@gardenpaeonia
|
"Gül kokuyorsun bir de, Amansız, acımasız kokuyorsun. Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun. Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun, Hırçın hırçın, pembe pembe. Öfkeli öfkeli gül, Gül kokuyorsun nefes nefese."
Edip Cansever/Gül Kokuyorsun
-
Askeriyede ilerlerken, postallarının çıkardığı tok ses oldukça sertti. Tüm gece uyuyamamış, sabaha kadar düşünmüştü. Hayatına birden giren kızıl kafa, içindeki bir yerlerde oyalanıyor, yapmayacağı şeyleri yaptırıyordu. İşleri Burak'a kitleyip, Alçin'in odasının önünde buldu kendisini. O koltukta uyumaya ihtiyacı vardı, zihni bu kadar doluyken biraz dinlenmek istiyordu. Savcı arabası geldiği için onunla beraber çıkmamıştı, daha geç gelecekti. Cebinden çıkardığı anahtarı kapıya sokarak açtı, ardından içeri girerek ağır bedenini deri koltuğa bıraktı. Gözlerini kapattığında, küfür ederek aralaması bir oldu. Dün sabah, tam olarak burada yaşananlar sertçe yutkunmasını sebep olmuş, yüzünü sinirle ovalamıştı. "Savcı, bela mısın nesin?" homurdanarak, tekrar gözlerini kapattı. Bu sefer kucağında olduğu an onu bulurken, kaşlarını çatarak bir küfür daha savurdu. "Kızım rahat bıraksana beni!" sabırla uyumak adına arkasını döndü. Alçin'in ağlayan suratı zihnindeki yerini alırken ayaklandı, daha fazla dayanamıyordu. Bu kadın geldiğinden beri kontrolsüzdü, ilk yaşanılanlardan dolayı etkilenmişti. Böyle bir tavır beklemediği için önce afallamıştı, akşamında ise küçük bir kuş gibi ağlaması ve bunu artık döngü halinde tekrarlaması sürekli aklında olmasına sebep oluyordu. Acar, herkese karşı mesafeli ve sevgisini göstermeyen bir adamdı. Aslında zaten çoğu kişiyi sevmezdi, değer verdiği Çınar bile bir çok yaşanılanı bilmez ama onu öyle kabul ederdi. Fakat Alçin, geldiğinden beri kendi ailesinin bile bilmediği şeyleri tek tek öğreniyor, her yalnız anında yanında oluyordu. Bu davranışları yeteri kadar zor iken, önce dik duruyor, ardından ağlıyor, sonra adam dövüyor, ve sonra yine çocuk gibi ağlıyordu! Manyak bir kadındı bu, adamı deli ederdi. Dün odasına kendi çektiği yetmezmişcesine bir de üstüne azar atmıştı, tanıdığı hiç kimse onun gibi değildi. Sigarasını içerken, camdan dışarıyı izliyordu. Soğuk hava bedenine hiçbir etki etmediğinden kısa kollu ile rahatça duruyordu. Dağlarda daha beter soğuk vardı, alışmıştı. Dışarıdaki arkadaşına göz gezdirdi, Barlas içtima yapmak adına askerleri toplamışken, yanına ise Dila'yı almıştı. Eğitime başlamak için askerlere emir verdi. Ciddiyeti yerli yerindeydi. En ufak bir hatada, akşama kadar tüm bahçeyi turlatıp, tüm gece uyumadığı bilinirdi. Fena adamdı, gülerek başını salladı. Sigarasını söndürürken, masanın üzerindeki saate baktı. Gelmesine az kalmıştı, koltuğa doğru ilerleyecekken vazgeçip, merak duygusu ile masaya doğru ilerledi. Acar'da merak duygusu da pek yoktu, her anlamda ona karşı farklıydı. Fotoğraf çerçevesini eline alarak, küçük kızı buldu. Evde de Çınar aile fotoğraflarını doldurmuştu ama daha önce hiç dikkat etmemişti. Saçları batan güneşe benzer parlıyordu, gözleri ise masum ve saf bakışlarını takınmıştı. Annesinden aldığı rengi, büyüdükçe ondaki en çekici şeylerden biri olabilirdi. Kıvırcık saçları uzun, hafif dağınıktı. Alçin'e saçları çok yakışıyordu ama anlamadığı bir şekilde, onu hep düz saçıyla görüyordu. Yağmur yağdığında, ya da evde nadiren bu haliyle karşılaşınca dikkatle bakmaktan kendini alıkoyamıyordu. Dudakları belli belirsiz kıvrılırken, "Küçükken de bu kadar inat mıydın acaba?" diye mırıldandı. Çatık kaşlarına bakılırsa öyleydi, gözleri farklı bakarken, bedeni farklı davranıyordu. Dün gece de saçları güzeldi, umardı ki buraya öyle gelmezdi. Açılan kapı ile çerçeveyi yerine bırakarak, arkasına döndü. Çatık kaşları, sinirli suratıyla savcı tam karşısındaydı. Kapıyı kapatarak ona doğru ilerlediğinde, gelmesini bekledi. Bir kaç adım kala duran kadın, çantasını sinirle masaya koyarak, ceketini de çıkardı. Acar'ın ise gözleri onu süzmekle meşguldü, bu bakışları karşısında savcı odasındaki aynadan bedenine baktı. Üzerinde, beyaz dar bir gömlek ve oldukça kısa olan gri bir eteği vardı. Kalçasını saran etek, vücut hatlarını belli ediyordu. Beyaz külotlu çorabı, eksik etmediği topukluları ve kabanı ile Alçin kusursuz bir kadındı. Ciddiyetini geri takınarak toparladı. "Odamda yine ne işin var komutan?" omuzlarını silkerek, bedenini masaya yaslayan adamı izledi Alçin. Sıkı kolları bu kadar göz önünde olmamalıydı, ışığı bile yakmamıştı. Yine de görebiliyordu, kendini düzelterek yüzüne çıkardı bakışlarını. Komutan onu izlediğini fark etmişti, ifadelerinden bir şeyler yakalamaya çalıştı ama oldukça düz bakıyordu. Oysa ki Acar yanıyordu, haberi yoktu. "Cevap versene!" topuklulularını yere vuran kadın, isyan ediyordu. Bu adam hiç konuşmaz mıydı? Deli olması hoşuna gidiyordu, onu kıvrandırmak en büyük zevkiydi. Koltuğunda uyumak yerine gidip kendi odasında uyuyabilirdi, yapmıyordu. Yanından geçip giden ağır bedeni, kolundan tutarak duvara yasladı. "Savcı.. Kaç oluyor bu?" hep bu duruma düşmekten nefret eden Alçin, yine ve yine o konumdaydı. "Sen zorluyorsun!" dediğinde öfke tüm bedenini sarmıştı. Acar insanı çileden çıkartırdı, sabahın köründe başına giren ağrıların baş sebebi olurdu. "Ben hiçbir şey yapmıyorum, sen beni sıkıştırmaya heveslisin." ağzı bir karış açılırken, hızla ellerini komutanın yakalarına attı. Tehditkar bir ses tonuyla, "Ayarlarımla oynama benim komutan." dediğinde, Acar'ın mavileri tüm yüzünü dikkatle inceliyordu. Yakasını bırakarak geriye çekildi, gitmesi adına ona yol açmıştı. Komutan kapıya doğru ilerlerken durdu, "Bir dahakine sıkışan sen olursun savcı." az önceyi ima ederek söylediği cümle karşısında, "Allah'ın cezası adam! Nefret ediyorum senden!" bağırışları ile gülmemek adına başını yere eğdi. Masadan kaleme uzanan Alçin'i görünce hızla kapıyı açarak dışarı çıkmak için bir adım attı, "Duygularımız karşılıklı savcı." dediğinde bedenini hızla dışarı attı. Kapıya vuran kalem sesi ise dudaklarındaki sırıtışın sebebi oldu.
-
Elimde çayla beraber, soğuk bahçede ilerliyordum. Dün çekip gitmesinden sonra, bu sabahta evde yoktu. Ardından odamdaki tavırları ise beni delirtmişti. Öylece yürürken, bankta oturan kişilerle duraksadım. Timden Burak ve Badem'di. Gülerek sohbet ediyorlar, oldukça sevimli gözüküyorlardı. Gülümseyerek ağaçların yoğun olduğu alana doğru ilerlemeyi hedefledim, rahatsız etmek istemiyordum. Beni fark ettiklerinde, baş selamı vererek yanlarından gitmeyi planlıyordum ki Burak'ın, "Alçin Savcım!" diyen sesiyle duraksadım. Oturdukları yerden el sallıyorlardı, sanki görmeyecekmişim gibi yaptıkları davranışlar karşısında ufak bir kahkaha atmak istesemde engel oldum. Soğuktan titreyen bedenim içeri gir diye bağırıyorken, onlara ilerledim. Ortalarındaki boşluğa otursam mı emin olamadığım için ayakta dikilmeye karar vermiştim. "Oturmaz mısınız savcım?" Badem'in sarıya çalan gözleri beklentiyle bakıyordu, samimi ve sıcak bir siması vardı. Gösterdiği yere oturduğumda, elindeki bademden uzattı. Geri çevirmeyerek aldığım esnada Burak lafa girdi. "Avukat çok fena adam, bulaşmayın derim savcım." bir yandan kahvesini yudumluyor, bir yandan badem yiyordu. "Neden ki?" oldukça yakışıklıydı, üstelik bu akşam yemeğe çıkacaktık. Her ne kadar baş başa olmasada, yine de beraber olacaktık. Umay'a anlattığımda, hızla hesabını bulmuş, fotoğraflarını atmıştı. Bunca işin arasında, arabuluculuk yapmaya her zaman vakti vardı. Hayatıma şimdiye kadar kimse girmediği için oldukça hevesliydi. İster istemez beni de etkilemişti, Acar ile olanları pek anlatmamıştım. Her şeyi bilse meslektaşını enişte yapmayı bırakıp, hızla yönünü komutana çevirirdi. Badem lafa girdi bu sefer, "Göt herifin teki!" sinirinin ardından ciddiyetle, "Kusura bakmayın sayın savcım." diyerek ağzına bir badem attı. Anlamadığım için ikisine birden bakıyordum, sonunda Burak açıklama gereksimi duymuştu. "Askeriyede çıkmadığı kadın kalmadı anasını satayım! Üstüne dışarıda da ayrı ayrı her kadınla çıkıyor, bir kaçını aldattığını bile duymuştum." cümlesi biter bitmez, "Kusura bakmayın sayın savcım." demesi bir oldu. İkiside küfür ettikten sonra bunu diyip duruyordu. Garip bir şekilde bundan asla çekinmiyorlardı, beni daha tanımadan yanımda bu kadar rahat konuşmaları anlamsız bir şekilde içimde sıcak bir ortam hissiyatı oluşturuyordu. Güzeldi. "Aman canım, bana ne ondan." omzumu silktiğimde ikiside memnun bir surat ifadesi takındılar. "Akşam yemeğe çıkacaksınız ya ondan dedim savcım." ardından gülümseyerek ekledi, "Biz de orada olacağız." Burak'ın cümlesi ile gözlerim büyüdü, hem her şeyden haberleri vardı, hem de hepsi orada mı olacaktı? Badem onayladığında ikiside bu durumdan oldukça zevk alıyorlardı. "Hem askeriye içinde de değiliz, dövebiliriz." sarıya çalan gözlerinden resmen bunu yapmak için tutku akıyordu. Ona ayak uyduran adam ise ondan farksızdı. "Her şeyi yapabiliriz." yanında bulundurdukları hukukçu olarak bu tavırlarına şiddetle karşı çıkmak istesem de bozmadım, kurşun yiyen kişi olmak istemiyordum. Gerçi o biraz sıkardı. Buz gibi havada gürüldeyen gök, birazdan başlayacak şiddetli yağmurun habercisiydi. Titrememe engel olamazken, başımı kaldırdım. Acaba abim nasıldı? Bu havada uçması oldukça sakıncalıydı, bana sağ salim dönmesi için her şeyi yapabilirdim ama bir o kadar da çaresizdim. Yanımdaki kişiler bunu anlamışlardı, kendileride birer askerlerdi. Geride bıraktıkları sevenlerinin gözlerinde gördükleri şimdi bendeydi. Badem, "Geri dönecek." dediğinde boğazım yandı. "Bu havada uçması ne kadar doğru?" o bir askerdi, her koşulda canını hiçe sayandı. Biliyordum ama yine de içten içe suçlamadan duramıyordum. Sahip olduğum tek şey, beni yokluğuyla sınıyordu. Sanki daha fazlası mümkünmüş gibi yalnızdım. "Abiniz size yansıttığından çok daha farklı biri Alçin savcım. Emin olun bu kadar basit bir görevi en başarılı şekilde atlatıp geri dönecektir." tanıştığımızdan beri ilk kez ciddi olan Burak'la ikisinede teşekkür etmek istedim, ama yanan boğazımla yapamadım. Beni anladılar. "Hadi içeriye geçelim o zaman, yağmur yağacak." ayaklanan adamın gördüğü şey ile oturması bir oldu. Ağzının içinde bir küfür sayarken, bakışlarım avukatı buldu. Adını hâlâ bilmiyordum, gelirsem rezil olmamak adına yanımdakilere sordum. "Ne bileyim ben, değişik bir şeydi." "Valla ben de bilmiyorum, gereksiz bir eleman." ikiside memnuniyetsizce onu süzerek konuşuyorlardı. Yaklaşan beden başında bir şemsiye tutuyordu, yağmur bile yağmamasına rağmen bu hareketi garipti. Tam karşımızda durduğunda, ufak bir baş selamı verdi. Ardından bana bakarak, "Merhaba savcım." dedi gülümseyerek. Üzerindeki dik bakışlara aldırmadan hızla konuya girdi, "Konuşabilir miyiz savcım?" kibar ses tonu oldukça normaldi. Anlattıkları kadar beter bir herif olduğuna inanmak çok zordu. Başımı onaylar şekilde salladığımda ayaklandım, Burak ve Badem ise aynı zamanda bir askerle içeriye çağırıldıklarında gitmek zorunda kalmışlardı. Sarı saçlarını özenle yaptığı yine her halinden belli oluyordu, elleri bir yandan sürekli saçlarını düzeltiyor, diğer yandan ise şemsiye tutuyordu. Hâlâ sesli bir cümle söylememiştim, neden burada olduğunu merak ediyordum ama ismini bilmediğim için düzgünce konuşamıyordum. "Savcım, bu akşam geliyorsunuz değil mi?" gerçekten konuşmak için tek bahanesi bu gibiydi, "Evet geliyorum." dediğimde memnun bir gülümseme ile bana baktı. Şimşek çakarken irkildim fakat o yeni bir konu açtığı için fark etmemişti, "Akşam gideceğimiz ortam biraz garip, umarım memnun kalırsınız." "Çok düşüncelisiniz." yağmaya başlayan yağmur ile şemsiyeyi hâlâ kendine tutarken oldukça düşünceliydi. "Yağmur da yağmaya başladı, kahve sözünüzü tutmaya ne dersiniz savcım?" dün verdiğim sözü bana hatırlattığında dilimi ıssırdım. Saçlarım ıslanmaya başlıyordu, kıvırcıkların ortaya çıktığına emindim. Başımı onaylar şekilde salladığımda, bana seslenen bedenle kaşlarım havalandı. Acar, sigarasını yere atarken, dumanı üfleyerek bize doğru geliyordu. Avukatın kasıldığını hissedebiliyordum, ağzının içinde bir şeyler mırıldanmıştı ama duymamıştım. Gelen adamın ıslanan saçlarına ve sert adımlarına dikkat ediyordum. Tam karşımda, avukatın yanında durduğunda bakışlarım ondaydı. "Hasta olacaksın, içeri geç." emir kipi kullanması kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Şemsiyeyi bana uzatan avukat ise nispet yaparcasına, en ters şekliyle komutana bakıyordu. Dik bakışları birbirlerinde kenetliydi, şemsiyeyi almadım. Çenesi kasılırken, bir yandan askeri kamuflajının ceketini çıkartarak üzerime bıraktı. Daha çok kafamı kapatmaya çalışır gibi bir hali vardı, burnuma düşen kıvırcıklarımı iterek, verdiği ceketi saçlarıma tuttum. Daha fazla bozulmasalar iyi olurdu, katlanabileceğimi sanmıyordum. Dudaklarında tehlikeli bir sırıtış yer edinirken, anlamsız bir çekim vardı. Sanki avukata bir şeyler göstermek ister gibi davranıyordu, mavilerini ondan çekip yanıma geldiğinde yüzüme odaklıydı. Ardından avuç içini belime yaslayarak hafifçe ileri doğru hareket etmemi sağladı. "Dün de ıslanmıştık, hasta olacaksın Alçin." dediğinde, avukatın şaşkın ifadesinden, ona bakmasa bile oldukça memnundu. Burada neler döndüğünü anlamıyordum. Beraber askeriyeye ilerlerken, arkamı dönerek seslendim, "Kahve sözümü bir kaç saat ertelesek?" başını sallayan avukat ve sinirle, daha hızlı hareket ettiren komutanın aralarındaki bu anlamsız şeyi çözmeye çalışıyordum. İçeri girdiğimizde, koridorun kenarındaki timi fark ettim, hepsi başlarını çevirip başka yöne ilerlerken kaşlarım çatıldı. Kimse bana ne olduğunu söylemiyordu! Odama doğru gittiğimizi sanarken, ışığın aydınlatmadığı, muhtemelen kör nokta olan bir yere çekilmem ile nefesimi tuttum. Ani ama bir o kadar da kibar bir refleksti, sırtım duvarı bulurken, bu sefer o konumda olan bendim. Bir dahakine orada olan sen olursun savcı. "Ne oluyor?" fısıltıdan farksız çıkan sesim, toprak kokusunun burnuma dolması ile daha da dibe batmama sebep olmuştu. Gözlerim maviliklerindeyken, dışarıdan biri baksa beni göremezdi. "Onunla alakan ne?" bu kadar yakınımdayken, mantıklı düşünemiyordum. "Hiç.." diyebilmiştim sadece, çatık kaşları bile farklı gelmeye başlamıştı. "Kahve sözü verdin.. Yine." suratımda gezinen bakışları gözlerimde durmuştu. Olduğum yerde küçülmek istiyordum, az önceki soğuğa rağmen burası sıcaktı. Yakıyordu. Kıvırcık tutamı geri iteleyerek, derin bir nefes verdim. İnip kalkan göğsüm onunla temas ettiğinde, nefesimi tuttum. Bana hesap sormaya hakkı yoktu, ama ses tonu ve özenli konuşması bu kadar kibarken sakince cevap vermekten kendimi alıkoyamıyordum. Başım dönüyor gibiydi, aramızda ilk andan beri olan çekim yine vardı. Başından beri ya karşısında, ya kucağında, ya da yakınlarında olduğum bu adam ile sürekli aynı pozisyonlardaydık. "Evet." dediğimde bu sorgunun nereye gideceğini merak ediyordum, "Ondan uzak dur." demesi ise hiç beklemediğim bir şeydi. Altında farklı anlamlar aramaya oldukça müsait olan zihnimi, böyle düşüncesinin olmadığına ikna etmek oldukça zordu. "Neden?" daha çok kendime sorduğum bu soruyu, her alana çekebilirdi. Neden bu kadar yakınız? Neden birbirimize sürekli bir şekilde geliyoruz? Neden her zaman çevremdesin? Neden, neden, neden.. Hiçbir nedeni olmayan binlerce soru vardı, ve hiçbir cevabı yoktu. "Emin ol abin bundan hiç memnun olmaz Alçin." benden gizli seneleri deviren bir ilişkiye sahip olan abimin ne düşündüğü umrumda olmazdı. Zaten avukatla, herkesin aklından geçen türde ilişkiye sahip olmak da istemiyordum. Sadece arkadaş olabileceğimizi düşünüyordum ve kabalık yapmak için bir sebebim yoktu. "Ne komik ama.." dediğimde kendime gelmiş gibiydim, ilk andaki Alçin'dim. Beni ilk gördüğündeki gibi duruşumu dikleştirdim, topuklularım vardı fakat parmak ucumda kalkarsam belki burun buruna gelebilirdik. Devam ettim, "Ne o, ne de ben, kimleri hayatımıza aldığımızı birbirimize sormuyoruz." bakışları derinleştiğinde, bedeni biraz daha üzerime yaklaşmıştı. "Hatta gizliyoruz." yoğunlaşan çekimimiz karşısında titreyebilirdim. Bana dokunmuyordu ama çok şey yapıyordu. Ondan etkileniyor olamazdım. Ne hissettiğini anlayamadığım için üzerine gitmek adına yanıp tutuşan tarafıma ayak uydurdum. Sadece belli eden kişi olmak istemiyordum, onun da nasıl olduğunu belli etmesi lazımdı. Parmak ucumda hafifçe yükseldim, dikkatle beni izliyordu. Kendimden çıkmasına şaşırdığım çekici ses tonumla, "Peki sence de abimden gizlememiz gereken çok şey yapmıyor muyuz?" diye sordum. Beklemiyordu. Dudaklarıma doğru verdiği nefesi ile tüylerim ürperdi. "Benimle oynama." koyulaşan mavilerine eşlik eden derin ses tonu ile istediğimi almıştım. Benden farkı yoktu, o da bendi. "Ne yapmaya çalıştığını görüyorum savcı, ben abine ihanet etmem." cümleleri aksini söylerken, sıcaklığı başka bir şey söylüyordu. "Öyle mi?" yakalarına giden elim boynuna doğru yol alıyordu. Mantığımın vücudumda yeri yoktu, çekip gitmişti. Normalde asla yapmayacağım şeyleri yapıyordum, ben, ben değildim. Boynuna doladığım ellerimle, beklemeden belime dolanan elleri bir oldu. Dudaklarımda tehlikeli bir gülümseme yer edinirken, "Gerçekten etmez misin?" diye sordum. Benimle yakınlaşmayı, abime ihanet olarak görüyordu. Cesareti varsa yaklaşırdı, yoksa hep uzak kalırdı. Alttan attığım bakışlarımda ne gördüğü bilmiyordum ama kendini tutmakta çok zorlanıyordu. İçinde verdiği savaşın sonucunu merak ediyordum, davranışlarım karşılığında gelecek olan yakınlaşmaya hazır mıydım onu bile bilmiyordum. Sadece yapmıştım, sonucu düşünememiştim. Gözlerini kapattı bir süre. Acaba aklından neler geçiyordu? "Yapma.." dediğinde bir adım bekliyordum, sadık kalabilecek miydi? Bir hamle daha yapamazdım, bu kesin olarak bizi yakardı. Yeri değildi, yanlıştı. Yeniden geri gelen mantığım ile ellerim yavaşça çözüldü. Bu doğru değildi, birlikte çok değerli şeyler paylaştığım insanı kaybedebilirdim. Yeni tanışmamıza rağmen onu kaybetmekten korkuyordum, çevremde bir tek o vardı. Açılan gözleri ile aynı düşünceleri onda da gördüm, utançla duvara yapıştım. Olabildiğince uzak durmaya çalışıyordum, az önceki yaşananlar yaşanmamış sayılmalıydı. Gitmem için alan açtığında, hızla sıyrılarak yakınından ayrıldım. Üzerimdeki onun ceketini sıkı sıkı tuttuğumun farkında bile değildim, odama doğru ilerlerken geri dönüp bakmamıştım. Toprak kokusu ile yürüdüm. Acar ise halletmesi gereken işleri ve dosyaları için diğer tarafa doğru yürüdü. Ama o, Alçin'in arkasından bakmıştı.
-
Çantam dahil, tüm eşyalarımı alarak çıktım. Kapıyı kilitlemiştim fakat kontrolüm dışında zaten açılıyordu, pek bir önemi yoktu. Boş koridorda yankılanan topuk seslerim eşliğinde, eve gitmeyi hedefliyordum. O andan sonrasını tamamen odada geçirmiştim, şimdi ise çıkış saatimdi. Yolumu kesen bedenle duraksadım, avukat tam karşımdaydı. Adamın adını bile bilmiyordum, ama sürekli burnumun dibinde bitiyordu! Derin bir nefes alarak, bu sefer ne var deme isteğimi susturdum. Bir kaç saattir, sinirden delirecek gibi hissediyordum. "Sen gelmeyince, ben geleyim dedim." ne ara kaybettiğimizi bilmediğim resmiyet ile ister istemez kaşlarım çatıldı. Yine de toparlanarak gülümsedim, "Haklısınız, o zaman kantine gidelim mi?" bir an önce sözümü tutsam iyi olur gibiydi. Genişçe gülümseme ile bana yol açtı, yanımdaki yerini alırken kantine doğru ilerledik. Basit bir kahveydi. Burak, Badem ya da komutanın dediklerini unutmam gerekiyordu, ister istemez etkilenmiştim. Boş olan kafetaryada iki kahve ile bir köşeye kurulmuştuk, aslında sohbeti hoş bir adamdı. Bir çok kez gülmeme sebep olarak kafamı dağıtmıştı, iyi birine benziyordu. Bir dahakine askeriye dışında buluşmak istediğini söylediğinde onayladım. Adını hala öğrenememiştim. Bir kaç saatin ardından evime geldiğimde derin bir nefes verdim, numarasını telefonuma kaydetmişti. Duşa girerek tüm düşüncelerimden kurtulmuş, akşam için hazırlığa koyulmuştum. Üzerime geçirdiğim, kırmızı saten gömlek ve altındaki kot pantolona umutsuz bir bakış attım. Salaş pantolon, kalçalarımı sıkıca sarıyor oldukça belli ediyordu. Benim için sade sayılan bir kombindi ama gideceğimiz mekan geleneksel tarzda olduğu için en doğrusu buydu. Klasikleşmiş makyajım yüzümdeki yerini alırken, saçlarımı düzleştirdim. Toplasam mı diye düşünüyordum fakat açık kalması daha çok hoşuma gitmişti. Salona doğru ilerlerken, acıktığımı hissetmiştim. Tüm gün hiçbir şey yememiştim, gideceğimiz yerde doyacağıma emindim bu yüzden sadece çay yaparak mutfakta bir kaç dakika geçirdim. Abimi özlüyordum, ona kırgındım ama yokluğunda hiçbir önemi olmadığı gerçeği yüzüme tokat gibi çarpıyor, çocukluğumu vurguluyordu. Çayımdan son yudumumu alarak, kapıya doğru yürüdüm. Komutanın gelmesine az kalmıştı, kırmızı topuklularımı ayağıma geçirdim, ceketim, çantam ve ben hazırdım. Kapının koluna uzandığımda, çoktan açılması ile duraksadım, gelmişti. Beni gördüğünde, hiçbir şey demeden odasına ilerlemesini ben de beklemiyordum. Kapanan kapı ile öylece bakakalmıştım. Kapatmadığı kapıdan gelen rüzgar kendini hatırlattığında, sinirle evden çıktım. Aynı sertlikle kapıyı hızlı çekmiştim. "Ne yapmaya çalışıyor bu?" söylenerek arabama bindim, bir yandan ise kontrolsüz yaptığım hareketlerime engel olamıyordum. Belki de benden sonra çok yoğun işlerle uğraşmıştı ve yorgundu. Yine de selam verebilirdi. Dişlerimi sıkarak arabayı çalıştırdım, gereksiz öfkemin sebebini sorgulayacak durumda değildim. Avukatın attığı konuma doğru ilerledim, bu adamın adını artık biri söylesin diye isyan etmeme az kalmıştı. Şarkı açmak yerine radyoyu çalıştırmak içimden gelince, bir yandan onu açtım. Yağmur durulmuştu ama keskin bir soğuk vardı, bu yüzden camı hafifçe aralayarak sigara yaktım. Bir adamın tiz sesi duyulduğunda yüzümü buruşturdum, "İyi akşamlar efendim! Ben Ersin." sonunda sustuğunda zarif bir kadın sesi aldı yerini. "Ben Pelin." sohbetlerini dinlemek istiyordum. "Evet Pelin, nasılsın bakalım bugün? Arkadaşın yok, üzgün gözüküyorsun." "Mutlu olduğum söylenemez, ama bu işi de başarıyla atlatacağına eminim. Sen nasılsın Ersin?" "Benim keyfim oldukça yerinde. Yeni yatan bir maaş kimi keyiflendirmez değil mi?" iğrenç kahkaha sesi fonda yankılandığında, tüm yayın boyunca susmasını diliyordum. Kapatmak içimden gelmiyordu, sigarayı camdan atarak dikkatle yola odaklandım. "Haklısın Ersin, o zaman şarkılara geçelim." düzgün bir şeyler açarlarsa dinlediğime değebilirdi. "Söyle bakalım, ne istersin Pelin?" "Teşekkürler Ersin çok kibarsın. O zaman Emre Fel, Sana El Pençe Durmam diyor. Keyifli dinlemeler efendim." Radyoda çalmaya başlayan şarkı ile gökyüzüne baktım, karanlık yeni yeni hakim olmaya başlarken bulutlar renklerle karışmıştı. Yağmur her zamanki yerini koruyordu, yağdı yağacaktı. Yerler kaygan, soğuk ise belirgindi. "Canevimde bi' telaş, yangın, Beni sarmalasan durmaz. Sel olur da cayamam yalnız, Beni masum ele koyman." Canevimde bir telaş, yangın. Ne güzel açıklıyordu içinde bulunduğum durumu, kabullenmek istemesemde değişen şeyler vardı. Farkına varmak, beni kor alevlerin içinde kavuruyordu. Başından beri aramızdaki çekim; Her iki yetişkin insanın yaşayabileceği türden gibi gelmişti, ama aklımdan çıkmaması normal değildi. "Müşküle tabi zulüm, Peki derdime dert ne diye; Beni anlamadın da kanatma canım, ne olur? Müşteki zati gönül." Ondan zihnimi kurtarabildiğim anlarda ise abim yerini alıyordu, çok üstüne gitmiştim. Yalnızdım, korkuyordum, deli gibi korkuyordum. Onu kaybetme düşüncesi sesli dile getiremediğim, aklımın ise hiçbir köşesine koymak istemediğim bir fikirdi. Komutanın dengesiz hareketleri olmasa, buraya gelmeden önceki gibi, her an abim için ağladı ağlayacak bir halde dolaşabilirdim. "Bana vermeli ya hediye. Kaderin de gülerse bu hâli kederden alır. Beni cümle cihan tanır, anlamadın, yanarım. Oof." Ailem, ailem rüyamda, geceleri beni ve hatta tüm varlığımı eline geçiren ipler gibiydi. Sıkı sıkı bileklerine dolayıp, çekiştiriyorlardı. Gittiklerinden beri bir süre rüya görmemiş, son bir kaç senedir ise kesik kesik görmeye başlamıştım. Sanrılar kendini geri çekmezken, buraya geldiğimden andan itibaren rüyalarım da bozuk psikolojime dahil olmuştu. Dört bir yandan işgal altındaydım. "Meftun anacım, yorgun. Bu zararı ziyanı sorma. Perişanım âyan, soldum. Sana el pençe durmam." Son gördüklerimden sonra, abime sorsam bile gerçeği söylemeyeceğinden emindim. Kaza diye geçiştirdiği bu acı olayı araştırmaya hazırdım. Sonucu doğru çıkacaksa bile, kendim öğrenmek istiyordum. Bu boş bir kaç günümde ilgilenmekten çekinmeyeceğim fikir kafamda yer edinmişti, ailemin nasıl bittiğini ve neler olduğunu öğrenecektim. Daha fazla bu şekilde devam edemezdim. Bir kaç konuşma ve bir kaç şarkının ardından uzun yolun sonuna gelmiştim, dışarıdan bakılınca bile yöreselliğini gösteren binanın çevresine park ettiğim arabamdan inerek o yöne doğru ilerledim. Bu bir tür sıra gecesi miydi? Yükselen türkü sesleri, her yöreden esintiler taşıyordu. Elden ele bir sürü et ve içecek taşıyan garsonlar bir yana, tahta masalar ve yerde oturanlar ise başka yanaydı. Avukat ile diğer hukuk ekibini gördüğümde oraya yürüdüm. Tam yanımızda ise tim vardı, farklı masalardı ama oradalardı. Burak'ın beline bağladığı şey dünkü iddiayı kaybettiği anlamına geliyordu. "Savcım.." belindeki sallayarak bana seslenen Burak ile timin geri kalanı selam verdi. O henüz gelmemişti, masama geçtiğimde ise çoktan servisler yapılmıştı. Aradan geçen bir kaç saatin ardından beyefendi gelebilmişti, geldiğinden beri bu yöne hiç bakmamış, nereden bulduğunu anlamadığım içkiyi yudumlamıştı. Avukatın adını hâlâ bilmiyordum, daha fazla dayanamayarak sormaya karar vermiştim. Hakim bey başına bağladığı kravatı ile diğerlerine musallat olarak eşlik ettiriyordu, fırsat bu fırsattı. "Kusura bakmayın, isimleri pek aklımda tutamam. Adınız nedir acaba?" masada hafifçe eğilerek direkt sorduğum soru karşısında gülümsedi. Daha çok çaresiz bir gülümseme gibiydi, "Oldukça güzel bir soru." dediğinde başımı onaylar şekilde salladım, artık öğrenmek istiyordum. Sır verir gibi o da yaklaştığında, "Saadettin." demişti. İsmine oldukça zıt görünüşü karşısında bir kaç saniye duraksadım, o da bunu bekliyor gibiydi. "Bildiğimiz?" saçmalamam ile bu sefer başını o salladı. "Kader." diyerek içler acısı bir yüz ifadesi takındı. Gülmemek adına dudaklarımı dişlediğimde, oldukça ayıp olacaktı. Benden önce o güldüğünde, dayanamayıp eşlik ettim. "Yani neden?" dedi kesik kesik, "Çocuğun doğunca görüyorsun, sarışın, yakışıklı bir bebek. Sonra neden Saadettin koyuyorsun? Berk koy, Berkcan koy." anne babasına olan isyanı kahkaha atmama sebep olmuştu. Haklıydı, bir o kadar da komikti. Sonunda derin bir nefes aldığımda, arkama yaslandım. "Olur öyle şeyler." suyumdan yudum almadan söylediğim cümle karşısında, başını olumsuz anlamda salladı. "Keşke olmasaydı." masamıza gelen beden ile duraksadım. Burak kıvırtarak yanımıza gelmişti. Gerçekten dansöz olmuştu! Gözlerim kocaman açılırken, "Savcım, hadi kalkın." demesi bir olmuştu. Kolumu tutarak çekiştiriyor, bir yandan avukata ters bakışlar atıyordu. "Yok ben oturayım." "Yok yok kalkın." "Oturayım ben." "Kalkın savcım kalkın." "Burakcım-" Kolumdan çekiştirerek kaldırması üzerine mecburen halay alanına ilerlemiştim. "Ben bilmem ki halay çekmeyi!" söylene söylene peşinden sürükleniyordum. Badem, timin bir kısmı ve hukuk ekibi beni aralarına aldıklarında, bedenim ordan oraya hareket ediyordu. Kurtulmak adına kaçmaya çalıştığımda ise yakalıyor, göndermiyorlardı. Çaresizce ayak uydurmayı denediğimde, topuklularım hüsrana uğratıyordu. Hızlanan halay ile dengemi kaybetmem bir oldu. Bileğimden yükselen ses ile acı içinde dişlerimi sıkarak kendimi geriye attım, onlar aynı şekilde devam ediyorlardı. Masalardan birine oturarak bileğime dokundum, sızlıyordu. Yumruk yaptığım avuç içim, sıktığım dişlerim ve boynumdan akan terler ile acı çekiyordum. Sıcak sızı bileğimde bir kalp gibi atıp sönüyordu, kısık kısık küfürler savunurken dudaklarımı dişledim. "Burak.. Burak sana bunun hesabını soracağım!" "Dansöz olsam daha iyiydi." "Burak! Belanı sikeceğim senin." "Şerefsiz Burak." Cümlelerimin hedefi hep aynı kişiydi, farkında olmadan ağzımı fazlaca bozmuştum. Başımı sinirle geriye attığımda, sızı yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Ağzımdan kaçan ufak iniltiler ile gözlerimi araladım, tam karşımda gördüğüm adam oydu. Komutan ciddiyetle bana bakıyor, sorgulayıcı gözlerini üzerimde tutuyordu. Yutkunarak oturduğum yerde dikleştim, beklemiyordum. Bakışlarını benden ayırarak, bileğime döndü, "Nasıl? Kötü gözüküyordun." konuşma fırsatı ile hızla atıldım. "Bilmiyorum, kırıldı galiba." "Kırılsa böyle rahat olmazsın Alçin, bakayım." eğilip, bileğimi hafifçe sıktığında acı dolu bir inilti döküldü dudaklarımdan. Biraz daha dokunduğunda, artan sızı ile geri çektim. "Anlaşıldı, gidiyoruz." nedendir bilmem ama sorgulamadan ayağa kalkmaya çalışmıştım. Gidiyoruz dediğinde gitmeye çok hazırdım, fakat ayakta duramayarak geri düşeceğim anda belime dolanan kollar ile dengemi koruyabildim. Yürüyemeyeceğimi anlayarak, bacaklarımın altından kavradı ve kucağındaki yerimi aldım. Artık alışmıştım. Böyle bir ortama pek yakışık kaçmıyordu, yerel halktan bir kaç insanın çoktan fısıldaşmaları başladığında buradan hızla çıkmayı istiyordum. Masamıza doğru ilerleyip, eşyalarımı kucağıma bıraktı. Aklımda tek bir soru vardı, kimin arabası ile gidecektik? "Komutan.." sessizce dinliyordu, "Hangi araba ile gideceğiz?" dediğimde bakışları her şeyi açıklıyordu. "Ne önemi var Alçin?" ne demek ne önemi vardı? "Yalnız benim arabamın farkında değilsin herhalde, La Nuova Dolce Vita'mı buralarda bırakamam. İndir beni!" ciddiyetle kurduğum cümle ile derin bir nefes verdi. Hemen karşısında kendi yerlerinde oturan askerlere ilerledi, Dila, Boran ve Barlas şaşkınlıklarını gizlemek isteseler de pek başarılı değillerdi. "Arabama binip, eve getirin." anahtarı Barlas'a atarak, çıkışa doğru yürüdü. Yolu tarif ederek bulduğumuz aracıma geldiğimizde çok bilmişlikle, "Parmak izimle açılabiliyor." demiştim. Göz devirerek sürücü kapısının yanına götürdüğünde, hafifçe eğilerek bekledi. Oysa ki Acar'ın araba koleksiyonu vardı. Açılan kapı ile diğer yönden beni fırlatır gibi bıraktığında homurdanmalar eşliğinde, söyleniyordum. Bir kaç dakikanın ardından, geldiğim yolda olmadığımızı fark ettiğimde duraksadım. "Yanlış yola girdin." durmadı. "Hastaneye gidiyoruz." ısrarla aynı şeyleri söyleyeceğimi tahmin edebileceğinden açıklama yapmıştı. Abarttığını düşünüyordum. Eve gitmek daha mantıklıydı, "Hayır, eve gidelim." umursamadan devam etti. Ne dediğimle pek ilgilenir gibi bir hali yoktu, "Gerçekten istemiyorum, yorgunum." Bir kaç dakika boyunca vazgeçirmeye çalışmıştım, "Kapıyı açar atlarım!" dediğimde ise ikna olmuştu. Biliyordu, yapardım. Ev yolundayken, telefonuma gelen bildirimlere bakmadım, sadece dinlenmek istiyordum. Gidince abim olmayacaktı, ne zaman geleceğini ve şu an ne yaptığını bile bilmiyordum. İç çekerek, yolun bitmesini bekledim. Aklımdan hepsi bir biriyle bağlantılı olan, binbir türlü düşünce geçti. Hiçbiri iyi değildi, hayatımın tam orta yerinde olan sorunlar asla geçmeyecek türdendi. Nereden araştırmaya başlayacağımı düşünüyordum, en zordu buydu, belki de bir çok şeyi değiştirecekti. Bunca yıl kendimde ne bu gücü bulabilmiştim, ne de bu kadar hazır olabilmiştim, 12 yaşımdan beri uğraştığım ve mücadele verdiğim tek savaş; Esra Hanım'ın sanrıları ile bıraktığı tramvalardı. Derin yara izi hala sızlıyor, peşimi bırakmıyordu. Küçük bir çocuğa psikolojik olarak yapılmaması gereken her şeyi yapmıştı. Canım çok yanıyordu. Cam izi, morluklar, kesikler, mum yanıkları, hepsi yerli yerindeydi. Bazıları bedenimde, bazıları ise kalbimin ve zihnimin tam içindeydi. Sanrılarını gördükçe hâlâ küçük Alçin oluyordum, bunu kimse düzeltememişti. En son eski evimde duştayken gelmişti, bir dahası beni korkutuyordu. Camı açmak adına elimi uzattığımda, geldiğimizi görmüştüm. Araba yavaşça evin önünde durduğunda hızla indim. O kadını hatırlamak ve varlığı hissetmek bu kadar basitti, sızlayan ayağıma aldırmamak istesemde arabaya tutunmak zorunda kaldım. Yoksa düşerdim. Yanıma gelip, koluma dolanan bedene döndüm, anlamsız hisler vardı. Şu an bunu istemiyordum, kolumu çekerken zor da olsa kapıya doğru ilerledim. Arkadan gelen araba sesini duydum fakat anahtarla açtığım kapıdan içeri girdim. Şu an hiç halim yoktu. Odama girdiğimde yatağa kendimi atmam bir olmuştu, bileğim öylesine sızlıyordu ki dayanamıyordum. Bacaklarımı kendime çekerek uzandım, kabanım ve topuklularım yerli yerindeydi. Normalde böyle girmeyeceğim yatağım üzerinde beni tam da bu şekilde ağırlıyordu. Gözlerime gelen yaşları tutmak istesemde dayanamadım, bileğim sızlıyordu. Esra hanım gitmiyordu. Benim Ahsen olmamı istiyordu. Abim yoktu. Komutanı galiba kaybetmiştim. Aşkım ölmüştü. Ailem trafik kazası geçirmişti. Savaşın tam ortasındaydım. Bunlar hiç geçmeyecekti, yanımda ise kimse yoktu, tektim. Ya da ben öyle sanıyordum.
. . . .
Booooooolllll sarılmalaaaaarrrr. 🧡 Seviliyorsunuz güzel okurlarım.
Yeni bir bölümle hepinize merhabaaaaaa. Bu bölümde Alçin ve Acar'a oldukça fazla yer verdim, huzurlu ve sakin bir bölümdü. Birnevi son normal anlarımız diyebilirim, siz şu an fark etmesenizde bir çok yeni olaya değindim. İleride öğrenecekseniz diyelim. Bir dahaki bölümde zaman atlaması yapmayı düşünüyorum, bu hafta geçsin istiyorum açıkçası. Neler olacağını görelim hep beraber, ayrıca ufak bir duyurum daha var. Bu kurgum ve diğer yayınlamayı düşündüğüm kurgularım hakkında daha fazla bilgi, video gibi şeyleri paylaşabileceğim bir insta hesabı açtım. @gardenpaeonia hesabımdan karakterlerin görünüşlerini ve spoileri paylaşacağım. Takip etmeyi unutmayın lütfen, ayrıca bir sürprizim daha var sizlere! Bol bol yorumlarınızı bekliyorum. Bir dahaki bölüme kadar kendinize çooookkkk dikkat edin. Bizimkilerden sevgiler, iyi günler efendim.
|
0% |