Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4, Tuğrul Kuşu

@gardenpaeonia

Sanki hiçbir şey uyaramaz,

İçimizdeki sessizliği.

Ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey!

Gözleri getirin gözleri.

Edip Cansever - Yerçekimli Karanfil.

 

-

 

İçeri girdiğimden beri beni sorgulayan abimi izliyordum, bir yandan tabağa yemek koyuyor bir yandan konuşuyordu. Özenle hazırladığı sofra öylece duruyordu, biz gelmeden dokunmamıştı. Şimdi ise beni masanın başına oturtmuş, tabağı dolduruyordu. "Ne olduğunu baştan sona anlat Alçin." sinirli olduğu kadar sert bir ses tonuyla konuşuyordu. Yanımda kim olursa olsun gece yarısı eve gelmeme sinirlenmişti. Tabağı önüme koyarak, yanıma oturdu. İştahım yoktu fakat o kadar uğraşmıştı, bu yüzden yemeye başladım. O da ağzına attığı ekmekle bir yandan soru sordu.

"Attığın mesajdan çok anlamadım, Hira'ya ne oldu?" aklıma gelen kavga anlarını anlatsam mı diye düşünüyordum, onların özeliydi sonuçta. Üstü kapalı cevapladım, "Fıstık yemiş, alerjisi olduğu için hastaneye kaldırdılar." o hali gözümün önünden gitmiyordu. Dizlerimdeki başı ve hafif aralı gözlerinden akan gözyaşları ile abisini sayıklamıştı. Titreyen bedenini hatırladıkça tenimde ürperti hissettim, abimin yönelttiği soruyla düşüncelerimden çekildim.

"Neden yemiş? Alerjisi olduğunu bilmesi lazım." ne diyeceğimi bilemiyordum, bugün denilenlere göre abisi onu fark etsin diye bu duruma düşmüştü ama doğruluğundan emin değildim. "Bilmiyorum." demekle yetindim. Abim anlayışla başını salladı, Acar anlatmak isterse zaten konuşurlardı. Fakat yine de sorgusu bitmek bilmiyordu! "Acar'la hastanede miydin bu saate kadar?" gece gece abi triplerini hiç çekemeyeceğim için başımı onaylar şekilde salladım. Olanları anlatırsam muhtemelen önce azar, sonra duygu sömürüsü ile uğraşacaktım. Uykulu gözlerimi gördüğünden olsa gerek daha fazla soru sormadı, gününden bahsederken yemeğimizi bitirmiştik. Toparladığımız masanın ardından su içip yatmayı planlıyordum.

"Yarın sabah kaçta çıkacaksın abi?" askeriyeye gitmek için aynı saatte onlarla gidiyordum, kendi arabam henüz gelmemişti ve saatlerimiz farklı olmasına rağmen sabahın köründe kalkmak zorunda kalıyordum.

"6'da çıkarım abim. Senin araba ne zaman geliyor?"

"Verda müsait olduğunda yollatacak abi, işleri yoğunmuş. Bekliyorum bakalım." ikimizde odalarımıza dağıldığımızda üzerimi değiştirdim. Aklım o'ndaydı, umarım sorunsuz her şeyi çözebilirdi. Bu gece eve gelir miydi bilmiyorum fakat halletmesini çok istiyordum. Düşünceler içinde yorgun gözlerim kapandı.

 

-

 

Bahçede ilerlerken, saatler öncesinde olayların yaşandığı yere gözleri kaydı heybetli bedenin. Ardından kardeşinin kaldığı odanın camına baktı, ışığı yanıyordu. Binanın içine girdiğinde, bildiği odaya doğru adımladı. Alçin'le konuşmak ona iyi gelmişti, düşünceleri için ilerlemesinde cesaret olmuştu ona. Odanın önüne geldiğinde duraksadı, gelen sesi bir süre dinledi. Hira'ydı bu, şarkı söylüyordu.

"Ölümle yaşam arasında ince bir çizgideyim,

Onca lafın arasında küfür gibiyim.

Sanırım bitti barışamayız,

Bundan sonra.

Koca yılın anısını bir anda nasıl sileyim?

Yine yakama yapışır mı mesafelerin?

Canımı kimseler acıtamazdı,

Senden başka.

Ah döktüğüm bu yaşlar,

Aslında gönlümün selaları.

Bir başka gün başlar,

Eksilmez başımın belaları."

Kardeşinin sesinin bu kadar güzel olduğunu bilmiyordu. Onu hiç dinlememişti, ilk defa fark ediyordu. Şarkının sözlerini duyduğunda kalbindeki sızı artmıştı Acar'ın, geri gitmek isteyen adımlarına aldırmadı. Herkese kaplan olan Acar, kardeşine kedi oluyordu, kendi bile farkında değildi. Kapı kolunu indirdi yavaşça, odaya doğru adımladı. Normalde midesini temizleyip geri gönderirlerdi fakat bu kız ona benzediği için inadından oldukça fazla fıstık yemişti.. Doktorlar bugünlük kalması gerektiğini söylemişti. Bir çift mavilikle karşılaştı, başta ifadesiz bakan gözleri şimdi parıldıyordu. Dizlerini kendine çeken beden toparlandı, odada kimse yoktu. Yutkundu Acar, kendine bu şekilde bakan biriyle ilk defa karşılaşıyordu. Düz ifadesini koruyarak, koltuğa oturdu.

Dudaklarını dişliyordu Hira, bakışlarını abisinden çekmeden ne diyeceğini bekliyordu. Heyecandan terleyen avuç içlerini üzerine sürdü, ardından odayı dolduran sesle tüm dikkatini ona verdi. "Hira, konuşalım mı biraz?" başını hızla onaylar şekilde salladı genç kız. Her zaman istediği bir şeydi bu, abisi sadece ya kendine zarar verdiğinde ya da ağladığında onunla konuşurdu. Şu anlık bunu umursamadı, abisinden çıkacak cümleleri bekledi heyecanla.

"Özür dilerim." duyduğuyla afallayan genç kız, şaşkın bakışlarını abisine dikti. Acar'da kendine şaşırıyordu, göz teması kurmaktan kaçınıyor, yere bakıyordu. Ne yapmasını gerektiğini pek bilmiyordu, ikisi için garip ama tatlı bir andı. Hira kendini toparlayarak titrek bir sesle konuştu, "Neden abi?" ne cevap verilirdi buna bilmiyordu Acar, sadece utandı. Kendine adına o kadar utandı ki, gözlerini yerden kaldırıp da kardeşine bakamıyordu. Nedeni için çok fazla sebep sayılırdı, yapamadı. Hepsini telafi edeceğine dair sözü vardı kendine, ama şu an yüzleşmek çok zordu. Dudaklarını dişledi Hira, abisinin diyeceklerini bekliyordu. Toparlayarak lafa girdi Acar, "Her şey için, başta iyi bir abi olamadığım için." başlayan yüzleşme, iki kardeş arasındaki havayı değiştiriyordu. Hira ard arda yaşadığı şaşkınlıkları atlatmaya çalışırken, hızla başını olumsuz anlamda salladı. "Öyle düşünme abi lütfen. Ben anlıyorum seni." abisi ona bir adım atmışken kaybetmek istemiyordu.

Acar yerden kaldırdığı gözlerini karşısındaki maviliklere dikti, hayranlıkla ona bakan kardeşini görünce yoğun pişmanlık duygusu tüm bedenini tekrardan ele geçirdi. Eve gittiği bazı zamanlarda kardeşi hep çevresinde olurdu, otururken kolunun altına girer, yemek yemek için hep onu beklerdi. Keşke dedi içinden, keşke başından beri böyle olmasaydı. "Hira, bak ben her şeyi telafi etmeye çalışacağım. Lütfen bir daha bunu yapma." dikkatini çekmek için kendine zarar vermesini sevmiyordu Acar, küçükken o da babası için yapardı. Su gibi ses tonu içinde kırgınlıklar barındırıyordu, çekingenlikle konuştu Hira, "O zaman sen de beni sev.." karşısındaki maviler buğulandı, çenesi titremeye başladı kardeşinin. İlk adımı atmak adına ayaklandı Acar, yanına ilerledi ve kollarını küçük bedene doladı. Sarıldığı an ağlamaya başlayan beden ona sıkıca tutunuyordu, "Abi beni neden sevmedin?"

Boğazı yansada, ciddiyetle karşıya baktı Acar, içindeki zehiri kusmasını istiyordu. Onu buna teşvik edecekti, kırgınlıkla başlamayacaktı hiçbir şey. Cevap gelmeyince devam etti Hira, "Telafi edeceğim diyorsun ama yine cevap vermiyorsun!" muhtemelen sinirleri boşalacaktı çünkü az önce dingin olan ses tonu şimdi içinde sinir parıltıları ile konuşmaya başlıyordu. Cevap yine gelmedi, başını kaldırıp abisine baktı genç kız. Kollarını sıkı sıkı tutmayı bırakmadı, ona sakince bakan mavilikleri görünce kontrol edemediği bir his tüm bedenini ele geçirdi. Normalde her olayda sakin olan Hira, ilk defa yoğun bir öfke hissetti vücudunda. Acar'a benzeyen bu yönüyle ikiside ilk defa tanışacaktı, "Cevap versene!" kendinin bile daha önce duymadığı ses tonu sardı odayı. Deli gibi korkuyordu bu tavırlarının abisini kaçırmasından, ama engel olamıyordu. Acar ise biliyordu, Hira aynı kendisiydi.

Cevabı yine sessizlik olduğunda sarıldığı kolları sıktı Hira, pek gücü yoktu ama elinden geleni yaptı. "Konuş!" bağırıyordu ama duyulmuyordu, her zaman aynıydı. "Bana cevap ver artık!" sessiz kalan abisinin koluna vurdu, onun için en sert olan vuruş abisinde hiçbir acı yaratmamıştı. Burnundan soluyarak gözlerine bakıyordu, herhangi bir duygu yakalayamadığında daha da sinirlendi. "Ben senin için her şeyi yaptım! Beni gör istedim abi, neden görmedin?" sonlara doğru kırılan sesini toparladı, onun gibi olmak istedi. Artık cevap gelmeyeceğini biliyordu, son olsa bile içini dökmek istedi genç kız. "Senin nefret etmek için sebeplerin vardı da benim yok muydu abi? Sen benim neler yaşadığımı biliyor musun?" kaşları çatıldı Acar'ın, en fazla ne yaşamış olabilirdi ki? Kollarında yavaşça zehirini dökmeye başlayan beden titriyordu, gözleri hiç olmadığı kadar öfkeli fakat bir o kadar da kırgın bakıyordu. Sesi kulaklarını çınlatacak derecede yüksek çıkıyor, bir o kadar da karşısındaki kişiyi donduruyordu. Hira Acarbay, kendini ilk defa tanıyor ve yansıtıyordu.

Üstündeki kabanı avuçları içine alıp sıkan ellere baktı, hızlı solukları patlamanın habercisiydi. "Sen dayak yedin! Sen kötü laflar duydun! Sana en azından nefret etmek için sebep verdiler abi!" abisinin bedenini ittirdi genç kız. Duvarın köşesine bir kaç adım gerilediğini görünce ayaklandı, uzağında durdu. Ayaktaydı fakat yer sallanıyor gibiydi, bedeni sinirden titriyordu. "Bana peki? Bana nefret etmek için sebep bile vermediler! Her şeyi önüme koyup, kafesin içine soktular!" kaşları çatık, olduğu yerde dinliyordu kardeşini. Göğsüne vurdu Hira, kalbinin tam üzerine tuttu.

"Ben kendimden nefret ettim! Bencil olduğumu düşündüm her gece, her gece sayısız kez ağladım!" boğazı yırtılırcasına bağırıyordu genç kız. Kapının açılmasıyla içeri giren diğer abisini görmedi bile, Akad elindeki bardakları kenardaki masaya bıraktı. Gördüğü manzara karşısında kalakalmıştı, Hira ise susmayacaktı. "Her imkanı sundular ama bir o kadarını da aldılar benden abi. Ne arkadaş edinebiliyorum, ne evden çıkabiliyorum, onlardan nefret etmem için sebep bile bırakmıyorlar bana!"

"Hira.." soru sormak istedi ama konuşturmadı kardeşi onu, duvara vurdu avuç içini, iki abininde gözü eline kayarken o bunu umursamadı. "Korkuları yüzünden boğuyorlar beni, nefesim kesiliyor abi!" ellerini boğazına attı Hira, derin derin soluklanıyordu. Başı dönerken, duvara tutunarak yere çöktü. Abileri başına koşarken, Acar onu kucakladı ve yatağa bıraktı. Genç kız hala sayıklıyordu, ilk defa yaşadığı bu duygu en ağırından vurmuştu onu. "Abi, beni kurtarabilecek tek kişi sendin.." Acar yaşananları unutmayan, babasına karşı çıkandı. Eğer isteseydi, Hira daha özgür ve mutlu bir hayat yaşayabilirdi, her şeyini ortaya koyardı. Akad, babasının onu sevmesini istediği için, Hira ise vicdanı anne ve babasına saygısızlık yapmaya yetmediği için ses çıkartamıyordu.

Ama Acar, geçmişine sahip çıkan, affetmeyendi. İsterse, herkesin karşısında durur, Hira'ya destek olurdu. Artık istiyordu, kardeşi için susmayacaktı! Kollarını sıkı sıkı tutan beden titriyor, derin derin nefes alıyor, buğulu gözlerle tavana bakıyordu. Az önceki sesinin aksine, durgun, sakin ses tonu geri döndü. "Abi sen neredeydin?" akan gözyaşlarını izledi abisi, elini yanağına çıkartıp sildi. "Abi ben senin bana gelmen için çok çabaladım. Kardeş değil miydik biz? Beni neden yalnız bıraktın?" zar zor kurduğu cümle hıçkırıkları yüzünden uzun sürmüştü. Hala sayıklıyor, dedikleri anlaşılmıyordu.

Elini kardeşinin saçlarına çıkardı, kenara çekerek açıkta kalan alnını öptü. Yaptığı hataların bedeli tam olarak karşısındaydı, belki de hayatta onu en çok seven kişiyi bu hale getirmişti. Abisinin babam gibisin sözleri aklında gezindi, karşısında ona sıkı sıkı tutunarak ağlayan kardeşine doladı kollarını. "Buradayım kardeşim, artık yalnız değilsin." kesik kesik nefes alan kız onu dinliyordu. İlk kez takındığı dingin ses tonu kendini bile şaşırtmıştı, ondan bir parça almış gibiydi. Bu gece Hira biraz o, o da biraz Hira olmuştu. Saçlarını okşayarak konuşmaya devam etti, burnuna dolan şeftali kokusu anlık Alçin'i hatırlattı. "Güzel kardeşim, senin için her şeyi yapacağım abim." tane tane söylediği kelimeler duvara yaslanıp onları izleyen Akad'ı bile şaşırttı.

Aynı gece, Alçin ve Acar birbirlerini tanıdı, Hira ve abisi yüzleşti, iki kardeş için yeni bir sayfa açıldı, abisine tek kavuşamayan ise Acar oldu.

Dışarıda yağan yağmur ise dinginleşti.

 

 

-

 

Ayaklarımı masaya uzatmış, çizdiğim resime bakıyordum. Gün henüz aymamıştı, yağmurun sesi cama çarparak sessiz odamı doldururken, çizim yapıyordum. Yalnızca 2 saat uyuyabilmiştim, gördüğüm kabus uyanmama sebep olmuştu. Sıcak bir duşun ardından geri uyuyamayacağım için şu an yaptığım işe odaklanmayı seçmiştim. Kabusumu resmettikten sonra şimdi Aşkım'ı çiziyordum, aklımda en son kalan halini unutmamak adına sürekli kağıda dökerdim. Bir yandan onu düşünüyordum, acaba halledebilmiş miydi? Numarasını almıştım ama arasam mı aramasam mı karar veremiyordum. Elim telefona gittiğinde geri çektim hemen, zaten bir kaç saat sonra askeriyede görecektim. Defteri kenara bırakarak uzattığım bacağımı çizmeye başladım, sık sık vücuduma çizim yapardım. Şimdi içimden, kuş çizmek geliyordu. Kızıl uçuşan kuşlar, kurtarmanın habercisi ve bir o kadar da huzurlu. Elimi laptopuma uzatıp, kenarda çalması adına bir şarkı açtım.

"Senin ellerindeyim,

Düşlerindeyim, gülüşlerindeyim.

Kaybolan soluk gidişlerin,

Canım sevgilim artık ölmeyelim..

Boşluğun dibinde yalnızım,

Biraz kararsızım.

Kendinden utanır mısın?"

Odayı dolduran şarkının sesini biraz kıstım, abim özel kuvvetler askeri olduğundan gerek en ufak sese uyanabiliyordu. Onu rahatsız etmeyecek dereceye getirdiğimde çizime devam ettim, büyük kanatlı kızıl bir kuştu bu. Gagasında çiçek taşıyordu, bir tek onun gagasındaki çiçek solmuştu.

"Sonum belki en başımdır,

Yollar karışmıştır.

Ben olmadan kaçamaz mısın?

Düşerdim yamaçlarından,

Sapsarı saçlarından, avuçlarından.

Yine de kalkar severdim, gülüşün özeldi."

Çalan şarkıya kısık sesle eşlik ettim, pek güzel bir sesim yoktu. Yüzümü buruşturarak çizime devam ettim, söylememem kendi kulak sağlığım adına daha iyi olabilirdi. Kuşun bir kanadını kırık yapsam mı diye düşünüyordum, yakarak kendini öldüren bir türdü bu. Zümrüd-ü Anka namıdeğer Tuğrul Kuşu. Abimin küçük kızıl kuşum diye sevdiği kuş büyüdüğünde buna dönüşmüştü. Kendime benzetiyordum anlamsız bir şekilde, kızıl oluşundandı belki, ya da hikayesinden.

Sasani Persler Simurg’un yere bereket bahşedeceğine ve dünya ile göğün arasındaki birliği sağlayacağına inanırlardı. Simurg’un tüylerinin bakır renkte olduğu söylenir, Onun iyilik sever bir doğası olduğu ve kanatlarının bir dokunuşunun her türlü hastalık ve ya yarayı tedavi edeceğine inanılırdı.

Efsaneye göre kuşların hükümdarı olan Zümrüd-ü Anka, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.

Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürlermiş. Ama içlerinden onu gören olmamış. Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Onun var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip, yolunda gitmeyen şeyler için yardım istemeye karar vermişler. Kaf dağına varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, Bu vadilerin her biri bir diğerinden daha çetinmiş.

Birincisi; İstek.

İkincisi; Aşk.

Üçüncüsü; Marifet.

Dördüncüsü; İstisna.

Beşincisi; Tevhid.

Altıncısı; Şaşkınlık.

Ve yedincisi; Yokoluş.

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Kuşların kimisi ‘Aşk Denizi’ne’ dalmış, kimisi ‘Ayrılık Vadisi’nde’ kopmuş sürüden. Ve sonuncusu Yedinci Vadi olan ‘Yokoluş Vadisi’nde’ bütün kuşlar umutlarını yitirmiş. Kaf Dağı’na vardıklarında geriye sadece otuz kuş kalmış. Simurg’un yuvasını bulunca ögrenmişler ki ‘Simurg – otuz kuş’ demekmiş. Onların her biri birer Simurg’muş.

Bu kuş ile yeniden doğuş, kişinin kendini fark etmesi, içinde olanı kavraması ve bunun gibi duygulara hakim olmasını anlatan hikayelere sahiptir. Bu nedenle küllerinden doğduğuna inanılır.

Kendi içlerinde yaptıkları bu yolculukta anlamalıyız ki her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. Kendi içimizde bizi bize esir eden yanlarımızı farketmedikçe bunu başaramayacağız. Oysa ki şimdi, bu an her birimiz için kendi gökyüzümüzde uçmak zamanıdır..

Küllerinden doğan Zümrüd-ü Anka'yı şimdi renklendiriyordum, saat dörde gelmek üzereydi. Devam eden şarkıyı mırıldanırken çizimimi bitirmeyi hedefliyordum.

"Aynalar korkumu yansıtır,

Titriyor dizlerim, gerçeğim sanrıdır.

Gözlerin gizliyor zihnini,

O son sözlerini, kararmış kalbini;

Yüzleşmem gereken doğrular.

Savaşım kendim ve bir kaç satırla,

Suçluyum bahar gözlerine.

Yağmur yağmışsa, artık huzursuzsan,

Beni kendinden kurtar."

Hüzünlü şarkılar eşliğinde biten çizimimi inceledim, gerçekten güzel olmuştu. Gerçek bir dövme gibi durduğu için hoşuma giden görüntüyle gülümsedim. Kuruyan saçlarıma elimi attım, yine kıvırcıklardı! Her yıkadığımda, bir umutla düzleşmiş olacağını düşünmem ayrı komediydi. Etrafı toparlama gereksimi duymadan ayaklandım. Dolabıma ilerlediğimde ne giyeceğimi düşünüyordum, çok zordu.

Aradan geçen bir kaç dakikanın sonunda karar vermiştim, hafif göğüs dekolteli, diz üstünde biten saten elbisemi çıkarttım. Kolları çok da kısa değildi, üzerine belimde biten, şişme siyah deri ceketimi alırsam kombinim tamam olabilirdi. Gök gürüldemesi hava durumunu hatırlattığında derin bir nefes verdim, siyah ince külotlu çorabımı çıkartıp, kıyafetlerimin hepsini giydim. Hoşuma giden kombinimde göz gezdirirken, gümüş takılar bedenimdeki yerini aldı. Saçlarımı sinirle geriye attım, her sabah düzleştirmek zorunda kalıyordum. "Sakin ol Alçin, sakin ol.." kendi kendime meditasyon yapmaya çalışırken gürüldeyen havayla dişlerimi sıktım, uyuyamadığım için oldukça gergindim. Bugün zor geçecekti, hislerim beni yanıltmazdı. Sandalyeye oturduğumda aynadan nefretle saçlarıma bakıyordum, düzleştiriciyi açıp ısınması için kenara koydum. O sırada günlük makyajıma başlamaya karar verdim, saat dört buçuktu. Aklıma Verda geldi, doğru düzgün konuşamıyorduk. Bu saatte rahatsız edemezdim, gün içinde mutlaka onunla konuşmayı aklımın bir kenarına yazdım. Aynı zamanda timle de vakit geçirmek istiyordum, birlikte çalışacağım insanları tanımam gerekiyordu. Dünkü planlarım alt üst olmuştu, komutan sabırsız bir adamdı. Kırmızı rujumu da sürdüğümde, parfümümden biraz sıktım. Lanet şeftali kokusundan kurtulmuştum!

Isınan düzleştiricim ile saçlarımı yapmaya başladım, sakinlikle yapmak için bir yandan Umay'ı aradım. Aksi takdirde sinir krizleri geçirebilirdim, onun şu sıralar yoğun bir davası olduğu için bu saatlerde uyanık olduğunu tahmin ediyordum.

Yanılmamıştım.

Ses tonu boğuk geliyordu, ne yaptığı konusunda şüphelerim vardı. "Umay yanlış bir zamanda mı aradım?" onunla dalga geçmek kafamı dağıtıyordu.

"Evet, oldukça zevkli bir seks ortasında senin telefonunu açtım canım, değerimi bil." ufak bir kahkaha attım, bunu yapacak türde birisi olduğu için biraz ciddiye alsamda, öyle olmadığını umut ederek konuşmaya devam ettim.

"Davayla mı uğraşıyorsun?"

"Lanet adam çok zorluyor, dava çok karışık Alçin, çıkmazda gibiyim." nadiren zorlanan birisi olduğu için kaşlarım çatıldı, biraz detaylarını biliyordum. Bir kaç duruşma yaşanmış ve oldukça kışkırtıcı savunmalar yapılmıştı. Umay'ın karşı tarafa saldırması olağan bir ihtimaldi fakat avukat kimliği normal hayatından çok ayrıydı. Kelimeleriyle öldürüyordu, tek başına koca bir avukat ordusunu ezip geçiyordu, zorlanması muhtemeldi.

"Yardıma ihtiyacın olursa buradayım, o kız için her şeyi yapabileceğimi biliyorsun." yaklaşık yarım saat kadar, ev arkadaşlarını, yeni ilişkisini ve bana burada yakışıklı erkekler olup olmadığını konuşmuştuk. Ev arkadaşlarının davet ettiğini söylemiş ve davalardan dolayı yoğun olduğu için beni çağırmıştı. Yakında gidecektim, arkadaşı Bahar'ı pek sevmesemde yapacak bir şey yoktu. Biraz huzursuzluk vermek istiyordum, birbirimizi hiç sevmiyorduk. Saat 5 olmuştu, biten saçlarımda göz gezdirdim. Bugün açık bırakacaktım, henüz yeni geldiğim için askeriyede yapılacak pek bir işim yoktu. Bu haftanın boş geçeceğini söylemişti bana albay, çevreye uyum sağlamamı istiyordu. Abim sağolsun, albayın, ev arkadaşının annesi olduğunu söylemediği için ilk gördüğümde ufak çaplı bir şok geçirmiştim. Komutan annesi ile çok benziyordu, fark edememem garipti.

Hazır olduğumda ayaklandım, abime kahvaltı hazırlamak istiyordum ki mutfaktan çıkan abimle duraksadım. Bordo bereliler çok fena bir şeylerdi, kaç saattir sessiz olmaya çalışırken o çoktan uyanmış, üstüne duş almış ve kahvaltı hazırlamıştı! Ağzım açık kalmış öylece bakıyordum, abim ise gelip saçlarımı öpmüş ve çay koymak adına ocağa ilerlemişti. "Ağzını kapat Alçin, kaç saattir şarkı söylüyorsun, senin yüzünden uyandım." masaya oturduğumda, gözlerimi kısarak abimi izliyordum. "Nasıl yaptın bunu? Bana da öğret." bardakları koyduğunda o da masadaki yerini aldı, "Neyi?" sakin ses tonuyla, oldukça havalı olduğu gerçeğini kabullendim. Bugün üzerinde garip bir neşe seziyordum, az önceki konuyu kapatıp buna yöneldim. "Bugün pek bir neşeli gözüküyorsunuz Çınar Bey, sebebini sorabilir miyim acaba?" gülerek cevapladı, üstüne gitsemde cevap vermemişti. Kahvaltı sonlandığında hâlâ sorguluyordum ama cevap alamamıştım. Masayı topladıktan sonra, çantamı koluma takmış ve çizmelerimi giymiş, abimi bekliyordum. Yaklaşık 2 dakikanın ardından geldiğinde, gerçekten özel güçleri olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bordo bereliler çok hızlıydı.

Saat tam altı olduğunda arabadaki yerlerimizi almıştık, dakik bir abim vardı. Arabadaki şarkıya eşlik ettiği yolculuğumuz nihayet sonlanmıştı. "Bence biz iki kardeş olarak şarkı söylemeyelim." askeriyeye girerken bir yandan selamları alıyor, bir yandan benimle uğraşıyordu. O kendi bölgesine gittiğinde, bende kendi odama doğru adımladım. Şu an kahvaltı ettikleri için, timle sonra görüşmek adına odamda bekleyecektim. Anahtarı deliğe soktuğumda, kapının açık olduğunu fark etmemle duraksadım. Dün kilitlemiştim, askeriyede kimse giremezdi fakat garip geldiğinden dolayı hızla odaya girdim. Kapalı ışıkları yaktığımda karşımda onu gördüm, deri koltukta oturmuş, başını geriye atmıştı. Gözleri kapalıydı, içimden gelen hisle ışıkları kapattım, belli ki yorgundu ama odamda ne işi vardı? Üzerimdeki ceketi çıkartıp koltuğuma koydum, ardından çantamı da masaya bıraktım. Topuklu seslerim fazla çıkmasın diye dikkat ediyordum, yanına doğru ilerledim. Yağmur sesi ve odayı hafif aydınlatan ay ışığı eşlik ediyordu bize, dizlerimi kırıp hafiften öne doğru eğildim. Uyuyor mu diye kontrol etmek adına elimi öne uzattığımda, bileğimden sertçe çekilip, koltukta onun altında buldum kendimi. Ne olduğunu anlayamadan yaşanan bu olaya kocaman gözlerle eşlik ediyordum.

Beni gördüğünde ellerini bileklerimden çekti fakat üzerime eğilen bedeni geri çekilmedi, "Alçin?" boğuk ses tonu, yağmur sesine karıştığında öylece bakıyordum. Bedeni de üzerimden çekildiğinde toparlandım, fazla sessiz yaklaşmıştım belli ki. "Neden ses çıkarmadan yaklaştın?" o da bu düşüncemi onaylar gibi sorduğumda boğazımı temizledim. Aniden çekilmemle yukarı katlanan elbisemi aşağıya çektim, "Uyandırmak istemedim." mırıldanmadan farksız çıkan ses tonumla utanç tüm bedenimi sardı. Derin bir nefes alarak ayaklandığında, odamdaki masadan karton bardağa su doldurdu. "Neden buradaydın?"

odaya girerken onu koltuğumda görmeyi beklemiyordum, buraya nasıl girdiğinin bir önemi yoktu, isterse yapacağını tahmin etmek zor değildi. "Uykum vardı, koltuğun rahat olduğu için buraya geldim." açıklamasıyla ters bakışlarım onu buldu, o ise yanıma oturdu ve maviliklerini benimle buluşturdu. Işığı açmamıştı, karanlıktı ama bu şekilde bile bacağıma yaptığım çizimi fark etmiş, ona bakıyordu. Çizmemden dolayı yarısı gözüken çizimi çözmeye çalışır gibi bir hali vardı. "Senin dövmen mi vardı?"

"Yok, kendim çizdim."

"Tamamına bakmak istiyorum." açık sözlülüğü ağzımı açık bıraktıracak derecedeydi, soyunup bacağımı ona gösterecek halim olmadığı için göz devirdim. O ise ciddiyetle bekliyordu, "Saçmalama Acar."

"Neden?" gerçekten ciddiydi, sinirle burnumdan soludum. "Sapık mısın be adam!" ani çıkışıma karşılık önce kaşları çatıldı, ardından hala sorgular bakışları devam ettiğinde ayaklandım. Bu odadan şu anda çıkması gerekiyordu, fazla ahlaksızlaşan bir ortamdaydık. "Aklından neler geçiyor senin?" oturduğu yerde dikleşip, ayakta duran bedenime baktı. Tam karşısına, üstten ona bakıyordum. "Soyun diyorsun bana resmen!" kontrol edemediğim ses tonumla söylediğim cümle ile önce kaşları havalandı, ardından ufak bir kahkaha attı.

İlk defa güldüğünü görüyordum.

Kahkaha atıyordu.

Neden güldüğünü çözmeye çalışırken, öylece bakıyordum. "Çizimi görmek istedim diye kafanda ahlaksız düşünceler kurman ne güzel savcı." ayaklanan bedeniyle geriledim, ne güzel miydi? Cümlesinin ardından odadan çıktı, arkasında ise dediklerini kelimesi kelimesine düşünecek bir ben bıraktı.

 

-

 

Boş koridorda ilerlerken, timi bulmayı hedefliyordum. Muhtemelen kahvaltıları bitmişti, topuklu seslerim ortamı doldururken, karşıma çıkan asker selam verdiğinde ona sormaya karar verdim. "Merhaba, askerler nerede acaba?" sorduğum soruyla ifadesi şaşkın bir hal aldı, ardından, "Hangisini arıyorsunuz?" dedi. Timin adını unuttuğum için, "Acar Acarbay komutanın timi." demekle yetindim, garip bir diyalog oluyordu. Adamın rütbesini bile bilmiyordum! Fakat karşımdaki asker beni anlamıştı, "Sizi götürebilirim isterseniz?" onaylar bir şekilde başımı salladığımda ilerledik, geçtiğimiz her yerde bir sürü selam alıyordum. Garip hissettirsede hoşuma gidiyordu, kantine geldiğimizde bana yerlerini gösteren askere teşekkür ederek, o alana doğru ilerliyordum ki adımı seslenen adamla duraksadım.

"Alçin Ahsen Savcım!" bakışlarımı timden çektiğimde, onlarında buraya döndüğünü görmüştüm son anda. Karşımdaki adam avukatlardan biriydi, dün kısa bir şekilde tanışmıştık. Oldukça yapılı ve çekici olduğunu inkar edemeyeceğim bir görünüşe sahipti. Sarı saçlarını özenle şekillendirmiş, jilet gibi takımıyla karşımdaydı. "Sizi arıyordum sabahtan beri, buldum sonunda." gülümsedim, adını unuttuğumu belli etmemeye çalışıyordum. "Bir sorun mu var?" o da aynı şekilde gülümsüyordu.

"Yok Savcım, müsaitseniz bir kahve içmek istiyorum sizinle. Tanışmak adına." normalde reddetmeyeceğim bu teklifi geri çevirmek zorunda kaldım, önce timle tanışmak istiyordum. "Sonraya sözüm olsun, şu anda tim ile konuşmam gerek." yüzü bir anlık afallasada hızla toparladı, "Pekala Sayın Savcım, biz yarın hukuk ekibi olarak toplanacağız, eşlik ederseniz çok seviniriz. Yeni gelen arkadaşlarla kaynaşma yemeği, sizi de aramızda görmek isteriz." fena olmazdı, burada uzun süre kalacağım için onayladım. Ardından vedalaşarak ayrıldığımızda, gözü üzerimde olan masaya doğru ilerledim.

"O dövme gerçek mi lan?" herkesin bakışları konuşan askere döndüğünde sustu. Hafif Adana ağzı kullanmıştı, "Adınız ne?" dediğimde ayaklandı. "Burak Sedir Sayın Savcım." gülümsedim, samimi insanlara benziyorlardı. Oturmasını işaret ettiğimde yerine geri kuruldu, "Tanışmaya geldim, kaynaşmak adına." boş yere oturduğumda bu sefer garip bakışların hedefi bendim. "Ne oldu?" yüzümde bir şey mi vardı bilmiyordum, ya da saçlarım mı tekrar kıvırcıklaşıyordu emin değildim. Aralarından biri cevap verdi, "Normalde gelen savcılar hiç böyle yaklaşmamıştı Sayın Savcım, ondan şaşırdık biraz."

"Ne yapalım o zaman? İlk olsun." kendimi askerler arasında deli gibi hissettiğim bir kaç dakikanın ardından kolayca samimileşmiştik. "Antebin Hamamları söylemezsen gelmiyorum Burakcım." adının Barlas olduğunu öğrendiğim asker, Burak ve Boran'la tartışıyordu. Masadakiler de bu duruma alışmış gibi başka konular hakkında konuşuyorlardı, en dikkat çekici onların konusu olduğu için ben de dahil olmuştum. Yarın akşam gidecekleri mekan hakkında konuşuyorlardı, "Ulan Barlas! Gelmezsen gelme, sabahtan beri dansöz yaptın beni bir kıvırtmadığım kaldı!" sinirle soluyan Burak, Barlas'ın kahkasına karşılık dik dik bakıyordu. "Dansöz olmazsan gelmiyorum Burakcım." bu sefer Boran konuştuğunda, "Komutanım.." şeklinde bir sızlanış döküldü Burak'ın dudaklarından, çaresizdi. Bu hallerine arada bir kahkaha atarak eşlik ediyordum, komiklerdi.

"Siz ne düşünüyorsunuz savcım?" Burak'ın çaresiz bakan gözleriyle denk geldiğimde, konuyu değiştirme çabasına girmiştim fakat pek işe yaramamıştı. "Yine de denediniz savcım." başımı salladım, o ise dansöz olma konusunda üzerine tutulan okları geri çevirme derdine döndü. Bir süre daha onları dinlerken, kulağıma ilişen kalın sesle bedenim aniden titredi. "Alçin?" Acar'dı. başımı ona çevirdim, "Avukatla ne konuşuyordunuz?" sorduğu soruyla kaşlarım çatıldı. Tersinden kalktığını düşünerek cevap vermek adına ağzımı açtığımda, kızlardan birinin, "Begil!" çığlığını duydum. Masadaki herkes arka tarafıma bakarken, gördükleri kişiyle ayaklandılar. Başımı o tarafa çevirdiğimde, gördüğüm bedenle duraksadım.

"Verda.." dudaklarımdan dökülen kelimeyle yavaşça ayaklandım, askeri üniforma içerisinde kıvırcık saçları ve elini tutan abimle karşımdaydı.

 

 

 

 

 

.

.

.

.

 

 

Eveeeeeetttt, nasıl buldunuz bakalım? Verda'nın kim olduğunu öğrenme vaktinin geldiğini düşünüyorum. Bu bölüm biraz daha çerezlikti, olayları açığa kavuşturup soru işaretlerini gidermek adına son 2 bölümdür biraz kısa yazıyorum.

Asıl bölümlere geldiğimizde nasıl hissedeceğinizi çok merak ediyorum, bakalım neler olacak?

Düşünceleriniz ve sorularınızı alayım.

Bir dahaki bölüme kadar booooollll sevgiler 💛

 

EKLEME; 8. bölümü yazmayı bitirdim ve size çok fena şeylere şahit olacağınızı söyleyebilirim.

 

💛🌻

Loading...
0%