadar karşısındaki bedeni inceledi. Kendine benziyordu, büyümüş hali gibiydi. Uzundu saçları, şu anki gibi kıvırcıktı. Annesi gibiydi gözleri, ama farklı bakıyordu. Küçücük yaşında haberi olmadığı, fakat içinde olduğu duyguyla bakıyordu. Hüzün.

O zamanlar anlamazdı, güven duygusuyla ona ilerlemek adına ayağa kalktığında tekrardan düştü. Ellerini uzatıyordu kadın, annesinin bakma dediği gibi bakıyordu. Korkuyordu. "Korkma!" ona dediği bu şeyi kendi bile yapmıyordu. Yeniden ayaklanmaya çalıştı, yine düştü. "Güçlü ol! Alçin ayağa kalk!" annesi gibi konuştu. Rüzgarın daha sert vurmasıyla deniz kokusu dolmuştu oda, lavanta kokusunu silen derin deniz kokusu. Kalkamıyordu, ona uzanan elleri tutamıyordu. Yere düştüğünde verdiği sözü tutamadı, kulaklarını kapatmış ağlıyordu.

Yerdeki küçüklüğüne uzanmak istiyordu Alçin, yapamıyordu. Geçmişini toparlayamıyordu, sertçe ilerlemeye çalıştığında birden küçük beden silindi. Etrafına bakındı, her şey yavaş yavaş silinirken, duyduğu sesle yara izine gitti elleri. "Ahsen! Beni dinle Ahsen!" sesin geldiği yöne doğru koştu korkusuzca. Bir daha olmazdı, bir daha zarar göremezdi! Titrek ses cevap verdi ona, "Ben Alçin'im, Ahsen değilim!" gördüğü manzarayla, yara izinden ateş değmiş gibi çekti ellerini. Esra, elindeki kızının resmini ona tutuyordu. Burnunun dibine sokmuş, Ahsen olduğunu anlatıyordu. Küçük beden daha fazla dayanamayıp fotoğrafı eliyle ittirdi, Esra'nın elinden kayan fotoğraf yere düştüğünde, çerçevenin parçalanmasıyla gözlerini kapadı Alçin.

Geleceği biliyordu, odanın kapısını sertçe açtı fakat kimse ona dönmemişti. Her şey aynı ilerliyordu, yerdeki cam kırıklarına baktı Esra. Alçin'in can kırıklarına. Öfkeli bakışları küçük kıza döndüğünde hızla parçalardan birini alarak ona ilerledi. Değiştirmek istiyordu kaderini, aceleyle Esra'nın yanına ilerledi. Alçin artık yetişkin bir kadındı, küçük bir kız çocuğu değildi. S.plamak için kaldırdığı camı tutmaya çalıştı, tutamadı. Yapamıyordu, cam küçük bedenin belinde derin bir k.sik oluşturarak izini bıraktı. Elini beline attı ikiside, deli gibi sızlıyordu yara izi. İki bedende koca bir çığlıkla yan yana yere düştü, odadan çıkan Esra ile gözyaşları şiddetle akmaya başladı. Acıyla tanışan Alçin ve acının kendisi olan Alçin, beraber döküyorlardı yüreğindeki sızıları. "Anne.." diye sızlandılar.

Anne, bir kıza ne büyük bir acıydı.

Kimilerine varlığı, kimilerine yokluğu..

"Alçin! Alçin kalk! Güzel kızım! Abim nolur kalk!" gözlerini korkuyla araladı. Yanıp tutuşan bedeni bir çığlıkla odayı inletti. Yara izine attı elini, sızlıyordu. Boynundaki damarları bile belirgindi, terlemişti bu soğuğa rağmen. "Abim, abim bana bak." korkuyla bakan mavilere döndü günbatımı gözleri. Abisinin kucağındaydı üst bedeni, terlemiş saçlarını geriye itti elleriyle ardından yanaklarını avuçladı tekrardan. "Abim özür dilerim, Alçin'im özür dilerim abim." ağlıyordu, abisi ağlıyordu. Belindeki izin sızısı sinsice kalbine ilerledi, abisini böyle görmek kalbini acıttı. Dili damağı kurumuştu, gördüğü kabus hala gözünün önündeydi. Abisine katıldı, gözyaşları birbirine karıştı iki kardeşin. "Abi.. Abi unutmamam lazım." ayaklanmaya çalıştı fakat kendini saran sıkı kollar buna izin vermedi. "Abim neyi? Söyle bana." annesinin dediklerini.

"Abi bırak." kalkmaya çalıştı, yine başaramadı. "Ne yapmak istiyorsun abim? Söyle bana." burnunu çekti, ardından titrek sesi gecenin ışığına karıştı. "Annem.. Annemin dediklerini." abisi bir süre baktı öylece, ardından kontrol edemediği gür ses tonuna hüznünü de karıştırdı. "Acar, Acar masanın üstündeki deftere not alabilir misin?" ne zamandır orada olduğunu bilmediği bedene döndü bakışları kadının. Bu karanlıkta seçtiği duygu keskindi, adamın mavilerinde üzüntü vardı. Kendine seslenen, duyduğu bağırma sesiyle ayaklanıp, Çınar'ın yanına koşmuştu Acar. Odasında bulamayınca, kapısı açık olan savcının odasına ilerlemişti. Gördükleriyle olduğu yerde kalmıştı, o iddialı kadın şimdi çaresizdi. Yutkundu, ardından denileni yaptı ve masaya ilerledi.

Utandırmak istemiyordu, rahatsız hissetmesini istemiyordu. Dönüp bakmadı, bu geceyi unutacaktı. Sessizce sayfaya denilenler not alacaktı, sabahki kadınsı ses tonu şimdi küçük bir kız gibiydi. Titrek bir nefes verdi önce, ardından zor da olsa konuşmaya başladı.

"Alçin, kızıl kuşum. Güzel kızım.

Ben seninle beraber büyüdüm, bundan sonra olamayacağım ama her zaman beni hissedeceksin. Korkak bakma dünyaya, sen eşsizsin. Korkacaksın Alçin, yalnız kalacaksın. Tekmeleyecekler kızım, yerlerde sürüneceksin fakat bir tekme de onlar atacak." hıçkırarak ağlıyordu, bir süre duraksadı. Acar'ın kalemi sıkan ellerinden de, kalbindeki sızıdan da habersizdi. Devam et dedi Acar içinden, devam et sen güçlüsün dedi. Sesli söyleyemedi.

Devam etti kadın, anlamış gibi devam etti. "Aldırma, güçlü ol. Ben değildim, belki de bundan dolayı teksin. Özür dilerim kızıl kuşum, güneş gözlüm. Annenin kaderini yaşama, ben olma. Sen cesaretin kendisi ol, yüreğinle yaşa." derin bir nefes aldı, abisi su içirdi. Onunda yüreği yanıyordu, kardeşinin yanında dişlerini sıkarak sakin kalmaya çalışıyordu. "Susturacaklar, yapamazlarsa nefesini kesecekler. Kestirme, daha da derin nefes al. Sen hayatsın Alçin, sen güneş çiçeğisin. Göremesen bile ben hep buradayım, bunu unutma olur mu?" lafının bitmesiyle bir hıçkırık koptu dudaklarından. Acıyla sızlanıyordu abisinin göğsünde, "Abi annem korkak değildi!" dedi, onaylanmak istiyordu.

Hayatında tanıdığı en güçlü insanın, kendisine korkak demesini kabullenemiyordu. İstediğini aldı, hızla başını salladı abisi. Göremedi, ama anladı. "Abi çok acıyor." göğsünden ayırdı kardeşinin bedenini, dikkatle baktı her yerine. "Neresi abim? Neresi güzel kızım?" başını geriye attı Alçin. Ağlaması artıyordu, sarsılan omuzlarını tutan abisi olmasa çoktan düşmüştü. Normalde her şeyini anlayan abisi bunu anlayamamıştı, bilmiyordu ki; Çınar şu an anlayacak durumda değildi.

Kalbini tuttu Alçin, abisinin gözleri oraya kayınca, ok gibi saplandı sanki kalbine hüzün dolu bakışları. Yetememişti, Çınar her şeyini verdiği kardeşine yetememişti. On yedi yaşındaydı, çocuğu olduğunda daha gençti. Anne olmuştu kardeşine, baba olmuştu, abi olmuştu. Her şeyini vermişti, geriye kendinden bir şey kalmamıştı. Tükenmişti onun için, bir an bile pişman olmamıştı. Tek pişmanlığı; daha fazlasını verememekti. O iğrenç kadının elinden daha erken kurtarabilseydi böyle olmazdı belki. Yıllardır bu ateşin içinde kasıp kavruluyordu. Yara izi sızladığında yüzüne bakamıyordu kardeşinin. Geçti sanıyordu, psikoloğa gittiği her gün daha iyileştiğini hissetmişti. Yanılmıştı. Çınar hiçbir zaman kardeşine yetememişti.

Toparlamaya çalıştı bakışlarını, yanan boğazıyla yutkundu. Kendine çekti küçük bedeni, "Alçin.. Kızıl kuşum, güzel kızım." abisi olamamıştı, annesi olmayı denedi. "Korkak bakma dünyaya, sen eşsizsin." saçlarını sevdi, annesi gibi olan saçlarını. Lavanta kokusu aradı, yoktu. Deniz kokusu vardı o'nda. "Korkacaksın kızım, yalnız kalacaksın." göğsünde onu sessizce dinleyen bedeni seviyordu. Kendi gibi devam etti, "Ama ben her zaman burada olacağım. Alçin sen güneş çiçeğisin, bana hayatı yaşamaya değer bir yer olduğunu öğretensin abim." kollarını ona sıkıca dolayan bedenin yükünü aldı omuzlarına. "Eğer sen de olmasaydın, ben biterdim. Kızımsın sen benim, beni ben yapansın."

"Seni seviyorum kızıl kuş. Sen her şeysin. Kalbindeki acıyı söküp alamam belki ama dindiririm. Sana söz, geçecek kardeşim." biten cümlesiyle saçlarını öptü. Ufak mırıldanmalar duyduğunda başını eğdi, uyumuştu. Dikkatle yerine yatırdığında, iç çeken kardeşiyle bir süre duraksadı. Ardından üzerini kapatıp, odadan çıktı. Acar'ı arıyordu, mektup bitince Alçin'in ağlamasına bir süre sonra dayanamamış gitmişti. Tanırdı onu, merhametle büyütülmüştü. Balkonun ışığını gördüğünde o yöne doğru ilerledi, sigara içiyordu. Sessizce yanına oturdu, buz gibi havada balkondalardı. Hoş asker adamlardı, daha soğuğunda yaşıyorlardı hayatlarını. Bir şey demedi Acar, anlatmak isterse kendisi anlatırdı. Dinlerdi, bunu biliyordu Çınar. Derin bir nefes aldı, Acar onu tanırdı, fakat kardeşini bilmezdi.

Dayanamadı, Çınar'da sevgiye muhtaçtı. Bu gecenin ağırlığıyla gardını indirdi, normal bir insan gibi olmak istedi. "Alçin.." sessizliğe karışan tok sesi balkonu doldurdu. Anlatması zordu, deneyecekti. Eğer kendine bir şey olursa, geride onu emanet edebileceği tek kişi yanındaki adamdı. Şans eseri yaşadığı hayatında tek güvendiği insandı. Alçin anlatmazdı, o anlattı.

"Alçin, annem, babam ve kardeşimin ölümünden sonra çok kötü şeyler yaşadı. Kimse istemedi bizi, ben on yedi yaşındaydım, bana denen bu gerçeği kaldırabildim. Ama ona hiç söylemediler, söyletmedim. Kendini daha fazla eksik hissetmesini kabullenemezdim.

Yurda verdiler onu, içim kana kana bıraktım kardeşimi. Görüyordum ama yan yana olmak gibi değildi. Tek tutunduğum sebepti, o olmasa ben de yaşayamazdım. Bir gün, bir aile evlat edinmek istedi onu. Alçin kabul etmemiş, ama aile oldukça ısrarcıydı. Yurt müdürleri beni çağırdı, aile benim ikna etmemi istiyordu. Anlamadım sebebini, neden bu kadar ısrar ettiklerini. Bir arabaya bindirdiler beni, bir eve gittik.

Kocamandı, aile evi gibiydi. İçeri girdim, Alçin'in mutlu olması için her şey var gibi gözüktü gözüme. Ona oda bile yapmışlardı, o yaşta garipsemedim. Kendilerini çok iyi insanlar olarak tanıttılar, Alçin bu kayıptan sonra çok içine kapanmıştı. Onun için bir çözüm olabileceğini düşünerek zor da olsa ikna ettim. Aile, Alçin'i evlat edindi. Başta her şey mükemmeldi, yeni bir kimliği vardı. Alçin Ahsen Kan'dı artık. Alçin Meva değildi. Sevdiğini düşündüm, eskisinden daha iyiydi.

Artık içim rahattı, yurt odasının rahatsız yataklarından, soğuk yemeklerinden kurtarmıştım onu. Ne mükemmel abiydim kendimce. Böyle geçti bir kaç ay, oysa ne çok şeyden haberim yokmuş. Artık her gün göremiyordum, arayamıyordum. Askeri lisede olduğumuz için zaten çok yoğundu her şey, dikkat edememiştim.

Mutludur dedim, ailesinden haber aldım. Mutlu dediler, sevindim. Bir gün hasretine öyle dayanamadım ki, çıktım yanına gittim. Hizmetli kapıyı açtı, içeri girdiğimde beklemeye başladım. Yukarıdan gelen sesleri duymamıştım, büyük bir evdi. Aşağıya telaşla inen Esra Hanım'la buluştu gözlerim. Ahsen yaralandı diye bağırıyordu, hızla odaya koştum. Nasıl koştuğumdan haberim bile yoktu, burkulan bileğimden dolayı azar yemiştim öğretmenlerden. Yerdeydi, Alçin yerdeydi..

Alçin'in belinde k.n vardı. Yere akan, olduğu yeri dolduran k.n. O an onu hastaneye götürdüm ama sonradan öğrendim, Alçin, ölen kızlarına benziyormuş. Yeni kaybettikleri için Ferit Bey karısına iyi gelebileceğini düşünerek en benzeyen çocuğu evlat edinmek adına yurda götürmüş. Orada görmüşler kardeşimi.

O da bilmiyormuş, Alçin ona iyi geldi sanmış. Herkesi kandırmış! Kardeşime kızının fotoğrafını göstermiş, onun adını vermiş. "Sen Ahsen'sin demiş!" Alçin daha fazla dayanamayınca, fotoğrafı ittirmiş ardından bunlar yaşanmış. Sürekli olarak bunu yapıyormuş, zar zor öğrenmiştik. Ardından o kadın psikolojik tedaviye başladı, Alçin'den uzak tuttular.

Kabul etmek istemesemde başka çarem olmayan bir şey yaptım. Ferit Bey, beni de oğlu olarak gördüğünü söyleyerek bana bir ev verdi. Okul masraflarımı karşıladı, dayan dedim kendime. Gururunu görmezden gel, Alçin için. On sekiz yaşına geldiğinde yanıma aldım onu, orada durmak istemediğini söylemişti. Ferit Bey ona karşı hep baba gibi olduğu için görüşmeye devam etmişti, benimle de hâlâ konuşuyor.

Ama o kadın, iyileştiğini söylüyorlar fakat bilmiyorum. Alçin'e yaklaşamıyor. Derin bir iz kaldı belinde Acar. Sızlıyor ara ara, ben anlıyorum. Yüzüne bakamıyorum kardeşimin." ona dönen maviliklerle buluşturdu maviliklerini. Dikkatle dinliyordu Acar onu, acısına ortak olmak istiyordu. Gerçekti, saf bir histi.

"Acar ben yapamadım, benim yüzümden. Her şeyi denedim oğlum lan! Her şeyi denedim! Yetemedim. Nerede yanlış yaptım ben, söyle!" kendine olan sinirini görünce masadaki suyu uzattı ona Acar. Elini omzuna koydu ve ovaladı, kendince derdine ortak oldu.

"Çınar, sen çok iyi bir abisin." duyduğu cümleyle gözyaşları akan adama baktı. Çınar, askeriyenin kara fırtınasıydı. Bir kere onu ağlarken görmemişti, yara alıp yüzü gözükmediğinde bile gözyaşı dökmemişti. Çınar ölümde burun burunayken bile başı dikti. İlk kez gördüğü bu haline, başını yana eğerek baktı. Ardından sarıldı.

Çınar'ın da bir omuza ihtiyacı vardı.

Bir kaç dakikanın ardından geri çekilen bedenle önüne döndü, "Oğlum ne bu sarılmalar lan?" burnunu çekerek konuştuğunda bakışlarını ona çevirdi. "Olur öyle, unut bunu Meva. Benden etkilenmeni istemem." Güldü Çınar, burnunu çekti ve kahkaha attı. "S*ktir lan." ikiside sırıttığında, tarih artık Acar için değişmişti. Henüz kendi de farkında değildi fakat, kalbine konan kırmızı kuş artık oraya aitti. O gece bunu bilmeyerek uyuduğu geceydi.

-

Gözlerimi yağmur sesleriyle araladığımda, bir süre etrafı inceledim. Başımın ağrısı tüm şiddetiyle kendini gösterirken, elimi oraya attım. Dün gecenin anıları gözümde canlanırken, derin bir nefes aldım. Gelen seslerle kaşlarımı çattım, abim konuşuyordu. "Oğlum ben ne bileyim menemen yapmayı, ayrıca ne çirkin bir masa bu ya!"

"Yapacağın işi s*keyim Meva, çık s*ktir git mutfaktan." o'nun sesiydi bu. Abimle ev arkadaşı olduklarını öğrenmiştim, bu da abimin sürprizlerinden biriydi. Asker adamdan ancak bu kadar oluyordu, söylene söylene mutfaktan çıkan abim odasına geçmişti. Ben de odamdaki duşa doğru ilerledim. Dün geceyi düşünmeden kendimi sıcak suyun altına attım, hızlı hareket ediyordum. Kafamda şarkı tutturmuştum, düşünmemem gerekiyordu. Elimi raftaki şampuana atıp bir süre baktım, şeftaliliydi! Nefret ederdim. Şampuanımı henüz alamadığım için bununla idare edecektim. Çaresizce elime sıktım, ardından saçlarımı yıkadım. Buraya acilen sabun ve duş jeli de almalıydım, çünkü elimde tuttuğum şeftalili duş jeli abimin kendince bir şakası olmalıydı. Sinirden dişlerimi sıkarak vücudumu duş jeliyle yıkadım, tek umudum vücut yağımdı.

Bir kaç dakikanın ardından duştan çıktım, saçlarımı tarıyordum. Kurursa bonus gibi gezebilmem olasıydı, yine de kıvrıkları çok sık olmadığı için dert etmiyordum. Yüzüme nemlendirici sürüp ayaklandım, dolabımın önündeydim. Dağınık bir insan olsamda, dolabımı dizmiştim. Beyaz bir gömlek, siyah dar kesim, sıfır kol, yırtmaçlı bir elbise ve kısa siyah trençkotumu çıkarttım. Üzerime geçirdiğimde kombinimde kısa bir göz gezdirdim, sol bacağımda olan yırtmacı çok da fazla değildi bana göre. İçimdeki gömlek de sert havamı biraz kırıyordu, trençkotumun boyu ise göğüs altımdaydı. Takılarımıda taktığımda, duyduğum seslerle kapıya bir bakış attım.

"Oğlum hala hazır değil mi? Açlıktan ölücem anasını s*tayım!" abimin sitemkar ses tonu komutanın hoşuna gitmemişti ki bir kaç saniyelik sessizliğin ardından cevapladı. "Meva, s*ktir git! Kuş sütü eksik olmasın dedin börek yapıyorum, ben nereden bileyim böreği!" ufak bir kahkaha attım. Eğleniyordum. "Sürpriz olacak bak, ses yapma!"

Aynı sessizlik yine bir kaç saniye sürdüğünde bir şeylerin fırtlatılma sesini duydum, karışmasam daha iyi olacaktı. İlkel komutan fazla agresifti. Masama ilerledim, zaten hızlı hazırlanan biri olduğum için klasik makyajımı yaptım. Bordo dudak kalemimin ardından, aynı renk rujumuda sürdüğümde sıra saçlarıma gelmişti. Bu kadar kuruması yeterdi, düzleştirdim. Kıvırcık saç hiç sevmezdim.

"Kıvırcık saçlarını ne yapsak ya? Çok kötü gözüküyorlar."

"Ne diyorsun Esra? Kendine gel!"

Yarısını geriden sıkıca topladım. Aynada hoşuma giden görüntüyle, odadan çıksam mı diye düşünüyordum. Abim de ortalıklarda yok gibiydi, ilkel komutanla aynı ortamda olma riskini göz önüne alarak kapıyı araladım. Ev sessizdi, bir kaç adım ilerledim. Mutfakta olduğunu düşünüyordum, oraya doğru gittim. Gördüğüm görüntü karşısında oldukça şaşkındım. Gerçekten kuş sütü eksikti! Masada sevdiğim her şey vardı, fırında olan böreğe baktım. Üstü nar gibi kızarmıştı, fırını kapatıp kapağını açtım. Kenardan fırın eldivenlerini alıp tepsiyi kaldırdığım sırada arkamda olan bedenle tepsiyi korkuyla tezgaha fırlattım. Elim kalbimdeydi. Öyle sessizce gelirken ne düşünüyordun azarı çekecektim ki mavileri dünün aksine bugün dingin bir deniz gibi bakıyordu. Tam dibimde olmasından dolayı duraksadım, ortamda sorulabilecek en normal gelen şeyi sordum.

"Börek yer misin?"

Evet en normal buydu.

Bir süre öylece baktıktan sonra, başını olumlu anlamda salladı. Arkamı dönüp, tezgahtaki bıçakla böreği kesmeye başladım. Sessiz mutfağa ilişen erkeksi tonu doldurdu kulaklarımı, "Abin fırına gitti." ardından masadaki sandalyelerden birine oturdu. "Ne gerek vardı ki? Börek yapmışsınız o kadar."

"Ben yaptım." bakışlarımı arkamdaki o'na çevirdim. Beni izliyordu. Hızla önüme geri döndüm, dün geceden olsa gerek ona karşı mesafe koymam gerekiyor gibi geliyordu. Aynı evin içinde nasıl mümkün olacağını bilmiyordum fakat denemeye değerdi. Tabaklara yerleştirdiğim börekleri masaya koydum, "Çay içer misin?" kafasını salladı. Bardaklara çay döküp, onlarıda masaya koydum. Çayıma şeker atıp ona uzattığımda kullanmadığını söyledi, kenara koyduğum çay şekerlerinin ardından ona anlık ters bir bakış attım. Çayından yudumluyordu, görmüştü fakat bir şey demedi. Açılan kapıyla gözlerim abimi aradı, mutfaktan girdiğinde gülümsedim. Elinde poşetler vardı, tüm fırını almıştı!

"Abi bunlar ne?" şaşkın ses tonum, o'nun da merak edip dönmesini sağladığında kısa bir bakışın ardından sırıtarak tekrar çayını yudumladı. "Her şeyden aldım, canın çeker belki." masum cümlesi içimi ısıtırken ayaklandım. Poşeti elinden, tabaklara dizmek amacıyla alacaktım ki içindekileri çıkartıp masaya koymasıyla duraksadım. "Lan Meva! O kadar özenli masa hazırlamışım, ayı gibi çıkartıp koyuyorsun sofraya!" sabahtan beri olan, artık normal gelen atışmaları başladığında masaya oturdum. Abim söylenirken, bir yandan tabağını dolduruyordu. Klasik bir kahvaltı olmaktan çok uzak ilerleyen bu masada, biraz da olsa kafam dağılmıştı.

"Ben işleri Talip'e kitledim, sülaleme saydırıyordur şimdi." ağzındaki zeytin çekirdeğini çıkartırken gülerek söyleniyordu abim. Elimde çay bardağımla bu halini izliyordum, özlemiştim. Çayımdan bir yudum aldığımda, gözlerimiz kesişti, bana bakıyordu. Geri çekmediği gözleri abimin lafıyla ona döndü. "Çay ister misin Acarbay? Bana bak." onaylar bir şekilde başını salladığında, ters bir bakışla bardağını aldı abim. Ardından saçlarımı öperek, benimde bardağıma çay döktü. "Ben bugün izinliyim Meva, yatarım herhalde." şekersiz çayından bir yudum aldığında yine ters bakış attım. Yakalandığımda, kaşını kaldırdı fakat umursamadan önüme döndüm. "Ben alışveriş yapacağım, işlerim var. Alçin'i götür sen. Askeriyedekileri biliyorsun." başını onaylar bir biçimde salladığında araya girdim.

"Ben giderim abi, iş yerim artık orası. Zahmet olmasın." kaşlarını çattığında duraksadım. Abim nadiren bunu yapardı, önüme döndüm. Hayatına girecek kadına üzülüyordum, zor bir adamdı. Kahvaltı bittiğinde işe gitmek adına ayaklandım, abim toparlayacağını ve gitmemiz gerektiğini söylemişti. Sıkıca sarılıp, bir kaç saatliğine veda ettim. Girişe giderken o da arkamdaydı, siyah kabanımı üzerime geçirdim, ardından topuklu botlarımı da giydim. O çoktan hazırlanmış, beni bekliyordu. Ters bir bakış atarak, büyük çantamı da koluma taktım, yerdeki kutuyu almak adına eğildiğimde havalanan kutuyla dışarı adımlayan komutana bakakaldım. Hızla peşinden adımlıyordum, kutuyu bagaja, kendince kibar bir biçimde koymuştu. Bordo bereli kibarlığı az çok düşünülürse, resmen fırlatmıştı!

Umay'ınki ile aynı olan Range Rover'ın içindeydim. Kendi arabamı özlemiştim, Umay'ın araba takıntısından dolayı abim ve Ferit Bey babaya zorla aldırdığı o hediye arabam. Savcılık sınavını kazanınca, üçü beraber Ferrari hediye etmişlerdi. Kırmızı La Nuova Dolce Vita. O zamanlar araba almak için çabaladığım bir dönemdeydim, bunu kimseye söylemesem de karşımda görmek beni de çok şaşırmıştı. Başta kabul etmemiştim fakat zamanla ettirmişlerdi. Arabaya hakim olan sessizlikle devam ediyorduk yola, başımı cama çevirdim. Kış ayı, ben buradayım dercesine yağmurunu akıtıyordu, aklıma dün gece geldiğinde duraksadım.

O da oradaydı, benim en kötü halimde oradaydı. Not almıştı, dediklerimi sabırla dinleyip yazmıştı. Çok da hatırlamıyordum ama gözlerini görmüştüm, hüzünlüydü. Bu halimi görmemeliydi, rahatsız hissetmemiştim fakat o yabancıydı. Tek bir kelime dahi etmemişti, dünden sonra sanki unutmuş gibiydi. Maviliklerini görmesem, orada olduğundan bile şüphe edebilirdim. Ama emindim, oradaydı, bana bakıyordu. Camı açmak adına elimi uzattım, içeri sızan soğuk rüzgarla gözlerimi kapattım. Henüz güneş doğmamıştı, saat çok erkendi. Bugün askeriyede bir işim yoktu, diğer hukukla ilgilenen meslektaşlarımla tanışacaktım ve odama eşyalarımı dizecektim. Tim ile görüşmek de istiyordum, ardından çıkacaktım. Derin bir nefes verdim, dışarıda şiddetlenen yağmur, hafif hafif arabanın içine giriyordu. Hoşuma gitmişti, gülümseyerek elimi dışarıya uzattım. Tek tük açılan dükkanların ışıkları aydınlatıyordu sokakları, dağlar sisten gözükmüyordu.

"Savcı?" sessizliği bozan o'na döndüm. Sabahın erken saatlerinde normalden oldukça kalın çıkan ses tonu, garip hissettirmişti. "Efendim?" ona nazaran benimkisi de olduğundan inceydi. "Nasılsın?" duyduğum soruyla bir an cevap veremedim. Suratına öylece bakarken, karanlığa rağmen kendini belli eden mavileri bana döndü. Babamı gördüm bir an, gözlerinde babam vardı. Yutkundum, boğazım yandı. Dün gece gelmemişti, onu görememiştim. Hastanede aramızdan ilk ayrılan da o'ydu. Ona layık bir evlat olamadığımı mı düşünüyordu? Ferit Bey'e baba dediğim için mi bana küstü?

Bilmiyordu ki, babasının hediyesi yanındaki adamdı. Gözleriyle gelmişti ona.

"İyiyim." cama çevirdim bakışlarımı, o da aynı şekilde önüne dönmüştü. "O zaman yağmurda arabanın camını neden açıyorsun savcı?" gözlerimin odağı tekrar o'ydu. "Anlamadım?" aptal gibi hissetmiştim kendimi, verdiği cevapla oldukça şaşkın bir şekilde sorduğum soruyla derin bir nefes verdi. "Cam, neden açık?" kendi arabamda çok sık yaptığım bu davranışı, başkasının arabasında yapmam yanlıştı. Hızla kapattım camı, soğuk kesilirken, "Kusura bakma." diyebildim sadece. Çok utanmıştım, dünden beri saçma davranıyordum. Sonunda askeriye gözüktüğünde içeri girdik, araba bahçedeki yerini alırken bagajdan kutuyu çıkardı. Almak adına uzandım, "Teşekkür ederim bıraktığın için komutan." ilerleyen bedenle yine aynı şekilde olduğum yerde kaldım. Bana aynı anda çok fazla duygu yaşatıyordu, hangisi olduğunu seçmem zordu fakat şu ankisi öfkeydi. Bu anlamsız öfkemle peşinden ilerledim. Askerler artık sadece ona değil, bana da selam veriyorlardı. Topuklu sesim loş ışıklı koridoru doldururken herkes dönüp bakıyordu, alışkın değillerdi galiba. Odanın önünde durduğumuzda, dünkü verdikleri anahtarla kapıyı açtım. Dün bakma fırsatım olmamıştı, şimdi inceliyordum.

Çok büyük sayılmazdı, küçük de değildi. Camdan askeriye bahçesi gözüküyordu. Beyaz bir odaydı. Kocaman tahta masa ve aynı renkte, büyük bir sandalye vardı. Rahat gözüküyordu, önemliydi. Karşısında da iki tane koltuk ve küçük bir masa vardı, sol duvara yaslı geniş deri koltuk da gözüme ilişti. Dikkatle odayı incelerken masamın üzerindeki çerçeveyle duraksadım, komutan, kutuyu masanın üzerine bırakmış ve oturmuştu. Kapıyı kapatarak o yöne doğru ilerledim. Siyah çerçeveyi elime aldığımda fotoğrafa baktım.

Aile fotoğrafımızdı.

Annemin güneş gibi parıldayan kızıl saçları, her zamanki gibi kıvırcıktı. Üzerindeki beyaz elbise rüyamdakine benziyordu, ellerimi üzerine attım. Parmağımla bir süre öylece sevdim, gülümseyen suratı o kadar güzeldi ki, eskiden hayran hayran izlerdim. Yanındaki babama çevirdim gözlerimi, annemin belini sarmış, dimdik duruyordu. Mavi gözleri sakin bakıyordu, o hep durgun deniz gibiydi. Burnuma bir an kokusu doluştu gibi oldu, keskin nane kokusu. Derin bir nefes aldım, sızlayan boğazım hiç yardımcı olmuyordu. Bakışlarımın odağı şimdi abimdi, o hallerini hatırlamaya pek vaktim olmamıştı. Babam gibiydi aynı, kopyası bile olabilirdi. O zamanlar askeri liseye gidiyordu, dimdikti. Gülümsedim, ellerimi sızlayan burun direğime atarken bir süre gözlerimi kapadım. Bir süre sonra yeniden açtığımda bu sefer kardeşime baktım, o kadar güzel bir çocuktu ki. Dolan gözlerime engel olamadım, en çok onun için yanıyordu yüreğim. Ben bu hayatta, en çok abla olmayı sevmiştim.

Aşkım, benim canım. Yüreğimin ateşi, güzel ışığım. Özlem, her zaman en çok onunla sarıyordu kalbimi. Daha fazla dayanamayarak oturdum, fotoğrafa bakmaya devam ettim. Titreyen ellerimi o ana kadar fark edememiştim, mavi gözlerine baktım bir süre. Aşkım beş yaşındaydı, en son kokusunu içime çektiğimde henüz çocuktu. Ellerim onun üzerine gitti, keşke ben ölseydim diye geçirdim içimden. Her zamanki gibi.

"Ablam.." akan gözyaşlarımı sildim elimin tersiyle, fotoğrafa ona sarılır gibi sarıldım. Başımı yukarı kaldırıp derin bir nefes aldım, burada olmazdı. "İç." gözlerimi araladım, önüme uzattığı suya baktım. Garip bir adamdı, şu an bu hallerini düşünemezdim. İçtim. Teşekkür ederek karşılık verdiğimde, önüne geri döndü. Böylesi kendimi daha iyi hissettiriyordu, beni izlemiyordu, bakmıyordu ama biliyordu. Çerçeveyi yerine özenle geri koyduğumda, yanındaki vazoyla gülümsedim. Burnumu çekerken, sesli gülümsemem bana dönmesini sağladı. Üzerinde küçük kırmızı bir kuş vardı, abimin aldığını biliyordum. Gözyaşlarımı silip, sudan tekrar bir yudum aldım. Ne ara açtığını bilmediğim camdan vuran soğuk rüzgâr toparlanmamı sağlamıştı. Burnuma gelen keskin naneyle karışık toprak kokusuyla kaşlarımı çattım, etrafıma bakındım. Az önce babam sandığım koku o'dan geliyordu. Benden hayır gelmeyeceğini anlayınca, eşyaları kendi dizen bedeni izliyordum. Üzerinde hissettiği gözlerle bana döndü.

"Savcı kalk işlerini hallet. Tüm gün seni burada bekleyemem." kaşlarım daha da çatılırken ayaklandım, "Bekleme o zaman komutan!" umursamadı. Dünden alışkın olduğum bu tavrıyla, sinirli bir nefes vererek odadan çıktım.

-

Aradan geçen bir kaç saatin ardından askeriyeden çıkmıştık, bir an bile yanımdan ayrılmamıştı manyak! Şu an markette benimle beraber alışveriş yapıyordu, burada aradığım şey yoktu fakat şeftalili şeylerden iyidir düşüncesiyle ferah kokular bakınıyordum. İnternetten alana kadar idare etmek için gereken şeyleri bulduğumda alıp çıkmıştık. Hedef eve gitmekti fakat duyduğumuz şeyle şimdi çok başka bir yoldaydık.

Arabayı dolduran, "Annem arıyor." sesiyle telefonu cevaplandırdı komutan. Dinlemiş gibi gözükmemek adına, başımı cama çevirdim. Şu anda bana alayla baktığına emindim fakat telefonu açtığında duyulan telaşlı sesle bende o yöne döndüm. "Acar! Acar eve gel kardeşin çok kötü!" hızla çevirdiği direksiyonla, kenara tutundum. "Geliyorum." demişti. Ardından kapanan telefonla, Acarbay'ların evine doğru gidiyorduk.

Abime haber veren mesaj attığımda, bende merak ediyordum.

Bilmiyordu ki, Acar Acarbay'ın ruhu ilk kez onunla buluşacaktı.

 

 

 

 

.

.

.

 

 

 

Bir tık uzun bir bölüm oldu. Fakat uzun bölümler yazmayı daha çok sevdiğim için sorun değil, umarım sizi çok sıkmamıştır.

Alçin'in, Ahsen'le karışmasını ve küçüklüğüne indik biraz. Alçin yaralı bir kadın olduğu için ondan cıvıl cıvıl olmasını beklemeyelim lütfen. Beraber tanıyacağız kuşumuzu. Bir dahaki bölüme komutanımızı tanıyalım dedim ve veda ediyorum.

 

Öpüldünüz, sevgiler🧡

 

Loading...
0%