@gececik_65
|
İYİ OKUMALAR DİLİYORUMM Sabah gürültüyle uyandım. Kaldığım lojmanın camı antrenmanların yapıldığı arka bahçeye bakıyordu. Yataktan kalkıp camın oraya gittim. Perdeyi aralayip dışarıyı inceledim. Bir Tim antrenman yapıyordu. Zıplıyor,koşuyor, dövüşüyor, şınav ya da mekik çekiyordu. Hepsinin altında askeri pantolon üstünde açık yeşil asker tişörtü ve postallari vardı. Dövüşen askerlerin birinin kadın olduğunu fark ettim. Profesyonel dovusuyordu. Aynı Yaren ve ben gibi. Saat çok erkendi. Hava aydinlanmamisti bile. Bende ekibimi erken saatlerde kaldırıp antrenman yaptırıyorum ama havanın aydınlanmasıni bekliyorum tabi ki. Arkalarından gelen bır asker gördüm o sırada. Altında her askerde olduğu gibi askeri pantolon üstünde siyah tişört ve olmazsa olmaz postallar! Yüzüne baktığımda istemsizce dudağımın kenarı kıvrıldı. Bakışlarım yumuşadı sanki. Yüzbaşı Barlas Eren Altunay'dı. İri vücuduna baktım. Tisortunun altından görünmese bile 'ben burdayım!' diyen kaslarına baktım. Yüzünü inceledim. Dağınık saçlarını, çıkmaya başlamış sakallarını tekrar tekrar baktım. O an başım döndü. Sanki tersine döndü Dünya. Bir yere tutunma ihtiyacı hissettim. Elimi yan tarafa uzatıp. Yatağımın başlığını tuttum. Başımin dönmesi şiddetlendi. Perdenin açık kalmasını umursamadan direk olduğum yere çöktüm. Avuç içlerimi alnıma bastırarak baş dönmesinin geçmesini bekledim. Ne kadar bekledim bilmiyorum ama bı yarım saat oturmusumdur. Kendimi zorlayarak ayağa kalktım. Dışarda hâlâ antrenman yapıyorlardı. Perde az açıktı. Ayağa kalkıp perdeyi kapatıyorum ki birinin buraya baktığını fark ettim. Dağ adam! Karşıda durmus camima bakıyordu. Önünde de bütün tim şınav çekiyorlardı. Göz göze gelince tebessüm edip perdeyi çektim. Ne tepki verdiğine bakmadım bile. Direk yatağıma oturdum. Bu baş dönmesi zehirden kaynaklıydi. Ne kadar 'iyilestim ben!' diye caz yapsam da tam anlamıyla geçmemişti. Kendimi biraz daha iyi hissedince kalkıp lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp cilt bakımımı yapıp çıktım. Normalde hiç yapmam aslında. Verdiğim parayla kalırım. Ama yapasım geldi işte. Kahvaltı için hazırlandım. Üstüme siyah dar tişört altına eşofman giydim. Saçlarımı tarayıp çıktım. Lojmandan çıkınca arka bahçeden geçerek yemekhaneye gitmeye karar verdim. Neden acaba? Lojmandan çıkıp arka bahçeye yöneldim. Ben arka bahçeye geldiğimde şınav çekmeyi bitirmislerdi. Onun yerine mekik çekiyorlardi. Ben kenardan geçerken Yüzbaşı başını kaldırıp bana baktı. "Günaydın küçük ajan. Antrenmanimiza katılmak ister misiniz?" Dediginde oldugum yerde durup ona baktım. Tebessüm ederek, "Günaydın dağ yüzbaşı. Belki sonra bugün kendimi iyi hissetmiyorum. Davetiniz için teşekkürler." Deyip tebessumume devam edip yoluma devam ettim. Ben konuşurken bazı askerler dönüp göz ucuyla bakmışlardı. Her zaman ki gibi umursamadım. Hızla gidip kahvaltımı yaptım. Saat 8 olmuştu. Gazinoda çay içerken Yaren'i aradım. Telefon ikinci çalışta açıldı. "Komutanım bir sorun mu var? İyisiniz değil mi?"dediğinde gülümsedim. Birinin beni düşünmesi iyi hissettirmisti. "İyiyim asker. Bişey yok. Sadece paslanmissinizdir siz. 10 da burdasiniz. Dövüş ve atış calisicaz. Diğerlerine haber verirsin." "Ne diyim emredersiniz. Haber veririm. Gelirken istediğiniz bişey var mı? İlaclariniz tam mi?" "Tam tam bişey istemiyorum. Sağlam gelin yeter. Ben sizi parcaliycam zaten." Karşıdan sert bir yutkunma sesi duydum. 'Emredersiniz komutanım' deyip telefonu kapatmıştı. O sıra yanımdaki sandalye çekildi. Kim olduğuna bakmak için kafamı çevirdim. Tanımıyordum. Anlamsız bir bakış attım. Mavi gözlü sapsarı civciv saçlıydi. İri vücudu vardı. Kabul yakışıklıydı ama beni etkileyemezdi. Elini uzatıp "Kıdemli üsteğmen Alparslan Tuzlu. Yeni gelen askerleri yetiştiriyorum. Siz? Yeni görüyorum sizi." Uzattığı elini sıkıp. "Ezgi Avcı. Yeni görmeniz normal yeni geldim. Hem askeriyeye hem.bu şehre." Dediğimde yuzumde mimik oynamiyordu. Ama adam aptal bır sırıtışla bana bakıyordu. Elimi elinden kurtarıp bardağımdaki çaydan bir yudum daha aldım. Adam beni izliyordu. 'Allah'ım tam boğmalık. Ezgi sakin kızım askeriyedeyiz' diye içimden düşünürken bir er asker yanımda durdu. Selam verip "Efendim Yüzbaşı Barlas Eren komutanım sizi antrenman sahasına çağırdi. Teşrif etmek isterseniz gelmenizi istediğini söyledi." Söyledikleri karşısında heyecanlanmistim. Yanımdaki üsteğmen ise kasilmisti. Tebessüm ederek "Sağol asker." Dediğimde ayaklandim. Sandalyemi düzeltip ustegmene döndüm. "Kusura bakmayın üsteğmen. Sabahta geri cevirmistim teklifini su an edemem ayıp olur. Daha sonra sohbet ederiz." "Tabi ederiz Ezgi hanım. Görüşmek üzere." Tebessüm edip yanından hızlı adımlarla uzaklaştım. Arka bahçeye antrenman sahasına geldiğimde. Dövüşen iki çift gördüm. Tek kişi hayali biriyle dovusuyormus gibi bir hareket üzerinde çalışıyordu. Dağ yüzbaşı ise köşede durmuş onları izliyordu. Geldiğimi gordugunde baktı sadece mimik oynamadı yüzünde. Yanına gidip "istikrarınız gözlerimi yaşarttı doğrusu." Dediğimde bana donmeden konuştu. "Oyleyimdir. Fakat aynı zamanda sizi askeriyenin en çapkın adamıyla yalnız bırakmakta istemedim. Karakterime ters." "İstikrarınız dışında çok dusuncelisiniz. Teşekkürler. Bişey merak ettim ama ya siz daha capkinsaniz?" Diyerek vücudumu ona çevirdim. Sözlerim karşısında dudağının kenarı kıvrıldı ve bana döndü tüm heybetiyle. "Olabilir belki ama sizi yanimdan alicak adam daha burda değil." Deyip önüne döndü. "TİM!" bağırdı. Askerler hemen sıraya girdi ve hazir ol da kaldı. "Ajan Ezgi Avcı'ya selam dur!" Bana niye selam veriyorlar lan? Askerler saniyesinde selam durdu. Yüzbaşı bana dönüp 'komuta sizde' bakışı atıp geriye adimladi. "Asker! Rahat." Yine saniyesinde yaptılar. "Ben MİT uzman ajani Ezgi Avcı. Taniyosunuzdur zaten. Siz kurtardiniz. Bende sizi tanımak istiyorum. Sağ baştan başla!" Dediğimde bu bir emirdi. Askerler bı kaç saniye bocalasada durumu toparladilar. İlk asker "Üsteğmen Efe Kulaksız!" Diye bağırdı. Kulaksız mi? Çok tanıdık gelmişti. Yanındaki asker "Asteğmen kıdemli başçavuş Akay Emir Ilgaz!" Ve sırasıyla hepsinin ismi söylendi. İsimleri en baştan itibaren; Üsteğmen Efe Kulaksız Asteğmen kıdemli başçavuş Akay Emir Ilgaz Asteğmen kıdemli üstçavuş Baran Ersin Keçeci Kıdemli astsubay İpek Yılmaz Kıdemli astsubay Enes Demirol Ve komutanları Yüzbaşı Barlas Eren Altunay. Onlar Toprak Timi'ydi. Vatanının her bir karış toprağını korumak için ant içmiş Toprak Timi. "Siz Ezgi hanım iyilestiniz mi?" Diye soran Yüzbaşıya döndüğümde tam arkamda olduğunu fark ettim. Vucutlarimizin birbirine degmesine sadece bir karış vardı. Bir iki adım geriye yeltendim. "Yani iyileştim desem eksik kalır. Toparlaniyorum. Iı aslında ben şey sorucaktim." Bu adam ilgiyle yüzüme bakarken ben nasıl konusucaktim? "Ne sorucaktiniz?" Dediginde haddimden fazla ona baktığımı anladım. Hemen söze girip "Antrenmanıniz ne zaman biter? 10-11 arası yani yarım saat bir saat sonra ekibim gelicek. Onlarla atış ve dövüş calisicaz. Tabi saha müsait olursa." "Olur tabi oldururuz. O zaman 10.30'a kadar biz yapalım antrenmanımizi sonrası sizde. Zaten yarım saat kaldı." Tebessüm ederek "Sağolun yüzbaşı. İzninizle gidip hazirlaniyim. Malum yarım saat kaldı." Lafı ona geri çarptirdiktan sonra geri doğru yurumeye başladım. Ardından askerlere dönüp gülümsedim. Hızlı adımlarla lojmana gidip üstümü değiştirdim. Altıma siyah tayt üstüme siyah dar tişört geçirdim. Ayak bileklerimi kalaricsk uzunlukta beyaz çorap da giydim. Ardından saçlarımı tepede sıkı bir at kuyruğu yaptım. Perçemlerim yine çıkmıştı. Tokanin altında duramiyorlardi. Onları elimle düzeltip spor ayakkabılarımi giydim. Yanıma küçük bir sırt çantası alıp içine havlu, su, telefonum, kulaklığım ve cüzdanımı koydum. Nolur nolmaz diye yine her şeyi almıştım. Lojmandan çıkıp kapıyı kapartirken telefonum çaldı. Göktuğ arıyor yazısını görünce aramayı açıp kulağıma götürdüm. "Komutanım biz geldik. Askeriyenin kapisindayiz. Nereye geçelim? Nerdesiniz?" "Lojmanın arka bahçesine gelin. Büyük antrenman sahası orda." "Tamamdır hemen geliyoruz." Deyip telefonu hemen kapattı. Bende yürüyerek arka bahçeye geldim. Yanımdan geçen bir kaç asker değişik bakışlarla beni suzerken bazıları da tebessüm etti. Ben ise hepsine tebessüm edip yoluma devam ettim. Ulaştığım da Toprak Timi komutanlarının etrafında toplanmış oturuyorlardi. Beni daha gormemislerdi. O sırada arkamdaki gulusme seslerine döndüm. Benimkiler bütün ihtisamlariyla geliyorlardı. Gözüme Yaren takıldı. Saçlarını iki balıksırtı örgüyle toplamıştı. Altında tayt üstünde uzun kollu dar bı bady vardı. Sırtında sırt çantasıyla mükemmeldi. Göktuğ'a kaydı bakışlarım. Siyah şort ve beyaz tişört ve sırt çantasıyla oda harikaydı. Ve son olarak Celil. Siyah şort siyah tişört ve siyah yandan asmalı büyük spor çantasıyla oda apayrı göz kamaştırıyordu. Beni fark ettiklerinde gülümseyerek yanıma geldiler. "Oo başkan nasılsın?" Gülerek bunları söyleyen Celil'e bende güldüm. "İyiyim laz iyiyim. Siz nasılsiniz? İyi olun bence çünkü bir kaç saat sonra pestiliniz cikicak." Deyip sirittim. Arkamdan kısık sesli küfürleri duymuştum. Ama tepki vermedim. Ben önde onlar arkamda sahaya yürüyorduk. Toprak Timi hala aynı şekilde oturuyorlardı. Yüzbaşı ayaktaydı. Beni görünce hiç çekinmeden beni incelemeye başladı. Baştan aşağı baktıktan sonra dudağında belli belirsiz bir gülüş oldu. Neye gülüyordu bu adam? Komutanları buraya bakınca askerler de buraya döndü. Askerlerden gözüme ilk İpek çarptı. Koyu siyaha dönük saçları topluydu. Her daim ciddi bakıyordu. Bu kıza niyeyse icim isinmisti. Efe Kulaksız'a çarptı gözüm. Arkamdaki Yaren'e pür dikkat bakıyordu. 'Bakicak tabi. Benim bacım bir numara' diye iç geçirdim. Dağ Yüzbaşı hala bana bakıyordu. Ortama öyle bir girdik ki. Üf üf yani... Yaklastigimizda tim ayaklandı. Komutanlarınin arkasında sıraya girdiler. Bende geçip yüzbaşının önünde durdum. "Antrenmaniniz bitti mi yüzbaşı?" "Bitti küçük ajan.Sahne sizin." Deyip arasını döndü. "Toprak! 3'te buradayız. Geç kalan askeriyeyi 100 kez turlar!" Askerlerine tehdit yağmasını bitirip kenara çekildiler. Bizde eşyalarımızi köşedeki merdiven şeklinde olan oturma yerlerine koyduk. "Ekip önce ısınıyoruz. Sonra dövüşe yerlerinize geçersiniz. Sahayı 10 kere turlanicsk. 100 şınav 150 mekik. Hadi başla! Hızlı!" "Başkan sıçtın geçtin ya. Valla he. Ne gerek vardi şimdi?" Diyen Celil'e bakmadan koşmaya başladım. Arkamdan onlarda gelirken. "Koşu turunu arttiriyim mi laz? Senin çenen düşmüş ararsın hem. Hı ne dersin?" "Yok yok başkan. Sağol." Deyip geri vites yapınca kıkırdadim. Birinci turu sessizce bitirmiştik ki. Celil tekrar başladı. "Başkanım?" "Efendim Celil" "Sizce pilavda tel şehriye mi kullanilmali yoksa normal boyuttaki mi?" Diye saçma bi soru sorunca bı kaç saniye bekledim. Arkamdan Göktuğ'nun "Hıh başladık." Sesini duydum. "Bilmem Laz. İkisiylede olur. Hem niye soruyon ki?" " Ya şimdi komutanım. Evde şehriye bitti. Bu arkamizdaki lavuk herife dedim ki şehriye al. Gitmiş tel şehriye almış. Siz kullanıyorsanız bende kullanırım ondan soruyorum." "Laz çok kaşınma. İkiside şehriye işte mal herif. İkisiylede yapiliyor. Ne derdin var tel şehriyeyle anlamadim ki." Diyen Göktuğ'nun isyanı çok haklıydı. Celil Yasin çenesi düşünce saçma şeylerden konuşup insanı mükemmeldi derecede sinir edebiliyordu. İkisi birbirlerini yemeye başlayınca arkamdaki Yaren yanıma geldi. "Komutanım iyisiniz değil mi? Doktor tam iyileşene kadar bazı yan etkileri olur demişti. Tabi siz bunları asla dinlemeyip tavanin boyasını sormustunuz." Doğruydu. Dinlememistim. Sağlığıma onem vermedigimden değil hastaneden bir an önce çıkmak içindi. "A benim için bunları dinleyen harika bir dostum var. Bana ne gerek var ki. Hem benim hafızam kötü." Diyerek dudak buzdum. Yaren gülümsedi. "Konuştu. Beş sene önceki suçlu adamın kardeşinin karısının kızlık soyadını bilen ajan." Büyük bir kahkaha attım. "Evet hatırlıyorum. Lorwes." İkimizde büyük bir kahkaha attık. Hizli koştuğumuz için 10 turu bitirmemize az kalmıştı. Celil ve Göktuğ da kavgalarını bitirmiş ve susmuslardi. Çok şükür! Tur bitince çantaların yanına gidip suyumuzu içtik. "Hadi"diyerek ayaklandim. Yeşilliklerin olduğu yere yöneldim ve şınava yattım. Aynı şekilde ekiptekilerde. 100 şınav kolaydı. Bitirip soluklandik. Su içmeden hemen mekiğe geçip onu da yaptık. Baya terlemistim. Umursamadım ama. Saate baktım 12.30'tu. Öğlen yemeği saati gelmişti. Ayağa kalkıp bizimkilere döndüm. "Acıkmışsinizdir siz. Hadi gelin yemekhaneye gidelim. Birseyler atistiralim sonra dövüş çalışırız." Gidip çantamı aldım. Önüme geri döndüğümde koşu sahasinin diğer tarafında banklarda oturmuş olan yüzbaşıyi gördüm. Bu adam ne kadardır buradaydı? Ve beni mi izliyordu? Kafamı kaldirdigim anda göz göze gelmiştik. Bı kaç saniye gözlerine baktıktan sonra arkaya dönüp ekibe baktım . Hazırlanmış benden gelicek hareketi bekliyorlardı. Yemekhaneye doğru bir adım attım. İkinci adımı aticaktim ki. "Ezgi Avcı! Bir saniye bekler misiniz?"diyen bir ses duydum. Ses tanidikti. Arkamı dönüp sesin sahibine baktım. Üsteğmen Alparslan Tuzlu... Aklınca bana yürüyordu ama ben duygularını her zaman arka plana atmış bir ajandim. İşimi tehlikeye aticak bir şey yapmazdım. Ben durmuş ustegmene bakarken o gelip tam önümde durmuştu. Gülümseyerek bana bakıyordu. "Buyrun üsteğmen. Bir şey mi diycektiniz? Aksi halde yemek saatini kaçırmak istemem. Malum ekibim söz konusu." Diyerek başımı hafif geri yatırıp arkamı gösterdim. Ani çıkışım biraz afallamasina sebel olsada sırıtışından bişey eksilmedi. "Bı teklifte bulunacaktim doğrusu. Sabah sohbet edememiştik. İşiniz olmazsa bu akşam 8 gibi gazinoda size bir çayımı içirmek isterim. Hem tanışmış oluruz. Uygun mudur?" İc sesim 'bu adam yürüyor direk bize amina koyim' diyordu. İfadesizligimi koruyarak "Akşam llsun üsteğmen bakarız. Şu an musadenizle gitmeliyiz." Cevabını beklemeden yanından siyrilip geçtim. Yüzbaşının oturduğu bankın yanından geçerken bank boştu. Gitmişti... Yani beni beklemek zorunda değil ki. Ne aptalım. Adam yüzbaşı. Esir düşmüş bı ajani sevmez. Adımlarımı fazla büyük ve hızlı atıyordum büyük ihtimalle o yüzden arkamdan Celil; "Başkan yavaş la. Bizde insanuz ha. Bu kadar hız şimşek McQueen da yoktur." Gülümsedim. Zaten yemekhaneye gelmiştik. İçeriye girdigimizde bazı gözler bizi bı süzdü. Umursamadan gidip yemeğimi aldım. Pilav ve kuru fasulye vardı. Yanına küçük bir paket ekmek veriyorlardı. Asker yemeği için idealdi. Yemek tepsimi alıp boş yer arıyordum gözlerimle. Bir masa boştu. Geçip oturdum. Arka taraftaydi masa. Ben oturduktan sonra benimkiler de geldi. Etrafa bakmamıştım bile gerek yoktu çünkü. Normalde müthiş dercede meraklıydim aslında. Yemeği bitirip ekiple yemekhaneden çıktık. Sahaya yönelip tekrar ısındık. Yediklerimizin ilk hareketimizde cikmasini istemiyorduk tabi ki. Ben yarenle eş oldum. Sırasıyla dövüşmeye başladık. Birbirimizin üzerinde fazla sert olmayacak şekilde hareketler çalışıyorduk. Yarım saat oldu olmadı ki bir ses daha duydum. Bu sefer bağırmiyordu ses çünkü yanımdan geliyordu. " Küçük ajan. Teknikleriniz doğru lakin fazla kasiyorsunuz. Rahat olun." Başımı çevirip yan tarafa baktım. Benim adimimla 5 adım mesafe vardı aramızda. "İstemsiz oluyor dağ yüzbaşı. Yaşadıklarımdan sonra bedenim her zaman kendini kasıyor. Ben bile şaşırıyorum." Cumlemin bitimiyle dağ adam 3 adımla yanıma geldi. Vücudumu ona çevirdim. 168 boyundaydim. Lakin yüzbaşı Everest dagiydi. Yüzüne bakmak için başımı hafif yukarı kaldırdım. "Geçer ajan geçer. Geçmezse geçiririm. Bulurum tedavisini. Merak etme." "Yine çok dusuncelisiniz bakiyorum da. Teşekkür ederim." Tebessüm ettim. Ve yine aynı şey olmuştu. Ben onun kahvelerine bakarken o benim yesillerime bakarken zaman yine durmuştu sanki... Lakin bir ses... Bir ses yüzbaşının kaskatı kesilmesine sebep olmustu.
SİZCE SESİN SAHİBİ KİM? TAHMİNLERİNİZ NELER? YENİ BOLUMLERDE GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE... |
0% |