@geceguzeliii
|
Keyifli okumalar 🌼 ________________
Yine ve yine babamdan kaçarak geçirdiğim bir sabaha başladım. Hızlıca yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Salona baktığımda babamı koltukta sızmış bir şekilde gördüm. Geri odama geçip beyaz kışlık üniformamı üzerime geçirdim, altıma siyah kot pantolonumu giydim. Saçlarımı tepeden toplayıp, yüzüme biraz renk vermek amacıyla hafif pembe tonlarında bir allık sürdüm. Çenemin altındaki morlukları kapatıcı ile kapattım. Çantamı alıp, koridorda sarsak adımlarla yürüyüp siyah botlarımı ayaklarıma geçirdim. Vestiyerde asılı olan siyah montumu alıp üzerime geçirdim. Kapıyı yavaşça çekip kapattım ve sabahın bu saatinde bile dopdolu olan sokakta ilerlemeye başladım.
Bu aralar evden kaçmak için erken çıktığım için okulun bahçesi bomboştu. Hızlı olmaya çalışarak sınıfa doğru ilerledim ve sonunda geldim. 11/A benim sınıf. Şu üç yılda bu sınıfı ve içindeki varlıkları bu kadar sahiplenmem doğal mı? Şahsen ben bunu doğal karşılıyorum. Sonuçta koskoca üç yıl sınıfa geldiğimde Melek'i sırada ağlar bir şekilde bulmayı düşünmediğim için önce adımlarım duraksadı, sonra ona doğru ilerlemeye başladım. Yanına ulaştıktan sonra "N'oldu?" diye sorup yanına oturdum. Cevap vermek yerine başını sıradan kaldırıp bana sarıldı. Nolmuştu da benim gül gibi arkadaşım üzülmüştü. Sakinleşmesi için üstelemedim, ama sonuçta o benim şu dünyada sevdiğim tek tük insanlardan biriydi. Yaklaşık 15 dakika sonra nefes alışverişi düzeldi. Bu sefer tekrar sordum.
"N'oldu meleğim? Kim üzdü, sen kime seni üzebilecek kadar bağlandın?"
Ama soruma cevap alamadım çünkü göğsümün üzerinde derin bir uykuya dalmıştı. Yavaşça kafasını çekip sıraya koydum. Yerimden kalkarak, daha dün aldığım maaşımın yarısını babama vermiştim. Daha doğrusu vermemiştim, zorla almıştı. Bir de üzerine saatlerce dayak yemiştim. Bana ise ondan sakladığım 2 bin TL kalmıştı. Allah'tan maaşımın ne kadar olduğunu bilmiyordu. Cüzdanımdan 100 TL alıp, koridorda yürüyüp en alt kata indim, kantine doğru ilerledim. İki tane kahve alıp koridorda hızlı yürümeye çalışırken kahvelerin dökülmemesine dikkat ettim. Tam bizim kata, yani 3. kata çıkıp kapıya dönerken olanlar oldu. Birisiyle çarpıştık. Karşımdaki çocuğun dosyaları yere, benim elimdeki kahveler ise onun üzerine döküldü. Ellerim çoktan birbiriyle birleşmişti. Kafamı yavaşça yüzüne kaldırdım ama kaldırmasaydım keşke. Ela gözler beni buldu. Gözlerindeki hiçbir şeyi okuyamadım, sonra kafasını eğdi, gözlerini sıkıca kapattı.
"Özür dilerim, kusura bakma, inan bilerek olmadı, çok özür dilerim," dedim.
Ama gözlerindeki öfke veya sinir, her ne haltsa, geçmedi işte gözlerime bakarak.
"Özrün hiçbir şeyi geri getirmeyecek hanımefendi, hiçbir işe yaramayacak. Ben bu projeyle ne kadar uğraştım senin haberin var mı, yok, nereden olsun. Ben bunu 3 ay dirsek çürüterek yaptım."
İşte şimdi nanayı yedin kızım, dedi her boka atlayan iç ses.
"Ya, çok pardon. Ben kapıyı dönerken siz çarptınız bana. Şimdi ihaleyi üzerime bırakıp kendin çok masummuş gibi bana kızamazsın. Tamam, ikimizin suçu ama ne yapabilirim?" dedim.
Tabii bu sırada okula yeni yeni tek tük öğrenciler geldiği için gözler üzerimizdeydi. Yavaşça yere diz çöküp kahve bardaklarını çekip kenara koydum. Aradaki dosyayı alıp içindeki gram ıslanmamış kağıtları elime tutuşturdum. Geriye kalan her yer ıpıslak olan kağıtları alıp çöpün yanına geçip iyice silkeledim. Koridorda duran masadan peçeteleri alıp kağıdı öyle tuttum. Kenara koyduğum kahve bardaklarını çöpe attım. Sınıfa doğru yöneldiğim sırada
"Kağıtlarımı bana ver küçük hanım."
"Veremem, onları tekrardan yazıp sana ders çıkışında veririm. İtiraz etsen de onları benden alamazsın. Sonuçta benim yüzümden oldu değil mi? Ve ben küçük falan değilim, anladın mı? Ben 11. sınıfa gidiyorum, haberin var mı senin? Gerçi nasıl olacak ki, sonuçta zengin bir o kadar da burnu havada kişiler kimseyi umursamaz. O yüzden ben bunu bugün yetiştirip sana vereceğim, anlaşıldı mı?"
"Peki, umarım yetiştirebilirsin küçük hanım. Bu arada ben senin o bahsettiğin özelliklerin hiçbirine sahip değilim, beni yanlış tanıma. Ayrıca istersen 12. sınıf ol, bu sana küçük hanım demeyeceğim anlamına gelmiyor. Çıkışta okulun arkasında görüşürüz küçük hanım," diyerek ilerlemeye başladı.
"Küçük hanım kadar başına taş düşsün," dedim. Oysa yine beni duymuş olduğunu belirterek üst kata ilerledi. Acaba 12. sınıf mıydı, aman bana neyse artık. Off, bir de bu iş çıktı başıma ya. Zaten tonlarca işim var, benim artık yapmaktan başka çarem yok, Azra. Mecbursun artık. Nasıl bir günah işlediysem her şey üst üste geliyor, resmen bela mıknatısı gibiyim ya. Nerede bela varsa beni buluyor.
Hâlâ sınıfın önünde dikildiğimi fark edince sınıfa girdim. Melek'in arkasında tek başıma oturuyordum. Aslında Melek çok ısrar etmişti onunla oturmam için. Ama ben dağınık çalıştığım için onunla oturmayıp arkasındaki sıraya geçmiştim. Herkes ikili şekilde oturuyordu. Sadece ben ve Melek, Sare tek başına oturuyorduk. Melek de önümde oturuyordu, böyle işte. Sırama geçip oturdum, masamın altına elimdeki kağıtları bırakıp geri aşağı indim. Öğretmenler odasından birkaç fotokopi kağıdı alıp geri sınıfa çıktım. O sırada zil çaldı. Dersimiz tarihti, yani Ayşegül hocayla. En sevdiğim hocalardan birisiydi sanırım. Gerçi hepsini severdim ama onun yeri ayrıydı. Ayşegül hoca sınıfa girdi.
"Günaydın çocuklar."
"Günaydın hocam," dedik hep bir ağızdan. Ayşegül hoca da eliyle oturun işareti yaptı. Oturup dersi dinlemeye başladım. Saate baktığımda dersi bitmesine 15 dakika kaldığını gördüm. O sırada kapı çaldı. Hocanın "Girebilirsiniz" sesiyle müdürüm Ahmet hoca girdi. Arkasından da o çarpıştığım çocuk ve yanında da birisi daha hayır ya hayır. Düşündüğüm şey olmasın lütfen. Hayır hayır hayır ya.
Ahmet hoca genzini temizleyerek konuşmaya başladı.
"Arkadaşlar, bu Özgür Can Karay, yeni sınıf arkadaşınız. Aslında 2 yıldır buradaydı ama bu yılın birinci döneminde ailevi nedenlerden dolayı okula gelemedi. Onun sınıfına da yeni öğrenciler geldiği için buraya geldi," dedi. Sonra da öbür tarafında yine ilk defa gördüğüm çocuğa döndü. Bu sırada Melek de benim aynı şeyi düşünüyor olmalı ki yanını işaret etti. Ama orası en öndü. Ben orada oturamazdım. Cebimden telefonumu çıkarıp durum açıklayan bir mesaj attım. O ise en önde oturmak zorundaydı çünkü geçen yıl sürekli yer değiştirdiği için hoca ona ceza vermişti. Bu yıl hep orada göz önünde duracaktı. Müdür bu sırada diğerini tanıtmaya başladı.
"Yunus Emre Atalay okulumuza ilk defa geldi. Ona yardımcı olacağınızdan eminim çocuklar," dedi ve hocaya da iyi dersler dileyerek sınıftan çıktı. Ayşegül hoca kendini tanıttı, onlara hitap etti ve sınıfa göz attı. Gözleri Melek ve benim aramda mekik dokudu.
"Özgür, sen Azra Başak'ın yanına geç," dedi hiç istemediğim cümleleri söyleyerek. Onun da gözleri Melek ve benim aramda gidip geldi. Adımı bilmediği için elimi yukarı doğru kaldırdım. Bana doğru gelip sırayı çekip oturdu. O taraftaki kalemlerimi ve minik not kağıtlarımı aldım. O da kitabını çıkarıp sıraya koydu.
"Yunus Emre, sen de Melek Sare'nin yanına geç," dedi Ayşegül hoca. Melek Sare ise çaresizce elini kaldırdı. Adının Yunus Emre olduğunu öğrendiğim çocuk, önüme oturdu. Melek hemen çaprazımda, o ise hemen yanımdaydı. Önüme dönüp dersi dinlemeye başladım. Yaklaşık beş dakika sonra zil çaldı.
Deftere bir şeyler yazarken yanımdaki şahsiyet kıpırdadığı için defter kayıyordu, off.
Defteri çantama koyup fotokopileri ve üstüne kahve dökülmüş ama kurumuş olan kağıtları aldım. Saydığımda 6 kağıt vardı. Allah'ım, elim kopacak, kesin sen yardım et yarabbim. Tekrar kıpırdandı, en sonunda dayanamayarak ona döndüm.
"Ya bir kıpırdayıp durmasana, yazamıyorum."
"Napabilirim, uykum var, uyuyamıyorum sayende," dedi. Ona bir "Allah Allah" bakışı atıp önüme döndüm. Bu sırada tekrar konuştu.
"Bu arada tanışmadık, ben Özgür Can."
"Bende Azra Başak. Ne kadar hoş bir karşılaşmamız olmasa da memnun oldum."
"Bende," dedi. Yüzüne baktığımda dudağının kenarının hafif bir şekilde yukarı kıvrıldığını gördüm ama çaktırmamaya çalışarak ayağa kalktı.
"Kantine iniyorum, bir şey istiyor musun?" dedi.
"Yok, belki sonra bende inerim," dedim. Zaten öğle arasındaydık. Sen bilirsin bakışı atıp Yunus Emre ile sınıftan çıktılar. Bunlar ne ara kanka oldu ya? Sınıfta Melek ve ben dışında kimse kalmamıştı.
"Azra."
"Hı," dedim hâlâ kağıtları yazarken.
"Azra, ben sabah ağlıyordum ya, niye ağlıyordum biliyor musun?" dediğinde yazmayı bırakıp onun yanına geçtim.
"Evet, ne oldu Melek'im? Çok üstelemek istemedim de niye ağlıyordun?" dedim.
"Ben Ayaz'la ayrıldım," dedi. Gözlerinin dolmaya başladığını görüyordum. Kıyamazdım ben ona ya.
"Niye ayrıldınız Melek'im? Bir tartışma mı oldu? Yani güzel çifttiniz," dedim. Onların ilişkisinin ne kadar güzel olduğunu ben bilirdim.
"Onu Özge ile beraber gördüm. Aradım, ne söyleyecek diye, evdeyim dedi. Sonra yanına gittim, önce itiraz etmeye çalıştı ama yapamadı. İtiraf etti. Onu seviyormuş," dedi. Göz yaşları dökülmeye başladı. Çok seviyordu ama.
"Ağlama Melek'im, o seni kaybetmiş, boşver onu. Hadi gel iki kahve alalım, kız kıza takılalım, olur mu?" dedim.
"Olur, o zaten beni çoktan unutmuş. Ben niye onun için ağlıyorum?" dedi, göz yaşlarını silerek.
Sıramın üzerindeki kağıtları hatırlayınca Melek'e dönüp, "Melek, ben gelemem ya, bunları tekrardan yazmam gerek," dedim sıranın üstündeki kağıtları göstererek.
"Bunlar ne Azra?"
"Ya şey, ben biriyle çarpıştım. Bunların üzerine kahve döküldü. Zaten görüyorsun. Bunları tekrardan yazmam lazım, biliyorsun beni böylece veremezdim," dedim.
"Yaa off, tamam sen yaz da, kahve getireyim mi? Yorulmuşsundur," dedi.
"Getirsen iyi olur ya, Melek. Bunlar 1 saate bitecek gibi duruyor. 1 tane daha tost alır mısın?" dedim.
"Tamam, alırım. Hadi sen yazmaya başla," dedi.
Ben de kalemleri, kağıtları ve sekreterliğimi çıkararak yazmaya devam ettim. Zaten 2 sayfayı yazmıştım.
35 dakika sonra:
Şükür ki bitmişti ama artık ben de bitmiştim. Dilde çalmıştı. Melek'in getirdiği tostu yemiş, kahveyi de içmiştim. Çöpleri alıp çöpe attım. O sırada içeri girdiler. Dersimiz Edebiyattı, yani Samet hocayla. Samet hoca da geldiğinde ders başlamıştı. Çoğunluk uyuyordu. Bir tek ben, Özgür Can, Melek Sare, Yunus Emre, Gizem, Ada ve Hüseyin Can kalmıştık.
Böyle böyle iki ders geçti, sonrasında 2 derste matematik işledik. Melek küçük bir işi olduğunu söyleyerek beni beklemeden inmişti. Sınıfta ben ve Özgür kalmıştık. Uyuyordu, uyandırmalı mıydım? Yavaşça kolunu dürttüm.
"Özgür, kalk hadi... Özgür, hey sana diyorum, geçmem lazım, hem okulu kapatırlar, kalk hadi... Özgür."
"Ne konuştun ya, kalktım, geç hadi."
"Öküz," diyerek sınıfın çıkışına yöneldim.
"Seni duyabiliyorum."
"Duy diye söyledim," dedim. Tam çıkıyordum ki aklıma kağıtlar geldi. Çantamdan onları alıp yanına ilerledim.
"Al," dedim. Sırada oturduğu için kafasını bana doğru kaldırdı.
"Bana emir mi veriyorsun?"
"Evet, al."
Öyle mi der gibi baktı. Üzerime doğru geldi, korktum o an, ondan korktum. Sırtım duvara geldi. Duvarlar buz gibi olduğu için yaralarım sızladı. Yüzümü buruşturdum.
"Bırak, gitmem gerekiyor," dedim ama sanki gitme der gibi bakıyordu. İlk günden bu kadar yakınlık fazlaydı. Noluyor da buna, noluyordu bana, off. Aklıma gelen fikirle hemen gözlerine baktım. Dilimi dışarı çıkararak dudaklarımı yaladım. Ela hareleri dudaklarıma indi, baktı baktı, bense bu fırsattan istifade ederek kolunun altından geçerek merdivenlerden hızlıca inmeye başladım. Bu kadar yakınlık kalbime fazla. Olmaz, bu kadar yakınlık uygun olmaz.
---
Merhaba, nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Umarım okurken keyif almışsınızdır.
Kitapla ilgili düşünceleriniz neler yazın bakalım.
Instagram ve TikTok'ta paylaşımlarınızı bekliyoruz. Tektek dönüş yapacağız.
Tüm sosyal medyalarda;
#mahperi @almiraqxq
İyi ki varsınız.
Yeni bölümde görüşmek üzere, hoşçakalın...
---
|
0% |