Yeni Üyelik
2.
Bölüm

🕚1.Bölüm:Komiser Ömer Karahan🕚

@gecekusud

 

 

🕚1.Bölüm:Komiser Ömer Karahan🕚

Akrep, saatlere hükmeden kibirli bir hükümdar, yelkovan ise akrebin hiç yanından ayrılmadan yükünü hafifletmeye çalışan ve onun için dakikalara hükmetme görevini omuzlarına yüklenen bir dosttu.

Ama akrep öylesine kibirli bir hükümdardı ki samimi dostu yelkovanı dahi sokup öldürebilmeyi ve saatlerle birlikte dakikalara da hükmedebilen tek varlık olabilmeyi kafasına koymuştu.

Arzularını gerçekleştirebilmek için zehirli iğnesiyle yelkovanı kovalamaya ve onu sokup durdurmaya çalışmış; yelkovan ise dostunun ihanetini de sırtına atıp direnmeye, hiç durmadan yükleriyle beraber koşmaya devam etmişti.

Ne akrep yelkovanı sokabilmiş ne de yelkovan koşmaktan vazgeçmişti. Zaman, ikisi arasında ağır ağır akmaya devam etmişti.

İşte ben de saatin dakikaları kovaladığı anlardan birindeydim.

Zaman bir türlü geçmek bilmiyordu ve ben her zaman yaptığım gibi sıkıntıdan dolayı gördüğüm her şeyden hikâye çıkarıyordum.

Bir yandan uykulu gözlerle bilgisayar başındaki işimi tamamlamaya çalışıyor, öbür yandan devamlı kolumdaki saatle bakışıyor ve yelkovanın daha hızlı koşabilip önüne kattığı dakikaları hızlıca ilerletebilmesi için dua ediyordum.

Koca şirkette bir ben kalmıştım. Şirketin tüm ışıkları söndürülmüştü. Küçük odamın boydan boya olan cam kapısından diğer çalışanların işlerini yaptıkları koca ofis görünüyordu. Şu an o koca ofiste, aralıklı dizilen bilgisayarlı çalışma masalarında saatlerdir kimsecikler yoktu. Burayı bir benim bilgisayarımın ışığı bir de sol yanımdaki duvarı dahi boydan boya cam olan odadan içeri süzülen şehrin gece ışıkları aydınlatıyordu.

Kod sayfasında yazdığım kodları dikkatli bir şekilde kontrol ettim. Hata olmadığına emin olduktan sonra enter tuşuna bastım. Yükleniyor yazısını görünce derin bir nefes verdim. Simsiyah olan ekran üzerinde küçük puntoyla yazılmış satırlar yukarıdan aşağıya doğru akmaya başladı.

Yazılım bilgisayarda başlarken ellerimi klavyeden çektim ve parmaklarımı açıp kapatmaya başladım. Saatlerdir klavye başında kod yazmaktan dolayı parmaklarım feci derecede ağrımıştı.

Burnumdan sıkıntıyla derin ve sesli bir nefes daha verip kendimi geriye attım. Sırtım ve başım rahat döner sandalyemle buluştu. Kendimi ofis sandalyemle birlikte sağa sola ağırca sallayıp kısacık bir an acıyan gözlerimi yumdum.

Tam o an telefonum yüksek sesle çalmaya başladı. Beklemediğim için bir anda irkilip hızlıca sandalyemde doğruldum. Klavyemin hemen yanında, bir yığın dosyanın üzerinde olan telefonuma uzandım ve acıyan gözlerim kim olduğunu bile seçemezken direkt çağrıyı cevapladım.

''Alo.''

Karşı taraftan Giray amcanın sesini duyunca hafif tebessüm ettim. Boşta olan sağ elimin baş ve işaret parmaklarıyla yumduğum gözlerimi ovarken onu dinledim.

''İşittim ki gece yarısı olmuş lâkin sen hâlâ şirketteymişsin. Ben sana erkenden eve gitmen gerektiğini söylememiş miydim? İlla İsrafil'den önce sûrayı elime alıp üflememi ve kıyameti koparmamı mı bekliyorsun?''

''Bu imkânsız, o yüzden- '' Bir anda sözümü kesti ve hızlıca araya girdi.

''O yüzden sana imkânlı olanı söyleyeyim. Elbette büyük kıyameti koparamam ama 10 dakika içerisinde şirketten çıktığın haberini almazsam İlay'ı doldurarak gaza getirebilir ve küçük kıyameti koparabilirim.''

Açtığım gözlerimi kıstım ve sanki karşımdaymışçasına kötücül bakışlar attım.

''Çok kötüsün amca.''

''Hadi hadi, toparlan hemen. Bak, 9 dakikan kalmak üzere.''

''Tamam tamam, çıkıyorum.''

Yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldım çünkü hayattaki tek varlığım olan kuzenim İlay'ın söz bombardımanı bir başlarsa bir daha durdurabilmek neredeyse mümkün olmazdı. Bunu göze alamazdım. Üstelik bu kadar yorulmuşken hiç alamazdım.

Telefonu kapatıp ayağa kalktım ve gerinmeye başladım. Otura otura her yerim tutulmuştu.

Yazdığım yazılım yüklenmeye devam ediyordu ancak neredeyse hiç yol kat etmemişti bile. Odamda ve odamın içinde bulunduğu şirketimizde güvenlik önlemleri üst düzeyde olduğu için onu burada güvenle bırakabilirdim.

Ayaklı askılıkta asılı olan siyah deri ceketimi üzerime geçirdim ve odamın camdan olan kapısını açarak çalışanların ofisine girdim.

Kapımın kilitlendiğine dair çıkarmış olduğu tatlı sesi işittikten sonra koca ofisteki bilgisayarlı masaların aralarında bulunan geniş boşluklardan ilerledim. Buraya bağlanan en büyük kapıdan da nihayetinde çıkabildim.

Şirket koridorlarında yanmaya devam eden loş ışıklar etrafı aydınlatıyordu. Hemen alt kata indim.

Beni Giray amcaya ispiyonladıklarından emin olduğum nöbetçilere ilerlemeye devam ederken gülümseyerek asker selamı çaktım.

Mahcup bir şekilde gülümseyip selamımı aldılar. Sonrasında hızlı adımlarla şirketin döner kapısından dışarı çıktım.

Dışarıda sert bir rüzgâr hâkimdi. Açık bıraktığım uzun saçlarım çıkar çıkmaz geriye doğru savrulmaya başlamıştı.

Şirkete yakın olan ve her bir elemanını çok iyi tanıdığımız taksi durağına doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladım.

Durağa çok az kalmıştı ki aniden takip edilme hissine kapıldım. Kim olursa olsun bu his hissedildiği vakit insanı epey geriyor ve kalp atışlarını korkudan hızlandırıyordu.

Deri ceketimin fermuarlı olan cebini açtım ve içinden telefonumu çıkardım.

Normalde olsa başımı hafif çevirir bakardım ya da telefonumun ön kamerasını açıp kendimi çekermiş gibi yaparken kameradan arkama bakabilirdim ama takip edildiğimi anladığımı sezdirirsem elini daha çabuk tutmaya çalışabilirdi. Bu sebeple telefonuma yüklediğim KADES uygulamasını açıp çağrı butonuna bastım.

İçimdeki bu korku yetmezmiş gibi üzerine birkaç metre ilerimden sesler işittim.

Sesin geldiği tarafa dikkatle baktım.

Yanan uykulu gözlerim rüzgâr değdikçe sulanıyordu. Yine de zar zor genç bir kızın bir erkek tarafından hırpalandığını gördüm.

Erkek genç kızın bileklerini morartırcasına sıkıyor, onun gitmesine izin vermiyor, üzerine üzerine gidip bağırıyordu.

Kızın yüzündeki şiddet izlerini ve yarılan kaşından yanağına doğru iz yaparak akan kanı görünce içimde âdeta volkanlar patladı.

Deli gibi korkuyordum ama o an üzerime apayrı bir cesaret geldi.

''Hey! Ne yaptığını zannediyorsun sen?!'' diye bağırıp yanlarına hızla koşmaya başladım.

Erkek sesim üzerine bana baktı. Yanlarına varınca güçlü bir şekilde kolunu tuttum ve kızın bileğini kurtarmaya çalıştım.

''Bırak kızı!''

O kadar güçlü sıkıyordu ki yapamadım.

''Sana ne kızım? Bas git buradan! Karışma!''

Elimi kolundan çektim. Yüzüme öfkeyle ve tiksintiyle karışık alaycı bir tebessüm yerleştirdim. Telefonumun ekranında hâlâ açık olan uygulamayı kendisine gösterdim.

''Bu uygulamayı duymuşsundur. Butona bastıktan sonra en yakın birim anında yanımızda oluyor. Ben bu butona basalı epey oldu ve eminim en fazla 1 dakika içerisinde polisler buraya gelmiş olur. O yüzden ya kızı şimdi bırakır buradan defolup gidersin ya da paçayı ele verir, polislerle merkezde güzel bir randevuya çıkarsın.''

Sinirle 10-20 saniye kadar gözlerimin içine baktı.

Sanırım acemi bir zorba olmalıydı.

Aksi takdirde bana, ''Nasıl olsa 1 gece içeride kalıp çıkarım, ona da sana da bunun hesabını sorarım,'' diyerek tehditler savurabilir ve ertesi gün gerçekten çıkarak sözlerini yerine getirebilirdi.

O an belki, bu ülke için ileride ne güzel hizmetlerde bulunabilecek biz gencecik fidanların ölümünü 1 dakikalık haberlerin içine sığdırırlardı. 1 kere anar, duyanlar 1 kere ah vah eder daha sonra da unutulup giderdik. Bize bunu yapanlar ise bizim gibi daha pek çok gencecik fidanı toprağa gömmeye devam ederdi.

Neyse ki gerçekten acemiydi. Gözü korktu. Kızın bileklerini bıraktı ve hızla koşarak buradan uzaklaştı.

Genç kızın karşısına geçtim.

''İyi misin?'' diye sordum. Kız derin derin iç çekerek başını 'hayır' anlamında sağa sola salladı.

''Gel otur şöyle, biraz soluklan.'' diyerek narin bir şekilde kolundan tuttum. Yol kenarındaki çimlerin üzerine kızı oturttum.

''Biraz ileride büfe vardı. Ben hemen sana bir su alıp geleyim. Korkma tamam mı? O korkak bir daha gelemez. Birazdan polisler de burada olur.''

Kız anladığını belirtircesine gözlerini yumup açarak beni onayladı. Ardından iç çekişlerinden dolayı hafif kekeleyerek:

''Te-te-teşekkür ederim.'' diyebildi.

Ona güven verircesine tebessüm ettim. Sonrasında büfeye gitmek için arkama döndüm ve koşarcasına adımlar atarak ilerledim.

Tam köşeyi döneceğim esnada, trafik ışıklarının hemen yanında, aniden genç bir erkek önüme çıktı. Elini havaya kaldırdı. Sanki bir trafik polisiymiş gibi ''dur'' işareti yaptı.

''Dur bakalım orada.''

O söylemese bile duracaktım zaten. Aksi takdirde yapışırdım. Allahtan frenlerim sağlam. Tam zamanında durabildim. Soğuk kanlı kalmaya çalışarak kollarımı birbirine bağladım. Sesimi sert tutarak üst üste sorular sordum.

''Neler oluyor? Kimsiniz siz? Ne istiyorsunuz?''

Karşımdaki genç erkek de siyah deri ceketinin iç cebinden seri bir şekilde cüzdanını çıkardı. Cüzdanın bir yanında olan polis rozetini gösterdi.

''Ankara Emniyet Müdürlüğünden Komiser Ömer Karahan.''

Gerçekten bir polis olduğunu görünce epey rahatladım. Suratımdaki ciddi ve soğuk ifadeyi anında silip gülümsedim. Bağladığım kollarımı çözdüm.

''Ah, şükürler olsun ki çabucak geldiniz.''

Bir anda afalladı. Yüzüne bariz bir şekilde şaşkınlık ifadesi yerleşti.

''Beni mi bekliyordun?''

''Evet, yani hayır. Elbette sizi değil, polisleri bekliyordum.''

''Ne? Neden?'' Cevap vermek için ağzımı açmıştım ki benim cevap vermemi beklemeden alaya alırcasına gülümsedi. Hızla söze girdi. Açtığım ağzımı kapatmak zorunda kaldım.

''Bir dakika ya, bu da elimden kurtulmak için sergilediğin yeni oyunun mu yoksa?''

Kaşlarımı çattım. Gülümseyen yüzümü ağır ağır soldurdum. Beni tanıyormuşçasına bu şekilde konuşması ve sözleri ilginçti. Kesinlikle biriyle karıştırıyor olmalıydı.

''Sanırım beni biriyle karıştırıyorsunuz, komiserim. Sözlerinizden hiçbir şey anlamıyorum.''

''Hadi ama yapma, dur artık. Evet, itiraf etmeliyim. Oyunculuğun gerçekten 10 numara ama bu saatten sonra yemezler. Beni bir kere daha kurnazlığınla kandırıp elimden kaçmana izin vermem.''

Üzerime binen yorgunlukla beraber sinirlerim iyice bozulmak üzereydi. Sağ elimi havaya kaldırıp parmaklarımı açık olan saçlarımın arasından geçirdim. Derin bir nefes alıp verdim. Bozulan sinirlerimle beraber aynı esnada gülmeye başladım. Ömer komisere gözlerimi devirdim.

''Şimdi delireceğim.'' Saçlarımı serbest bırakıp Ömer Komiser'in çekik, kara gözlerine baktım. Açıklama yapmaya başladım.

''Bakın, beni gerçekten bir başkasıyla karıştırıyor olmalısınız. Benim ismim Miray. Miray Uygur. Bir 10 dakika kadar önce şirketimden çıktım ve taksi durağına doğru yürümeye başladım. O esnada takip edilme hissine kapıldım. Bu his giderek büyüyünce KADES üzerinden çağrı gönderdim. Siz polis olduğunuzu söyleyince çağrıyı alıp gelen polislerden biri olduğunuzu düşündüm. Ama şu an siz benimle sanki tanışıyormuş gibi konuşuyor ve ithamlarınızla sinirimi bozuyorsunuz.''

''Öyle mi? Göster kimliğini o vakit.''

Öylesine inanmıyordu ki kimliğimi göstersem dahi inanmayacağına ve bir bahane bulup beni suçlamaya devam edeceğine emin gibiydim.

Çanta kullanmayı, yanımda bir fazlalık gibi dolaştırmayı sevmediğim için aklımdan geçenleri, deri ceketimin cebinde cüzdanımı ararken dilime de vurdum.

''Göstersem de sahte olduğunu ima edeceksiniz kesin.''

''Nasıl da biliyorsun ama?''

Cüzdanımı ararken hareket etmeyi bıraktım. Yalnızca gözlerimi onun gözlerine çıkardım ve ölümcül bakışlar atarken:

''Şu an suratınıza sert bir yumruk geçirmemek için kendimi zor tutuyorum.'' dedim. Sesli güldü.

''Daha fazla tutma kendini istersen.''

Gözlerimi sıkıca yumdum. Dişlerimi birbirine bastırdım.

''Çok oldunuz ama.''

Cüzdanımı aramayı bıraktım.

''Ne o? Kimlik de mi göstermeyeceksin?''

Bir kere daha sinirden gülümsedim.

''Cık! Göstermeyeceğim. Size şu an kimliğimi göstermeyeceğim ve sözlerime inanmayıp bu şekilde ağır ithamlarda bulunduğunuz için sizi pişman edeceğim.''

''Hadi ya.''

Gülünce yanaklarında bulunan gamzeler derinleşiyordu. Gözüm o çukurlara gitti ve kendisini oraya nasıl gömebileceğimi düşünmeye başladım. Elbette imkânsızdı lâkin çok hayalperest bir karaktere sahibim. Öyle psikopatça ve saçma sahneleri bile hayal edebiliyorum bazen.

''Neyse, fazla uzattık. Bugün epey sakinsin. Lütfen bu sakinliğini koru ve sorunsuz bir şekilde gidelim artık.''

Elini beline, ceketinin altına attı. Bir kelepçe çıkardı. Kelepçeyi görünce zaten iri olan gözlerimi daha çok irileştirdim. Bana takacağından %99,9 emin olsam da işaret parmağımla kelepçeyi işaret ettim.

''Yok artık! Onu bana takmayacaksınız değil mi?''

Bir benim arkama, bir sağına, bir soluna baktı. Kimsecikler yoktu. Yalnızca yolda bize doğru ağır adımlarla gelen bir köpek vardı. Gözlerini köpeğe dikip çenesiyle onu işaret etti.

''Köpeğe mi takmamı istersin? Dalga mı geçiyorsun? Tabii ki sana takacağım.''

''Hayır hayır, bu kadarı da fazla. Asla onu bana takmanıza izin vermem.''

''İzin isteyen mi var?''

Beni hiç beklemediğim bir anda hızla bileğimden yakaladı. Seri bir şekilde bileğimi kullanarak beni kendi çevremde döndürttü. Sağ kolum arkamda, onun tarafından tutulurken şaşkınlığımı hızla atıp bileğimi kurtarmaya çalıştım.

''Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz? Bırakın! Bırakın dedim, bırakın!''

Çırpınışlarım hiçbir işe yaramıyordu. Zaten çoktan arkama aldığı sağ bileğime kelepçenin tek halkasını geçirmişti. Diğer kolumu da yakalaması uzun sürmedi. Diğer halkayı takamasın diye sol kolumu elimden geldiğince kurtarmaya çalıştım. Yapamıyordum.

Son çare olarak dizlerimi kullanmak istedim. Sağ dizimi kırdım ve kuvvetle Ömer Komiser'e vurmak için savurdum. Sezdi. Anında bacaklarını geri çekti ve diğer koluma da kelepçenin halkasını geçirdi.

''Senden daha kuvvetli bir karşı koyuş beklerdim. Şaşırttın beni.''

Başımı sağ tarafımdan hafifçe geriye çevirdim. Ömer Komiser'e öfkeyle bakarken sonuna kadar korumaya çalıştığım saygımı bir kenara bırakarak hak ettiği şekilde tane tane bağırdım.

''Çünkü- ben- olmasını- istediğin- kişi- değilim manyak herif!''

''Tabii tabii, kesin değilsindir. Yürü!''

Sağ kolumu parmaklarıyla sararak yanıma geçti. Beni ilerletmeye çalıştı.

''Bırak ya! Bırak dedim! Bu şekilde bir muameleyi hak etmiyorum ben! Bırak! Dokunma bana!''

Elini kolumdan çekmesi için çabalamaya devam etsem de olmadı. Parmaklarını koluma âdeta bir sarmaşık gibi sarmıştı.

İnanamıyorum ama zorla götürülüyorum şu an ve çabalarım hiçbir işe yaramıyor. Üstelik o kız...O kız beni bekliyor. Hemen yanına gideceğime dair ona söz vermiştim.

Tam ağzımı açmış Ömer Komiser'e bu durumu anlatmaya çalışacaktım ki bir anda hızla gelip Ömer Komiser'in alnına elindeki büyük taşı kuvvetle geçiren genç kızı görünce nutkum tutuldu.

Ömer Komiser de beklemiyordu.

Acıyla bir ''ah'' ettikten sonra parmakları kolumdan gevşedi.

Sendeledi.

Yere düştü düşecek gibi olmuşken dengesini güçlükle toparlayabildi.

Gözlerini kıstı. Başını hızla sağa sola salladı ve sol elini yarılarak kanamaya başlayan alnına götürdü.

Genç kız ağlamaktan şişen gözlerindeki korku dolu bakışlarla Ömer Komiser'e bir müddet daha baktı. Titreyen elindeki taşı bir köşeye fırlattı. Hızla yanı başıma geldi.

''Si-si-siz i-iyi mi-misiniz?''

Bana arkadan bağlanan kelepçeyi yeni gördü. Kaşları çatıldı.

''Kelepçe mi? Yoksa... Yoksa polis miydi? İyi ama sizi neden kelepçeledi?''

Ömer Komiser başını ve gözlerini yerden kaldırmadan kendisine gelmeye çalışırken sinirle cevap verdi.

''Evet, kelepçe! Ben de bir polisim! Azılı bir suçlunun götürülmesine mâni olup bir polisi yaraladınız hanımefendi, başınız çok büyük bela-''

Başını yerden kaldırıp gözlerini genç kıza çıkardığı vakit aniden sustu. Kızın yara bere içindeki, morluklarla dolu yüzünü görünce şaşırmış olmalıydı.

''-da.'' Son heceyi de söyleyip cümlesini sonradan tamamladı. Sertçe yutkundu. Aramızdaki açığı kapatıp ağır ağır yanımıza gelirken sesi yumuşadı.

''Size ne oldu hanımefendi? Bu hâliniz ne? İyi misiniz?''

Genç kız alayla karışık gülümsedi. Gözlerinden sessiz gözyaşları istem dahilinde dökülmeye devam ederken Ömer Komiser'in gözlerine öyle bir baktı ki... Sanki o bakışlarda dışarı vurmak isteyip de vuramadığı çığlıkları yatıyordu.

''İyi gibi mi görünüyorum?''

Ömer Komiser ne kadar aptalca bir soru sorduğunun farkına varıp kısa bir süreliğine gözlerini yumdu. Genç kız da bu esnada gözlerini benim gözlerime çıkardı. Bana bakarken Ömer Komiser'e hitaben konuştu.

''İsterseniz bir polis olun, isterseniz bir asker, isterseniz bir hâkim ama ne olursanız olun mesleğinize adım atarken törende ettiğiniz yemine sadık olun. Hayatımı bana zindan eden adam elini kolunu sallaya sallaya dışarıda gezip eğlenirken biraz evvel beni ölümün kıyısından kurtaran kızı ellerini bağlayıp götürmeyin. Bu adil değil.''

Ömer Komiser sertçe yutkundu. Boğazındaki âdem elması hareketlendi. Bir benim yüzüme bir de genç kızın yüzüne sırayla bakıp ne yapacağına karar vermeye çalıştı.

O esnada 2 motosikletli yunus polisi kırmızı siyah üniformalarıyla yanımızda durdu. Kasklarını çıkarıp motosikletlerinin üzerine bıraktı.

Önden gelen genç, erkek yunus polisi önce elindeki telefonunun ekranına sonra da yüzü ve bedeni mahvolmuş kıza samimi bir üzüntüyle baktı.

''Miray Uygur siz misiniz?''

Ömer Komiser polisin dillendirdiği ismi duyunca şimşek hızıyla gözlerini ona çıkardı.

Ben ismimi söylesem bile o inanmak istememişti. Şimdi polisten bu şekilde duyunca afalladı ve meraklı gözlerini ağır ağır benim gözlerime çıkardı. Ben de gözlerimi onlarınkine odakladım. Keskin bakışlarım gözlerindeyken:

''Miray Uygur.'' dedim. ''Benim.''

Polisler bir bana bir de arkamda kelepçeyle bağlanan ellerime şaşkın şaşkın baktılar.

Herkes neler dönüp bittiğine anlam vermeye çalışırken yelkovan beklediğimden daha hızlı koşabilip dakikaları ilerletti ve akrep tarafından sokulmaktan kurtuldu

Zaman hızla akıp geçti. Biz de geceye karakolda devam ettik.

🕚

Loading...
0%