Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9, Nüksedilen Alevler

@gardenpaeonia

"Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim,

Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde.

Eliniz beyazken uzatın isterim.

Karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmedim."

 

Deli Kızın Türküsü

 

Bebeklerim bir tık yorumları arttırsak mı acabaaaa, bir de hatırlatma; bölüm için her şeye hazırlıklı olun. Keyifli dakikalar dilerim efendim..

 

-

 

"Leylim leylim.." bağırarak türkü söyleyen Çınar'ın karnına bir darbe daha indiğinde, kan boşalan dudaklarıyla güldü. Islak odunla vuruyorlardı, yine de susmuyordu. Ayaklarının dibine tükürdüğünde, bu sefer yüzüne vurmuşlardı. Tüm vücudu işkencenin izlerini taşıyordu, eğer şehit olamazsa onu zor bir psikolojik sürecin beklediği kesindi. Baygınlık geçirdiği anlarda gözünün önüne ya Alçin, ya da Verda geliyordu. Hâlâ yaşama sebebiydiler. Ciğerlerine acı veren pis havayı derince içine çekti, yüzü sızıdan değil kokudan buruşmuştu.

Yerdeki Akad'a baktı, onun durumu daha fenaydı. Bir kaç saat önce yoğun elektrik vererek bayıltmışlardı ve uyanmamıştı. Çınar'ın baktığı yöne dönen itler aralarında anlamayacağı bir konuşma gerçekleştirerek yerdeki adama doğru ilerlemeye koyulduklarında, bileğine bağlı iplere asılarak havalandırdığı ağır bedenini karşısındaki adama itmesiyle yere düşmesini sağladı. Diğerine uzanan ayakları, şok cihazının bacaklarını titretmesi ile amacına ulaşamadı. Dişlerini sıkarak ah etmedi, bunlara o zevk fazla gelirdi.

Hepsinin etini kendi elleriyle köpeklere leş niyetine atacaktı.

"Ulan Meva! Senin sesin yüzünden şehit olamayacağım. Sus artık!" öksürerek söylediği cümle karşısında Çınar'ın dudakları hafifçe kıvrıldı. Ölmemişti. Şok cihazı çekildiğinde dişlerini serbest bıraktı, "Yat, kalk, şükreeeet." dediğinde ikiside iniltiler eşliğinde güldüler. Bunu gören teröristler, tekrar şok cihazını çalıştırdığında devreye giren Akad oldu. Beraber olduklarından beri dönüşümlü şekilde birbirlerini koruyorlardı, şifreli kelimelerle yaptıkları planı uygulama vaktiydi. İkiside bir ses duymuşcasına gözlerini büyüttüler, "Bizimkiler geldi." diyen Akad'a anlamsızca bakan adamlar, geri birbirlerine döndüler. Çınar onayladığında dışarıdan gerçekten tesadüfi bir ses yankılanmıştı. Şanstı.

Akad bağlı ayaklarına ve tüm kesiklere rağmen yavaşça ayağa kalktığında onu göremeyecek kadar korkmuşlardı.

Telaşlanan bedenler, hızla kapıya doğru yöneldiklerinde sona kalan çıkamadan Akad duvara ittirmişti. Diğerinin gözü zaten hiçbir şeyi görmüyordu, kendi canının derdindeydi. "İşte bu kadar ucuz köpeklersiniz." sözünün ardından attığı kafa darbesiyle yere yığılan adama dik bakış attı. Korkak, ucuz ve güçsüzlerdi. Öylece durarak izleyen kişiden habersizdi, "Götün yeteri kadar kalktıysa şu siktiğimin telefonunu al." duyduğu cümleyle toparlanarak eğildi. "Meva inşallah işe yarar planın, burası leş gibi kokuyor." bağlı elleriyle telefonu zor da olsa bulabilmişti. Sendeleyerek ayaklandığında elindekini nasıl vereceğini düşünüyordu. Çınar'ın bağlı olduğunu sandığı ellerinin açılması ona da sürpriz olmuştu.

"Bizde boş değiliz." telefonu alarak, çakıyı avuçlarına bıraktı. Hızla Alçin'in numarasını tuşlamaya koyuldu, ezbere bildiği tek numaraydı. Mesaj kutusuna girdiğinde, dışarıdan bağırışma seslerini artarak odaya yaklaşıyordu. Akad ipleri kesmiş, çakıyı ise pantolonun içine saklamıştı. Kapının yanındaki baygın ite tekme atarak, bedenini açılmaması adına arkasına yasladı. Aceleyle mesajı yazan Çınar'ın tek umudu, Alçin'in bir delilik yapmamasıydı. "Gelin olmuş gidiyorsun Meva, hayırlı olsun."

"Darısı başına Acarbay."

"Düğünde zeybek sözüm olsun, şehit olmazsak."

Son sözü ile başını anlık telefondan kaldırarak baktığında, sadece ikisinin anlayabileceği duyguların geçtiği kısa bir göz teması yaşanmıştı. Ölümle burun buruna, vücutlarında binbir yara, ruhlarında acılar, gerideyse sevenleri vardı. Hiçbiri için pişman değillerdi. Vatan uğruna yaşanan her şey sağolsundu. Mesajı yazmaya devam ederken, "Eyvallah." dedi. Ve ekledi, "Senin yok mu yüreğini çarpıtan? Hoş adamsın." bilse belasını sikeceği biri vardı, birleşmeleri imkansızdı. Bu yüzden alaya aldı, "Duymamış olayım Meva, yenge dişli çıktı. Bana yürürsen ikimizide keser." gönderme yaptığı olayla Çınar kahkaha attı.

Telsizle iletişim kurmak istediğinde, timin buldukları yerleri değişirken, Verda pisliklerin başının bacağına iki el ateş etmişti.

Kapıya sertçe vuranlara aldırış etmeden cevapladı, "Sorma, yengen onları tırmaladı, onlar beni." bu yaşananlardan sonra temiz dayak yemişti. Nişanlısının canını severdi, ellerine sağlıktı. Kapının sarsılmasını umursamadığını belli edercesine dalgaya devam etti, "Bulmuşsunuz birbirinizi, şu siktiğimin mesajını hızlı yaz Meva." biten mesajı kutudan silerek, telefonu donunun içine soktu. Yüzünü buruşturan Akad'a ters bakışlarını atarak, gelecek olan hamlelere karşı hazırlığa koyuldu.

Yorucu olacaktı.

Belki biraz da acılı.

Sorun değildi.

 

-

 

Gördüğü mesajla gözleri kocaman açılan Alçin'in, içine serpilen umut tohumları sulanıyordu.

"Alçin, ben Çınar. Telefonu nereden bulduğumu sorgulama, canlı konum paylaşıyorum. Ayrıca bulunduğumuz bölgeyi anlatacağım. Acar anlar, bu numarayada ben yazana kadar bir daha mesaj atma, iletişim kurma."

"En son sınır bölgesindeydik. Verda'da koordinatlar var, son kayıt. Kuzey Irak sınır ötesi görevinde onlardan ayrıldıktan sonra yaklaşık 1 saat kadar Doğu yönüne doğru ilerledik. Gerisinde mağara benzeri yere götürdüler, yaşananları askerler anlatır. Orada tespit edilen yerimizden sonrasını bilmiyorum, baygındım. Şimdi eski, yıkık bir evdeyiz. Çevrede yoğun kar var, gözükmüyor. Yine de konuşmalardan anladığım kadarıyla çok uzaklaşmamışız."

"Köstebek var, askeriyede yaptıklarınızı ifşalıyor. Siz buldukça, bunlar kaçırıyor. Operasyonu gizli tutun. Ve Akad yaşıyor, diriyiz, bizi merak etmeyin."

"Seni seviyorum Alçin'im, kendine çok dikkat et. Yengene de ilet dediklerimi, birbirinizi bırakmayın. Gözüm arkada kalmasın, canımın içi. Her zaman dik dur. Öp yerime yürek çarpıntımı."

"Acar'a güven, bir şey yapıyorsa sözünü çiğneme. Ne olursa olsun yıkılma. Sen benim kardeşimsin."

"Göğe bak, abin orada güzelim. Dikkat edin."

Son cümleyle o olduğuna kesin olarak emindi. Gözyaşları akarken, titreyen vücuduyla hızla ayağa kalktı. Komutana yetişmesi gerekiyordu, telefon ellerinden kayacak gibi olduğunda göğsüne bastırdı. Buğulu gözlerine eşlik eden ayağının altından kayan yer, işini zorlaştırıyordu. Kapının kolunu indirdiğinde boğazından kaçan hıçkırıklara engel olamıyordu.

Gözüm arkada kalmasın.

Canımın içi.

Ne olursa olsun yıkılma.

Sen benim kardeşimsin.

Başı dönerken, abisinin dediklerini yapmaya çalıştı. Yaşıyordu. Daha önemli hiçbir şey olamazdı, bir kaç kere kırpıştırdığı gözlerine rağmen hâlâ net değildi. Ya da o görememişti. Bedenini duvara yasladığında ayakta kalmaya çalışıyordu, "Acar!" bağırarak duymasını umut etti.

Duymuştu.

Soğuk koridorun sonunda Verda ile konuşan Acar, Alçin'in sesiyle başını çevirdi. Titrek, tutunmaya çalışan, iki büklüm savcıyı gördüğünde o yöne koştu. Peşinden gelen kadının ne olduğunu anlamaya çalışan cümlelerini idrak edemeyecek kadar telaşlıydı. Sıkıca sardığı telefonun ekran ışığı açık, tam göğsünün üzerindeydi. Kolunu kavrayarak önce dik durmasını sağladı, ardından kucaklayarak kapının karşısındaki sandalyelerden birine oturdu. Kucağındaki savcının çenesi ve dudakları titriyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ağladıkça ağlıyor, susmuyordu. Alçin'in hayatında ilk defa bu denli canlı yanıyordu.

Ne çocukken beline saplanan derin cam kesiği..

Ne evde kimse yokken dayak yediği zamanlar..

Ne cam kenarında abisinin onu cehennemden kurtarmasını beklediği her an vücuduna nüksedilen ateşler..

Hiçbiri acı değildi, eğer onlar acıysa şimdiki katliamdı. Kalp denilen şeyin insanı yerlebir etmesini imkansız olarak görürdü. Gerçekti. Uzatsa elleriyle ölümü tutacak kadar yakındı sanki. Derince bir nefes çekerken, saçlarını geriye alan Verda'yla kesişti gözleri. Kocaman, hüzünlü kahveleri.. Öp yerime yürek çarpıntımı.

Birbirinizi bırakmayın. Gözüm arkada kalmasın.

O an ise beklenmedik bir şey oldu, Verda'nın yanaklarına değen gözyaşından ıslanmış dudaklar. Boynuna gömülen kıvırcık saçlar, gerdanını ıslatan kirpikler. Şaşkınlığı kenara bırakıp hızla kollarını Alçin'e doladı. Sevdiğinden parçaydı, yaşadığı benzerlik hissiyle kokusunu içine çekti. Acar kucağındaki kadını sıkı sıkı tutuyor, neler olduğunu merak ediyordu. Telefon hâlâ aydınlıktı, karşı taraftan birinin savcıya ulaşma ihtimali aklına geldiğinde delirebilirdi. Korkmaması için sakince bu anın bitmesini bekledi, aradan geçen dakikalarla sabrının sonuna geldiğinde, "Alçin.." diye mırıldandı. Geriye çekilen savcının suratı ona döndüğünde yakınlardı.

Gözleri kesiştiğinde duraksadı.

Kısa sürede sayamadığı kadar duygu geçti.

Korku.

Sinir.

Üzüntü.

Özlem.

 

Güven.

Güvende vardı, Acar yanlış anlamazdı. Kaşları çatılırken, teması kesen savcıyla toparlandı. Elindeki telefonu göğsünden ayırıp, ekrana baktığında iç çekti. Her hareketini dikkatlice izlemekten kendini alıkoyamıyordu. "Abim.. Abim bana yazdı." dediğinde ortam buz kesti.

"Ne? Nasıl?" Verda'nın sesinde de benzer hisler vardı, umut tohumları sulanıyordu. Alçin ekrana baktığında okumakla okumamak arasında kararsızdı. Çevrede kimse olmadığına emin olduğunda ekranı göstermenin daha doğru olduğunu düşündü. İkili mesajları okurken, Verda zorluk çekiyor gibiydi. Yutkunuyor, nefes alamıyor, tırnaklarını avuç içine batırıyordu. Komutan telefonu savcının elinden çekerek cebine koydu, "Gidiyoruz." dediğinde Alçin'i kucağından indirmeden, kardeşinin kapısının önüne ilerledi. Annesi ve Hira kol kola çıktıklarında, gördükleri manzara şaşırtıcıydı.

"Haber aldık, askeriyeye gidiyoruz." duydukları karşısında henüz tepki veremeden yola koyulmuşlardı. Boş koridorda, ışıklar loştu. Camdan kendini belli eden kar fırtınası, çakan şimşekler, yankılanan postal sesleriyle Acar'ın kucağındaki Alçin..

 

-

 

Dosyalarda göz gezdirirken, tek hedefim onları bulmaktı. Gece yarısı bitmek üzereydi, sabaha yaklaşıyorduk. Albayın bizi kenara çekip yaptığı konuşma sayesinde artık kendimi daha güçlü hissediyordum. Mantığımı kullanabilecek düzeyde olmak düşmanımı yerle bir etmem demekti. Bana karşı hiç şansları yoktu. Aldığım davayı kazanırdım. Eğer ki bu kişi canımsa ve canımın canı yanıyorsa sadece kazanmakla bırakmazdım. Bitirirdim.

Bakışlarımı yanımda oturan kadına çevirdim, Verda. Hastanede kalması gerektiğini söyleyen doktorları dinlememiş burada bizimle olmayı seçmişti. Bizden farkı neydi bilmiyordum ama ortada ciddi şeyler olduğu kesindi. Solgun yüzüyle koordinatları inceliyor, telefonum hakkında gelen bilgileri dinliyordu. Üzüntümü hırsa ve öfkeye çevirme sebeplerimden bir diğeri ise Umay'dı. Adalet için savaşıyor olabiliriz fakat bazen kendi adaletimizi kendimiz sağlamamız gerekebilir, aklından ne geçiyorsa çekinme. Bana kuralları yık, yak hatta kopart at demişti. İkilemdeydim. Savcı olarak, daha da önemlisi Askeri Savcı olarak yanlış yollara sapmam; Başımın ağrıması anlamına gelirdi.

Oyunu kurallarına göre oynamak istiyordum, etik değerlere uygun davranırsam zaten can yakardım. Köstebek olduğundan şüphelenilenlerin dosyasını incelerken aklımdan geçenlerin sınırı yoktu. "Kadir Korkut." mırıldandığım isimle fotoğrafı inceliyordum. Altında yazanlarsa dikkat çekiciydi.

Vatan hainliği, gizli gizlilik dereceli belgeleri çalmak ve terör örgütü ile işbirliği şüphesi talebiyle yargılanmış olduğu mahkemede görevli Savcı Albay tarafından kendisinin suçlu olduğunun iddiası eşliğinde sunulan belgelerin yetersiz bulunması sebebiyle kendisini suçsuz belirleyen mahkeme heyetindeki Hâkim Üyeler kararıyla askerliğinin devamlılığı karar kılındı.

Savcı Albay ise görevden ve meslekten atılmıştır.

Tanıdık gelen adamı çıkarmaya çalışıyordum. Beynimi yoğunluktan uzaklaştırmam gerekiyordu, ayaklanarak, çay almak adına kafeteryaya ilerledim. Fazla dolu değildi, tek tük askerler çevredeydi. "Ben iki çay alabilir miyim?" bir kaç dakika beklenmem söylendiğinde sabırla başımı onaylar şekilde salladım. Göz pınarlarım sızlıyor, boğazım acıyordu. Yağmaya devam eden kar içimdeki sıkıntıları büyütürken abimi hatırlatıyordu. Çayı beklerken yüzümü yıkamamın daha doğru olacağını düşünerek lavaboya gitmeye karar vermiştim. Birazdan uyanacak askerler için kahvaltı hazırlığı yapılıyordu, yoğundu.

Loş koridorda ilerlerken, dar duvarlar üzerime geliyordu. Gözüm komutanla yakınlaştığımız yere kayarken duraksadım. Haftalardır hep yaptığım gibi. Fısıldaşmalar vardı. Kaşlarım çatılarak olduğum yerden kıpırdamadım, duyduklarım şaşırtıcıydı. Tok ses, "Arıyorlar, bulacaklar bizi! Ne yapacağız?" diyordu telaşla. Kadın konuştu ardından, bunu tanıyordum. Çok yakından biriydi, çıkartmakta o an için zorlandım, "Beni bu işin içine sokan sizsiniz! Eğer mesleğimi kaybedersem seni de bitiririm." tehditler ortamı kavururken yutkunmakta güçlük çektim çünkü bu Hakimeydi. Ne konuştukları az çok belliydi, az önceki okuduklarımdan sonra ise kesindi.

Devletin içinde hainler vardı.

Abim haklıydı, beni bu işin içine sokan sizsiniz derken başka bir şeyi kastedebileceğini düşünmüyordum. Üstelik herkes bir haini ararken, bizi bulacaklar demeleri tesadüf olamazdı. Tek değil, beraberlerdi.

Kan dondurucu gerçekle ister istemez geriledim, topuk seslerimin çıkmamasına özen gösteriyordum. Atışmaları devam ediyordu. Birbirlerine hâl çare ararlarken, Hakime suçsuz olduğunu, kim olduğunu bilmediğim adamsa bunun önemi olmadığını savunuyordu. "Yanarsam seni de yakarım! Şu piçlerin kellesini kesseler de kurtulamayız bu saatten sonra."

"Bana bak Kadir! Ben hatamın bedelini her gece başımı rahat koyamadığım yastıkla ödüyorum." sinirli sesi hafifçe kısılırken, "Yeniden yapamam, rahat bırakın beni.." dedi. Söylediği isimle ellerim gerdanımı buldu, dosyada okuduğum adamdı. Hakimeyi satın almışlardı, ya tehditle, ya bir canla, ya da parayla, son seçenek ihtimal dahilinde bile olmaması gerekendi. Görevden alınan savcıyı düşünmek istemiyordum, haklı olmasına rağmen yıllardır cehennemin içinde yaşıyordu. Öfkeyle dişlerimi sıkarak lavaboya doğru ilerledim, konuşmaları bitmek üzereydi. Suyu açtığımda soğuk tezgaha yasladığım ellerimle aynaya bakıyordum.

Hangi Hakime, vatanını, devletini, askerini satabilirdi ki? Gerekirse canını vererek, kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek zorundaydı. Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı hiç sayılan kansızlara içeriden bilgi uçurarak kaçmalarını sağlıyorlardı. Haftalardır bulunamama sebepleri o ikisiydi, tahammülüm yoktu. Gözlerimden ateş fışkırırken, "Öldüreceğim." diye mırıldandım. Yüzüme çarptığım buz gibi su beni kendime getirmemişti, yanaklarımdan akan damlalar üzerimi ıslatıyordu. Selpakları koparırken yanıyordum, hırsla. Gözüm kararmıştı, "Öldüreceğim onları öldüreceğim!" yükselen sesim kontrolüm dışında çığlık atarcasına çıkmıştı. Abimin canını daha fazla yakmalarına müsade edemezdim, kulağım çınlarken hızla kapıyı açarak koridorda koşar adımlarla yürümeye başladım. Elim gerdanımı yırtmak istercesine okşuyor, etrafa bakınıyordum.

Vaktim yoktu, haber veremeyecek dereceye gelirlerse abimi bulabilirdim.

Hastanelik olmaları gerekiyordu, seve seve yapardım.

Henüz acım taze, ateşim hardı. Çocukluğumda gözümde canavarlaşan Ahsen isminin hakkını kendi içimde veriyordum, Alçin değil Ahsen olduğum anlardan birindeydim. Canavarlaşacağım zamanlar en çok Ahsen olmak bana yakışırdı. Koridorun o kısmına geldiğimde yoklardı, hızımı kesmeden yürümeye devam ettim. Bir yandan ağzımın içinde aynı şeyler dönüyordu.

Sizi bitireceğim.

Öldüreceğim.

Karanlık koridorda bana dönen gözleri fark edebilecek akılda değildim, kolumdan bir odaya çekilmemle nefesim kesildi. Karanlıkta kim olduğunu göremiyordum, açılan ışıkla yüzü aydınlansada oldukça kısıktı. Bu askeriyede düzgün ışık sistemi yoktu, hepsi fazla solgundu. Bir çift mavilikle derin nefes aldım, güvendeydim. Kolumdaki elleri yavaşca gevşerken suratımı inceliyordu, ıslak yakalarımda duraksamasının ardından yeniden gözlerimle buluştu. Hırstan titriyordum, öfke pırıltıları sönüyordu ama hâlâ oradalardı. Acar olmasa çoktan patlamışlardı. Çatık kaşlarının arkasından, "Ne oldu sana Alçin?" dediğinde her şeyi ona anlatabilirdim. Ağzımı araladığımda aklımda canlananlarla durdum. İhanet etmişti. Çabuk vurun şunu.

Yalvarırım Acar, söyle onlara!

Benimle buluşturamadığı güzel mavileri.

Ne olur, durdur şunları.. Acar..

Dediği şeyle koluma enjekte edilen sakinleştirici.

Gözlerimde ne gördüğünü bilmiyordum fakat anlamıştı, aklımdan geçenleri anlıyordu. Gerilen vücudunu hissetmemle gerilemek istedim, olmadı. Belimdeki kolları sıkılığını kaybetmeden beni kendine daha çok bastırdı. Onu dinlememi istiyordu, "Savcı ben çok pişmanım, özür dilerim." fısıltıdan farksız çıkan sesi, ona böyle bakmama katlanamıyor gibiydi. Kollarına yasladığım avuç içim ısınırken, bakışlarımı kaçırdım. Şu anda neyin nasıl olduğunu idrak edebilecek kadar iyi değildim. Daha bu sabah abimin esir haberini almıştım, mesajını öğlen görmüş, gecesinde ise askeriyede dönenleri öğrenmiştim. Bu şekilde onu dinleyemezdim, yanlış tepkiler vermek istemiyordum. Anlamsızca içimde bir yerlerde Acar'ı kıramıyordum. Güveniyordum ve önemsiyordum. Daha keşfedemediğim nasıl duygular vardı ona karşı bilmiyordum ama öğrenmek için pek can attığım söylenemezdi. Yanağımda hissettiğim sıcak elle bakışlarımı onunla buluşturdum.

Üzülüyordu.

Yanağımı hafifçe çevirdiğim anda, "Beni affet." dedi. Normalde tanıdığım adamdan o kadar farklıydı ki, neden böyle olduğunu çözemiyordum. Hiçbir şey demezsem ısrarla beni bırakmayacağını biliyordum. Derin bir nefes verdim, omuzlarım düşmüştü. Gardım bu kadar çabuk inemezdi, yapamıyordum. Herkesi kırabiliyorken, cehennemin içindeyken dahi ona kıyamamıştım. Çekip gitmem, silmem gerekiyordu. Alçin böyle yapardı. Tanıdığım beni yıkmıştı, sırtımdaki eli baskı uygulayarak duruşumu dikleştirirken gözlerinin içine baktım. Çaresizdim, yanımda sadece komutan vardı, "Acar bunu şu an konuşmayalım, aklım yerinde değil. Dönüşü olmaz." ısrar edecek gibi olduğunda yorgunluğumu hatırlayarak başını onaylar şekilde salladı. Yine de, "Daha iyi olduğun ilk anda tekrar konuşacağız, böyle olmasın." dedi.

Ardından, "Koridorda neden atak geçiriyordun?" dediğinde verecek cevabım yoktu. Kollarındaki elime tırnaklarımı geçirdiğimi, sıktığımı yeni fark ediyordum. Öfke bedenimden çıkmak için her türlü yol buluyordu. Yenilgiyle, "Buldum, onları buldum." diye mırıldandım. Kaşları çatıldığında sert yüz ifadesi geri gelmişti. Kim olduklarıyla değil, benim neden sinirlendiğimi daha çok merak ediyordu. Bulması bir kaç saatini almazdı, o yüzden ilgilendiği bendim. Soru soracağı anda ben cevapladım, "Eğer onlara zarar verirsem bilgi veremezler diye düşündüm. Abimin canı acıyor." fısıltıdan farksız sesim birini babasına şikayet eden çocuklara benziyordu. Bendeki etkisi inanılmazdı. Yumuşayan yüz hatları bir detayı fark ettiğinde duraksadı, "Onlar? Kaç kişiler bunlar?" dudaklarımı dişleyerek etrafa bakındım, "Güvenli bir yere götür beni, ekibi topla orada konuşalım." masanın altında bile dinleme cihazı olabilirdi.

Bu insanlar kirli oynardı.

Her ihtimali düşünmek benim görevimdi, askeriyede yapılacak konuşma değildi. Detaylarını en ufak şeye kadar gizli tutmak istiyordum. Abimin canı söz konusuyken hızlı ve zeki davranmalıydım. Nedenini düşünmedi fakat onayladı, ne yapacağımı tahmin edebilecek kadar vakti yoktu. Söz konusu ikimizin de abisiydi. Belimdeki kolları çözülürken, kapının açılmak için ittirilmesiyle irkildim. Tekrar ittirildi yine açılmadı. Arkasında biz vardık. "Çekilsene Alçin."

"Çekilmem."

"Neden?"

"Odada tek ikimiz varız, kapı açılmıyor ve ortam karanlık. Giren kişi ne düşünür haberin var mı? Olmaz." fısıldıyordum.

"Sen fazla kirli düşüncelisin diye herkes öyle olmak zorunda değil."

Duyduğum cümleyle gözlerim kocaman olurken, yüksek sesle konuşmasına karşılık koluna vurdum. Sürekli bana cinsel anlamda onu hayal ediyormuşum hatta bunun için çabalıyormuşum gibi imalar yapıyordu. Oysa o gün zorlanan kendisiydi. Koluna baktıktan sonra kaşları havalandı, acımamış olmalıydı. Hafif vurmuştum.

"Bana bak! Ben öyle şeyler düşünmüyorum, istemiyorum. Rahat bırak beni artık. Bıktım." isyanım ve hızlı konuşmam karşısında anlık gülecek sandığımda kendisini toparladı. Yüzünü hafifçe bana doğru eğerek, "Pek öyle gözükmüyor savcı. Dikkat et üçüncü sekmende kurt tavşanı yemesin." tavşan üç kere sekerdi, sonunda ise kurt onu yerdi. Yutkunduğumda kapıda duyduğumuz sesle kontrolsüzce geri çekildim. Verda'nın suratını gördüğümde derin bir nefes verdim. "Ne yapıyorsunuz burada?" kahveleri bitikti. Ağlamaktan kısılan sesi ve dağılmış saçlarıyla yıkımdı.

Abime olan sevgisi gerçekti, daha önce hiç aşık olmadığım hatta yakınından bile geçmediğim için oldukça yabancı olan bu hislere inanmazdım. Ama şimdi sorguluyordum. Abim için kendini parçalayan kadının kalbinde canlanan duygular samimiydi. Benim aksime kıvırcıklarını kullanmayı sevdiği belliydi, yanımda çalıştığı süreçte hep düz kullandığı saçları geldiğinden beri doğal halindeydi. Komutanın verebileceği cevap beni korkuttuğundan, "Verda, güvendiklerini topla. Başlıyoruz." direkt konuya girmiştim. İkimize bakınırken neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Kimseye bahsetme, bir kaç kişiyi al ve belli etmeden buradan çıkın. Askeriyenin dışında, bizim evin önünde buluşalım." oradan Acar'ın götüreceği yere gidebilirdik, albaya bildirmem gereken konuyu bir an önce söylemek adına odadan çıktım.

Operasyon başlıyordu.

Yıkımdan geriye kalacak tek bir kansız bırakmayacaktım.

 

-

 

Arabamın içinde, sürücü kısmında komutan, yanında ben, arkada ise Verda, Talip ve Burak'la ilerliyorduk. Bir kaç saat önce askeriyeden çıkmıştık, herkes evine dağılıp rahat kıyafetler giyinmiş, gerekli dosyalarla tekrardan buluşmuştuk. Arkamızda iki araba daha vardı, gittiğimiz yeri henüz bilmiyordum. Sessizliği kimse bozamıyordu, düşüncelere dalıp aklımı toparlayamama sebep olacak türdendi. Bu yüzden elimi yine radyoya attım, geçenki kanal açıldığında arkamı yaslanarak dışarıyı izlemeye başladım. Kar şu anlık durmuştu, hava buz gibiydi.

"Merhaba efendim ben Pelin."

"Ben Ersin, iyi akşamlar!"

Duyduğum sesle göz devirmeme engel olamadım, belli ki tek rahatsız olan ben değildim. Acar'ın buruşan suratı, Burak'ın kısıkça mırıldandığı küfürü, Verda'nın radyonun sesini kısmamı söylemesi, Talip'in sesli dile getirdiği hakaretleriyle hepimiz Ersin'den nefret ediyorduk. Yine de kısmadan dinlemeye devam ettim, "Evet, siz göremiyorsunuz fakat Pelin bugün üzgün arkadaşlar. Sebebini öğrenebilir miyiz acaba? " tiz konuşması tilt ederken ister istemez merak uyandırıyordu.

"Savaş bölgesinde kaybolan bir yakınımın sağ salim bulunmasını bekliyorum Ersin."

Duyduğum ile kaskatı kesildim, savaş alanında kaybolan birçok insan olabilirdi ama benim tek düşündüğüm abimdi. Arabada yaşanan gerginlik hissedilir derecedeyken, Acar'ın radyoya giden bileğini tuttum. Kalmasını istiyordum. Başkaları bu acıyla nasıl mücadele ediyor öğrenmem lazımdı. Yanıp kül olmadan önce faydamın dokunmasını istiyordum. "Hepimiz dört gözle bekliyoruz, umarım sağ salim aramıza gelir. O zaman bu akşam şarkılar senden Pelincim, kederliyiz." camı hafifçe açtım. Sert rüzgar arabanın hızıyla şiddetlenirken, karanlık yollardaydık.

"Teşekkürler Ersin, o zaman Sezen Aksu, Sen Ağlama diyor, keyifli dinlemeler efendim."

"Hasret oldu, ayrılık oldu.

Hüzünlere bölündü saatler.

Gördüm akan iki damla yaş.

Ayrılık da sevgiyle beraber,

Bir şarkı bir şiir gibi."

Arabanın içini dolduran sesle gözlerimi kapattım, galiba radyo açmak kötü bir fikirdi.

"Senden bana hatıra şimdi;

Sakladığım sevgili kederler.

Bir sır gibi saklarım seni,

Bir yemin bir gizli düş gibi.

Ben bu yükü taşırım sen git."

Geçen yaklaşık yarım saatin ardından arabanın durmasıyla tekrardan gözlerimi açtığımda içeridekiler yavaş yavaş çıkıyordu. Anlaşılan Pelin denen kadın da acıyla nasıl yüzleşeceğini bilmiyordu, tüm yol boyunca Sezen Aksu dinlemiştik. Dolan gözlerimin fark edilmesini istemediğimden öylece kalmıştım. Acar'ın uzattığı evinin anahtarıyla arabadan indiğimde etrafı inceleyecek kadar heyecanlı değildim, merak duygum da yoktu. Bu yüzden merdivenleri çıkarak kapının önünde bekleyenlere kapıyı açtım. Ev de pek sıcak sayılmazdı, komutan ısı yalıtımını çalıştıracağını söyleyerek gittiğinde hepimiz ayrı köşelerdeydik.

Ruhsuzca koltuğa oturdum, diğerleri de aynı hareketi yaparken başıma saplanan ağrıyla ellerimi burnumun direğine attım. Gözlerim sızlıyordu. Komutanda geldiğinde artık tamamdık, ikiside güvendiklerini alırken ben kimseyi almamıştım.

Karşımda iki tim vardı, Acar'ın ve Abimin.

Vahşet ve Şahin.

Ekiplerine sadıklardı, şüpheleri yoktu. Kıvırcık saçlarımı geriye attığımda bileğimdeki toka ile ensemde rahatça topladım. Önüme gelen telleri umursamadan masanın üzerindeki dosyalarda göz gezdirdim. Herkes sessizdi. Kimsenin tam olarak burada neden bulunduklarını bildiklerini sanmıyordum. Açıklama yapma gereği duyarak, "Bugün bana mesaj geldi. Abim tarafından." buraya kadarını biliyorlardı. Önemli olan geriye kalan kısımdı, "Askeriyede köstebek olduğundan şüphelendiğini söylüyordu. Bunun üzerine araştırmaya başlamıştık. Önünüzde bulunanlar saatler öncesinde incelediğim şüpheli dosyaları." ellerine aldıklarında kapaklarını açıyorlardı. Masada son kalan dosyaya uzandım, "Aralarından biri dikkatimi çekti. Kadir Korkut. Yıllar önce yargılanan asker. Eminim tanırsınız." salladığım kağıt parçalarını masaya atarken gözleri orasıyla benim aramdaydı.

Arkama yaslanarak derin bir nefes verdim, "Başta çok dikkat etmedim, kalkıp çay almak adına kafeteryaya ilerlemiştim. Fakat koridorun karanlık köşesinde duyduğum seslerle duraksadım. Bir kadın ve bir adam. Biri tahmin edersiniz ki şu piç." masanın üzerinde duran fotoğrafını gösterdim. Yanımda kalan dosyadan ise onun fotoğrafını çıkardım. Beyaz kısmı onlara dönüktü, göremiyorlardı. Herkes meraklıydı, "Diğeriyse Hakime." diyerek yanına attığım fotoğrafla şaşkınlıkları gözle görülür seviyedeydi.

Her ağızdan farklı cümleler savrulurken, küfürler en dikkat çekendi. Acar'ın çatık kaşları, Verda'nın gerilen yüz hatları sessizlikleriyle korkutucu hal alıyordu. Yüzümü avuç içime aldığımda sakinleşmeye çalışıyordum. Başım sızlıyordu, komutan sessiz olmalarını bağırırken gürültü kesildi. Devam etmek istiyordum, "Size yemin ederim, onları öldürecektim, bunun için onları aradım. Eğer Acar engel olmasa şu an burada olmazdım. Abimin canı benim canım." dediklerimle anlaşılacağımı düşünüyordum. Öyle de oldu, "Bu yüzden operasyonda en ufak bir hatayla karşılaşırsam ve ya şüphe uyandıracak şeyler yaşanırsa hepinizi yakarım."

Kendilerine güveniyor olacaklar ki başlarını onaylar şekilde sallarken, duruşları dikti. "Şimdi ne yapacağız savcım?" Talip'in sorusuyla planımı toparlamaya çalışıyordum. Detaylarını bazılarını verip vermemek konusunda kararsızdım. Ama bir ekipsek tam olmamız gerekirdi. Gece uzundu, vakit dardı. Düşünecek vaktim olmadığından anlatma kararı aldım. Umay'ın dedikleri aklımdayken geri dönmeyecektim, "Siz bana Kadir Korkut hakkındaki tüm bildiklerinizi anlatacaksınız."

Ekledim, "Ben ise yasalara uygun şekilde herkesi tek tek yıkacağım." Dosyaları göstererek, "Önce bunları inceleyelim, geri kalanını sonra anlatacağım." dememle işlerinin başına koyulmuşlardı. Aradan geçen iki saatin ardından çalan zil ile irkildim. Bu saatte kim olabilirdi? Acar ayaklanarak kapıya ilerlediğinde bir kaç asker daha peşinden gitmişti. Saatlerdir başımı kaldırmadığım için birini bekleyip beklemediğimizi bilmiyordum. Gözlüklerimi çıkararak, ağrıdan çatlayan başıma ellerimi sertçe vurdum. Dayanamıyordum.

"Yemekler geldi, dolap da dolu istediğinizi alın." acıkmış olmalılardı, işten çıkıp direkt buraya gelmişlerdi. İçten içe onlara karşı minnet duyuyordum, operasyon sonrası hepsine tek tek teşekkür ederek telafi edecektim. Dosyalar kaldırılırken yerini alan yemekler oldu, abim o haldeyken iştahım olduğu söylenemezdi. Ellerim saç köklerime giderken ister istemez çekiştiriyordum, ağrı fenaydı. Bileklerim tutularak saçlarımdan uzaklaştırılmıştı, Verda'ydı. Çantasından çıkardığı ağrı kesiciyi bana uzatırken teşekkür ettim.

Su yardımıyla yuttuğumda ona çevirdim gözlerimi. Aynı benim gibi boşluğa bakıyor, yemek yemiyordu. Bir eli ise sabahtan beri olduğu şekilde karnındaydı. "Acıktıysan yemek yesene." bitkin ses tonumla kahveleri bana döndü. "Acıkmadım, iştahım hiç yok." elini gözlerimle işaret ettiğimde, "O zaman neden elin hep orada?" sorumla avuç içini hızla çekti.

Garip davranıyordu, sorgulamak istediğimde adımın seslenilmesiyle duraksadım. "Alçin yemek ye." komutanın emir veren cümlelerine en kısa zamanda ayar vermem lazımdı. Başımı olumsuz anlamda salladım. Çevre kalabalıkken yapmak doğru olmazdı, "İkinizde yemek yiyin, kardeşim döndüğünde yengenle, kardeşime bakamamışsın dedirtmem." elindeki dürümden ıssırık almadan önce ciddiyetle konuştuğunda mavilerini üzerimize dikmişti. "Yenge valla yiyin ya, sizsiz boğazımızdan geçmiyor." cümlesinin ardından ağzına turşu atan Talip'le bakıştık. "Gerçekten savcım, yemezseniz olmaz. Hadi görümce görümce yiyin." ayranından aldığı yudumla yüzünde bıyık oluşan Burak da katılmıştı. Ortamdan sesler yükselirken, ikimizde aynı anda yemeklere uzandık. Paketi açarken ellerim titriyordu, baş ağrımın geçmesi lazımdı.

Issırık almak adına uzattığım dudaklarımdan geri çektiğimde Acar'ın sert bakışlarıyla karşılaştım, mecburen ıssırmıştım. Ağzımın içindeki lokma kusmamı sağlayacakmış gibi büyük geliyor, midemi bulandırıyordu. Boğazım yanarken zorlukla yuttum, abim ne zamandır yemek yememişti? Dolan gözlerimden bir damla yaş süzülürken yutkunamadım. Araya giren askerlerden biri, "Savcım size keyfinizi yerine getirecek bir şey anlatayım mı?" dediğinde yanağımı silerek başımı onaylar anlamda salladım. Dikkatimi dağıtmaya çalışıyorlardı. "Verda komutanım o itlerin başını bacağından vurdu." bakışlarım yanımdaki kadını bulurken o da benimle aynı durumdaydı. Yine de dudaklarının kenarında ufak bir kıvrılma yaşandı. "Şerefsiz en son topallıyordu, acı içinde dansöz gibi kıvırtarak süründü." hoşuma gitmişti. Sesli bir şekilde güldüğümde herkes kahkaha atmaya başladı, küçük çocuk avutur gibilerdi. Abim doğru insanlara güvenmişti.

Benim kimsem yoktu ama onun kocaman bir ailesi vardı.

Hepimiz uğruna savaşıyorduk.

Yemediğim yemeğin ardından etraf toparlanmıştı, şimdi çay ve kahve eşliğinde işimize devam ediyorduk. Aklıma gelen düşünceyle bakışlarımı kaldırdım, "Bir dakika.." dosyalardan ve bilgisayardan çevirilen gözlerle kaşlarım çatıldı. Kadir Korkut'un dosyasında bahsedilen Hakim Üyeleri'nin içinde kimler vardı, yargı sürecinde beraber karar vermeleri gerekirdi. Telefonuma gelen bildirimle ekranda gördüğüm isim anlık olarak üzülmeme üzülmeme oldu, "Saadettin ne zamandır askeriyede?" anlamsızdı fakat abimin yokluğunda yabancı şehirde yanımda olan tek insandı. Komutan da anlamadığım şekilde benden uzaklaşmıştı, diğerleri de. Kolay arkadaşlık bağları kurabilen biri değilken onunla kendimi rahat hissediyordum. Acar'ın tersleyen sesi, "İki senedir." dediğinde nefes verdim. Çünkü bu dava; İki sene, üç ay önce yaşanmıştı. Muhtemelen bu zamanlarda göreve başlamıştı. Meraklı gözlere cevap niteliğinde, "Dosyada Hakim Üyeler kararıyla suçsuzluğunun kanıtlandığı yazıyor. İki seçenek var, ya hepsi satılık, ya da hakime oldukça kirli oynarak tek başına bu işi halletti." olaylar gittikçe karışıyordu.

Bu yüzden, "Diğerlerinin bu askeriyede göreve başlama zamanlarını öğrenmemiz ve yakın takibe almamız lazım." Umay'a çoğu zaman ihtiyacım oluyordu fakat o önemli bir davanın tam ortasındaydı. Sürekli olarak arasamda acil zamanlarda ulaşamıyordum, "Saadettin de artık bizimle, operasyona dahil olacak." dedim. İşte o an yıkımdı. İlk tepki Burak'tan gelirken, kendini ihanete uğramış gibi hissediyordu. Koca salonda adamı seven tek kişi yoktu. Gözüm kulağım olabilirdi, hukuk ekibinden tek insan bendim. Uzamasını istemiyordum, iki kişi olursak daha kolay olurdu. Düzgünce kendimi açıklamaya çalışıyordum ama Burak buna izin vermeyerek herkesi dolduruşa getiriyordu. Masadaki kalemlerden birini fırlattığımda kendini yere atması bir oldu, çocuk gibiydi. Sinirle ayaklandım, "Başlarım tribine be." mutfağa doğru ilerlediğimde arkamdakiler gülüyordu.

Üst raftaki bardaklara uzanırken birinin alması ile arkamdaki bedene döndüm. Kısa biri değildim fakat evi kendine göre düzenlediğinden dolayı her şey fazla yukarıdaydı. Topuklularla anca göğsüne gelebiliyordum, bardağa su doldurarak bana uzattığında teşekkür ederek aldım. Bu adamda mesafe denilen şey yoktu, alanlara saygı desen asla yoktu. Dibimden ayrılmadan öylece bana bakıyordu. Asıl sorun, ben bundan hiç rahatsız değildim. Suyu içtikten sonra bardağı tezgaha koyarak gideceğim anda durdurdu, "Saadettin operasyonun parçası değil." of çekerek başımı kaldırdım, şimdi mavileriyle göz gözeydim. Olduğundan farklı bakıyordu. Kararlıydım, "Ona güvenebiliriz, sandığınızdan iyi biri. Ayrıca hukuk ekibinden sadece ben varım, iki kişi olursak bazı şeyler daha kolay olur." konuşacağı anda devam ettim, "Benim tek derdim abim, sizin kıskançlıklarınızla kaybedecek vaktimiz yok. Zeki biri, fazla katkısı olur." son cümlemle kaşları çatılırken, "Olmaz. Ben yardım ederim sana her şeyde. O gelmeyecek." dedi.

Bana zaten her şeyde yardım ediyordu, "Sen elinden geleni yapıyorsun. Teşekkür ederim." gülümsediğimde anlık afalladı. Dudaklarıma kayan mavileri istemsiz onda da ufak bir gülümseme oluşturduğunda içimde yoğun bir his oluştu. Sanki kalp krizi gibiydi. Hızlıydı, yakıyordu. Derin bir nefes alarak, "O zaman çağırıyorum." dedim.

"Burası benim evim, gelmeyecek."

"Buraya gelmesin, bizim eve gelir."

"Abin duyarsa hiç iyi şeyler olmaz. Tahmin edersin ki kesinlikle duyacak."

"Bende onun evine giderim, orada çalışırım."

Çenesi kasılırken, "Tamam gelsin Alçin gelsin. Gitme sen bir yere." dedi. Zaferle gülümserken aklıma gelen gerçekle gülüşüm yavaş yavaş soldu. Çalışmam gerekiyordu. Abim orada kimbilir ne haldeyken ben keyif içinde hareketler yapıyordum. Hızla salona giderek dosyaların başına oturdum, herkes işiyle odaklıydı. Kendi yerine geçen komutana bakmadan çalışmaya başladım.

Sabah olmaya yaklaşmışken bazılarımızı askeriyeye gönderme kararı almıştık, bazıları evlerine gidip duş alıp geri geleceklerdi. Albay hepimize izin çıkarmıştı, operasyon ve izinler kayda geçilmeyecekti. Gizli tutulma kararı vardı, fakat dikkat çekmemek adına çoğumuzun askeriyede olması faydalıydı. Telefon konumundan bilgi alınamadığını yaymalarını tembihleyerek yollamıştım. Benimde üzüntüden yataklara düştüğüm söyleneceti, ne büyük aptallıktı. Bu sayede onların eli rahatlayacak, kolayca kapana düşeceklerdi. Saadettin'i ise Burak'lar getirecekti, ikna etmesi zordu ama başarmıştık.

Ev boşalırken komutan benimle kalmayı seçmişti, şimdi yalnızdık. Gözlerimin kıpkırmızı olan çevresine baktım, acilen duş almam gerekiyordu. Telefonuma gelen konumla ertelemek mecburiyetindeydim, kaybedecek zamanım yoktu. Kahveyi kafama diktikten sonra fincanı tezgaha koydum, kabanımı giydiğimde çıkmak adına hazırlanıyordum. Mutfaktan çıkan Acar, "Nereye?" şaşkınlıkla sorduğu soruya verecek cevabım yoktu. Bilmemesi gereken işlere dahil olmasını istemiyordum. Bir kaç adımla yanıma gelirken, "Markete." demekle yetindim. İnanmamıştı, çocukça bir yalandı. Başımı eğerek, "Meslekten atılan savcı ile görüşmeye gidiyorum." itirafımla çenemdeki parmakları başımı yukarıya kaldırdı.

Açıklama yapacak ya da reddedecek diye düşünürken yaptığı beklenmedikti, "Tamam gidelim." gözlerim şaşkınlıkla açılırken üzerine kabanını geçirerek, telefonunu ve arabamın anahtarını da yanına aldı. Sana her konuda destek olurum derken ciddiydi. Normalde bunu yapmamamı söylemesi gerekiyordu, yanımda olmayı tercih etmişti. Kapıyı açtığında arkada kalan bedenime çevirdi gözlerini, gelmiyor musun bakışları atarken içimde yaşananlara ben bile yetişemiyordum. Ondan etkileniyordum. Farkındalık yüreğimdeki ağırlıklardan birini kaldırmış gibi hissettiğimde anlık nefesim kesildi. Ona nasıl bakıyordum bilmiyorum ama gözlerinde gördüğüm duygular fazlaydı. Yutkunarak kapıyı çektiğimde, arabamın yan koltuğuna koşar adımlarla ilerledim. O gelmeden elim bu sefer gerdanımda değil karnımdaydı. Sancı vardı. Kalbime gittiğinde açılan sürücü kapısıyla gözlerimi cama çevirdim.

"Nerede yaşıyormuş bakalım bu savcı?" elimdeki telefondan Umay'ın sohbetine girerek konumu gösterdim, polis arkadaşlarından bulmasını rica etmiştim. Kendi çevremden isteyemezdim, her şey düşünülmeliydi. Telefonu alırken temas eden parmaklarıyla ellerimi çektim, elektrik çarpmış gibi hissediyordum. Konuma baktığında telefonu kucağıma koydu, bildiği bir yer olmalıydı.

Bir saatin ardından gösterilen yere geldiğimizde arabayı durdurdu, sefalet içinde yaşadığını düşündüğüm savcı resmen lüks içinde yaşıyordu. Burnuma dolan toprak kokusuyla Acar'da yanımdaydı, kapının önünde öylece duruyorduk. Kararsızlığın vakti değildi, burada görülürsek ikimiz hakkında yasal süreç başlatılırdı ve meslekten atılırdık. Çünkü terör örgütü tarafından işbirliği yapıldığı düşünülen savcıydı. Kapıyı çalacağımız anda arka bahçeden çıkan bedenle, elim havada kaldı.

Avukatın burada ne işi vardı?

Acar'ın da benimle aynı şaşkınlığı yaşadığı görebiliyordum, operasyon gittikçe karışıyordu. Ve ben bu cehennemin içinden canlı çıkaracaklarıma karar vermiştim.

Acar, Abim, Verda.

En değerlilerim.

 

 

 

 

 

.

.

.

.

.

 

 

Sarılmalaaaaarrrr, boooollll öpücükleeeerrrrrr💛 Seviliyorsunuz. Güzel okurlarım.

Selamlar, ben ve yine asla bitmek bilmeyen spoilerim beraber geldik. Bölüm boyunca çok fazla şeyden bahsettim, gelecek zamanlarda şahit olacağız. Çınar'ın ve Akad'ın durumu henüz belli değil benim için, anlık bir kararla ya yaşatabilirim ya da şehit olacaklar.. Bilmiyorum, çoğu şeye yazarken karar veriyorum. Duygu işleyişlerini hissettirebilmek benim için önemli, umarım başarılıyımdır, bu bölümü yayınlarken çok heyecanlıyım açıkçası. En beğendiğim bölümlerden. Okurlarımın fikirleri, düşüncelerine değer veriyorum. Lütfen benimle paylaşmaktan çekinmeyin, tekrardan instagram hesabımızı hatırlatayım @gardenpaeonia. takiplemeyi unutmayın, bir dahaki bölüme kadar..💛 Öpülüyorsunuz bebekler🌻

Loading...
0%