İki hafta önce vefat etmiş büyükannesinden kendisine kalan eve yerleşen Armida , bu yılın başlarında yirmi beş yaşına basmış genç bir kadındı.
Büyükannesi dışındaki tüm aile fertlerini yitirmiş Armida; iş için gittiği seyahatten, hastanede durumunun kötüye gittiğini öğrendiği büyükannesinin, son anlarında yanında olabilmek için dönmek zorunda kalmıştı. O da biliyordu ki, büyükannesi yıllarca bu hastalık yüzünden çok çekmişti. En son aşamaya kadar ilerleyen hastalığı yüzünden konuşma yetisini kaybetmeye başlamış büyükannesinin ölümü, onu her ne kadar üzse de yine de mutluydu. Çünkü artık sevecen ve merhametli büyükannesi acı çekmeyecekti.
Hasta olan insanların yakınları, sevdiklerinin artık acı çekmeyeceğini bildikleri için ölseler dahi büyük bir üzüntü duymazlardı. En azından daha fazla canının yanmayacağını düşünüp ölümün o kişi için kurtuluş olduğunun farkında olurlardı. Bu hisleri Armida da hissetmişti. Ne kadar üzülmüş olsada Alzheimer hastalığının insana neler çektirdiğini bildiği için büyükannesi adına mutluydu. Ruhu huzura kavuştuğu için. Cenaze bir süre önce olmuştu. Büyükannesinden kendisine kalan eve taşınalı ise henüz birkaç gün geçmişti. Golden Retriever cinsi sarı köpeğiyle beraber bu evde yaşamaya başlamıştı. Adımını attığı her karede büyükannesinin varlığını, hissediyordu.
Mutfak masasının üstünde; önüne koymuş olduğu Laptop'un dan, yeni yazmaya başlamış olduğu hikayesinin, ilk bölümünün taslağını çıkarmakla meşguldü.
O sırada köpeği Merman' in bahçeden gelen havlama sesleri ile önündeki Laptop' unu kapatıp Merman' in yanına gitmek için hareketlendi.
Evin arka bahçesinden gelen sese ilerleyen Armida, Merman ‘in bahçede bulunan bir dut ağacının dibini eşelediğini gördü. Dikkatle bir şeye bakıp havlayan köpeğinin, bir kemik falan bulup buna havladığını düşündü. Halbuki Merman'in yanına yaklaşıp baktığında baktığı şeyin ağacın dibine gömülmüş eski bir defter olduğunu gördü.
Üzeri toprak ve kir olmuş defterin siyah deri kaplaması üzerinde bir çiçek motifi vardı. Elle çizilmiş olduğu belli olan motifteki çiçeği Armida hemen tanımıştı. Büyükannesi’nin sevdiği çiçeğe çok benziyordu. Annesi, zamanında büyükannesinin en sevdiği çiçeğin Gardenya olduğunu söylemişti. Muhtemelen bu çiçek Gardenya'ydı. Ve sanırım bu defter de büyükannesine aitti.
Toprağın içinde duran defteri eline alan Armida, deftere daha yakından bakınca gününün ilk şokunu yaşadı. Defterin üzerinde büyük harflerle “UNUTMA” yazıyordu. Yazının da aynı çiçek motifinde olduğu gibi elle çizildiği belli oluyordu.
Armida her şeyden habersiz olsa dahi, gökyüzü Alicia'nın öldüğü gün ve öncesinde dahi her şeyin farkındaydı.
O gece sokağın başındaki restorantta çalan slow şarkı, orada bulunan insanları eğlendirmişe benziyordu. Eski bir şarkının melodisi etrafta kol gezerken, sokaktaki hatıralar da teker teker canlanıyordu. Kimsenin görmediği bir filmden sahneler , akşamın acı gözyaşlarını sunuyordu. Çünkü o akşam hastanede biri son sözlerini söylemekteydi. Seksen üç yaşında, Alzheimer hastası olan Alicia Clark adlı kadın, tam da o akşam hayata gözlerini kapattı. Yanında ağlayarak elini tutan torunu Armida , orada bulunan doktor ve hemşireler dışında hasta olan bu yaşlı kadının son kelimelerini duyan tek kişiydi. Konuşma yetisini uzun süre önce kaybetmeye başlamış olan kadın bir mucize eseri gösterip gökyüzüne gitmeden önce son kelimesini edebilmişti.
“Unutma.” Dedi Alicia. Ve bu onun gözlerini kapatmadan önce söylediği son şeydi. Unutma. Kısa ve öz. Hiçbir anlam ifade etmeyen bu kelime, hasta bir kadının ölmeden önce söylediği son şeydi. Kimse bu kelimenin ne anlam ifade ettiğini bilmiyordu ancak o gece, ‘o’ sokakta çalan o şarkı ‘Unutma.’ kelimesinin ağırlığını en iyi şekilde biliyordu. Kimse bilmese bile o gece, sabaha kadar gökyüzü birisi için ağladı. O gece...yağmur durmak bilmedi. Çünkü o gün...hikayenin başladığı gündü. Ve bittiği...
Defterin ilk sayfasını dikkatle açan Armida bunun bir günlük olduğunu fark etti. Büyükannesinin günlüğünü bulmuş olduğunu fark eden Armida yaşadığı şoku atlatamadan ikinci bir şok daha yaşadı. Günlük... birine ithafen yazılmıştı. Daha doğrusu bir erkeğe ithafen yazılmıştı.
“Sevgilim...Gardenya'nın ışığı gözlerinde. Baharın enerjisi saçlarında. Hangi gece olabilir ki gözlerinden daha parlak? Ve parmaklarımı saçlarına geçirsem saatlerce o anda kalabilirim. Eğer unutursam...bilebilirsin, o gün öldüğüm gündür. Sevgilim...sen sadece geceleri görünürsün. Gökyüzünde sesini, gözlerimi kapattığımda nefesini hissediyorum tenimde. Gardenya'nın ışığı sarsın etrafımızı. Sana sonsuz Gardenya sunacağım. Sana sonsuza dek sürecek unutulmaz bir aşk sunacağım. Ve bu defter sonlansa dahi unutmayacağım. “ UNUTMA” unutulmazdır. Ve ben...seni sana yazdığım bir günün sonunda, her zaman gözlerinde dünyayı gezdiğim bir hayat yaşayacağım. Anılarımızın zihnimdeki değerini bil diye, sana tüm ömrüm yettiğince Gardenya alacağım. “
Satırların onda hissettirdiği heyecanla Armida o anda olup biten her şeyi, bulunduğu yeri unutup, başına çökmüş olduğu ağacın önüne oturdu. Yere düşen dutların üzerinde leke oluşturmasını umursamadı. Köpeği Merman'in, defteri bulduktan hemen sonra yanından ayrılıp evin içine girdiğini bile görmemişti. Sanki Merman görevini tamamladığını fark etmişti . Ve sahibini bu özel anda yalnız bırakmak istemişti.
Armida yaşadığı şeyin ne kadar özel olduğunun farkında değildi belki. Ancak önüne oturduğu ağaç kesinlikle farkındaydı. Dikkati tamamen elindeki deftere ve içindeki satırlara odaklı Armida , büyük bir heyecanla ikinci sayfayı çevirdi. Böylece Gardenya'nın hikayesini bilen iki kişinin arasına bir kişi daha eklendi.
3 Nisan 20xx
Hüzünlü bir keman sesi ortamdaki romantizmin iliklere kadar işlemesine sebep olurken Alicia Clark yüzündeki en sahici gülümsemeyle yanı başında duran arkadaşı Chester’ i dinliyordu. Chester yeni izlediği filmin en komik sahnelerini anlatıyordu. Canlandırarak! Komik bir çocuk olması ve tuhaf yüz ifadeleriyle gerçekten insanları eğlendirmesini biliyordu.
Ortamdaki dramatik keman sesinin ve ikonik kendinden geçmişliğin aksine o gece mekanda kahkahalarla eğlenen bir grup vardı. Alicia Clark henüz yirmi beş yaşında amatör yazarlık yapan genç bir kadındı. Sadece yirmi tane bastırdığı bir şiir kitabı vardı. Şuan için yapmayı sevdiği meslek onu geçindirmeye yetmediğinden ek işlerde çalışıyordu. Aylardan beri doğru dürüst sosyal bir aktivite bile yapamamıştı. Yirmi beşinci yaş gününü dahi evinde koltuğun üzerinde marketten aldığı küçük kek eşliğinde kutlamıştı.
Kendi başına yaşamanın yükümlülüklerini öğrenebilmek için yirmi bir yaşında ailesiyle yaşadığı evden ayrılıp kendi evine çıktı. Ve şimdi aylar sonra ilk kez yoğun çalışma hayatının verdiği stresten biraz olsun uzaklaşabilmek için, arkadaşlarıyla , Black Mulberry ( karadut) isimli canlı müzik yapan bir restoranta gelmişti. Günler sonra ilk kez nefes aldığını hissediyordu Alicia.
Kemanın sesi durduğunda o da kendine geldi sanki. Hala bir şeyler anlatan arkadaşını dinlemeyi bıraktı. Az önce çalan şarkı en sevdiği şarkılardan biriydi. Fakat arkadaşlarına odaklandığı için müziğin tadını çıkaramamıştı. Leonard Cohen ‘in Dance me to the end of love şarkısı başladığı gibi hüzünle son bulmuştu. Etrafta dans eden çiftler yerlerine oturmuşlardı bile. Oysa Alicia için her şey yeni başlamıştı. Enstrümanların çalındığı yere baktığında zaten o sırada kendisine bakıyor olduğunu fark ettiği kemancıyla göz göze geldi .
Uzun dalgalı siyah saçları ve büyüleyici kahve gözleri vardı. Kahve rengi nasıl bu kadar etkileyici olabilir di? Uğruna şiirler yazılabilecek gözler, doğrudan kendisine bakarken içinde hissettiği yazma isteğini bastırdı. Hangi kahve, şiirler yazdırabilecek ilhamı verebilirdi ki? Genç adamın siyah dalgalı saçları alnına dökülüp gözlerine doğru değiyordu. Fiziki olarak her kadının ve hatta erkeklerin dahi etkilenebileceği bir adamdı.
Bu da neden restoranın küçük bir sokakta olmasına rağmen bu kadar rağbet gördüğünü açıklıyordu. Kendisiyle aynı yaşlarda olduğu belli olan genç adamdan gözlerini kaçırdı Alicia. Sıradan bir yakışıklı diye geçirdi içinden. Muhtemelen tüm genç ve yakışıklı erkeklerde olduğu gibi kendini beğenmiş bir züppeydi. Ona bakmasından bile yanlış anlayabilecek potansiyeli olduğunu düşündü.
Masanın üzerinde duran bardaktaki portakallı meyve suyunu kafasına dikti. Arkadaşları kahkahalar eşliğinde koyu bir sohbete dalmışken Alicia kapı önüne çıkıp hava almak istedi. Sohbeti bölmemek için sessizce ayağa kalktı. Kendisi dışında tüm arkadaşları alkol kullandığı için sarhoş olmayan tek kişiydi.
Suratına çarpan ılık bahar havası , üzerine geçirmiş olduğu krem rengi hırka ve önünde duran beyaz duvar muhteşem bir uyumun baş yapıtıydı. Gözlerini kapatıp arkasındaki duvara yaslanan Alicia kendini ana o kadar kaptırmıştı ki , arkasından gelen kişinin ayak seslerini duymamıştı. Gelen kişi her kimse Alicia'nın sol yanında durup konuşmadan önce bir süre kendini toparladı.
“ Şarkıyı sevmediniz sanırım.” Dedi gelen kişi. Kadın gözlerini açtığında sol yanında duran kemancıyı gördü. Ani şaşkınlıktan kaynaklı kirpiklerini kırpıştıran kadın soruya cevapsız kaldı.
“ Şarkıyı sevmedin sanırım.” Diye tekrarladı adam. Dikkatli bakışları kadının üzerindeydi. “ Sevdim.” Dedi kadın. Kemancının yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. “ O zaman benim çalışımı sevmedin. “ dedi. Tebessümü buruktu. Duyacağı cevaptan ürkmüştü sanki.
“ Hayır. Harika çaldınız. Sevmediğimi düşündüren nedir?” diye sordu kadın.
Başını kadına doğru eğen adam sırtını duvara yaslayıp sağ dizini karnına doğru çekti. Ve karnına doğru çekmiş olduğu dizinin ayak tabanını duvara yasladı. Ellerini önünde birleştirirken “ Çünkü şarkıyı hiç dinlemediniz.” Dedi . Yüzündeki tebessümü solarken kafasını önüne çevirdi. “ Çünkü beni hiç dinlemediniz. “diye devam etti genç adam. Yanındaki gencin ne düşündüğünü kestiremeyen Alicia “ Şarkıyı sevmediğim için değil, arkadaşlarıma kabalık etmek istemediğim için sizi dinlemedim. Çünkü şarkı çalarken arkadaşım bana bir şeyler anlatıyordu. Çalışınız da, şarkı da olağanüstüydü. Ve bittiğini fark ettiğimde dinleyemediğim için üzüldüğümü itiraf edebilirim. “ dedi.
Genç adam tekrar gülümsedi. Başını yere doğru eğip yerdeki bir noktaya odaklandı. “ Çalabilirim...” dedi kısık sesle.
Neyi kastettiğini anlamayan Alicia “ Ne? “ diye sordu.
“ Çalabilirim. Eğer istersen senin için tekrar çalabilirim o şarkıyı. “ dedi. Söylenilen sözleri yanlış anlamamak için mantığına odaklanmaya çalışan Alicia içindeki kıpırtıya anlam veremedi. Kendisi gördüğü her yakışıklı erkeğe kapılmayacak yada yapılan her kura düşmeyecek kadar akıllı bir kadındı. Yok saymaya çalıştığı heyecan duygusu ve kendi içinde verdiği savaşı bir kenara bıraktı.
“ Çalabilir misin? Müşteri memnuniyeti önemli olmalı sizin için.” Dedi.
Adamın yüzündeki gülümseme genişledi. Yere eğmiş olduğu başını Alicia ‘ ya çevirdi. Az önce arkasında birleştirdiği ellerini önüne getirdi tekrar. Sağ elini uzattı genç kadına doğru.
“ Gabriel...” dedi. Kendisine uzatılan ele ve sahibinin gözlerine baktı Alicia. Kahverengi...
Ne toprak... ne bitter...ne de ağaç kahvesi...
Sadece kahverengi...
Çünkü hiçbir tabir bu güzel gözleri tarif etmeye yeterli gelmezdi.
Neden? Nasıl kahverengi bu kadar güzel gelebilirdi kendisine?
“ Adım... Gabriel. “ dedi adam birkaç saniye duraksadıktan sonra kadının cevap vermesine fırsat vermeden “ Bir gün sana bu şarkıyı çalacağım. “ dedi. Kadının önüne geçip onun ellerine baktı.
Kadın kendisine uzatılan eli tuttu. “ Alicia” dedi. Ellerine değen sıcak eller, ılık bahar havası ve gökyüzünden yansıyan ay ışığıyla birlikte bu onların ilk konuşmasıydı.
Gabriel sokaktan ayrılmadan önce kadının eline bir kâğıt iliştirdi. Küçük sarı bir not kâğıdıydı. Sol elinde tutmuş olduğu kâğıdı kadının tutmuş olduğu sağ elinin avucunu açıp yerleştirmişti .
O gittiğinde Alicia hala ne olduğunu şaşırmış Gabriel’in gittiği yere doğru bakıyordu.
Avucunun arasına bırakılmış küçük not kağıdını açıp baktığında “ Bir gün senin için keman çaldığımda, benim için de şiir yazmanı umut edeceğim. Ve tekrar karşılaştığımızda gökyüzünden notalar dağılmasını umacağım saçlarına. Yarın yine aynı saatte aynı sokakta beni dinlemeye gelmenizi umut ediyorum. Bu kez sadece sizin için çalacağım. Ve lütfen umutlarımı kırmayın olur mu?” yazdığını gördü.
Söze sen diye başlayıp siz diye bitirmişti. Gelmesini istediği ve gelmemesinden korktuğu belliydi.
Şok olmuş şekilde içindeki heyecana artık dur diyemeyeceğini sezdi Alicia. İnkar ettiği gerçek su yüzündeydi. Gabriel ’den etkilenmişti. Ellerinde hala hissettiği sıcaklık, gökyüzünde parlayan ay ve hızla atan bir kalp... Bir Pazartesi gecesi tanıştığı bu adamın hayatını sonsuza dek değiştireceğini nereden bilebilirdi ki?
Ve de...Gabriel'in, bastırdığı yirmi tane kitaptan birini satın almış bir hayranı olduğunu...
UNUTMA' DA Kİ Şiirlerden Satırlar...
“ UNUTMA BENİ
Tadında kaldı duvarların neşesi.
Bir şölen edasıyla geldi odanın içine rutubet.
Hakiki bir dostluğun bitişine denk gelirdi müziğin sesi.
Arkada çalan Spring Waltz...
Bir kış akşamında unuttum adının verdiği heyecanı.
Satırlar yarım kaldı , şiir sonunu bulamadı. Çünkü yazılan her satırda onun izleri vardı. Hikaye devam ederken onun bıraktığı izler de ortaya çıkacaktı. Belki de tamamen gitmek için. Her yeni bölümde, yeni satırlarda devam edecekti. Tüm yarım bırakılan şiirlerin çığlıkları. Ne dersin sonunu görelim mi Unutma Beni şiirinin?
DEVAM EDECEK