@gece.nerminbasturk
|
Saydı: Dakikaları, saniyeleri, yeryüzünde toprağa karışmış her umut tanesini, dilek tutabilmek için gökyüzündeki yıldızları... Cevabını bilmediği sorular arasında kendi hayalleriyle baş başaydı Gabriel. İçinde anlamlandıramadığı derin bir keder vardı. Adam'ın gidişinin ardından kendisiyle baş başa kalabilmek adına biraz daha bulunduğu yerde kalmayıseçmişti. Önündeki deniz hayalleri, dalgalar tuvalleriydi sanki. Resmini çizmişti Tanrı doğanın kendisiyle bir bütün olup. Yaklaşık bir saattir aynı kayalıkta oturuyor hayatının resmini izliyordu. Sol yanında bir şeyler ağırdı. Herkese verebilecek sevgisi ve umudu varken kendi içinde tükenmişlik yaşıyordu. Kimin aklına gelirdi? Düşünceler zihnini yiyip bitirirken içindeki ağrının nedenini bulmak istedi. Kalp krizi mi geçiriyordu? Çok yorgun olduğu için miydi? Sormak istediği ama cevabını alamadığı soruların cevabıydı gelen telefon. Gergin, anlamsız bir telaşın içinde telefonu açtı Gabriel Moris. Arayan bir kadındı. Daha doğrusu bir doktordu. “ Merhaba Bay Moris. Ben annenizin doktoru Emily Watson. Anneniz Daniela Moris hakkında konuşmak için sizi aramıştım. Bu akşam saat 20.00 ‘den sonra annenizin durumu fenalaştı. “ telefonu açtığında ilk duyduğu şeyler bunlardı. ’Fenalaştı’ dan sonrasını duyamamıştı. Gabriel içindeki sıkıntının sebebini anladı. Demek bu sebepten dolayı kalbi acı içindeydi. Hissetmişti. Birbirine kan bağıyla bağlı olanlar birbirinin acısını hissedebilir, derler. Birbirine kalp bağıyla bağlı olanlar da hissedebilir. Peki ya birbirine hem kalp hem kan bağıyla bağlı olanlar ne yapmalıydı ? Telefon kulağında şokta olan Gabriel, doktorun “ Bay Moris...Bay Moris orada mısınız?” sorularını duysa da ilk birkaç saniye cevap verememişti. Gözlerini kapatıp açtı Gabriel. Ve “ Geliyorum.” Dedi. Söylediği ilk ve tek şey bu oldu. Gabriel önündeki dalgalara baktı son kez. “ Dalgaların arasına yazsam adımı. Benim yerime ağlar mısın deniz?” dedi önündeki dalgalı denize. “ Çünkü ben...ağlayamıyorum.” diye devam etti. Son kelimesinde dudakları titremişti. Ama Gabriel ağlayamadı bile. Gabriel annesinin yattığı hastaneye gittiğinde kendisini annesinin doktorları ve hemşireleri karşıladı. Daniela Moris...eski bir hemşire olan bu iyi ve güzel kadın Alzheimer hastasıydı. Ve son evreye geçiş yapmıştı. Gabriel; hastane yatağında, oksijen tüplerine bağlı yatan annesinin sağ elini tuttu. Daniela hastalığın son evresine geçiş yaptığı içiin bazen nefes almayı unutuyordu. Nefes almayı unutup nefessiz kaldığı için oksijen tüpü bağlamışlardı. Akciğer enfeksiyonu görüldüğü için durumu da kötüye gitmişti. Son zamanlarda yakın olduğu insanları dahi unutmaya başlayan kadın , oğlunu unutmamıştı. Şu ana dek... Gabriel elini tuttuğu annesine sevecenlikle “ Anne...” dedi. Yüzünde hüzünlü bir tebessüm vardı. “ Ben geldim. “ Gözleri kapalı yatan kadın kendisine seslenildiğini anlamış gibi gözlerini açtı. Başında dikilen genci gördüğünde ise onu tanıyamadı. “ Kimsiniz ? “ diye sordu. Ölüm ince bir duman olup genç bir kadının, bir annenin bedenine misafir olmadan önce en çok yakınındakini yıkardı. Gabriel o anda ölebilmeyi isterdi. Annesinin söylediği şeyi hiç duymamayı dilerdi. “ Anne...benim.” nefes almayı unutan tek Daniela değildi artık. Gabriel de nefes almayı unuttu bir anlığına. “ Kimsiniz?” diye sordu kadın tekrar. Sanki duymamış gibi. “ Anne...benim.” diye tekrarladı Gabriel. Sesi titremişti. Kalbinde büyük bir sancı vardı. “ Hayır. Hayır Anne. Beni unutamazsın. “ dedi Gabriel eli annesinin elindeyken dizlerinin üzerinde yere düşüp. “ Kimsiniz? Beni tanıyor musun?” diye sordu kadın . Siz diye başlayıp sen diye sonlandırmıştı cümleyi. Gabriel başını yere eğdiğinde dolan gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Gözlerini sıkıca kapattı. Dudakları büzülmüştü. Şimdi küçük bir çocuk gibi duruyordu. “Anne...benim Gabriel.” Dedi. Dudaklarının arasından bir hıçkırık kaçtı. “ Beni unutamazsın.” Annesinin, tuttuğu elini öptü. “ Beni unutma Anne!” diye haykırdı. Daniela oğlunu tanımadı. “ Çok da yakışıklı bir adamsın kimin oğlusun sen?” dedi. Kadının yüzünde ince bir gülümseme kaldı. Gabriel’in belki de annesine dair sonrasında hatırlayacağı son şey olabilirdi. “ Anne...” çöktüğü yerden kalktı Gabriel. “ Beni hatırlamak zorundasın. Lütfen beni unutma!” dedi. Gözyaşları yüzünden önünü puslu görüyordu. “ Ben senin oğlunum.” “ Kimsiniz? Ben kimim biliyor musunuz ?” diye sordu Daniela sanki söylenenleri hiç duymamış gibi. Zorlukla konuşuyor ve nefes alıyordu. Son zamanlarda hiç olmadığı kadar çaresiz hissediyordu Gabriel. Annesinin tuttuğu sağ elini bıraktı yavaşça. Sağ elinin içinde bir karıncalanma hissi canını hiç olmadığı kadar yakıyordu. Annesinin her şeye rağmen gülümseyen yüzüne baktı Gabriel. İçindeki sıkıntı gitmemişti. Katlanarak artmıştı. Korktuklarının başına gelmesinden deli gibi korkuyordu. “ Kimsiniz bilmiyorum ama eliniz sıcacıktı. Elimi tekrar tutabilir misiniz?” diye sordu Daniela. Küçük bir çocuğun annesinden son kez oyuncağını istemesi gibi son bir umutla sormuştu. Sanki içine doğdu ne olacağı. Gabriel hala ağlamaya devam ediyordu. Başıyla onayladı kadını. Bırakmış olduğu eli sol eliyle tekrar tuttu ve yere oturdu. Dizlerini kendisine çekip bir zamanlar annesiyle en çok dinledikleri şarkılardan birini mırıldanmaya başladı. ‘ Dance me to the end of love’ Alicia ve Gabriel ‘in ilk tanıştıkları akşam Gabriel’in kemanıyla çaldığı şarkıydı bu. Aynı zamanda Gabriel ve Daniela’ nın dinlemekten en çok hoşlandıkları şarkı. Daniela ,yanaklarından yaşlar süzülen genç adamı merakla dinliyordu. “ Bu şarkı ne güzelmiş. Kim söylüyor? “ diye sordu. Gabriel durdu. Başını soluna çevirip annesine baktı. Daha fazla ağlamaya başladı. Birlikte dinledikleri şarkıyı da hatırlamamıştı. Gabriel önüne dönüp “ Anne...beni unutma anne.” Diye haykırmaya başladı. Öne geriye sallanıp dururken sağ elini saçlarının arasına geçirdi. Transa girmiş gibi aynı şeyleri söylüyordu. “ Anne...beni unutma anne.” “ Anne beni unutamazsın!” “Lütfen beni unutma!” Gözyaşları durmak bilmedi. Kalbindeki ağrının dinmediği gibi. Sözleri kulaklara, zihne ulaşmadı. Fakat kalbe ulaştı sanırım. Gabriel sol elinde sıkıca bir tutuş hissetti. Daniela oğlunun tutmuş olduğu elini daha sıkı sardı. Gabriel bunu hissedip annesine döndü. Oturduğu yerden kalkıp annesine imkanların el verdiğince sarıldı. “ Genç adam bana keman çalar mısın? “ diye sordu Daniela. Geri çekilip annesine bakan Gabriel bir anlığına hatırladı diye umutlandı . Ama kadının “ Senin keman çalabildiğine dair bir his var içimde. “ diye devam ettiğinde sahip olduğu küçücük umudu da söndü. “ Ama yanımda değil ki kemanım “ dedi Gabriel kızarmış gözlerinin arasından. Annesinin gözlerindeki ışığın gittiğini görünce “ Ama istersen gidip getiririm kemanımı. Sizin için keman çalarım hanımefendi.” Dedi. Kadın tebessüm etti. “ Beni çok mutlu ettin genç adam. Teşekkür ederim. “ dedi. Gabriel kadının elini bırakıp kapıya yöneldiğinde kadın göz açıp kapayıncaya dek fenalaştı . Kalp atışlarını gösteren çizgiler artık yoktu. Tek çizgi. Bitişin simgelendiği ve bir canın ardından geride kalanın gösterildiği şey sadece tek çizgiydi. Gabriel'in; beyni , kalbi, içinde sahip olduğu ne kadar umudu varsa durdu. Gabriel mükemmel başlayan gecesinin, Alicia’yla yarın akşam buluşacaklarına dair söz verdiği gecenin, ilerleyen saatlerinde tam bir kabusu yaşayacağını nereden bilebilirdi? Tek bir gün içinde, hatta saatler içerisinde her şey üst üste gelmişti. Bir gün içinde birden fazla duyguya ev sahipliği yapmıştı kalbi. Şimdi ne olacaktı? Dakikalar içerisinde odaya giren hemşire ve doktorlar birkaç muayene sonrası kalp masajı yapmaya başladı. Daniela Moris akciğer enfeksiyonuna bağlı olarak hayatını kaybetmişti. Alzheimer hastalarında bu görülen bir durumdu. Gabriel gökyüzündeki Ay’ını kaybetmişti. Ona hayatı öğreten, sevgiyi öğreten kişi artık yoktu. Ve bu düşünce katlanılmaz bir acıyı beraberinde getiriyordu. Gabriel, kapının dışında duvara yaslı, dizlerini kendine çekmiş yerde otururken ellerini başının iki yanına koymuş bunun bir kabus olmasını diliyordu. Bitişin gerçekleştiğini bilmesine rağmen idrak etmek istemiyordu. “ Lütfen sevgili gökyüzü annemin ruhunu geri getirin. Çok sevdiğim kemanımı bile çalmayı bırakabilirim. Sadece biraz daha benimle kalsın.” Akan gözyaşlarını sol elinin tersiyle sildi. “ Tanrım, onu benden alma! Söz veriyorum daha iyi bir adam olacağım. Kötü biri olduğum için mi böyle oldu? Tanrım, ondan başka kimsem yok. Onu da benden alma! Lütfen...” dedi. Küçük bir çocuk gibi kendini suçladı Gabriel. Daha iyi biri olmadığı için annesini kaybetmişti sanki. Gökyüzü onu cezalandırmıştı. Zaten olabileceğinin en iyisi olduğunun farkında bile değildi. “ Anneee beni hatırlamadan gitme! Ne olur gitme!” diye saatlerce ağladı. Doktorlar tarafından hastanın ex olduğu haberi verildikten sonra dahi yalvarıp ağlamaya devam etmişti. Sanki bunu yaparsa her şeyi geri döndürebileceğini düşünmüştü. O gün sabaha kadar uyku girmedi Gabriel’in gözlerine. Ertesi gün Blackmulberry ‘e gitmedi. Ve sonraki bir hafta boyunca da gitmedi. Annesinin cenaze işlerini halletmekle meşgulken iş yerine haber vermek aklına dahi gelmemişti. Zaten haber verebilmeyi akıl da edebilecek durumda değildi. Gabriel kimsesiz kaldığını düşünürken birinin varlığını unutmuştu. Alicia Clark onu önemsiyordu. Gabriel kimsesiz kalmamıştı. Hala onu düşünen biri vardı. ♧ Sayfalar çevrildi. Zaman aktı, akan sular duruldu belki de. Anın getirdiği cazibeye kapılan insanların arasında Alicia önünde durduğu Blackmulberry’den içeri girdiğinde içinde büyük heyecan taşıyordu. Onu yeniden göreceği için kıpır kıpırdı. Teknik olarak bu ilk gerçek buluşmaları olacaktı. Henüz birbirlerinde numaraları yoktu. Bu yüzden onu arayıp geleceğini haber verememişti. Gerçi söz vermişti. Birine söz vermek kesinlik demek değil miydi? İşten çıktıktan sonra soluğu direk burada almıştı. Üzerinde koyu mavi kot pantolonu, siyah üzerinde ‘ Ölen bedenlerdir satırlar ebediyen yaşar.” Yazılı tişörtü vardı. Uzun dalgalı saçlarını açık bırakmıştı. İçeri girdiğinde Gabriel’i her zamanki yerinde-sahnede- görememişti. Bunu garipsedi sadece birkaç gün içinde alışmış mıydı onu sahnede görmeye? O’nun boşluğu mekanda öyle belirgindi ki Alicia bundan irkildi. Etrafta tek bir keman notası bile duyamamanın verdiği yokluk hissi bunaltıcıydı. Mekanda personellerin olduğu yerde olabileceğini düşündü. Ancak etraftan çıkan seslere bakılırsa O hiç gelmemişti. Söz vermişti. İçinde kendi kendisiyle çelişen iki ayrı düşünce hakimdi. Biri “ Al işte sırf seni görmemek için iş yerine bile gelmedi.” Derken diğer yanı “ Hayır, O böyle biri değil. Kısa süre olmuş olabilir tanışalı . Ama yine de biliyorum. Hissediyorum. O birine verdiği sözü bozacak biri değil. Mutlaka geçerli bir sebebi vardır.” Diyordu. Genç kız saatlerce adamı bekledi. Adam gelmedi. Kız her gün aynı saatlerde aynı mekana gidip beklese de adam hiç gelmedi. Bir haftanın sonunda kızın canına tak etti. Üzerindeki utangaçlığı bir kenara bırakıp orada çalışan personellerden birine Gabriel’in ne zaman geleceğini sordu. Hiç kimsenin ondan haberi yoktu. Sanki bir anda bulut olup yok olmuştu. “ Hayal ürünüm müydü?” diye bile düşündü bir ara Alicia. Bir hafta geçmişti . İşini bile aksatacak kadar ne olmuş olabilirdi ki? Beklemekten sıkılıp vazgeçmeye karar verdi Alicia. Eğer haber vermek istemiş olsaydı bir şekilde ulaşırdı öyle değil mi? Blackmulberyy’inin yakınında ağaçlarla çevrili, yeşillik bir alan vardı. Alicia o alanın olduğu yoldan gitmeye karar verdi o gece. Hilal şeklindeydi Ay. Bir şekilde ‘salıncak gibi duruyor’ diye düşündü genç kız. Sanki insanların içindeki hayalleri simgeliyordu. Hayatın kendisi gibi yarımdı belki de. Elinde yandan asmalı koyu kahverengi çantası vardı. Ellerini önünde birleştirmiş çantasını taşırken başı yere eğik yürüyordu. Yavaş yavaş yürürken başını hafifçe yukarı çevirdiğinde gördü O’nu. Gabriel Moris bir haftanın sonunda bir yolda ansızın çıkmıştı karşısına. Bitkin , yüzüne kederin oturduğu bir ifadedeydi. Bir anının içinde hapsolmuş bir ruh gibiydi o anda. Saçları, gözlerinin üzerine düşmüştü. Başı yere eğikti. Annesiz çocukların başı hep biraz eğiktir. Anneler çocukların yüklerini sırtından aldığı için boyunları hiç bükülmez. Ne zaman ki anne çocuğun hayatından çıkar o zaman çocuğun taşıması gereken tüm yükler tekrar sırtına biner. Bu yüzdendir ki annesiz çocukların boynu hep büküktür. Taşıdıkları yükten ötürü. Gabriel’in boynu da büküktü. Alicia Gabriel’e kırgındı. Bir sebebi vardır diyen yanına rağmen, o da herkes gibi diyen yanının da baskın olmadığı söylenemezdi. Gabriel sanki kendisini fark eden biri olduğunu anlamış gibi başını hafifçe yukarı kaldırdığında gördü Alicia’yı. Kıpkırmızı ve şişmiş gözleriyle Alicia’ya bakıyordu. Alicia onun halini fark ettiğinde şaşkınlığa girdi. Gabriel tüm tabuları yıkılmış biri gibi ağlamaya başladı. Soll gözünden yaş aktığını gördüğünde Alicia önlerinde duran yolu aşmak için hızla yürümeye başladı . Gabriel olduğu yerde durmuş ağlaması artarken Alicia yürümeyi bırakıp hızla koşarak Gabriel ‘in yanına ulaştı. Önünde durup ona baktığında ilk konuşan Gabriel olmuştu.” Sana sarılabilir miyim?” diye sordu. Alicia ‘neden’ diye sormadı. ‘Ne oldu?’ demedi. Kollarını uzatıp Gabriel'in boynuna sardığında Gabriel de onayı alıp aniden kızın beline sarıldı. Gözyaşları kızın tişörtüne değerken uzun saçları kızın omzuna saklanmıştı. Kendini iyi hissedene dek sarılıp geri çekildiğinde, Gabriel kan çanağına dönmüş gözlerini kapatıp açarak “ Annemi kaybettim.” Dedi. Alicia duymuş olduğu şeyin doğru olmamasını isterdi. Ellerini O’nun yüzüne koydu. Gözyaşlarının aldığı yolu takip etti parmaklarıyla. Sessizlik aralarında bir mesaj niteliği taşıyordu. Gabriel Alicia’nın dokunuşlarını hissederken gözyaşlarının esaretini ortadan kaldıramıyordu. Kızın yanında tüm hisleri çırılçıplaktı. Güzel gözlerini süsleyen kirpikleri gözlerini kapatıp açtığında ona bir arkadaş gibi eşlik etti. “ Annem gitti.” Dedi. Nefesi tıkandı. “ O gitti. En kötüsü de ne biliyor musun? Adımı bile hatırlamadı. “ Parmaklarını genç adamın gözlerinin altına getirdi Alicia. “ Ama sen onu hatırlıyorsun öyle değil mi?” dedi. Gabriel kızın cümlesi karşısında başını salladı. “ Hatırlıyorum. “ alt dudağını dişlerinin arasına alıp çekiştirdi. “ Hatırlıyorum. Ve bu işkenceden beter. Tek hatırlayan benim. Geriye ne kaldı ki!” hala kızın belinde olan ellerini çekip kızın saçlarıyla yanağının bitişiğinde denk gelen kısma koydu. Baş parmakları yanaklarına değerken diğer parmakları saçlarının arasındaydı. “ Sende beni unutacak mısın?” diye sordu. Bu bir soru değildi. Sadece duymayı istediği cevabı almak için söylemiş olduğu bir cümleydi. ‘ Hayır’ cevabını almak istiyordu. Alicia Clark sadece birkaç gündür tanıdığı adamın yüzüne baktı. Pardon tanıştığı. Zaten bakıyor olduğu yüzün derinlerine baktı. Yüzündeki çizgilere, kirpiklerinin ıslaklığına rağmen uçlarında belirginleşen sarılıklara, saçlarının dalgasının her seferinde nasıl gözlerinin üzerine düştüğüne, yolunmaktan dolayı belirli yerlerinde yara olmuş alt dudağına, çene kıvrımının bir heykeltıraşın elinden çıkmışcasına keskin güzelliğine. Yüzün içinde yüz görmekti bu. O anda bütün benliğiyle karşısındaki adamı uzun zamandır tanıyormuş gibi hissetti. Sanki aynı ruhu paylaşmıştı onunla. Ondan korkmadı, yeni tanıştığı birinin acısı değildi de yıllardır tanıdığı birinin acısını hisseder gibi taşıdı onun acısını yüreğinde. Çaresiz bir biçimde o anda o kişiyi bir daha hayatı boyunca unutamazmış gibi hissetti. Kader iplikleri o anda kararı çoktan vermişti. İkisi de bundan habersizken “ Seni asla unutmayacağım.” Dedi Alicia. Parmaklarıyla karşısındaki adamın göz altlarını severken karşısındaki adamın ona inandığını biliyordu. Çünkü inanmak isteyen biri için yalanlar dahi ikna edicidir. Hoş öyle ki Alicia sözlerinde samimiydi. Gabriel bir tepki göstermedi. Fakat karşısındaki kadın, adamın ruhunun ona tebessüm ettiğine yemin edebilirdi. Gabriel başını soluna doğru yatırdı. Baş parmaklarıyla kızın yanaklarını severken diğer parmaklarıyla saçlarına dokundu. Değdirmedi...dokundu. Her bir teli hissedercesine. Hiçbir tabire uymayacak kadar büyüleyici kızarmış kahve gözleri, kızın gözlerine odaklıyken kalbinin en derinlerinden gelen bir istekle söyledi dileğini. “ LÜTFEN BENİ UNUTMA!” Yeni tanışan bu iki insanın ilk buluşması işte tam olarak böyle gerçekleşmişti. Yeşillik bir alanda bir ağaca yakın yolda, ay ışığının altında, hiç beklenmedik bir anda. Normal şartlarda yeni tanıştığın biriyle asla kurulmaması gereken bir yakınlık içerisinde. Bu normal değildi. Sahi normal denilen şey neydi? Her hikayenin olay gidişatı aynı olmak zorunda mıydı? Çok uzun yıllar tanıdığımız biri güvenilir , yeni tanıdığımız biri güvenilir olmamalı mıydı ? Her çok ilgi gösteren kişiler ‘love bombing’ yapıyor ve her ağırdan alan sağlıklı ilişki kuruyor demek miydi? Olay örgüsü tam olarak aynı olmak zorunda mıydı? Bir erkeğin ağlaması güçsüzlük belirtisi, ancak sert durması güçlülük belirtisi miydi? Birine içinden geldiği gibi davranmak neden yanlış olsundu? Normal dedikleri şey bu muydu? Normal bu demekse eğer onlar normal değildi. Aynı zamanda herkes gibiydi. “ Söz veriyorum Gabriel. Seni unutmayacağım. “ dedi Alicia Clark. Başını adamın yaptığı gibi yana yatırdı. Yüzünde bir gülümseme oluştu. “ Ne olduğunu ve yok olduğun bu bir haftada ne yaşadığını tam anlamıyla bilmiyorum. Neden böyle bir korku içinde olduğunu da bilmiyorum. Anneni de geri getiremem. Ama istersen seninle tüm akşam boyunca konuşabilirim sen kendini yalnız hissetme diye. Ve bilmeni istiyorum ki ne söylersen söyle sana inanmayı seçiyorum.” Diye devam etti. Daha fazla konuşmaya gerek yoktu. Hikaye devam ediyordu. Kitabın sayfaları çevrildikce her geçen saniye asıl sona bir adım daha yaklaşıyordu hikayeyi yaşayanlar. O gün ve devamında mürekkep kağıtta akıp gitmeye devam etti. İlk söz verildi tutulamamak üzere. Bir kemanın notaları dağıtırken etraftaki ağır yaşanmışlığı, yitip giden bir hatıranın korkusu can buldu. Alicia ve Gabriel ay ışığı altında ilk gerçek konuşmalarını yaptılar o gece sabaha kadar. Tüm yaralarını gösterdi adam, pişman olmadan. Yaralarına merhem sürdü kadın, ay ışığında bir mum yaktı sönen her hayalinin yerine adamın. Bu başlangıçtı. Belki de son... UNUTMA’ DA Kİ Şiirlerden satırlar... YARALARININ İÇİNDEKİ BENİ SEVDİM Aynı kıtada farklı ülkelerin vatandaşlarıydık. Gözlerinde yabancı kadındım. Büyülendim, yıkıldım. Dudaklarımda kırmızı ruj, gülümsedim. Çünkü ben buydum. Peki sen nesin? Perdelerin ardında, beyaz kâğıtlara giden bir tünel vardı. Beklettiğim,hayallerimin içinden seslendim sana. Belki de son kez... Seni sevdim. Yaralarından sevdim. Yaralarının içindeki beni sevdim. Şiir son buldu. Defterin kalan satırlarını aktarabilmesi için mürekkebin, bu şiirin son bulması gerekiyordu. Sayısız kelime arasından yazdığı en güzel şiirdi adam, kadının. DEVAM EDECEK
|
0% |