@gardenpaeonia
|
"Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda? Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi. Büyük bahçelerin küçük içinde, Saksılardan birinde. Gördüm de, Uyurken uyandırılmış gibi. Beni bir sardunya büyüttü belki.
O ben ki; Bir kadında bir çocuk hayaleti mi?"
Edip Cansever - Ben Ruhi Bey Nasılım?
-
Yol arabanın tekerleri altında süzülürken, dışarıdaki yağmur hız kesmeden devam ediyordu. Kollarımı önüme bağlamış, sinirle camdan bakınarak pastane arıyordum. Girip tatlı bir şeyler almam gerekiyordu, yaklaşık 1 saattir yaptığım gibi, kafamı tekrardan çevirip arkada duran kutuya baktım. Aniden elimden kayıp düşmüştü, içini açtığımda ise dağılan bir kek görmemle moralim oldukça bozulmuştu. Bu yüzden komutana pastane aratıyordum, gülmemek için başını eğdiğini görmüştüm. Onun yüzünden düşmüştü, içime sinen bir tatlı bulana kadar çevrede dolaşmak zorundaydı. Gördüğüm dükkanla hızla durması gerektiğini bağırdım, ani tepkim karşısında yavaşça o yöne doğru ilerleyerek arabayı durdurdu. Buralarda böyle şeyler pek bulunmazdı, kafe ve ya pastane tarzı yerleri hiç görmedim bile denilebilirdi. Heyecanla arabadan indiğim sırada o da peşimden geldi, güzel bir şey bulma adına içeri adımladım. Kapıyı hiç düşünmeden bırakırken, arkamdan kapıyı tutan komutanın homurdanmalarını duyunca dönüp ters bir bakış attım. Umursamazlıkla, karşımdaki tatlıları ve pastaları işaret ettiğinde o yöne geri döndüm. Şu an daha önemli işlerim vardı, tatlı seçmeliydim. "Şeftalili bir şeyleriniz var mı acaba?" gözlerim cam alanda gezinirken, meyveli olanlara dikkat ediyordum. "Şeftalili yok ama başka seçeneklerimiz var efendim." gülümseyen kadına baktım, oldukça sevecen bir suratı vardı ve muhtemelen benim yaşlarımdaydı. Aynı şekilde karşılık vererek, meyveli seçeneklere göz gezdirmeye devam ettim. En sonunda gözüme ilişen, portakallı kekten almaya karar verdim. Mevsime uygun, güzel görünümlüydü. Çalışan keki hazırlarken, etrafa bakınıyordum. Komutan hâlâ ahşap kapının önündeki yerini koruyor, bana bakıyordu. Ben ise aile sıcaklığındaki bu dükkanı incelemeye karar verdim, tavandan sarkan renkli kağıtlar oldukça tatlıydı. Sesler çıkaran türdendi, küçük masalar ve sandalyeler ile 90'lar kafelerini andırıyordu. Böyle geçen bir kaç dakikanın ardından kasaya doğru ilerledim, o da yanımdaydı. Kartı uzatacaktı ki olabilecek en ters bakışımı attım, beni deli ediyordu! Bu halimden faydalanıp çoktan ödediğinde ağzım bir karış açılmış, sinirden yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Paketi alıp dükkandan çıkarken, söylenerek peşinden ilerledim. "Komutan! Ne yapıyorsun sen ya?" yanına oturduğumda, paketi kucağıma bırakarak arabayı çalıştırmaya başladı. "Sana diyorum!" yoldan ayırmadığı mavileri sabır diler gibiydi. "Sen sabah daha ılımlı bir kadındın." ima ettiği an gözüme gelince, dişlerimi sıkarak önüme döndüm. Onun yanında olduğumdan daha farklı birine dönüşüyordum ve bu halimi ben bile tanımıyordum. Aynı anda birden fazla duygu vücudumda hareket ediyor, çıkmaza düşürüyordu. Konuşmadan bitirdiğimiz yolun ardından duraksadık, kapıda korumalar vardı. Acar'ı tanıyıp, selam vererek geniş kapıyı açtılar. Büyük kapı aralandığında arabayı alana park etti, ben ise hâlâ etrafı inceliyordum. Arka tarafında muhtemelen kocaman bir bahçesi vardı, 2 katlı ev oldukça lüks gözüküyordu. Girişteki korumalar ve kapıda bekleyen hizmetliler ise bunun göstergesi gibiydi. Arabadan indiğimizde paket kucağımda ilerlemeye başladım, hemen yanımdaki Acar ise, selam veren çalışanlara başı ile karşılık veriyordu. Zile bastığımızda, gözüm hala çevredeydi, işini ciddiyetle yapan oldukça yapılı korumalar onlara baktığımda gülümsemekle yetindiler. Açılan kapı ile karşımda tüm Acarbay ailesi duruyordu. Yüzündeki geniş gülümsemeyle gerginliğini saklayamayan Hira, gözlerini ikimiz arasında gezdiriyor, aynı onun gibi tüm ailesi bunu tekrarlıyordu. Ben de aynı şekilde gülümsedim, garip bir şekilde herkes aynı ifadeyle ikimize bakıp duruyordu. "Hoşgeldin Alçin, hadi geçin içeri dışarısı çok soğuk." albayın cümlesi ile garip geçen saniyelerin sonunda ikimizde içeri adımladık. Ailenin arkasında salona doğru yürüyordum, en az dışı kadar dikkat çekici bir ortamdı. Evin her köşesi kremdi, açık tonlarda olan her rengi kullanmış gibilerdi. Sade ama bir o kadar da gösterişli gözüküyordu. "Buyrun." koltuklara yerleştiğimizde komutan da tam yanımdaydı. Elimde paketle öylece kaldım diye düşünürken, çalışanlardan biri gelip almıştı. Sessizlik ortama hakim olduğunda, pek kısa sürmeden konu açan Hira oldu. "Saçların gerçekten o renk mi?" elim istemsiz saçlarıma giderken gülümsedim. "Evet, normal rengi böyle." şaşkın suratı oldukça şirindi, herkes boya olduğunu sanıyordu. "Çok güzel." sesinde barındırdığı hayranlık ile söylediği cümle karşısında içim ısındı. "Senin gözlerin kadar olmasada." masmavi gözleri büyük ve saf bakıyordu. Hayran kalmamak elde değildi, utanarak teşekkür ettiğinde başını yere eğdi. Ardından annesi konuşmaya başladı, "Ee Alçin, nasılsın?" "İyiyim albayım, siz nasılsınız?" "Bana iş dışında albay demene gerek yok kızım, iyi olmaya çalışıyoruz diyelim." başımı onaylar şekilde salladım, işler çok yoğun olduğu için şu sıralar zorlandığını öğrenmiştim. Burak'la geçirdiğimiz çok az süre zarfında, herkes hakkında ufak tefek şeyler biliyordum. Leylak hanım mutfağa çalışanlara bakmak adına ayaklandığında, ortam yine sessizdi. Bir an mutfağa gitsem mi diye düşünmüştüm fakat bu kararımdan hızla vazgeçmiştim. En ufak işin ucundan tutamayacak kadar yemek konusunda bilgisizdim, rezil olmak istemiyordum. Kaçamak bakışlarla Acar'a baktım, gözlerini dikmiş odağını yere vermişti. Dün abisiyle olan kavgasından sonra, bu ortamda bulunmak istemediğini hissediyordum. Aynı şekilde babasıda buradaydı, askeriyede de vardı ama çok sık görmüyorlardı birbirlerini. Meraklı bakışlarımı kaldırdığımda oğlu ile konuşuyordu, gözleri tıpkı ailedeki diğer herkes gibi maviydi. Saçları ise hafifçe kumraldı, aralarına karışan beyazlar ile yüzündeki kırışıklar yaşını belli eder gibiydi. Bedeni de oğullarını aratmayacak şekilde yapılıydı, kaşları ise çatık ve ciddi bir sima ile bakıyordu. Ben babasını incelerken, Acar'ın sallanan bacağı dikkatimi dağıtıyordu, bu hareketi onu ilk gördüğümde de yapıyordu. Ani bir refleksle elimi dizinin üzerine koyarak durdurdum, mavileri beni bulduğunda, "Kıpırdatma! Sevmiyorum." fısıldayarak konuştum, karşılığında, mavileri ne diyorsun şeklinde bakıyordu. Tekrar konuşmak adına ağzımı araladığımda lafım bölündü. "Acar, nasılsın oğlum?" kalın ses tonu salona karıştığında gözlerimiz o yöne döndü. Elimin altında kasılan vücudunu hissedebiliyordum, neden çekmemiştim bilmiyorum ama şu anda doğru bir karar verdiğimi anlamıştım. Acar babasını hiç sevmiyordu, destek olmak istiyordum. Çenesinde belirginleşen kemikle, derin bir nefes aldı. Onda hiç duymadığım, buz gibi ve oldukça mesafeli sesiyle tanıştım, "İyi.. Baba." son kelimeyi zorla söylemiş gibiydi. Keskin bakışları koltukta oturan yaşlı bedeni süzüyor, her saniyede nefret doluyordu. Yaşlı beden başını salladı, gülümsüyordu. Ardından bana döndü, "Alçin'di değil mi?" elimin altında kasılan dizi sıktım, sakinleşmesi gerekiyordu. Onaylar şekilde salladığım başımla tekrar bir soru yöneltti. "Askeri Savcısın demek, oldukça zordur. Neden bu mesleği tercih ettin?" meraklı ses tonu, daha çok küçümser gibiydi. Yanındaki Akad ise babasının bu tavırları karşısında mahçup bakışlarını üzerimize dikmişti, Acar'ın, bu duruma sevindiğini düşünmesini istemiyordu. Sakinlikle cevap verdim, "Babamın yolundan ilerlemek istedim, benim için oldukça tutkulu olduğundan dolayı hiç zorlanmayacağıma emin olabilirsiniz." cümlem karşısında aynı şekilde küçümsemesini bekledim fakat o beni yanıltarak, koca bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Böyle devam edersen aşamayacağın dava yok." ses tonundaki gerçek desteği hissetmiştim, öyle ki Akad bile afallamıştı. Belli ki ne cevap vereceğimi denemek istemişti, Yarbay Cevdet kesinlikle kolay bir adam değildi. İçeri giren Leylak hanım, oğlunun bacağındaki elime attığı kısa bakıştan sonra lafa girdi, "Sohbetimize masada devam edelim." hızla elimi çektiğimde, herkes ayaklanıp masaya doğru ilerliyordu. "Buraya geçelim." komutanın dediği yere oturdum, tam yanındaydım. Hizmetliler servis yaparken, sessiz bir ortam hakimdi. Üzerimizde gezinen bakışlar, Acar'ın kasılmasına neden oluyor, bana ise rahatsızlık veriyordu. Kötü değildi, ama meraklı gözlerdi. Masada bizimle ilgili olmayan tek kişi Akad'dı, umursamazca çorbasını içiyor, etrafa bakınmıyordu. Cevdet Bey bile arada bize göz gezdirip, dudaklarında sırıtışla yemeğine devam ediyordu. Yanımdaki beden olduğu gibi duruyordu, çorbasına dokunmamıştı. Benimde pek sevdiğim bir tür değildi, domates çorbasından nefret ederdim, fakat bir kaç yudum almamam ayıp olacağı için 2 kaşık yemeyi tercih ettim. "Annen ne iş yapıyordu Alçin?" duyduğum soru ile Acar bakışlarını babasına kaldırdı. Kaşları çatıktı, diğerleri de aynı şekilde bakıyordu. "Annem avukattı efendim." "Avukattı derken?" abimle yakın oldukları için bilmemesi garip gelmişti. Karnıma yumruk atılmış hissi ile bedenim kasıldı, yıllardır sesli söylemeye çekindiğim cümleyi, söylemek adına ağzımı araladığımda benden önce o konuştu. "Biliyorsun zaten." sinirli ses tonu ile bir yandan yumruklarını sıkıyordu. Annem çoktan zihnimdeki yerini doldururken, dudaklarımı dişledim. Bu gerçeğe hiçbir zaman alışamıyordum, kafamı oyalayacak işler bulduğumda bir kaç saatliğine aklımdan çıkıyorlardı. Ama sanki bu bir hataymış gibi geceleri rüyalarımın başrolü olarak geri dönüyorlardı. Nasıl öldüklerini bile unutmuştum, Esra hanımın bana yaşattığı tramvalar, ailemi unutmama, aynı zamanda da sürekli yaşatmama sebep olmuştu. Abime ne kadar sorarsam sorayım, bir türlü cevap vermiyordu. Arada kulağıma sanki o anın kesik kesik çığlıkları geliyordu ama emin olamıyordum. Sertçe yutkundum, başım yere eğildi, şu an Alçin'dim. "Unutmuşum, kusura bakma Alçin kızım." bu adamda anlayamadığım şey ne yapmaya çalıştığıydı. Bir anda iyi, bir anda ise kötüydü. Başımı kaldırmadım ama sorun yok dercesine salladım, ne büyük yalandı. Masadaki rahatsız edici sessizliği bozmak adına Leylak Hanım, servis yapılmasına adına hizmetlilere seslendi, önümüzdeki tabaklar toplanıp yenileri konulurken dizimde hissettiğim el ile irkildim. Onun eliydi, sıkıca tutuyor, az önce benim ona yaptığım gibi destek olmaya çalışıyordu. "Başını kaldır." kulağıma fisıltısı geldiğinde, sıcak nefesi de onunla beraberdi. Oturduğum yerde dikleşirken, başımı kaldırdım. Dizimdeki elinin yerini koruduğunu gören tek kişi Hira'ydı, gülümseyerek önüne döndüğünde utanmıştım. Yemek boyunca eli kıpırdamamış, olduğu yerde durmuştu. İçim buruk da olsa, açılan sohbete bir şekilde dahil olarak masadan kalkmıştık. Şimdi ise salonda, tatlı eşliğinde çay içiyorduk. Leylak Hanım arada Karadeniz ağzıyla konuşuyordu, Akad ise ona aynı şekilde karşılık veriyor tatlı bir görüntü sunuyorlardı. Cevdet beyin Antalya'lı olduğunu öğrenmiştim, nasıl tanıştıklarını ise Hira anlatmıştı, eksik kısımları Akad dolduruyor birbirleri ile atışıyorlardı. Bu aile sıcaklığının içinde tek eksik yanımdaki bedendi. Anlattığı şeye kendi gözlerim ile şahit olmuştum, durgunca çayını içiyor, gitmek için saat sayıyor gibiydi. Telefonumu çıkartıp, mesaj atmak adına hareketlendim. "Sıkıldın mı komutan?" gelen bildirim sesiyle kaşlarını çatarak eline aldı. Benden olduğunu anladığında ise bir an gözlerini kaldırıp baktı, "Çok eğleniyorum." dudaklarımda yer alan gülümsemeyi saniyelik onda da görmüştüm. Tekrar mesaj atacağımda, salonda yükselen sesler ile bakışlarım o yöne döndü. Telefonu kapatıp kenara koyduğumda, o da aynısını yapıyordu. "Baba! Neden beni dinlemiyorsun?" ağlamamak adına ellerini sıkan genç kız, dolu gözleri ve titrek sesiyle konuşuyordu. Onu bu halde görünce kalbimde oluşan sızıyı bende beklemiyordum, "Hira! Ne düşündüğüm kesin, konuyu kapat." Cevdet Bey'in umursamaz ses tonu, onun ayaklanıp odasına gitmesine sebep olmuştu. Merdivenlerden çıkarken, elini yanağına çıkarıp gözyaşını siliyordu. "Buraya gel kızım!" bağırdığında bile onu dinlemeden kapanan kapı sesi salonu doldurdu. Yutkundum, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum öylece kalırken Acar, "Hira ne istiyorsa onu olabilir." dediğinde ona dönen bakışlarla deli mavileri koyulaştı. Biz telefondayken bile kulağını ortamdan ayırmamış, kardeşinin kendini savunmasını beklemişti. Hira için savaşıyor, kardeşi ile arasını düzeltiyordu. "Sen karışma çocuk." babasının karşısında, oturduğu yerde dikleşti. O adama en sert haliyle bakıyor, dik oturuşu ile ondan korkmadığını gösteriyordu. Karşılık vermeden önce bana dönüp, "Hira'nın yanına git." dedi. Onun yanında olmak istiyordum fakat ağzımı araladığım anda, durgunlaşan mavileri gördüğümde sustum. Bakışlarımla sakin olmasını söylerken ayaklandım, gözü üzerimdeydi. Merdivenleri çıkarken bile bana bakıyordu, aile ortamında gergin şeyler yaşanırken bana yansıtmamak istememesi normaldi. İçeriden ses gelen odaya doğru ilerledim, kapıyı tıklattım ama yüksek sesten dolayı muhtemelen duymamıştı, yavaşça aralayarak içeri girdim. O kadar sert keman çalıyordu ki, hareketleri çok hızlıydı. Arkası dönüktü, odanın içi ise enstürman doluydu. Belli ki Cevdet Bey, sadece kendi istediği şekilde kızının istediğini yapmasına izin veriyordu, odası müziğe dair her şey ile doluydu ama bunu yaşatmasına izni yoktu. Bir yandan omuzları sarsılıyor, bir yandan ise keman çalıyordu. "Hira?" beni duymamıştı, bir kaç adım ilerledim, aşağıdan gelen bağırış sesleri ile ona doğru yürüyordum. "Hira." aniden durdu, yavaşça bana döndü. "Alçin abla?" ağlamaktan titreyen sesi ve kızarmış gözleriyle karşımdaydı. Yüzünü avuçlarım içine almak istesemde yapamadım, susan keman sesi ardından odayı şimdi bağırışlar dolduruyordu. Şaşkınlıkla, "Abimin sesi.." dedi, onun için aşağıda babasına karşı çıkıyordu. Burnunu çekti ve kapıya doğru ilerledi fakat kolundan tutarak onu durdurdum. Orada olması doğru değildi, bu yüzden buradaydım. "Abla gitmem lazım, abimi üzecek." babasını kastettiği cümleyle başımı olumsuz anlamda salladım. Gözleri dolu dolu bana bakıyordu, çaresiz kaldığım anda kollarını hızla bana dolayan beden ile duraksadım. "Abla.." göğsümde ağlıyor, üzerimde titriyordu. Sarılmasına karşılık vererek, saçlarını okşadım. Bana abla diyordu, burnuma dolan yoğun şeftali kokusu gözlerimi huzurla kapatmama sebep oldu. Kokuyu içime daha sık çekerken, ciğerlerim onunla doluydu. Gözlerim de eşlik etti, kalbimin üzerinde başı vardı. "Gel oturalım." kısık sesimle söylediğim cümle karşısında burnunu çekerek benden uzaklaştı, elime tutunarak yatağının üzerine oturduk. Derin bir nefes aldım, yaşadığım bu duygular karşısında en az onun kadar ne yapacağımı bilmiyordum. Kocaman gözleri ile bana bakarak konuştu, "Ben çok yalnızım." gözleri en derinime bakarken söylediği cümle karşısında yutkundum. Bu yaşta bu cümleyi kurmaması gerekirdi, ailesi olan bir çocuk kendini yalnız hissetmemeliydi. Ben yalnızdım, ailem yoktu. O da yalnızdı, ailesi vardı. Aile bazen en büyük şans olabiliyorken, bazen yalnızlıktı. "Değilsin, değilsin abin var, ben varım.." çaresiz gördüğüm her insana uzattığım eli, tutmasını her şeyden çok istiyordum. Benim varlığımın ondaki yerini, hissini bilemezdim ama vardım işte, buradaydım. Öyle güzel bakmıştı ki, gözündeki minnet duygusu onun için savaşabileceğimin göstergesiydi. Elimin içindeki eli ısınırken, kalbim de ısındı. Teşekkür edemedi ama baktı, konuşamadı ama başını yavaşça salladı. Ben ise anlamam gereken her şeyi anladım, Hira artık benim biriciğimdi. Aşağıdaki sesler yükselirken, kafasını dağıtmak adına konu bulmaya çalışıyordum. "Alçin abla, kalbi güzel insanların güzel cümleleri olur hep. Bana yardım edebilir misin?" ne dediğini anlamamıştım ama elimde olmadan başımı salladım. O ise koca gülümsemesiyle defterlerden birini kucaklayıp, ardından kalem alıp yatağına uzandı. Yanındaki yerini aldığımda, ne yapacağımızı izliyordum. Defterin kapağını araladığında bir sürü söz vardı, hepsinin başında ise başlıklar vardı. Bir tür şiir kitabı olabileceğini düşünüyordum ama o beni yanılttı. "Şarkı sözleri yazalım." burnunu çekerek kurduğu cümle karşısında, zaten itiraz etme hakkım yoktu. "Yazalım bakalım." bu konuda berbattım, kurtarmayı deneyecektim, aklıma gelen fikirle ortaya mükemmel bir iş çıkması olasıydı. Ciddiyetle deftere bakarken, kıkırtısını duydum. "Temamız ne olsun?" boş kağıdı incelerken sorduğum soru karşısında, ufak bir kahkaha attı. "Aşk." sesinde hissettiğim imayı görmezden geldim, abisi kesinlikle çıkacağım türden bir insan değildi. Başımı sallayarak onayladım, bir başlangıç yapmamı bekliyordu. Ben de bekliyordum. Aklıma gelen cümleyi söyledim, "Senin ateşinde kimler yanar bilemem ama benim denizimde senin gemilerin battı." önce ciddiyetle, sonrasında dudaklarını dişleyerek dinlediği cümleyi kağıda dökerken, gülmemek adına kendini sıktığı için elleri titriyordu. Ben ise oldukça anlamlı olan diğer cümleyi söylüyordum, "Sen kalbimde batan bir güneş, ben yollarında çilekeş." kahkahası odaya karışırken gittikçe şiddetleniyor, yükseliyordu. Kesik kesik nefes alırken, "Alçin abla.. Gerçekten.. Kamyon arkası sözler mi?" dediğinde yutkundum. "Bu yaşta sen nereden biliyorsun onları ya?" şaşkın halimi gördüğünde, hafiften üzerime yatarak gülmeye devam etti. Dayanamayıp ben de gülmeye başladım, bir yandan yumuşak saçlarını seviyor, ona eşlik ediyordum. O kadar dalmıştık ki, odaya giren bedeni fark etmemiştik bile. "Onu yazayım ben, neydi sonuncusu?" dalga geçmeye devam ederken, ben çoktan homurdanmaya başlamıştım. Kafamı geriye attığımda, duvara yaslanmış bizi izleyen komutanla gözlerim kesişti. Yüzünde hafif bir sırıtma vardı fakat o kadar silikti ki, gerçek olup olmadığını sorguladığım türdendi. Hafifçe toparlanıp, yanımıza ilerledi. Hira onu fark edince, hızla ayaklandı. Onları yalnız bırakmam gerektiğini düşünüyordum, ama aşağıda neler olduğunu bilmediğim için dışarı çıkarsam ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Yine de, en doğru olan dışarı çıkmamdı. Ayaklandığımda, "Ben sizi yalnız bırakayım." diyerek kapıya doğru ilerliyordum ki koluma dolanan elle duraksadım. "Gitme, bizimle kal." arkasındaki Hira'da başını onaylar şekilde salladığında, kabul ederek onun yanına doğru ilerledim. Kardeşinin sorduğu soruları geçiştirirken, olabildiğince unutturmaya çalışıyordu. Ne kadar zamandır burada olduğumuzu bilmiyordum ama, sohbet etmiş, konudan konuya atlamıştık. Bu ortam bana kendimi huzurlu hissettirirken, hiç bitmesini istemediğim anların içindeydim. Biz konuşurken, komutan bazen gülmekle ve sorulara cevap vermekle yetiniyordu. Çoğu zaman ise bizi izliyor, sessizce bakınıyordu. Saat gece yarısına yaklaşırken odadan çıkmıştık, herkesin keyfi oldukça kaçıktı. Belli ki Acar fena derecede can yakmıştı, öyle ki pişmanlıkla bakan gözler hem benim, hem de Hira'nın üzerinde geziniyordu. "Kalkıyoruz." ortamı yıktıktan sonra, bir tekme daha atıyordu. Hepsi ayaklandığında, kapıya doğru ilerledik, Leylak hanımın mahçup bakışları karşısında üzülmüştüm, düştüğü durumdan dolayı utanmış hissetmesini istemiyordum. Bana sarıldığında, her şey için teşekkür ederek evden çıktık. Arabaya doğru ilerlerken, kapımın açılması ile şaşkınlıkla komutana bakıyordum fakat çok uzun sürmeden kapıyı hafifçe ittiğinde hızla arabaya binmek zorunda kalmıştım. "Ayı!" söylediğim kelimeyi duymuş gibi, önümden yan koltuğa geçerken kısa bir bakış atmıştı. Başımı çevirip arkaya baktığımda kekin yerini koruduğunu görünce yine üzüldüm, ilk defa yaptığım şey gerçek bir hüzünle sonuçlanmıştı. Evden çıktığımızdan beri, araba boş yolda hızla ilerliyor, yağmur ve şimşek geceyi süslüyordu. Komutan her zamanki gibi sessizken, konuşması için ekstra bir çabaya girmedim. İkimizde yeteri kadar zor bir gün geçirmiş, sonunu iyi bitirmeyi başarabilmiştik. İlk defa uyku bedenimdeki yerini bu denli hissettirirken, gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Sıcak araba, cama vuran damla sesleri ile kendimi derin bir rüyanın içerisine sürükledim. Henüz daha çok yol vardı. "Alçin, Alçin, Alçin, Alçin!" merdivenden koşturarak inen kız kardeşine, çevirdi ateş gözlerini. Beyaz elbisesi, tıpkı kendi ve annesinin üzerindekiyle benzerdi. Kızarmış yanaklarına eşlik eden dağılmış saçları ile Aşkım, hiç olmadığı kadar huzursuzdu. Bir yandan annesi peşinde koşturuyor, bir yandan ise şeftalisini yiyordu. "Annecim, düzgün ye şunu ki elbisene dökülmesin." nahif ses tonu salonu doldururken, elindeki peçete ile kızının ağzına ve ellerini sildi. Küçük kızın ise hiç umrunda değildi, ablasına bakıyor, elindeki meyvesini afiyetle yiyordu. Aşkım'ın aksine, Alçin'in alev gibi saçları vardı. Rengi göz kamaştırırken, kıvırcıkları onu sevimli gösteriyordu. Üzerindeki beyaz elbiseyi inceliyor, saçlarını düzeltiyordu. Kardeşinin şeftali yerken çıkardığı seslerle yüzünü buruşturdu, Aşkım hiç gitmek istemediği için ablasını darlıyor, Alçin ise duymamazlıktan geliyordu. Merdivenlerden inen Çınar'da kardeşlerinin bu atışmasını bıkkınlıkla izliyor, yanlarına ilerliyordu. 17 yaşında delikanlı bir gençti, askeri lise izninde ailesinin yanına gelmişti. Aynada Alçin'in yanındaki yerini aldı, üzerindeki beyaz takıma baktı bir süre. Zor da olsa giymeyi kabul etmişti çünkü annesi 7 aylık hamileydi, kıyamamıştı. Yine de yüzünü buruşturmasına engel olamadı, kardeşlerinin arasından sıyrılıp arabaya babasının yanına doğru ilerledi. Alçin ise bedenine dolanan kollarla bakışlarını kardeşine çevirdi, şeftalisini bitirmiş, eli yüzü temiz fakat buram buram meyve kokan kızın güzel suratı karşısındaydı. "Bana sarılmak yok mu Alçin?" hala pek konuşamıyordu, bazı kelimeleri yanlış söylesede en net ablasının ismini söyleyebiliyordu. "Abla demezsen yok." hafif sinirli ses tonuyla dediği cümle karşısında daha çok sırnaştı kardeşi. "Abla.." mırıltısı ile vakit kaybetmeden sarıldı küçük kıza. Aşkım sarılmaya bayılırdı, evdeki herkesin kucağına kurulur orada vakit geçirirdi. Bugünkü hedefi ablasıydı, sıra sıra yapıyordu bu sırnaşmalarını. Annesinin, "Kızlar hadi arabaya!" bağırışları ile iki kardeş birbirinden ayrıldı. El ele tutuşarak koca kapının içinden çıktılar, beyaz elbiseleri rüzgarla salınırken, ikiside birbirine gülümsüyordu. Dışarıda yağan yaz yağmuru ile koşturarak ıslanmayı amaçladılar fakat bu istekleri abileri tarafından son buldu. Alçin'i arabaya iteklerken, Aşkım'ın da binmesini bekledi. Binemezdi, henüz çok küçüktü ve Çınar bunu biliyordu. Yardım isterken çok sevimli olması hoşuna gittiği için kardeşini zorlamaya karar vermişti. "Abi, abi, ben binemiyom." bir yandan tırmanmaya çalışıyordu. Arabaları gerçekten çok büyük olduğu için binmekte zorlanması normaldi, babasının dağ arabalarına olan sevdası en çok oğlunu mutlu ederdi. Bu görsel karşısında daha fazla dayanamayıp kardeşini kucakladı, yanaklarını öperken arabaya girdi. Issırmasına izin vermeden, kenara kaçtı Aşkım. Tam ortalarındaki yerini koruyordu, Çınar sıra sıra kardeşlerinin emniyet kemerlerini takarken, ikisininde saçlarına bir öpücük kondurdu. Normalde sevmezdi böyle şeyleri ama içinden gelmişti, nedenini bilmiyordu. Herkes arabadaki yerlerindeydi, Aşkım'ın huysuzlanmaları karşısında bir şarkı açmış ve eline şeftali vermişlerdi. Dağ yolunda ilerlerken, akşam yemeğine çıkacaklarını sanan aile iç ısıtan şekliyle bir aradaydı. Sadece biri gerçeği biliyordu, diğerleri ise habersizdi. Dışarıda yağan yaz yağmuru, olacakları belirtmek istercesine şiddetlenmişti, gök gürültüleride eklenirken, Alçin korkudan ağlıyor, Aşkım afiyetle şeftalisini yiyor, Çınar ise Alçin'i susturmaya çalışıyordu. Anneleri alışık oldukları bu hallerine sessiz kalırken, babalarıda aynı şekilde konuşma gereği duymamıştı. İlahi morluk Nedir bu zorluk? Çoktandır sorduk İlahi morluk İlahi morluk İlahi morluk Arabayı dolduran şarkı artık duyulmayacak seviyedeydi. Derin bir sarsıntı ile savrulan arabada, artık her şey kesik kesikti. Bedenine dolanan kolları ve "Abla!" bağırışları netliğini kaybederken, anılar gittikçe silikleşiyordu. Sonrası ise derin bir sessizlik olarak kaldı. Derin bir rüyanın içinden, nefes nefese uyandım. Vücudum yanmaktan kasıp kavrulmuş, gözyaşlarım ise ilk andan yerini almıştı. Nerede olduğumu, yanımda kimin olduğunu ve ya yanımda biri olup olmadığını bilmiyordum. Tenim yanıyor, kalbim ise hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Rüyamda gördüğüm bu şey, sanki zihnimdeki bir şeylerin kapısı aralamış gibiydi. 12 yaşımdan öncesi benim için kapalı bir kutu olmuştu, abim kazadan dolayı olduğunu söylesede her zaman Esra hanımı ve bıraktığı tramvaları suçlamıştım. Elim gerdanımı kaplarken, tüm oksijeni içime çekmeye çalışıyordum. Çevremden gelen tok bir ses duyuyordum fakat ne dediğini idrak edecek kadar kendimde değildim. Benim aileme ne olmuştu? Kulağımda çınlayan çığlıklar kesik kesikti, daha fazlası vardı ama anlayamıyordum. Bedenim kendi kontrolümde değildi, çakan her şimşekle titreyerek kulaklarımı kapatıyordum. Küçük Alçin'e dönüşmüştüm birden, savunmasızdım. Şimdiye kadar yüksek sesten korktuğumu bile bilmiyordum, bileğime dolanan sıcak elleri hissediyor ama tepki veremiyordum. Ağzımda ise o şarkı vardı, kötü anıların içindeki son güzel ses kulaklarımda çınlıyordu. İlahi morluk Nedir bu zorluk? Rüzgarın bedenimdeki anlık esintisini hissettim ama çok uzun sürmemişti. Yüzüme değen yağmur damlaları ile ağlamam şiddetlenmiş, sıkıca bir yere saklanmıştım. Toprak kokusu burnumu doldururken, tok sesin söylediklerini anlamaya çalışıyordum. Kasılan vücudum gittikçe küçülüyordu. "Alçin.. Alçin sakin ol." "Ben buradayım." "Alçin! Bana bak!" Son anda bağırtısı ile irkilerek kontrolü sağlayabildim. Gözyaşlarım duraksarken, hızlı nefes alışverişlerim gittikçe yavaşladı. Etrafımda gezdirdim gözlerimi, arabanın kapısı açıktı ve yağmur hafifçe içeriye giriyordu. En son eve gitmek adına yolda olduğumuzu hatırlıyordum ama belli ki gidememiştik. Karanlık sokakta kimse yoktu, sokak lambaları bu köşeyi fazla olmasada aydınlatıyor, gökyüzündeki şimşek istemsizce bedenimi titretiyordu. Rüzgar soğukluğunu yüzüme vururken, korktukça yanımdaki bedene sığınıyordum. Gözlerim gözleri ile buluştu, bir süre yakınlığımızı düşünemedim ama sonra kucağında olduğumu fark etmemle duraksadım. Kaşlarım çatılırken, hafifçe geri çekildim. Ben komutanın kucağında mıydım? Resmen arabada yan oturmuş, beni de kucağına almıştı! Kaşlarım havalanırken yutkundum, omuzlarındaki sıkı tutan ellerimi o ana kadar fark etmemiştim. Aynı şekilde o da benim belimi sıkıca kavramış, bir eli ise bacaklarımı kavramış öylece duruyordu. Şaşkınlığımın getirdiği sessizliği o bozdu, yüzüme dolanan eli beni kendi suratına doğru çevirdi. Dingin bir ses tonuyla konuşuyordu, "Alçin iyi misin?" mavilerindeki endişeyi ve elimin altındaki vücudunun kasılmasını hissetmiştim. Gözlerime nasıl olduğumu anlamak adına bakıyor, bir an bile çekmiyordu. Yanağımdaki elinin sıcaklığı ile derin bir nefes çektim, toprak kokusu ciğerlerimi doldururken gözlerimi kapattım. Başımı onaylar şekilde salladığımda vücudu gevşemiş ve rahatlamıştı. Yüzümü sıcak ele daha çok itmiştim, bu hareketimle parmağı yanağımda belli belirsiz kıpırdadı. "Emin misin?" fısıltıdan farksız sesi ile gözlerimi yavaşça araladım. "Eminim." onun gibi konuştum. Gözlerinde sıra sıra duygular yakalamıştım bu bir kaç dakika içerisinde, başta korku vardı. Neden olduğunu bilmiyordum ve ne kadar doğru gördüğüme emin değildim ama korku hissetmiştim. Ardından endişe, sonra üzüntü ve şimdi de şefkat görüyordum. Mavileri, dolu gözlerime bakarken her şeyi çekip çıkartmak ister gibiydi. Neden böyle olduğumuzu soracak durumda değildim, sadece ona biraz daha sarıldım ve bir kaç dakikayı bu şekilde geçirdik. O da aynı şekilde bana ayak uydurmuş, hiçbir şey demeden kucağında ağırlamıştı. Kalbimde az öncekinden farklı bir his yer edinirken, midemde ise garip bir ağrı oluşmuştu. Gözlerimi ne zaman kapatsam o anları görüyordum ama sonrasında burnuma doluşan koku ile hepsi kayboluyordu. Kokusunun üzerimdeki etkisi inanılmazdı, kendime geliyordum. Burnumu çekerek, kollarımı gevşettim. Onun kolları sıkılığını korurken, göz göze geldik, "Acar, konuşmak istiyorum." ona her şeyi sormak istiyordum. Belki sayıklamışımdır ve dediklerimi duyduysa bana yardım edebilir diye düşünüyor, vaktimi onunla geçirmek istiyordum. Kabullenmek zor olsada, buraya geldiğimden beri bana gerçekten iyi bir arkadaş olmuştu. Huysuz ve bazen gıcık biriydi ama idare ediyordum, kimsenin görmediği hallerime şahit olması, kokusuyla bile bana iyi gelmesi çok farklıydı. Başını yavaşça onaylar şekilde salladı, hafifçe geri çekilerek ayaklanmak istedim ama beni sıkıca tutarak arabadan inmesini ben bile beklemiyordum. Ayaklarım yeri bulurken o da hızla arabanın içine girdi. Yağmur bedenimi ıslatırken, daha fazla beklemeden bende koltuğa oturdum. Kafamın dolu olduğunu bildiği için konuşmayarak arabayı sürmeyi tercih ediyordu, açılan camımla bakışlarımı ona çevirdim. Ben değil, o açmıştı. Elimi çeneme koyarak, kenara yasladım. Dışarıyı izlerken, gördüklerimi düşünüyordum. Yüreğim sızlıyordu, annemin karnını görmüştüm, annem hamile miydi? Rüyamın gerçekliğini bile bilmiyordum ama o kadar emindim ki. Hissediyordum, genelde yaşananları tekrar tekrar görürdüm. Hayatımdaki acı veren anıların içinde dönüp dolaşıp kendimi kaybediyordum. Geçmişten sadece Aşkım'ı anlatırdı abim sürekli, şeftali sevdiği zihnimde hep belirgin bir bilgiydi ama benim neden sevmediğimi yeni öğreniyordum. Beyin unuturdu fakat kalp unutmazdı. Küçüklüğümü tamamen unutmamıştım, yine de o kadar silik silik ve tozluydu ki bazı şeylerin doğruluğunu bilmeden unutturmaya çalışırdım kendime. Yüzüme vuran sert rüzgarla gözlerimi kapadım, kalbim o denli yanıyordu ki artık aşabileceğim yükler olduğuna inanmıyordum. Gücüm kalmamıştı, abime sormam her şeyi açıklayabilirdi, öğrenmeye hazırdım. Eve doğru giden araba ile komutanın benimle konuşmak istemediğini anlamıştım, abim varken anlatmayacağını bileceğim kadar tanımıştım onu. Burnuma değen yağmur damlası ile gülümsedim, onlar gittikten sonra soğuyan bedenimin neden sıcağı bu kadar sevmediği belliydi. Yanaklarım soğuktan kızarmıştı, kenardaki aynalardan görüyordum. Evin önüne geldiğimizde derin bir iç çektim, odama çekilip sabahı beklemek en doğru olandı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti, duran araba ile kapıyı aralayarak indim. Arkama bakmadım ama geldiğini biliyordum, çantamdaki anahtarı bulduğumda ışıkları kapalı evin içine girdim. Abim muhtemelen odasında uyuyordu, kapalı olan kapısına baktığımda canım yandı. Onunla ilk defa bu kadar kötüydük, ilk defa kırgındık. Komutan kapıyı kapatarak mutfağa ilerlediğinde, bende kendi odama doğru yürüdüm. Soğuk bir duşa girmek ilk hedefim olmuştu, hızla halletmeye çalışırken, bedenimden tüm bu yaşanmışlıkların akıp gitmesini istiyordum. Olmuyordu, çıktığımda hepsi hala en derinlerimdeydi. Pijama takımlarımdan birini giyerek, saçlarımı kuruladım. Kıvırcıklardı ama şimdi uğraşacak halim yoktu, yatağıma oturduğumda elim defterime gitti. Gördüklerimi çizmek istiyordum, sabaha kadar bununla oyalanmam lazımdı. Çalan kapı ile duraksadım. Bu saatte odamın kapısını o tıklatıyor olamazdı herhalde? Abimden dayak yemek istemiyorsa bunu yapmazdı, duyduğum ses aksini söylerken gözlerim büyüdü. "Alçin, gelmiyor musun?" hızla ayaklandım, duyarsa ortalık daha karışabilirdi. Odamı aydınlatan sadece gece lambası ve sokaktan gelen loş ışıktı. Abimin kalkması an meselesi iken açtığım kapı ile komutanı hızla içeri çekerek geri kapattım, kapıya ittirdiğim cüsseli bedenin ağzını elimle kapatırken, abimin uyanıp uyanmadığını anlamaya çalışıyordum. Sessizliği sadece nefes sesim bozuyordu, dudaklarımı dişlerken, kapıya doğru bakıyordum. Bir kaç dakikanın ardından bir şey duyamayınca omuzlarım çöktü. Bedenim gevşerken, gözlerimi komutana diktim. Gece gece benden ne istiyordu? "Ne işin var senin burada?" fısıltıdan farksız çıkan ses tonum sinirliydi. Başımıza bela almak istiyorsa şu an tam yerindeydi, sakinlikle bakan mavileri beni daha da öfkelendirmek ister gibi saçlarımda ve yüzümde oyalanıyordu. Kaşlarım çatılırken, verdiği cevapla geri havalandı, "Sen aldın beni odana savcı." koluna vurdum, yaptığı imalar kaç oluyordu ama beni kucağına alan o'ydu, asıl sapık olan kendisiydi. Napıyorsun? der gibi baktığında, "Abim evde, ne cesaretle geliyorsun odama?" yerinde duramayan bedenime kısa bir bakış attı. Ardından yine benimle uğraşmaya başlamıştı, "Abin olmasa gelebilirim yani?" dalga geçiyordu, sinirle ellerimi belime attım. Ona öldürücü bakışlarımı atarken, çakan şimşekle olduğum yerde sıçradım, rüyadan sonra artık hep korkacağımdan emindim. "Abin göreve gitti." kapıyı açarak odadan çıktığında bunu söylemişti. Hızla peşinden ilerlerken, şaşkınlık yaşıyordum. Göreve gitmiş ve bana haber vermemiş miydi? İçimi kaplayan huzursuzlukla, "Ne dedi? Ne görevi?" diyebildim sadece. Sorunun saçmalığı umrumda değildi, abime bir şey olma düşüncesi beni yerlebir ediyordu. Salona geldiğimizde, o koltuğa kurulurken, masanın üzerindeki ezilmiş şeftalili kekimi ve iki çatal gördüm. Bir bardakta süt, diğerinde ise çay vardı. "Özel görev, Alçin'e dikkat et dedi." tabağı önüne aldığında kenardaki koltuğa iliştim. Farkında olmadan çıkan üzgün ses tonumla konuştum, "Bana neden yazmadı ki? Hep haber verirdi." boşluğa bakarak düşünüyordum, bana o kadar mı kızmıştı? O ise bu düşüncelerimi anlar gibi, hızla dağıtmak adına, "Sabah uyumamışsın savcı, bu gece söyleme, odanın kapısı kapalı öğrenirse uyuyamaz dedi." kalbimde ağır bir yük yerini alırken, sağ salim ona kavuşmak adına sabırla beklemekten başka çarem yoktu. Karşımda kek yiyen komutanın dikkatimi dağıtmayı amaçladığını anlayabiliyordum, ayak uydurmak istediğim için merakla suratına baktım. Beğenmemiş gibi durmuyordu, bende tabağı alıp yemek adına bir lokma aldım fakat çıkarmam bir oldu. Şeftali zaten sevmezdim ama bu kadar kötü olacağını tahmin bile edemezdim. Bardaktaki sütü içerek, tadını bastırmaya çalıştım. O ise büyük bir afiyetle yiyor, çayından da içiyordu. Böyle geçen bir kaç dakikanın ardından, ne o sessizliğini bozdu, ne de ben. Evde yaşananları da merak ediyordum, özeli diye sormak istememiştim, "Rüyanda ne gördün?" kıvırcıklarımı geriye atarken, beklenen soruyu sonunda duymuştum. Gördüklerim zihnimi bir an bile rahat bırakmıyordu, dışa dökersem belki daha iyi hissedebilirdim, aynı zamanda bana yol da gösterebilirdi. Dikkatle bakan maviliklere çevirdim gözlerimi, dışarıdaki çakan şimşekle bedenim titreyince, derin bir nefes alarak bir yerden anlatmaya başladım. "Ben 12 yaşımdan öncesini bilmiyorum, o kadar kesik kesik ki, abim her zaman kazadan dolayı olduğunu söylerdi ama ben Esra hanımı suçlardım." onun kim olduğunu bilmiyordu bile ama sessizce dinliyordu. Sorma gereği de duymamıştı, sadece rüyamı merak ediyordu. "Gördüğüm şeyler sanki bir rüya gibi değilde, gerçeklerin zihnimdeki tozlarını silmesi gibiydi." Derin bir nefes aldım, anlatmak zordu. Kendi içimde yaşadığım büyük taarruz, beni bu çok yoruyordu. "Hepimiz bembeyaz giyinmiştik, ben aynadan kendime bakıyordum. Çok küçüktüm, yanımda ise Aşkım ve annem vardı. Annem hamileydi, daha önce bunu hiç hatırlamıyordum ama öyleydi. Abim ise çok gençti, 17 yaşındaydı o zamanlar. Evde bir süre oyalandıktan sonra çıktık, dışarıda yaz yağmuru vardı." son mutlu anılarımız aklıma gelirken, gözlerimi kapattım. "Arabaya bindik, bir şarkı eşliğinde ilerliyorduk. Nereye gittiğimizi bilmiyorum, belki ailecek vakit geçirmek istemiştik. Çakan şimşek ile çok ağlıyordum, abim ise beni susturmaya çalışıyordu." gülümsedim, canımdı, eskiden bile ağlarken yanımdaydı. "Bir şarkı vardı, huzurlu melodisi ile arabada çalıyordu, Aşkım yanımda şeftali yiyordu, ben bu yaşıma kadar şeftaliyi neden sevmediğimi şimdi öğrendim." Kötü anlar gözümün önüne gelirken, istemsiz kaşlarımı çattım ama gözlerimi açmadan devam ettim. "Sonra birden çok yüksek bir ses duyuldu, arabadaki çığlıkların içinde en net olanı Aşkım'ın, "Ablam!" diyen sesiydi. Bedenime dolanan kollar ise gördüğüm son şeydi, etraf kan gölüyken, her şey bitti." dışarıda şiddetlenen sesle irkildim, gözlerimi açtığımda ise komutan hâlâ beni izliyordu. Hiçbir şey demeden ayaklandığında, istemsizce arkasından bakakaldım. Galiba birazcık kalbim kırılmıştı, yüreğimdeki sızı artarken anlam veremediğim duygularımı susturmak adına koltuğa uzandım. Tek başıma kalırken, her sesle titriyor, susmayan çığlıklarla gözlerim doluyordu. Kulaklarımı kapattığımda, dudaklarımdan kaçan bir hıçkırığa engel olamamış, öylece ağlamaya başlamıştım. Korkudan küçülen bedenim, acı içinde yüzüyor, ağlamaktan kurumuş gözlerim ise derin bir uykunun içine sürüklüyordu. Bir kaç dakikanın ardından, bilincim kapanmak üzereyken bedenimde hissettiğim sıcak battaniye ve burnuma doluşan toprak kokusu ile onun geldiğini anladım. Gözlerimi aralamak istesemde, yapamıyordum. "Tozlar silindiğinde, savaşman için sonuna kadar yanında olacağım savcı." fisıltıdan farksız cümlesi kulaklarıma iliştiğinde o an için idrak edemiyordum fakat aklımın en ince köşelerine sinen bu sözler sabah kendini belli edecekti. Saçlarımın geriye atılması ile çoktan uykuya dalmıştım. Sonuna kadar yanımda olacak mıydı?
. . .
Boooooollll sevgiler, veeee öpücükleeeerrrr! 🧡 Burada neden topluluk gibi bir alan yok ya? Bölümleri duyurmak ve spoiler vermek istiyorum ama yapamıyorum.. @gardenpaeonia hesabımdan karakter kartlarını paylaşmayı istiyorum. Rol modellerimiz belli, oradan ulaşabilirsiniz.
|
0% |