Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş Gelişme Sonuç

@geceegunesim_

18 Ekim 2010

Salı

16.30

 

GİRİŞ

GELİŞME

SONUÇ

 

Genç kız okulundan çıkıp sağanak yağmurun ıslattığı merdivenleri birer ikişer indikten hemen sonra her zamanki yerinde duran arabaya doğru koştu ve kendisini dışarıda siyah şemsiyesi ile bekleyen yıllardır başından ayrılmamış olan adama doğru büyükçe gülümsedi. Yanına kadar gidip onun beline sarıldı ve çantasını önüne alıp siyah arabanın arka koltuğuna oturdu. Evlerine doğru yol alırken camdan dışarıyı büyük bir dikkatle izliyordu. İstanbul bu aralar dengesizdi. Henüz kış gelmemişti ama uzun zamandır olan bu kapalı hava sebebiyle kar bekleniyordu. Genç kız hem yağmuru hem de bu bembeyaz iyiliği bir diğer adıyla nezihi çok severdi. Aslına bakıldığında güneşe ve yaza hayrandı! Lakin onun adının anlamı bile sonbaharı temsil ederken ne yapacaktı? El mecbur yağmur ve nezihi de seviyordu. En azından bir sempatisi vardı.

 

Lüks araba evlerinin önünde durduğunda abisi gibi gördüğü adama iyi dilekler dileyip aşağı indi. Anahtarı çantasında duruyordu ama uğraşmak istemediğinden zili çaldı. Doğduğu günden bu yana evlerinde olan beyaz önlüklü kadın kapıyı açıp kızı içeri aldı. Çantasını ve paltosunu kolunda toplayıp astı ve mutfağa geçti. Kız da odasına girip ihtiyaçlarını gördü.

 

Yumuşak koltuğa oturdu ve oturur oturmaz perdesini araladı. İşte, gelmişti. Nezih usul usul yağıyordu. Zaten hava kötüydü diye geçirdi içinden genç kız. Lakin karların tutmayacağının da farkındaydı. Nitekim, yerler daha ıslaktı.

Nezih hırçınlaşıp yeri döve döve yağarken kız telefonunu eline aldı ve annesini aradı. Doğum gününe çok az kalmıştı. Annesi ve babası da onun için bir parti planlamaktaydı. Kız ise bundan bir haberdi. Yalnız işleri olduğunu biliyordu. Zaten babasının hep işleri olurdu. Kendisi doğmadan önce annesinin de öyle olduğunu biliyordu.

 

Telefon pek beklemeden açıldığında karşıdan nahif bir kadın sesi duyuldu. Kadın daha gençti. Yalnızca bir çocuğu vardı ve hayatını ona adamıştı. Ne onun ne de eşinin planlarında ikinci bir çocuk yoktu.

Otuzunun tam ortasında olan kadın kendinden yirmi yaş kadar küçük kızını hep arkadaşı olarak görmüş, öyle yetiştirmişti. Babası ne kadar yoğun olursa olsun küçük kızına zaman ayırmayı asla eksik etmezdi. Bu kız o güne kadar çok şanslıydı. Kimse bunu inkar etmezdi, edemezdi. Gerçeği ise herkes pek bilmezdi.

 

"Anneciğim, geldin mi eve kızım?"

 

Kız hafifçe başını salladı. Gözü hala dışarıdaki hırçın beyazlıklardaydı.

 

"Evet geldim. Siz hala gelmemişsiniz ama. Ne zaman geleceksiniz?" Kız eve geldiğinde babası olmasa da annesini görmeyi hep isterdi. Keşke ona kapıyı her gün annesi açsaydı. Her anını hep annesiyle geçirseydi. Keşke günlerin kıymetini daha iyi bilseydi.

 

"Az kaldı bir tanem, biliyorsun yoğunuz bu aralar ama bitti bitecek. Birkaç gün sonra düzenimize geri döneceğiz."

 

Neşeli bir gülümseme sardı dudaklarını.

 

"Söz mü?"

Neticesinde her anne verdiği sözü tutardı değil mi?

 

"Söz anneciğim," kadının içini garip bir duygu kapladı. Buna pek kafa yormadı lakin keşke yorsaydı. Belki eşi duyduğunda her şey çok başka olabilirdi.

 

"Babam da bana böyle bir poşet çikolata getirir mi peki? Söz veriyor mu o da?"

Tabii her ne olursa olsun babalar da sözlerini tutarlardı. Hele ki bu, bu kızın babasıysa başka ihtimale mahal verilmezdi.

 

"Koca bir poşet çikolata getireceğim kızıma, söz!" Adamın sesi güçlüydü. Derinden gelen, sarsıcı ama içinde merhamet de barındıran bir sesti. Belki de sadece kızına özeldi. Bu adam tek çocuğuna çok değer verir onu herkesten sakınırdı. İkinci bir çocuğu olduğunda yaşlı bir baba olarak nasıl davranması gerektiğini çok düşünür ve en sonunda onu o zaman düşünürüz der konuyu kapatırdı. Kafası belki de bu yüzden çok dalgındı.

 

Genç kız ailesinin sözlerine tüm kalbi ile inanmıştı. Gülümsemesi daha da büyüdü ve tüm yüzünü sardı. O ara annesi biricik kızına hatlarda sorun olduğundan bahsediyordu.

 

"Anneciğim, burada çok kar yağıyor. Yerler zaten ıslaktı birde böyle lapa lapa kar bastırınca arabayı kontrol etmek de zorlaşıyor... Baban ve benim sana çok güzel bir haberi var aslında ama şimdi söylemek doğru olmaz. Eve gelince çikolatamızı yiye yiye konuşuruz. Olur mu?"

 

Hevesle başını salladı. Kabul etmişti. Üçünün düşüncesine göre bugün sorunsuz bitecekti. Öyle olmadı.

 

"Peki, öpüyorum sizi. Görüşürüz."

 

Kadın "Bizde öpüyoruz anneciğim," derken adam arkadan "Seni seviyorum yavrum!" Diye bağırdı.

 

Ne mutlu ne güzel bir andı! Küçük, çekirdek ailesi yoldaydı geliyordu. Hem de güzel haberleri vardı. Onlar gelene kadar kız da hoş bir ortam hazırlar ve onları beklerdi. Belki o günden sonra kapıyı ona hep annesi açardı.

 

"Bende seviyorum babacığım, Allah'a emanet olun."

 

"Yeşim, bu kız olmasa biz ne yapardık?" Babasının sorusu onu gülümsetti. "Sende Allah'a emanet ol bebeğim, kocaman sarılıyoruz san-" annesinin cümlesini koca bir telefon sinyal kesilme sesi böldü. Telefon hemen sonra sustu ve kapandı. O an. İşte tam o an kızın kalbini de annesinin kalbini kaplayan o kötü duygu kapladı. Büyük bir kayıp korkusu mu denir yoksa şok ifadesi mi bilinmez. Yalnızca çok kötü bir duyguydu. Sanki bir daha gülümseyemeyecek gibi hissettiren, anlamlandırması zor bir duygu. Yaşamayanın tarif edemeyeceği bir duygu.

 

18 Ekim 2010

Salı

16.45 

 

Kızın eli kulağından çekilip dizine düştü. Hala dışarıdaki gözleri de dizine indi ve dikkatle telefonu incelemeye başladı. İçinde konuşan birisi vardı yalnız bu dışına pek vurmuyordu. Susuyordu. Derin bir sessizlik içindeydi.

En sonunda yutkundu ve gözlerini dizlerinden çekip perdeyi tamamiyle aralayarak dışarıya sabitledi.

 

"O neydi öyle?" Diye sordu kendi kendine. Camı açtı ve elini dışarı çıkardı. Parmaklarına konan ve konduğu gibi eriyen beyazlıklara baktı. Ne de güzel ama acıklıydı. Gökten bir peri masalı gibi inip ilk düştüğü yerde eriyorlardı. Yok olup gidiyorlardı. Ölüyorlardı. Oysa ondan daha doğrusu onlardan sonra gelenler öyle miydi? Piyonlar öldükten sonra yerde onlar sayesinde tutunup kalıyorlardı. Sonrasında gökten düşen hiçbir beyazlık yok olmuyordu. En azından bir süre huzur içinde yaşayabiliyorlardı.

Hayat gibi.

Hayatta da böyle olurdu. Belirli bir kesim ondan sonrakiler veya onun gibiler için ölürlerdi. Kendilerini öne atarlardı istemeseler de atılırlardı. Bir topluluk sonrakiler için ölürdü ve devamındakiler öncekilerin kanının yıkadığı yerde uzun ve hayasız bir ömre tabii olurlardı. Bedel ödeyen kesimi kimse düşünmezdi. Herkes bencildi. İnsanlar bencillikten paylarını düşeni kapmışlardı ama merhametten haberleri olmamıştı.

Acı bir duyguydu.

Bunu bu yaşta tatmak ise daha acı olandı.

 

Genç kız ölenlerin mi yoksa üstlerinde hayat sürenlerin mi daha kötü olduğunu düşünürken kalın bir ses duydu. Bu ses yabancı olmayan bir sesti.

 

"İçeri girin! Üşüyeceksiniz." Kız süratle başını sallayıp elini çekti ve camı kapattı. Perdeleri de hemen üstüne çekip odasından ayrıldı.

Annesi bir kez daha aramamıştı.

 

Dakikalar dakikaları götürdü. Genç kız güzel bir masa hazırlamıştı elinden geldiğince. Tabakları çıkarmış, ortaya da en sevdiği çiçeği koymuştu. Bekliyordu. Annesi ve babasının gelmesini bekliyordu. Henüz bilmiyordu.

 

Bir saat geçti. Kız endişelenmeye başladı. Annesini aradı. Annesi açmadı. Bekledi. Annesi gelmedi.

 

Biraz daha geçti. Bu sefer babasını aradı. Telefon çalmadı. Ayağa kalktı kapıyı açtı ve kafasını dışarı uzattı. Babasını göremedi.

 

İki saat doldu. Genç kız amcasını aradı ve dolu gözlerle olanları anlattı. Amcası evlerine geldi. Genç kız ilk babası sandı ama gelen amcasıydı. Amcası ve babası pek benziyordu.

 

Zaman geçmek bilmezken kız amcasına, yengesine, dışardaki abilerine, yaşıt kuzenine ve evde olan hizmetliye olanları defalarca anlattı. Amcasının dışarıdaki adamlara ve telefonda her kim varsa ona verdiği emirleri dinledi. Yengesinin göğsünde uzun süre bekledi. Ama ağlamadı. Ağlayamadı. Amcası evdeyken olmazdı. Zaten kötüydü dahası olsun istemezdi.

 

Üçüncü saatten kısa bir süre geçmişti. Genç kız gözlerini pencereden ayırmıyordu. Artık yavaş yavaş acıkan midesi onu zorluyordu. Yine de tek lokma yemiyordu. O çikolata yiyecekti. Konuşmuyordu. O annesi ve babası ile o güzel haberi konuşacaktı. Uzun uzun nezihi izlemiyordu. Sanırsam ondan biraz soğumuştu.

 

Salonda otururlarken en sonunda bir haber zili çaldı. Kızın telefonu titremeye başladı. Hemen açtı ve hoparlöre aldı.

 

"Anne!"

 

Kızın içinde büyük bir filiz yeşillendi. Arayan annesiydi. Biliyordu. Bu böyle bitmezdi. Ne de olsa ailesi ona söz vermişti.

Filiz büyüdü büyüdü çiçekler açtı ve tam o anda büyük bir deprem yaşandı.

 

"Alo?" Bu ses... Pek annesinin sesine benzemiyordu. Evet, bir kadın sesiydi ama annesi değildi. Belki de yanlış duymuştu.

 

"Anne sen misin?" Diye sordu büyük bir çaresizlik ona eşlik ederken.

 

"Küçük kız, bu telefon senin annenin telefonu mu?" Kız donup kaldı. Evet, onun annesine aitti. Başka kime olacaktı?

 

"Evet, evet. Yeşim Kara, benim annem. Onun telefonu. Lütfen ona verir misiniz?" Annesi ona saygılı olmayı öğretmişti. Saygısını hiç bozmazdı. Her daim korurdu.

 

"Güzel kız, yanında bir aile büyüğün var mı?" Gözleri amcasını buldu. Amcası beklemeden konuşmaya başladı. Kendini tanıtma faslından sonra olan oldu.

 

"Kadir bey ben ilk yardım ekibinden Sudem Aydemir. Nasıl söylenir bilemiyorum ama telefonu uzun zamandır arıyorduk yeni bulabildik... Abiniz ve yengeniz karşı bulvardan gelen bir araba ile süratle çarpışmış. Kaza sonucu ikisi de ağır yara almış. Biz oraya gittiğimizde artık çok geçti..." Gözlerini telefondan ayıramıyordu. Denilenleri de pek anlamıyordu. Buna rağmen kalbinin tam ortasına koca bir yumru oturdu. Kız yutkundu.

 

"Ne demek istiyorsunuz?" Diye sordu amcası. O da anlamıyordu demek ki. Ya da anlamamazlıktan geliyordu.

 

"Kadir bey... Çok özür diliyorum. Abiniz ve yengenizi kaybettik. Başınız sağ olsun."

 

İşte o an zaman genç kız için durdu. Belki de gerçekten durdu ama durdu. Gözündeki yaş hava da kaldı, saçını kulağının arkasına sıkıştırıyordu eli kulağında asılı kaldı, gözleri telefonda diğer eli dizinde öylece kaldı. Amcası kaldı yengesi kaldı. Kuzenleri ve abileri kaldı. Mumlar kaldı, çiçek kaldı kaldığı yerde soldu, yemekler soğudu. Hizmetli abla kaldı, dışarıdaki nezih kaldı her şey kaldı. Yalnız annesi ve babası gitti. Sadece onlar gitti. Diğer her şey kalıverdi.

 

"Ne diyorsun!" Amcası ayağa kalktı. Kız yerde kaldı.

 

Telefondaki kadın bir hastane ismi verdi ve sonra üzgünüm diyerek telefonu kapattı. Telefon amcasının elinde kaldı.

 

"Anne bu ne demek oluyor?" Kuzenin sesini duydu. Annesinin kolunun altına giren kuzeninin sesini. Sanırsam onu kendisine getiren de o oldu. Dizlerinden güç alarak yavaşça ayağa kalktı. Başını iki yana salladı. Amcasının önüne geçti ve gözlerinin içine baktı.

 

"Bana bir kez daha vur ve bu kabustan uyandır. Yoksa ağlarım." Dedi.

 

"Kızım-"

 

Sesini yükseltti. "Bana bunun ya rüya ya da şaka olduğunu söyle amca! Hemen şuan bana bu olan şeyleri yalanla!" Amcası yapmadı. Daha kötü olur diye mi yapmamıştı? Oysa amcası onun iyiliğini düşünmezdi ki.

 

"Yok yok yok yok," kızın dudağı şeğirirken gözleri de bulanık görmeye başladı. Saçları iki yanına sallanıyordu. Kabullenemez bir ifadeyle başını iki yana sallıyordu.

 

Burnunu çekti. Gözlerinden firar eden yaşları durdurmaya gücü yetmedi.

 

"Doğum günü hediyem mi var sonunda yenge?" Hıçkırmaya başladı. "Benim doğum günüme çok az kaldı."

 

İçindeki ses bir anda, çok kısa bir anda dışarı çıktı ve derin bir çığlığa dönüştü. Dizlerinin bağı çözüldü ve bedeni yeri boyladı.

 

"Öldü dedi!" Diye bağırarak amcasının bacağına yumruklar atmaya başladı. Kendini tutamıyordu. Yoksa haddine değildi.

 

"Ölemezler!" Vurmaya devam etti. "Bana söz verdiler! Söz verdiler söz! Ne demek bu? Geleceğiz demek! Anneler ve babalar verdikleri sözleri tutarlar!" Ellerini amcasından çekip avuç içlerini yere bastırdı. "Benim annem verdiği sözü yerine getirmeden ona bir şey olmasına izin vermez!" Burnunu çekti. "Hem," dedi ve başını kaldırıp yengesine baktı. "Hem ben onu Allah'a emanet etmiştim. Hani Allah'a emanet ettiğin kişiyi bir kere daha görmeden ölmezdin yenge? O da beni etmişti çünkü. Valla bak."

 

Ağladı ağladı ağladı. Ne biri onu durdurabildi ne de kendisi. Hırçın bir ifadeyle kapıyı açıp kendisini soğuğa attı ve arabaya yürüyüp içine bindi. Amcası da arkasından gelmişti.

 

"Hadi! Sür gidelim! Bekliyorlar bizi orada, biliyorum! Bu koca bir şaka değil mi amca?" Gerçeği o da biliyordu. Babası şakaları sevmez ve yapmazdı. Ağlamaya devam etti. Yengesi ve kuzeni yanına bindi ağladı. Hastaneye gittiler isimlerini verdiler bir hemşire onları beyaz duvarların kapladığı bir yere götürdü. Yeşil önlüklü doktorlar geldi amcasının karşısına geçti.

 

"Üzgünüm Kadir, elimden gelen her şeyi yaptım... Başınız sağ olsun."

 

Doktordan duydukları onu daha çok bağırttı. Yere düştü. Gözleri kapalıyken ağlıyordu, saçları ıslak yüzüne yapışıyordu. Tırnakları avuç içlerini kanatıyordu. Bu güzel genç kız herkesin önünde bir salı günü koca bir harebeye dönüşüyordu.

 

"Anne!" Diye bağırdı ama nafile. Annesi gelmedi. Yutkundu. Sırtı üstü yere uzandı, daha sonra yan dönüp cenin pozisyonu aldı. Başını koluna yaslayıp bir eliyle belini sardı.

 

"Yeşim hanım, gel. Sana öldü diyorlar." Ve oracıkta bayıldı. Bedeni bunca acıyı kaldıramamıştı. Onun için zordu. Aynı anda iki kişiyi toprağa vermişti. Belki de üç kişiyi. Hatta dört...

Bu kızın bir hafta sonra doğum günüydü ve annesi ile babası ölmüştü. Hemde bir trafik kazasında elin adamı yüzünden. Kabullenemedi. Kaldıramadı. Bunca yükü o yaşta yüklenemedi. On iki yaşındaydı, birkaç gün sonra on üç olacaktı. Daha çocuktu. Küçük bir çocuk. Artık küçük ve yetim bir çocuk. Küçük ve öksüz bir çocuk.

 

İki gün sonra cenazeleri oldu. Yüzlerce insan evlerine doluşmuştu. Ev hınca hınç doluydu. Yemekler ikram ediliyor, kadınlar boncuk boncuk ağlıyor gelip gidip kızın başını okşayıp kaderine laflar ediyorlardı. Kızın başının üstüne annesinin kendi annesinin, kardeşlerinin ve yeğeninin cenazesinde taktığı siyah şalı takmışlardı. Baştan aşağı siyahtı ama annesinden aldığı saçları ve babasından kalma gözleri parıl parıl parlıyordu.

 

Evden çıkıldı. Mezarlığa genildi. Kız toprağın üstüne atılıp tabutu tutmaya ve onu yere koymalarını göz yaşlarıyla engel olmaya çalıştı ama yapamadı. Tırnaklarını soğuk toprağa geçirdi. Parmaklarına çöpler batıp kanattı. Umursamadan burnunu yere yaklaştırıp ıslak toprağı kokladı. Annesi bu kokuyu çok severdi ama soğuğu hiç sevmezdi. Aklına gelenler ile haykırdı.

 

"Üşürler! Onlar soğuğu sevmez, üşüyecekler! Yalvarırım durun. Beni koyun onları burada tutun, ne olursunuz durun. Ben daha doymadım ki!" Gözleri yere ilişti. Tahta parçasının üzerine sicim sicim toprak dökmeye başlamışlardı. Kızın ağzı açıldı ve boğazını yırtarcasına haykırdı. Kan tadı aldı.

 

"Babam!" Abisi uzandı ve kızın belini tuttu.

 

"Yapma." Dedi kulağına doğru. "Söz verdim onlara, yapma." Ama o da ağlıyordu. Dinmiyordu. Acı vücudunu çepeçevre sarmıştı. Geçmiyordu. Ömrü boyunca da geçmez gibi gözüküyordu.

 

Cenaze bitti. Herkes dağıldı. O kaldı. Uzandı ve toprağın üzerine yattı. Konuşmadı. Konuşsa da sesi duyulmuyordu.

 

Bir hafta geçti. Annesini aradı. Annesi telefonu açmadı. Bekledi. Annesi gelmedi.

 

Bir ay geçti. Babasının arabasını bekledi. Eve girmedi, kapının dışında bekledi. Babası gelmedi.

 

Bir yıl geçti. Artık her şey bitti. Acı yavaş yavaş içine gömülüverdi. Geçmedi. Alıştı. Kız artık gelmeyeceklerini anladı.

 

Ve on yıl. Koskoca on yıl olmaya yüz tutuyor. Bu kıza neler oluyor?

 

Güzel, küçük, öksüz kızın ismi o sonbahar gününden sonra daha bir anlam kazansa da ona anlamsız gelmeye başladı.

Kızın ismi Hazan'dı.

Her sonbahar zamanı hayatı alt üst olan, dengeler değişen, her sonbahar hayatının devri olan Hazan.

Kızın ismi Hazan Kara'ydı.

Soyadı gibi kara bir ömre hapis olan, kara bahtlı bir kız oldu Hazan.

Ve o günden sonra; Hazan'ın en sevmediği şey bir zamanlar bembeyaz iyilik, nezih olarak adlandırdığı kar, ağzına bile sürmekten kaçındığı şey ise çikolata olmuştu. O günden sonra bir daha söz vermemiş, verse de tutmamış, verilenlere de inanmamıştı.

 

Hazan Kara.

Bahtsız bir ömre sahip o öksüz kız çocuğu artık koca bir kadına dönüşmüştü.

 

 

 

 

 

 

GGS

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Merhabalar.

 

Giriş bölümünde Hazan kitabını oluşturan ve aklımda ilk canlanan yeri okuduk. Bundan sonrası birkaç yıl sonradan başlayıp monotonluktan uzak bir biçimde ilerleyecek ve Hazan'ın gelgitli hayatını okuyacağız.

Bu bölümün açıkça sebebi her şeyi daha iyi kavramak ve bir şeylerin temelini daha iyi oluşturmaktır. Bir sonraki bölümlerde bundan daha farkl

ı biçimde ilerleyeceğiz.

 

Bu kadar yeterlidir diye umuyorum, en iyisi okuyup görmek.

 

Görüşlerinizi ve yorumlarınıza açığım, bekliyorum :)

 

Sonraki ve ilk bölümümüzde görüşmek üzere.

Var olun. 🖤

 

Loading...
0%