@gardenpaeonia
|
1 hafta öncesi - Sınır Bölgesi. "Komutanım" diyen askerle, derin bir nefes verdi Çınar. Yağmur tüm şiddetiyle yağıyor, şimşekleri ise etrafı sarsıyordu. Göz gözü görmezken, görevin tam ortasındalardı. Savunma olarak tükenmiş ve köşeye sıkışmış Kara Kuvvetleri Timine destek olmak adına hareket ediyorlardı. 2 haftadır görevdelerdi, bu 14 günde kanı bozukların hepsininin leşini yerlere sermiş, içlerinden geçmişlerdi! "Efendim Talip?" sabırla cevapladı. Sinirine eşlik eden boynundan akan terlerle etrafı gözetliyordu, yine de sakin kalmaya çalıştı. Başına giren keskin ağrı ile gözlerini bir kaç kere kırpıştırmasına engel olamadı, zordu. Genç adamın sesi kulaklıkla tüm tim tarafından duyuluyordu, "Bizimkiler orada, iletişim bağları zayıf." dişlerini sıktı Çınar, ardından gözüne ilişen şey ile duraksadı. "Tim!" dediğinde tüm dikkatler ondaydı. "Hazırlan, ben komut verene dek atış yapma!" tüm odağı alandayken, telsizden yükselen ses ile bakışları o yöne döndü. "Meva! Orada mısın?" Akad'ın sesiydi bu, aşağıdaydı, timi savunmasızdı. "Buradayım Acarbay, her zaman bilirsin." bu durumda bile kendinden ödün vermezdi. "Son kurşunu da sıktık, çıkış yolu arıyoruz. Çevreyi sarmaladılar!" "Halledeceğiz, korktun mu yoksa?" dalga geçercesine söylediği cümlenin onu hırslandıracağını biliyordu. İzin vermezdi, bu durumda şehit olmaları ve ya daha da kötüsü esir düşmeleri olasıydı, kabul edilemezdi. Beklediği gibi de oldu, bir yandan hedefi vururken, komut verdi. Gördüklerini hava yolundan ezip geçiyorlardı, "Verda dikkat et." deli kurşunları gözüne ilişti biricik sevgilisinin. Buralarda tek tesellisi oydu, kedi değil kaplandı. Bu hâli oldukça çekiciydi, ufak flörtleşmelerine askerlerin güldüğüne emindi ama şu anlık umursamadı. Verda'nın onaylayan sesi ile içi ısındı, Çınar Meva'nın vicdanı sadece kadınına vardı. Nişanlısı dışındaki herkese kan kustururdu, tıpkı şu anda yaptığı gibi mavi gözleri koyulaşarak hedefe odaklandı. Bir yandan haber bekliyordu. "Komutanım, komutanım hepimiz bir aracın içindeyiz ama.." duyduğu ile tehlikeli ifadesi memnuniyetle kavruldu. Ama'sına ihtiyaç yoktu, uzaklaşan aracı gördüğünde büyük bir patlama yaşanacaktı. Komut bekleyen timinden önce işe koyulmak adına elini ilerlettiği anda telsizden yankılanan cümleyle duraksadı. "Akad Yüzbaşımı esir aldılar komutanım." gerisini duymadı, açıklamaları, söylenen hiçbir şeyi anlamadı. Beynine sıçrayan kan ve vücudunu saran ateş kontrolünü kaybetmesine sebep oldu. "Patlatın burayı!" korkunç derecede sakin çıkan sesi, emir verir tondaydı. Dediği yapıldı, ateş çemberleri etrafta ışıklarını saçıyor, kanı bozukların cesetleri havada binbir parçaya ayrılıyordu. Onun ise geride adam bırakmaya niyeti yoktu, kızıl ateşler mavilerini aydınlatırken gözünde de içinde de sadece hırs vardı. Yürek yakacak olan bir hırs.
-
Günümüz, Askeriye. Askeriyede yankılanan topuk sesleri ile Alçin'in geldiğini herkes anlayabiliyordu, ilk haftası bittiğinden beri en az abisi kadar kök söktürüyordu askerlere. Aldığı davayı kazanmış, kısa sürede başarıyla sonuçlandırmıştı. Böyle bir gelişi beklemediklerinden dolayı hukuk ekibi de oldukça şaşkındı, bunun yanı sıra hayranlık da vardı bu duyguların içinde. Alçin ise hiçbiriyle ilgilenmiyor, odasına girip çıkmıyordu. O günden sonra uyandığında bileğinde bir sargı görmüştü, komutan o uyurken pansuman yapmış ardından sarıp geri gitmişti. Sonrasında ise yabancıdan farksızlardı, Acar onu gördüğü yerde kaçıyordu. Yüzüne bile bakmayarak çileden çıkartıp, deli ediyordu. Bu 3 haftalık süreçte, başlarda denemiş, tavrı değişmeyince pes etmişti Alçin. Komutanın halleri kafasını karıştıdığından askeriyede Saadettin ile takılmış, ekipten diğerleriyle konuşmuştu. Burak ve Badem de bu zamanlamada ona trip atıyor, iletişimi kesiyorlardı. Avukatın göz koyduğunu, etkilemeye çalıştığını iddia ederek uzaktan izliyorlardı. Oysa aralarında gerçekten bir arkadaşlık bağı oluşmaya başlamıştı. Hem avukat, hem de onlarla nasıl aynı anda arkadaşlık kurabileceğini düşünüyordu. Burak sürekli Badem'i gazlıyordu! "O kadar dedik dinlemedi." "Üzülme gitme yanına." "Sarı şeytan çeliyor gönlünü, bizi dinleyecekti." "Gözlere baksana, dikti kıza." Kızıl saçlarını savurarak, sertçe odanın kapısını açtı. Aklına gelenler sinirlenmesine yetiyordu, koca karı gibiydi. Konuştukları ilk an saçlarını teker teker yolacaktı. Elinde kahvesi ile odasına girdi, sabahın erken saatleriydi fakat dün eve gitmemişti. Şu anda elinde bir dava ve ya dosya yoktu, bu yüzden boşken ailesinin ölümünü araştırmak istiyordu. İçeri girdiğinde koltukta gördüğü bedenle duraksadı, beklemiyordu. Uzanmış ve gözleri kapalıydı, kaşları her zamanki gibi çatık, ifadesi sertti. Derin bir iç çekti bu haline Alçin çünkü günlerdir suratını böylesine uzun görememiş, uzaktan dahi izleyememişti. Neden özlediğini bile bilmiyordu, sadece özlemişti. Koltuğuna doğru ilerlerken ses çıkarmamaya çalışıyor, yavaşça yürüyordu. Tek tük çıkan topuk sesleri yüzünden ayağındakileri çıkartıp, boş olan eline aldı. Kenardaki aynadan kıvırcıklaşmaya başlayan saçlarına göz gezdirip, yerine oturdu. Kahvesinden bir yudum aldığında yüzünü buruşturdu ama önemi yoktu, uyanık kalmalıydı. "Bakalım nereden başlayabiliriz?" Umay'a danışarak bir yol çizmişti, en başa inecekti. Aklında olmayan ihtimale değinen arkadaşı, onun için bir çok kapıyı açmıştı farkında bile değildi. Bunun cinayet olabileceği ihtimali yıllardır aklına gelmemişti. Önünde babasına dair araştırdığı her şeye ait bir dosya vardı, boş zamanlarında bununla uğraşmış hepsini toparlamıştı. Düzgünce bakmaya vakit bulamadığından detayları bilmiyordu, ayrıca başsavcıdan izin çıkartarak, babasının askeri dosyasını incelemek istemişti. İş arkadaşlarına kadar küçükken tanıdığı insanların numarası dahi vardı, sorup soruşturacaktı. Eğer bu bir cinayetse ya çevresi, ya da devletten birileri biliyor olabilirdi ki askeri dosyasında buna dair bir şeyler bulması oldukça kesin sayılırdı. Dosyanın kapağını açtığında kalbine çöken ağrı ile duraksadı, bu kadar zor olmamalıydı. Umursamadan devam etmeye çalıştığında, şiddeti de orantılı olarak arttı. Eli gerdanındaki yerini alırken, hızlıca nefes alıp veriyordu. Yutkunarak dosyada göz gezdirmeyi denedi, görmezden geldiği bu his onu ateşlerde yakacaktı. Yapamıyordu. Huzursuzluk tüm bedenini ele geçirdiğinde, ağrı ile ufak bir inilti döküldü dudaklarından. "Savcı?" ne zaman uyandığını bilmediği komutanın sesiyle başını kaldırdı. Acar uyumuyordu, kendini kaçmaya çalıştığı kişinin yanında bulma sebebi her şeyden haberi olmasıydı. Başından beri savcıyı izlemişti ama Alçin onu göremeyecek kadar kendi derdiyle ilgileniyordu. "Komutan." dedi güçlükle, bir şeyler ters gidiyordu. Acar ayaklanarak yanına ilerleyecekti ki bağırış sesi ve odanın içine giren bedenle olduğu yerde kaldı. Burak komutanını gördüğünde, geriye doğru bir kaç adım geriledi, yanlış bir anda gelmiş olamazdı değil mi? Alçin elini kalbinden çekerek ciddiyetini takınmaya çalıştı, zayıf yanını görmelerini istemiyordu. "Efendim Burak?" "Alçin Savcım.. Kusura bakmayın aniden daldım böyle, görevden döndüler." duyduğu karşısında ayaklandı Alçin, heyecanla dolup taşıyordu. Kimseyi umursamadan odadan hızla çıktı, boş koridorda koşmadan farksız ilerlerken askerlerin gözlerini üzerinde hissediyordu. Ayakkabıları yoktu, ses çıkaran topukluları odadaydı. Yalın ayak yürürken hiçbir şeyi düşünemezdi, o abisine koşan küçük kız kardeşiydi. Merdivenlerden hızlı hızlı inerken peşinden onun aksine yavaş ama büyük adımlarla gelen komutanın postallarının çıkardığı sesi duyuyordu. Bahçeye çıktığında etrafına bakındı, yağmaya başlayan kar beraberinde getirdiği keskin soğuk vücuda ilişiyordu. Hasta olacaktı, abisi onunla ilgilenirdi. Birazdan ona sarılıp ısınabilirdi, sevgisi onu hiç üşütmezdi. Askeri araçları gördüğünde o yöne ilerledi, Albay ile Hira'da oradaydı, birbirlerine sarılıyorlardı. Arkası dönük olan bedenlerin arasından gördüğü kadar, askerler araçtan inmeye başlamışlardı. Abisi henüz inmemişti, beklemeye devam etti. Kar beton zemini kaplarken, ayakları kıpkırmızı olmuştu. Tanıdık simalar gördü, yüzleri oldukça garipti. Verda'da indi, gözleri uykusuzluktan çökmüştü fakat başı eğik olduğu için tam anlamıyla gözükmüyordu. Saçı başı dağılmıştı, yıkılmış gibi bir hâli vardı. Kolunda kurşun yarası, kanla kaplanmıştı ama pek umursuyor gibi değildi. Daha fazla kimse inmedi, başını biraz daha kaldırarak aracın içine bakmaya çalıştı. Abisi yoktu, başka araç mı gelecekti? Askeriye kapısına baktığında orasıda kapalıydı. Bir kaç adım ilerledi, Hira'nın hıçkırıklarını duymasıyla dönüp kısa bir an baktı. Ardından Verda'nın kanlanmış gözlerini fark etti, herkes bitikti. Komutan da çaresiz bakıyordu, her zaman güçlü olan Acar, şimdi düşen omuzları ve buğulanan mavileri ile tanıdığı komutana benzemiyordu. O ana kadar hiçbir ihtimal gelmemişti aklına, güçlü kalmıştı. Ama onun bakışları yüzünden içini kaplayan derin şüpheyle titredi. "Abi!" bağırarak onu çağırdı, ses tonu sakindi, yine de gelmedi. Çınar gelmeyince, tek tek askeri araçların içine girdi Alçin, hepsine baktı. Hiçbirinde yoktu. Kar fırtına olacak şekilde hızlanmaya başlamıştı, ne yapacağını bilemiyordu bu yüzden Verda'ya ilerledi. Yerden kaldırmadığı başının ağırlığı şimdi tüm farkındalığıyla zihnine kazınıyordu. Açılan koca kapının ardından bahçede yankılanan ambulans sesiyle olduğu yerde çakılan adımları aralarında mesafe kalacak şekilde durdu. Bedeni soğuktan titremiyordu, korkudan titriyordu. Dizleri onu tutmakta zorlandığında elini ayakta kalmasını sağlayacak bir yere koyarak çabaladı, "Verda? Abim.." güçlükle kurduğu cümle karşısında çenesi titriyordu, boğazı yanarken gözleri çoktan dolmuştu. Olamazdı, öyle bir ihtimal yoktu. Aklından bile geçirmeye korktuğu için hâlâ geri plana atıyordu. Alçin kaybolmak üzereydi. Cevap gelmediği her an bir bir yok oluyordu. "Verda.." kendini zorlayarak adım attığında, kadının ellerine çevirdi bakışlarını. Kanlı bir künye avuçlarının arasından sarkıyordu, işte o an Alçin için sondu, yıkılışıydı. Dizleri en sert haliyle yeri bulurken, bedeni şokta gibi titriyordu. Tek ses Hira'nın ağlayışları ve çığlıklarıydı. Bir kaç hemşire ona müdahale etmeye çalışıyor, krizini önlemeye çabalıyorladı. Künyenin üzerindeki yazıyı okumak adına hareket etmek istiyordu, yerden kalkamadı. Emekleyerek yakınlaştı kadına, göz buğusu engellesede okuyabilecek kadar yakına geldiğinde durdu. Hava Kuvvetleri Yüzbaşı Çınar Meva 07.03.1989 AB(-) Üzerinde kan vardı, abisinin kanı. Abisinin adı ve abisinin bilgileri. Yeri boylayan künye ile artık onunla beraber diz çöken biri daha vardı. Elini uzattı fakat parmaklarına değen soğuk demirle geri çekti. "Abi.." kısık sesle konuştuğunda, açıklama yapmak adına Talip araya girdi. "Alçin Savcım, Yüzbaşımız.." Lafını kesen, yeri göğü inleten bir kardeş oldu, "Sus!" boğazından yırtılırcasına attığı çığlıkla, kulaklarını kapattı. Öyle ki, Hira bile duraksayıp, başını annesinin gerdanından kaldırmıştı. Müdahale etmeye çalışan hemşireler dahil, askeriyedeki gözler ondaydı. Verda'nın dudaklarını dişleyerek, tırnaklarını batırdığı avuç içini kana bulamıştı. Daha fazla dayanamıyordu, zihninde canının silinen bedeni ve kulaklarında sözleri vardı. Gözleri kararırken, tek bir gözyaşı düştü yüzüne doğru. Ardından karın üzerine yığılan kadın ile askerler başına toplanmışlardı. Alçin'in kimseyi görecek ve ya düşünecek hali yoktu, yanına gelen komutan diz çökmüş, dibinde duruyordu. Omzuna tutunarak ayaklanmaya çalıştığında tekrar düştü, beline dolanan kolların desteği sayesinde ayaklandı. Dizleri kan içindeydi, ayakları ise kıpkırmızıydı. Soğuk tüm bedenindeydi, en çok da yüreğindeydi. Kor alevlerin içinde yanarken, bir yandan saatlerce soğukta çıplak kalmış gibi donuyordu. Bir kaç adım attı askerlere doğru, Talip en yakınındaydı, koluna doladı avuç içini. Bazıları Verda'ya revire götürürken, çoğunluğu buradaydı. Askerin ona dönen bakışlarıyla yutkundu, dolu gözleri görüşünü bulanıklaştırıyordu ama akmıyorlardı. "Siz.." dedi güçlükle, sesi her gece odada acı içinde kıvranan Ahsen'di. "Abimi bırakıp nasıl geldiniz?" sorduğu soru karşısında yaralanan her bir göz üzerindeydi. Hiçbirinin yarası, Alçin'inki kadar büyük olamazdı. Herkes üzgündü ama yeterli değildi, "Tek bırakmaya nasıl vicdanınız yetti!" çığlığı ile tuttuğu kolundaki elleri yakalarına ilerleyerek koca bedeni ileri geri sallıyordu. Askerin gözünden düşen yaşla duraksadı, "Bırakıp gelmişsin bir de utanmadan ağlıyorsun!" alçalmayan ses tonu karşısında vücuduna eşlik eden kriz kontrolünü sağlamasını engelliyordu. Adamın suratına attığı tokat da bunun en büyük kanıtıydı, belindeki kollar onu sıkıca geri çekerken yere düştüler. Bilinçli bir düşmeydi bu, çevresine dolanan hemşireler kollarını tutmaya çalışırken arkasındaki komutan ayaklanarak yüzünü görmek adına önüne geçti. Sakinleştirici vuracaklardı, olmazdı. Kalbine saplanan ağrı ile dişlerini sıkarken bir yandan sürekli hareket ediyordu. Sol kolunda yaşadığı uyuşma ve alnından akan terler de eşlik etti bu yaşananlara. Mavileri gördüğünde yalvarırcasına baktı, onu kurtarmalıydı. "Komutan.. Komutan söyle yapmasınlar!" duyduğuyla önce hemşirelere sonra yine ona dönen bakışlara kenetledi kendini. "Yalvarırım.. Nolur.." ağlamaklı çıkan ses tonu az öncekine karşı sakindi. Hedefi tutturamayan hemşire, iğnenin kırılmaması için hamle yapamıyordu. "Acar! Acar bizim anamız yok, babamız yok. Abimin arkasından kimse ağlayamaz, durdur onları!" nefes alması zorlaşırken hâlâ direniyordu. Buğulanan gözleri, komutanın ne düşündüğünü anlamasına yardımcı olmuyordu. Kolunu çekmeye çalışırken, sol kolunu hareket ettiremeyecek dereceye geldiğini fark etti. Dudaklari titreyerek, "Cesedini bile getirmemişler bana.." diyebildi. Elini karşısındaki adama uzatmaya çalıştı, çok yakındı. Ama tutamıyordu. Ayaklanarak kalkmak istiyordu fakat onu tutmaya çalışan 5 hemşireyle oldukça zordu. Uyarıları dinlemiyordu, tek umudu karşısındaki adamdı. Eğer sakinleştirici ile uyursa, yüregi abisine ihanet ederdi. Acısını bile yaşayamadan korkakça kaçamazdı, bu onun için gerçek bir hayal kırıklığı olarak kalırdı. Sesi titrerken, "Acar nolur! Kurtar beni!" yalvarması devam etti. Artık vücudu dayanamıyordu, dudaklarından kesik kesik dökülen iniltiler eşliğinde umut bekliyordu. "Çabuk vurun şunu. Hadi!" tok sesi iğneyi kastettiğinde yavaşça kıpırdamayı kesti kadın. Göremediği adama öyle bir baktı ki, son kez dudaklarından, "Abi.." kelimesi dökülürken gözleri kapandı. İğnenin hızla enjekte edilmesi ardından sedyeyle hastaneye götürülen bedenlerin arkasından bakakalan koca bir asker ordusu kaldı geride. Herkesin yüreği yanıyordu.
-
Hastane koridorunda yankılanan postalların sesi geceye karışıyordu. 3 oda yan yanaydı, Hira, Verda ve Alçin. Hızla ambulansın peşinden gelen Acar, önce savcının yanında soluğu almıştı. Hâlâ uyuyordu, saatlerdir kalkmadığı için kardeşinin yanına gitmişti. Onu da uyutmuşlardı, annesinin kızaran mavi gözleriyle başında beklediğini görünce yalnız olmadığını anlamıştı. Ama Alçin yalnızdı, bekleyen kimsesi yoktu. Anaları, babaları yoktu. "Bir şeye ihtiyacınız olursa buralardayım anne." söylediği şeyin ardından odadan çıkmayı hedeflediğinde annesinin konuşması ile durdu. "O kızı yalnız bırakma Acar, kimsesi yok." Leylak Hanım bir albaydı, yaşanılan ve yaşanacak olan tüm ihtimalleri bilirdi. Yeri gelip esir düşmüştü, yeri gelip ölümlerden dönmüştü. 2 evladı da asker olurken bunların farkındaydı, güçlü bir kadındı. Ağlayıp, sızlanmanın kendisine faydası olmayacağının bilincinde sadece üzüntüsünü engelleyemeyen bir anneydi. Konu oğlu olunca, yıkıp geçmek istiyorsa ayakta kalmalıydı. 1 haftadır esir düşen oğlu için, eşi ile yeri göğü inletmişti. Hira'dan saklayamadıkları bu durumu açıklamışlar fakat yine de bir umut gelen askerlerin içinde abisini görmeyi bekleyen kızlarının önünde duramamışlardı. Sonuç ortadaydı, hastane odasında kalıyorlardı. O kızın çığlıklarını duymuş, hissetmişti. Alçin'in ailesi olmadığı en iyi Leylak hanım bilirdi, Çınar elinde büyümüş sayılırdı. Kendi oğlunu kurtarmak adına geri dönmeyen, onunla beraber esir düşen bu adama çok şey borçluydu. Başta onun kardeşine olan bir can borcu vardı, askerdir, görevini yapıyordur diye düşünmemişti. Çınar'da onun oğlu sayılırdı. Başını olumlu anlamda sallayarak odadan çıktı Acar, omuzları çökmüştü. Kapıyı kapattığı anda omzuna attığı bordo beresine uzandı eli, Vatan içindi. Alçin'in hâlâ uyanmamış olma ihtimali vardı, bu yüzden ortadaki odaya ilerledi. Kapının önüne geldiğinde, karşıdan açılmasıyla durdu. İçeriden çıkan doktorun ardından tıklatarak onay aldığında girdi içeri. Verda'nın durumu herkesten farklıydı, o bile yeni öğrenmişti. 2 aylık bebeği düşmüştü. Çınar'dan olan 2 aylık bebeği. Hastaneye geldiğinde, bacak arasında olan kanamayı fark eden doktorun kontrolleri eşliğinde gerçekleşen olaylara tek başına bir bir şahit olmuştu. Nişanlısının nerede ve nasıl olduğunu bilmezken, gözleri aklından çıkmıyordu. Alçin'in çığlıkları kulaklarını çınlatıyor, karnında onunla yaşayan bir canı ise yeni öğreniyordu. Onu koruyamamak, sevdiği adamı koruyamamak, değer verdiği, kardeşi gibi gördüğü kadını koruyamamak, hepsinin yükü ağırdı, Verda bu hayatta kimseyi koruyamamıştı. Ona yaklaşan herkesin sonu ölümdü. Annesi Kardeşi Nişanlısı Bebeği Eli karnında öylece boşluğa bakıyordu, çok ağırdı. Odaya giren Acar'a bakmamıştı bile, tek isteği her şeyin bitmeseydi. "Verda?" bakışları yavaşça kalktı, gözlerinde yenilgi vardı. Hiçbir şey söylemeden, çok şey anlattı. Acar ayakta dikilmek yerine koltuğa oturarak, ondan farksız olan bakışlarını yere dikti. Sorgulaması gerekiyordu, diğer askerler askeriyede sorgudaydı. Her şeyi öğrenmek adına çağırılmışlardı, burada olan Verda'ya ise o soracaktı. Abisi ve kardeşi için yapacaktı bunu, en çok da Alçin için. Yalvarışları, ona elini uzatması asla çıkmıyordu Acar'ın aklından. Terlemelerini, nefesinin kesilmesini gördüğünde en doğrusunun bu olacağını düşünmüştü, çok büyük bir hayal kırıklığıydı. Yüzünü ovuşturarak düşüncelerden sıyrılmaya çalıştı, zamanı değildi. Yerden kaldırdığı bakışlarını yataktaki kadına çevirdi, aynı pozisyonda öylece duruyordu. Daha fazla uzatmadan konuya girdi, "Verda bana ne olduğunu anlatabilecek misin?" anlayışlı olmaya çalışıyordu ama oldukça zordu. Bir an önce her şeyi öğrenip, kardeşlerini kurtarmak istiyordu. Yutkunarak dudaklarını araladı, "Haber var mı?" yok demesi gerekiyordu, diyemedi. Düşündükçe boğuluyordu, yine de anlatmaya başladı, "Biz abinizin esir haberini aldık.." - Büyük patlamanın ardından gözleri parıldayan Çınar, her bir zerresinden zevk almıştı. Öfkesi hâlâ sönmemişti ama bir askere karşı, yüzlerce itin canını almıştı. Hoş, diğer ihtimalde de onlar için yaşam yoktu. Çınar bağışlamazdı. Telsizden haberleştiği tim eşliğinde ortak ve güvenli bir alanda buluşma gerçekleştirmiş, planlarını konuşuyorlardı. Koordinatlardan her bir hareketleri gözlem altındaydı, "Siz geri dönüyorsunuz." Akad'ın timine verdiği komut ile herkes söylenmeye başlamıştı. Dönmeyeceklerine, yüzbaşılarını geride bırakmayacaklarını haykırıyorladı. "Tim! Rütbenizi bilin. Karşınızda Yüzbaşı Çınar Meva duruyor, haddiniz mi bana karşı çıkmak? Geri döneceksiniz diyorsam döneceksiniz." yüksek ses tonu ve boynunda belirginleşen damarlara karşılık kimsenin konuşacak cesareti yoktu, tek bir kişinin vardı. Burada hatta her yerde sadece onun sözü Çınar'da geçerdi; Begil Verda Sarkın. Yürek çarpıntısı. Sinirle çattığı kaşlarına deli bakan kahveleri eşlik ediyordu, "Yüzbaşım, şu anda kimseye had bilmek göreviniz değil. Aksine birlik olup, Akad komutanı kurtarmamız gerekir." tek kaşını kaldırdı Çınar, bu kadının bu hareketleri onu deli ederdi. Başı dik, duruşuysa özgüvenliydi. Biricik nişanlısını süzmeyi bırakıp, "Verda Üsteğmenim, topluca şehit olma şerefine erişmek mi istiyorsunuz? Döneceksiniz." dediğinde son kelimesinin ardından telsizden yükselen ses ile herkesin odak noktası o yöne döndü. Kanı bozuklardan biriydi, "Çınar Yüzbaşı, tekrar karşılaşmak ne hoş." bu piçi tanıyordu, dişlerini sıkarak cevapladı. "Memnuniyetimi sunmamı istersen yerini söyleyebilirsin sayın orospu çocuğu!" karşılığında iğrenç bir kahkaha sesi duyuldu. Ardından ise Akad'ın bağırışı. Hiçbir asker kolay kolay bu şekilde feryat etmezdi, Türk askerinin ah etmesini sağlamak oldukça zordu. Timden küfürler sayılımaya devam ederken karşı taraf tekrar konuşmaya başladı, "Çınar Yüzbaşı, çevrendeki köpeklerini yolla da baş başa konuşalım. Özelimiz olmasın mı? Güzel günlerin hatırına." dalga geçmekten fazlasıyla keyif alıyordu, bozuk türkçesini düzeltme çabası bile yoktu. Akad'ın bağırış sesi tekrarlandığında, alandan uzaklaştı. Esir düştüğü itlere, işkence zevkini yaşatmasını istemiyordu. Çevrede onlardan birinin tetikçisi vardı, fark etmişti. Tiksinircesine, "Ne var lan köpek!" dedi. Herkes merak ediyordu fakat duyamayacakları kadar uzaklaşmıştı. Önce öksürme sesi duydu, "Çınar Yüzbaşı hadi seninle uzlaşalım, ne dersin?" bu sefer kahkaha Çınar'dan yükselmişti, dalga geçiyor olmalıydı. "Güzel kardeşinin alnının ortasından kurşun geçsin ister misin Yüzbaşı? Gecelikleriyle görüyorum, onu ziyaret etmemi istermiş gibi sanki." dudaklarındaki gülüş silinirken, bir an için öylece kaldı. Yavaş yavaş boynundan akan bir sıcaklık hissetti, tüm bedenini ele geçiren öfke vardı. Saf öfke. Öldürürdü. "Senin evveliyatını sikerim! Pezevenk!" kükrercesine bağırdığında bunların duyulduğunda emindi. Onu umursamayarak devam etti, "Şimdiki düşüncen nedir?" öldürmekten başka seçenek yoktu, uzlaşmayacaktı. Kandırıp son ana kadar direnecekti, eninde sonunda kardeşine dil uzatan adamı öldürmekten beter edecekti, ölmek için yalvaracaktı. Derin bir nefes aldı, ardından reddetti. Bununla birlikte, bir kurşun sesi ve çığlık yankılandı. Kolundan vurulan nişanlısı. Çınar o yöne doğru ilerleyecekken, bir kurşun sesi daha duyuldu, ardından telsizden konuşan adam, "Daha bitmedi, dur durduğun yerde." dediğinde ise durdu. Askerler Verda'nın başında, yarasına müdahale ediyor, bir parçasıysa etrafı gözetleyerek tetik hâlindeydi. Çaresizdi, "Olacakların minik bir kısmı, kardeşine daha fenalarının olmasını ister misin Yüzbaşı?" onu en hassas noktasından vuruyordu. Eğer teklifi kabul etmezse başına gelecekleri gösteren göz boyama tekniğini göstermişti, eğer kabul ederse kardeşinin yaşama ihtimali vardı. Bu ihtimal için canını verirdi, başka seçenek yoktu. Alçin kurtulana kadar kabul edecekti, kaleyi içten feth edebilirdi. Dişlerini sıkarak konuştu, "Kabul." ne olduğundan birhaberdi fakat bu durumdayken başka çıkış yolu düşünemiyordu. Arkadan aksini bağıran Akad ve kanı bozuğun sesini duydu, "Ha şöyle, hadi o zaman gel bana Yüzbaşı." "Adamları yollatıyorum, müdahale ettikleri anda kardeşin kurşunu yer. Tıpkı az önceki gibi." onaylarak beklemeye başladı. Bir yandan çözüm düşünüyordu, onları yalnız bırakmazlardı, emindi. Bu sebeple kabul etmesi daha da kolaylaşmıştı teklifi, Türk Silahlı Kuvvetleri, hiçbir askerini geride koymazdı. İleriden gelen bir kaç kişiyi gördüğünde silahına hedef alan timlere doğru yürüdü. Durmaları gerektiğini söyleyerek, şaşkın ifadelerini izledi. "Komutanım ne diyorsunuz?" Talip'in olayları anlamaya çalışan gözlerinden çekilip, nişanlısının endişeli kahvelerine baktı. Yerdeki kadın güçlükle ayaklanıp, hızla yanına ilerledi. Verda onu tanırdı, "Yapmadım de Çınar, lütfen." gelecek hamleleri tahmin edebilen zeki bir kadındı. Koluna eğilip ucuna tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu, ardından alnını da öptü, belki de son kezdi. Babası dışında onu kimsenin ağlatamadığı Verda, şimdi gözleri dolu dolu başını sallıyordu. Dudaklarından mırıltılar dökülürken, adamın kolunu sardı. Elleri sıkıca tutuyor, bırakmıyordu. "Vurun şunları!" time attığı çığlıkla herkes tekrar hedef haline getirdi, Çınar indirmelerini söylediğinde ise ikinci bir emirle mecburen tekrar indirdiler. Diğerleri bağırırken, o sadece nişanlısının sesini duyuyordu. "Yapamazsın! Bunu bana yapamazsın!" gözlerinin önünde sevdiğini itlere bırakamazdı. Belindeki silahına giden elini kavradı adamın sıcak avuçlar. Mavilerin ona olan şefkati dile dökülemez, kelimeler yetmezdi. Ona dokunan ölürdü, Verda herkesten uzak durmalıydı. Başını usulca kadınının alnına yasladı, "Özür dilerim, zorundayım yüreğim." gözyaşları akarken başını olumsuz anlamda salladı kadın. Değildi, çaresi bulunabilirdi. "Değilsin.. Değilsin Çınar, çıkış yolu hep var." yanaklarını kavrayan ellerini okşadı sevgilisinin. Yaklaştıklarını görünce, timine bir kez daha hiçbir şey yapmayacaklarına dair komut verdi. Ardından zamanı yettiği kadar öptü nişanlısını, yanına gelen köpeklerle yavaşça geri çekildi. Sevdiğine yaklaşmalarını istemiyordu. Telsizi hızla sakladığında, koluna dolanan ellerle dişlerini sıktı, herkesin gözü deli bakıyordu. Bir kaç askerin komutu çiğneyeceğine emindi ama attığı tek bir bakışla her şey anlaşılır derecedeydi. Çınar Meva kendini teslim etmezdi, zorunda kalırdı. Konu kendi canı olsa tek bir saniye düşünmez reddederdi fakat konu ondan daha önemli birinin canıydı. Kardeşinin. Alçin onun sadece kardeşi değil, çocuğuydu. Onu Çınar büyütmüştü, aksi düşünülemezdi. Verda bunu anlamıştı, aklı yerine geldiği ilk an mantığı ile düşünmeye başlayacaktı. Çınar'ın kolay bir adam olmadığını hatırlaması gerekiyordu, nişanlısına güvenmeliydi. Uzaklaşan beden önüne bakmak yerine onun kahvelerine kenetliydi, iki bedenin dudaklarından aynı anda dökülen tek kelimeler ise, "Seni seviyorum." oldu. Bunun altında sevgiden daha önemli bir anlam vardı, Yaşa diyorlardı. Kadının daha fazla devam etmeye gücü kalmamıştı, en önemli yerleri anlatamadan duraksamış, hemşirelerin odaya girmesiyle Acar'da dışarı çıkmıştı. Sakinleştirici ile bir kere daha uyutacaklardı, çok ağır şeyler yaşıyordu. Yandaki odaya geldiğinde adımları durdu, uyanma ihtimali kalbinin hızla atmasına sebep oluyordu. Bu hisleri şu an düşünecek vakti yoktu, daha önemli meseleler vardı. Sakinlikle kapıyı araladı. Arkası dönük, uzanan savcının gözlerini göremiyordu. Kıvırcıklaşmış saçları yastığa serilmiş, ince vücudu ise omuzları çökerek yorgunluğunu belli ediyordu. Bir kaç adım ilerledi, artık yansıyan camdan uyanık olduğunu görebiliyordu. Önündeki koltuğa oturdu, onu bulmayan ateş gözleri camı izliyordu. Tam yüreğinde huzursuz bir his belirdi adamın, eşliğinde mide bulantısı da gelince yerinde rahatsızca kıpırdandı. Bir, iki defa dudaklarını araladı fakat bir şey diyemeden kapatıyordu, sonunda cesaretle, "Alçin?" diyebildiğinde, gözlerini bile kırpmadan karşıya bakan kadında hiçbir değişim yaşanmadı. Kaşları çatılarak bir tepki bekledi ama cevap sessizlikti. Sinirlense, etrafı dağıtsa, gerekirse sözleri yıksa daha iyiydi. Hepsine razıydı, sessizliğini istemiyordu, o hep konuşmalıydı. Acar'ı korkutan şeylerden biriyse bu kadını neden bu kadar önemsediğiydi, onun duygularına göre yön alıyor, düşüncelerini anlamaya çalışıyordu. Rahatsızca yerinde kıpırdanarak biraz daha izledi, "Alçin.. Abin-" ona dönen bakışları ile duraksadı. Devam etmeye güç bulamadı çünkü öylesine yoğun bir nefret görüyordu ki bunu savcıdan görmek anlık kalbinde yoğun sızıya sebep oldu. Başı yere eğildiginde derin nefes aldı, "Yapmak zorundaydım, öyle bakma." kendinden beklemediği tavırlar karşısında artık her şey az çok belli gibiydi. Buradan dönüş yoktu. Artık Acar, enkazın altındaydı. Aşk çıkmazı onu sarıp sarmalamıştı, anlamamazlıktan geldiği duygular ışıkla aydınlanırken gözlerini kapattı. Yatakta hareketlenme hissettiğinde tekrardan mavilerini araladı, Alçin aynı bakışlarını ona kenetlemiş, yatakta ise oturur pozisyona gelmişti. Kaçmak istiyordu, böyle bakması yasaklanmalıydı. Her zerresinde hissettiği duygu karmaşasının içinde en net olanı kırgınlıktı, nefretin arkasına saklanan hayal kırıklığı. Kolundaki serumun ucunu hızla çekerek kenara fırlattığında, itiraz etmek adına dudakları aralanan Acar ayağa kalkan Alçin ile duraksadı. Başı dönmüş olmalı ki bir an sendeledi, bununla beraber o da ayaklandı. Koluna uzanan eli sertçe ittiren kadın, bir atağın eşiğindeydi. Titrek dudakları, "İnsan mısın sen?" dediğinde yüreğe düşüreceği ateşten habersizdi. Terlemeye başlayan vücudu onu zorluyordu, üzerindeki boğazı kazağı çekiştirerek karşısındaki komutana baktı. Tek kelime dahi etmemişti, daha da sinirlendi, "Kalbin yok mu senin?" boğan üstünü yırtıp atmak istiyordu. Başı dönüyordu, gözleri arada kararıyor, görüşünü bulanıklaştırıyordu. Öyle ki, yanına gelip koluna ellerini dolayan adamı bile yeni fark etmişti. Geriye çekiştirmeye çalışarak, hamleler yapıyordu. Acar'ın söylediklerini duyabilecek gibi değildi. "Alçin, yemin ederim zorundaydım." "Senin için yaptım." "Sen iyi ol diye." "Abin şehit olmadı, beni duyuyor musun? Alçin! Abin yaşıyor." Son duyduğu kelime en net seçebildiği şeydi. Soğuk fayansta, komutanın kucağındaydı. Daralan nefesi olmak istercesine bakıyordu mavileri, sıkı sıkı yakalarını tuttuğunun farkında değildi. Önce sinir krizi, ardından panik atak. Alçin'in vücudu birinin daha ölümüne dayanamazdı, kalbi çok ağrıyordu. Konuşacak gücü olmadığından sadece uzun uzun baktı, Acar ise anlaması gerekeni anlamıştı. "Evet yaşıyor." saçında dolanan elleri umursamadı. "Esir düştü, her yerde arıyoruz." gözyaşları usulca dökülürken elleri yavaşca gücünü kaybetti. Kucağına düşen ellerinden birini avuç içine alan Acar ise devam etti, "Bulacağız, sana söz veriyorum kendim bulacağım." Bu soğukta belki de çığlıklarla dağları inletiyordu, bilemezdi. Yüreğine çöken ağırlığın haddi hesabı yoktu, o an onun yerinde olmak için dua etti. Keşke abim değilde, ben orada olsaydım. Canı daha az acırdı, çünkü şu an ölmekten farkı yoktu. Titreyen bedeninin yangını sönmeye başlıyordu, nefesi düzene girerken sadece mavilere kenetlediği gözleri ile duruyordu. Dudakları güçlükle aralandı, "Korkuyorum." canına bir şey olursa hiç düşünmeden kendini çeker vururdu. Bu hayatta ondan başka kimsesi yoktu, saçlarını okşayan el bile yabancıydı, abisi gibi değildi. Aradan geçen bir kaç dakikanın ardından kendine geldiğinde, soğuk tavır takındığı adamdan uzaklaşmıştı. Komutan koltuğa kurulmuş, o ise yatakta oturuyordu. Sessizliği bölen komutanın çalan telefonu oldu, kimin aradığını merak ettiğinden başını o yana çeviren Alçin'in de aynı zamanlama ile telefonuna bildirim gelince dikkati dağıldı. Komutan, geleceğim der gibi el hareketi yaptıktan sonra hızla odadan çıktı. Arkasından ayaklanan kadınınsa verdiği ani tepki karşısında geri oturması bir oldu. Odada tekrar yankılanan bildirim sesiyle gözüne ilişen telefonuna uzandı. Ekranda bilinmeyen bir numaradan iki mesaj vardı.
. . . .
Booooooollll sevgileeeeeerrrr. 💛🌻 Hayatımda belirli bir düzen kurmak zorunda olduğumdan bölümleri ya 1 hafta aralıklarla bir gün belirleyip atmayı düşünüyorum. Tabi arada kaçamaklarda olabilir, bittiği gibi atarım. Sizden en çok isteğim yorum, sohbet etmeyi, düşüncelerinizi ve diğer her şeyi çok merak ediyorum. Motive olmam adına bir kaç yorum atsanız fena olmaz aslında.. Ayrıca instagram hesabını takip ederseniz, orada paylaşımları arttırmayı düşünebilirim. Aklımda var bazı planlar, şimdilik Çınar adına hepinizi merakta bırakarak gidiyorum. Akad'ı da unutmamak gerek.. Güzellikle kalın. 💛 |
0% |