Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@garipbirisi

Aslı ve Murat, TV'deki yarışma programında "İstanbul'daki Fatih Camii ve külliyesinin içinde hangi yapı yer almaktadır?" sorusuna ikisi de "tabhane (konukevi)" cevabını verdi ve birbirlerine bakıp

 

Aslı, "Bu Fatih cami ve külliyesi hakkındaki efsaneleri biliyor musun ?" diye soruyor.

 

Murat, "Efsane? Yok pek değil" dedi.

 

Aslı "O zaman efsaneleri bilmiyorsan dinle" diyerek Murat'a heyecanla döndü.

"İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet, şehre yukarıdan bakan Fatih Tepesi’ni görüp çok beğenir. Yeniçerilerine dönerek, "Bu tepeyi benim adıma alın ve buraya bir camii ya da külliye yaptırın," der. Yeniçeriler, "Emir ferman padişahındır," diyerek yola koyulurlar. Ancak tepenin arazisi, zengin bir Yahudi’ye aittir.

 

Yeniçeriler Yahudi’ye ulaşıp, araziyi satın almak istediklerini söylerler. Yahudi, Fatih Sultan Mehmet'in adamları olduğunu öğrenince, fırsatı değerlendirip sürekli daha yüksek bir bedel talep eder. Ancak gözü doymayan Yahudi’nin tavrı, yeniçerileri kızdırır. Aralarında bir gerginlik yaşanır ve tartışma sırasında yeniçeriler kılıçlarını çeker. Öfkeleri kontrol edilemez bir noktaya gelir ve Yahudi'nin bileğini keserler. Yine de adamın istediği parayı ödeyip araziyi satın alırlar.

 

Yahudi, o dönemde şehrin önde gelen mimarlarından biri ve oldukça zengindir. Ancak eli kesildikten sonra zenginliğini kaybeder. Rivayete göre, mal varlığı da azalınca dilencilik yapmaya başlar. Bir cuma namazı çıkışında, Fatih Camii’nin önünde dilenirken, bir yandan da Sultan’ı lanetlemektedir: “Bu camide kıldığınız namaz kabul olmasın, Fatih Sultan Mehmet’in laneti üzerinde olsun!” diye söylenir.

 

Orada bulunan birisi Yahudi’ye şöyle der: “Bu şekilde lanet edeceğine, git derdini adalete anlat. Taht kadısına başvur, Sultan’ı bile şikayet edebilirsin.” Yahudi, bu sözleri duyunca şaşırır: “Sultanı bile şikayet edebileceğim bir makam mı var?” diye sorar. Derhal taht kadısına gider ve başından geçenleri anlatır.

 

Yahudi, adalet talep ettiğinde kadı, Fatih Sultan Mehmet’e dava açıldığını bildirir ve Sultan, davaya çağrılır. Sultan, iki eli kanda olsa bile, kadının davetine icabet etmek zorundadır. Yanına sadrazamını, vezirini ve birkaç yeniçerisini alarak kadının huzuruna çıkar. Ancak Sultan, davası olduğu için taht kadısının önünde ayakta beklemek zorundadır; ona oturması için izin verilmez.

 

Kadı, Sultan’a Yahudi’yi gösterir ve sorar: “Bu adamı tanıyor musun?” Fatih, adamı tanımasa da yanında getirdiği kişilere bakar ve onların onayını alır. Ardından, “Evet, tanırım,” der.

 

Fatih Sultan Mehmet, kadının huzurunda dururken, kadı tekrar sorar:

"Bu adamın elini sen mi kestirdin?"

Fatih, bir an sinirle arkasına döner. Yanında getirdiği adamlar başlarını eğerek, olan biteni Sultan’a anlatır. Olayın ayrıntılarını duyan Fatih, derin bir nefes alır ve başını öne eğer. Mecburen kabul eder:

"Evet, ben kestirdim."

 

Bunun üzerine kadı, hükmü bildirir:

"Yahudi'nin gönül rızası olmadan alınan arazi haramdır. Bu camide kılınan namazlar makbul değildir. Zinhar, camii yıkılacak, arsa temizlenecek, Yahudi’ye tazminat ödenecek ve arazi geri verilecek. Ayrıca, Fatih’in eli de diyet olarak kesilecektir."

 

Kadı bu sözleri söylerken mahkeme salonunda bir sessizlik çöker. Herkes büyük bir şaşkınlık içindedir. Ancak Sultan Fatih, bir an bile tereddüt etmeden kaftanını çıkarıp elini rahlenin üzerine uzatır:

"Adalet her şeyden üstündür," der. "Kes!" diye celladı çağırır.

 

Cellat, elinde keskin kılıçla Sultan’ın elini kesmek için yaklaştığında, Yahudi birden ileri atılır:

"Davadan vazgeçtim! Davadan vazgeçtim! Davadan vazgeçtim!" diye üç kez bağırır.

 

Cellat geri çekilir, herkes derin bir nefes alır. Ancak, dava şeriata göre işlenmeye devam eder, çünkü Yahudi’nin gönüllü olarak davadan vazgeçmesi, adaletin uygulanmasını durdurmaz. Kadı, Yahudi’nin gönlünü almak için Sultan’ın ve Yahudi’nin karşılıklı olarak anlaşmasını sağlar. Yahudi, sonunda rıza gösterir ve cami yıkılmaz.

 

Murat, Aslı’nın hikayeyi anlatışına kendini kaptırmış, onun her an sözlerine kattığı heyecan ve neşeyle gözlerini ondan ayıramamıştı. Hikayenin sonuna geldiğini bile fark etmemişti. Aslı, hafif bir gülümsemeyle ona dönerek, “Biliyor muydun bu hikayeyi?” diye sordu.

 

Murat bir an duraksadı, sonra toparlanarak cevap verdi: “Yok, bilmiyordum. Pek de ilgilenmem böyle efsanelerle aslında…”

 

Ama Murat, içten içe etkilenmişti. Aslı’nın hikayeyi anlatırkenki tutkulu sesi, onun efsanelerle olan bağını gözler önüne seriyordu. Murat, bu duygusal derinliği fark etmişti ama bunu dile getirmek istemedi.

 

Murat, hafif bir merakla sordu: "Başka var mı böyle bildiğin efsaneler, değişik hikayeler?"

 

Aslı gülerek karşılık verdi: "Aslında daha neler var, ama senin ilgini çekmez. Bunu bile zorla dinledin galiba," dedi, alaycı bir tonla.

 

Murat itiraz etti: "Yok, aslında güzeldi. Anlatabilirsin, dinlerim."

 

Aslı, Murat'a bakarak gülümsedi. "Şu an aklıma gelmedi öyle sorunca," dedi ve tatlı bir tebessümle omuz silkti.

 

Murat göz kırparak, "O zaman sana bir hikaye anlatayım," dedi.

 

Aslı, merakla ona döndü. "Cidden mi?" diye sordu, dikkatini tamamen Murat'a vererek.

 

Murat hikayesine başladı: "Bir zamanlar çok güzel, çok tatlı bir kız varmış. Herkes tarafından sevilirmiş ama bir sorun varmış... Bu kız hiç büyüklerin sözünü dinlemezmiş."

 

Aslı alaycı bir şekilde gülümseyip, "Ben süt ısıtıp geleyim, bu hikayeyle uyurum herhalde," dedi.

 

Murat gülerek, "Efsanelerimiz yok bizim," diye karşılık verdi ve Aslı’nın gülüşünü izlemeye başladı. O sırada televizyondaki program bitmişti. Aslı, televizyona bakıp kanalları değiştirirken, "Film izleyebilsek keşke," dedi.

 

Murat, yukarıdaki dolapta duran bilgisayarı kastederek, "Yukarıda bir bilgisayar var, ondan izleyebilirsin," diye önerdi.

 

Aslı, Murat’a tekrar dönüp, "O değil de, yarın okulda ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu.

 

Murat hafif bir gülümsemeyle, "Sen hikayeyle gayet iyi idare ettin, yarın da devam edersin," dedi.

 

Aslı imalı bir şekilde, "Grubuna kendin okursun o zaman," diye cevap verdi.

 

Murat, sakin bir tonla ama ciddiyetle, "O grubu okuma öğretmek için ayırdım, tüm sınıfta kargaşa olmasın diye yaptım. Kendi kendine sebebini bilmeden yargılama," dedi.

 

Aslı, hafif bir tebessümle, "Yargısız infaz senin işin, benim değil," diye karşılık verdi.

 

Murat bir an sinirle gülümseyerek, "Aslı, beni kışkırtma, sus. Zaten az önce de bir laf attın geri çekildin. Zorlama beni, sakın!" dedi.

 

Aslı, savunmacı bir şekilde, "Bir şey demedim ki, neye tripleniyorsun?" diye cevap verdi.

 

Murat sinirle yerinden kalktı, alaycı bir gülümsemeyle, "Sen bilerek yapıyorsun, değil mi? Kaostan besleniyorsun, bundan zevk alıyorsun," dedi ve sert bir şekilde kalkıp balkona çıktı.

 

Aslı’nın ifadesi donup kaldı, Murat’ın bu kadar hızlı öfkelenmesi onu şaşırtmıştı. Balkona doğru bakakaldı.

 

Aslı, kendi kendine sessizce ama sinirle mırıldandı, "Her seferinde bir şekilde kavga çıkıyor, çok sıkıldım bundan, yeter artık!" dedi. Sözlerinin etkisini içinde hissediyor, bu kısır döngüden yorulmuş olduğunu fark ediyordu. Öfkeyle Murat’ın altındaki yastığı alıp koltuğun ucuna fırlattı ve yüzünü tekrar televizyona döndü, ekranda olanlara bakmaya çalışarak zihnini dağıtmaya uğraştı.

 

O sırada Murat balkonda oturmuş, derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordu. İçindeki siniri bastırmaya çalışsa da, aralarındaki gerilimin giderek arttığını hissediyordu. Rüzgarın hafif esintisiyle rahatlamaya çalışdı

 

Aslı derin bir nefes alarak, sakin adımlarla Murat'ın yanına çıktı. Murat, onun gelişini fark etmesine rağmen, görmezden geliyormuş gibi yapmaya devam etti. Aslı, Murat'ın yanına oturdu ve yumuşak bir ses tonuyla, "Konuşalım mı biraz?" dedi. Ama Murat cevap vermedi, yalnızca karanlık boşluğa bakmayı sürdürdü.

 

Aslı, Murat’ın sessizliğine aldırmadan, bu sefer onun yüzüne dikkatle bakmaya başladı. Gözlerinin altındaki hafif çizgileri fark etti. Zamanın izlerini taşıyan bu çizgiler, Murat’a bambaşka bir derinlik katıyordu. Kulağının ucundaki ben, ilk kez gözüne çarptı. Murat’ın yüzünün yandan bu kadar çekici göründüğünü de fark etmişti; her şeyin altında bir güzellik saklıydı.

 

Tam bu düşüncelere dalmışken, Murat başını, dirseklerini dayadığı trabzandan ayırıp ona döndü. Aslı’nın gözlerine baktı ve soğukkanlı bir şekilde, "Konuşalım dedin, hadi," diye cevap verdi.

 

Aslı, Murat’ın gözlerine daha önce hiç bu kadar sakin ve dikkatli bakmamıştı. Aniden, kendi düşüncelerinden sıyrıldı ve afallamış bir şekilde söylemek istediklerini toparlamaya çalıştı. Bir an için ne söyleyeceğini unuttu, ama Murat’ın gözlerindeki sabır onu konuşmaya teşvik ediyordu.

 

Aslı, derin bir nefes alarak, gözlerini Murat'tan ayırmadan konuşmaya başladı: "Kavga etmek, tartışmak, sürekli birbirimizi incitmek istemiyorum. Özellikle de incinmek istemiyorum. Birbirimize daha sabırlı, daha anlayışlı davranamaz mıyız? Belki çok iyi arkadaş olabiliriz, ama hiç şans vermiyoruz birbirimize."

 

Murat, gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı ve bir an duraksadı. Ardından gözlerini açıp, Aslı’ya dönerek sertçe konuştu: "Peki, anlaştık. Çok güzel, anlaşmaya başladık diyelim, bu gayet olası bir durum. Ama ben yıllarımı seninle arkadaş olmak için harcamadım," dedi ve göz kırparak, alaycı bir tavırla sözlerini bitirdi.

 

Aslı, Murat'ın sözlerindeki sertliği fark edip, aynı sertlikle cevap verdi: "Peki, sen bilirsin. Ama ben artık kavga etmek istemiyorum. Ya beni dinleyeceksin ya da ben şu duvarlardan farksız olacağım," dedi ve karşısındaki karanlığa bakmaya başladı. Sessizlik içinde, sözcüklerinin arkasındaki çaresizliği hissettirdi, içindeki kırılganlığı gizlemeye çalışarak dışa vuruyordu.

 

Murat, alaycı bir tavırla, "Kavga edecek güce sahip değilim bugün, merak etme, duvar hanım," dedi.

 

Aslı, karanlıkta kaybolmuş, zihni boğulmuş ve ölüme dair düşünceler içindeydi; ancak Murat’ın onu izlediğini hissetti. İçindeki derin sıkıntıyı gizlemeye çalışarak yutkundu. Murat’a dönüp, sakin kalmaya çalışarak sıkılmış bir gülüşle, "Komik," dedi. Ardından tekrar karanlıkta kaybolmaya döndü, hissettiği yalnızlıkla yüzleşmek üzere kendi içine çekildi.







 

Loading...
0%