@gecemavisiyazarrr
|
Elim gömleğinin düğmesine gittiğinde, bir ses duyuldu. “Abi, Cansu,” diyen şaşkın sesiydi Güneş’in. Gözlerim kocaman açıldı, dudaklarım durdu. Aynı şekilde bir eli belimde, diğer elini saçlarıma geçirmiş olan yüzbaşı da durdu.
Galiba boku yemiştik.
İlk önce birbirimize sonra ise gelen Güneş’e baktık. Olayın farkına varmış olmalıyım ki, onu üzerimden istemeye istemeye ittim. Ne güzel bir an yaşanıyordu şurada, niye bozuyorsunuz? İlk defa cesaret etmişim birşeylere. O da kalktı. Hemen oturur pozisyona geçtim.
Güneş’in arkasında Açelya’da bize şaşkınlıkla bakıyordu. “Şey, biz yanlış bir zamanda geldik galiba,” diye mırıldandı çocuk. Barut, “geldiniz. Kapı çalınarak açılır,” dedi anında. Ben ise utanmıştım. İlk değildi, ama ilk defa utanmıştım. Kalbim hızlı hızlı atıyordu. Ama ilkim bu olmasını isterdim. Birşey hissederek öpmek... Çok güzel bir hismiş.
Güneş, “Açelya, benim gördüklerimi sende mi gördün,” diye sordu. Bu masum Güneş’imin alnından öperdim. Onaylar bir şekilde mırıldandı Açelya. Güneş, “neler dönüyor burada,” diye sordu. Bende bilmiyorum, Barut açıklasın.
Sanki sen öpmedin Cansu dedi iç sesim. İlk ben öptüm değil mi? Hep senin yüzünden iç sesim! Sen yakışıklı, sana değer veriyor dersen olacağı bu!
Haksız mıymışım peki? dedi bu sefer. Balım demişti, öpüşü sanki hep beklediği anmış gibiydi. Bir düşünüyorum da, haksız değildi.
Arkadan, “Sarı çiyan, dur bi kızım,” diyen Baran’ın sesini duydum. Harika! Birde Gökhan abi gelsin de, tam olun. Baran bize baktı, sonra ise Güneş’e. “Ne diye öyle bakıyorsun kızım?” Açelya, “şok geçiriyor Baran abi,” dedi. “Ne kaçırdım lan ben?” Çok şey kaçırdın Baran, çok. Öyle ki, benim bile kelimelerim tükendi. Kurtulacak bir deliğim yok şuan.
Barut, “kapıyı çalmadan niye giriyorsunuz,” diye sordu. Sinirli gibiydi onların gelmesine. Bencede sinirli olması gerekiyordu. Güneş gülmeye başladığında, “delirdi bu,” diye mırıldandım. Doktor çağırın, kafa gitti bunda. “Hayatımda gördüğüm en iyi senaryo,” dedi gülerken. Yok, kafa gitti bunda. Benle kala kala bu da deli oldu. Buraya gelip, Barut’u kapıya doğru itti. “Ne oluyor lan,” dedi Güneş’e bakarak.
Güneş’in keyfi yerindeydi. “Akşam ziyaretçi yok abicim. Refakatçi benim, haydi görüşürüz,” diyerek, kapı dışarı etti üçünü de. Kalsaydı iyiydi aslında. Kapıyı suratlarına kapattığında, “refakatçi kalsaydı iyiydi ama,” dediğimde, “gördük kaldığında neler olduğunu,” dedi gülerken. Tersçe ona baktım. “Hiç öyle bakma. Sen öptün değil mi?” Bu sefer ben şaşkınlıkla baktım. “Abimin kafasıyla bu kadar oynama derim gülüm. Her ne kadar senin tarafındaysak’ta, o da abim.”
Işığı kapattığında, “benim gibi pislik olamıyorsun,” dedim. “Çünkü sen pislik değilsin.” Yanıma uzanıp, gözlerini kapattı. “Haydi iyi geceler.” Oflayarak sırtımı döndüm ona. Hayaller abisi gerçekler kardeşi.
Bütün gece uyumaya çalıştım. Bazen müzik dinleyerek, bazen düşünerek. Ama hiçbir şekilde uyuyamadım.
🥀 Barut silahını sertçe sıktı. Kafası hiç yerinde değildi bir haftadır. Öyle ki, o geceden başka birşey düşünemez olmuştu. Aklıyla bu sefer fazlasıyla oynanmıştı, artık yerine gelmezdi. Üç yıldır kendini zor tutarken, bunu yaşamanın şokluğu hala yaşıyordu.
Teni tenine değip, alev almıştı. Daha güzel bir an yaşamamıştı o an dışında. “Kafanı sikeyim Barut,” diye kızdı kendine. Daha fazlasını istiyordu ilk defa. Doya doya öpememişti onu. Hayatının en büyük kötülüğünü kardeşi tarafından uğramıştı.
“Komutanım,” dedi Baran. O gece olanlar Açelyadan zorla öğrenmişti. Ama bu sefer kimseye söylemeye götü yememişti. “Efendim Barancığım,” dedi. Bunun sebebi, kafasının onlarla dağılmasını sağlamaktı. O zaman sinirlenip, görevine odaklanabilirdi. “Barancığım mı?” Helin şokla konuştu. “İyi misiniz komutanım? Su için, iyi gelir.”
Baran fırsatını bulmuş gibi, güldü en çapkın haliyle. “Komutanım bile beni seviyor da, sende tık yok be Helincik. Sende desen ne olur yani?” Derin bir nefes aldı Helin. “Sus, gerizekalı.” Baran yandan ona baktı. “Ne güzel diyorsun sen gerizekalı. Bir daha desene bakayım.” Helin sınanıyordu.
Kaan, “Çaylak komutana benzer derler. Bizde yine herşeyde olduğu gibi tam tersi,” diye söylendi. Çapkınlık konusunda kimse Fırat’ı geçemezdi. “Pezevenk miyim komutanım ben?” Fıroş, tesüf edercesine konuştu. “Komutanım, ben pezevenk miyim,” diye sorduğunda, “hayır Fıroş’um. Sen pezevenklerin kralı’sın. Pezevenklik rütbeli olsaydı, herkesin komutanı olurdun,” dedi Baran. Fırat hariç herkes güldü.
Baran, Helin’in gülümsemesine baktı. “Ne güzel gülüyorsun sen Helincik.” Helin ona bakan Baran’a baktı. Gülümsemesi yerine bıkkınlık dolu ifade geçti. “Baran, ben küfür etmekten yoruldum. Sen hala hakaret yemeye doyamadın.” Baran ona dönüp, sırtını taşa yasladı. “Hakaret etmen hoşuma gidiyor.” Delilerle uğraşıyordu Helin. “Ruh hastası manyak!” Baran daha fazla gülümsedi. “Bak, yine hoşuma gitti.” Allah'tan sabır dilendi Helin.
Komutanını kınıyordu şuan. “Komutanım, başka adam mı yoktu benimle arkaya yollayacak?” Barut ise ilk defa Baran’ın arkasında durdu. “Sen kurban ol Baran’ıma,” dediğinde, herkes şaşırdı. “Af buyurun komutanım,” dedi Baran en çok şaşırarak. Barut ise sustu. Bu hale geldiğine kendisi bile inanamıyordu.
Baran şaşkınlıkla ayağa kalkıp, Barut’a bakacakken, Helin son anda omzundan tutup çekti. Tutmasa yakalancaklardı resmen. “Aşk ı memnun’a düştüm,” diye söylendi Kerem en üstten. Geldiği tim diğer timlere hiç benzemiyordu. Burada ciddilikten çok, eğleniyorlardı. Ama konu işe gelince, hepsi son derece ciddi oluyordu. Yada aralarından birine zarar geldiğinde.
Çünkü onlar artık sadece tim değil, aile olmuşlardı.
Kaan, güldü Kerem’in söylenmesine. “Katılıyorum sana Kerem,” dedi. Kerem’in birisinin ona katılıp, katılmaması umrunda değildi. Sadece olanı söylemişti. İş içinde konuşmayı sevmezdi, normal hayatta da konuşmayı sıkıcı bulurdu. İlgini çeken konularda konuşurdu sadece. Şuan aşk sahneleri hiç ilgisini çekmiyordu.
Baran ise çocuk gibi sevindi. Sanki ilk okulda, babası kavga ettiği için savunmuş gibi. Okulun ilk günü kavga etmişti, dayak yemişti. Sonra ise kavga ettiği için babasından sabaha kadar dayak yiyip hastanelik olmuştu. O günden sonra annesi mezara, babası cezaevine düşmüştü. Çünkü annesi çocuğunu korumaya çalışırken, can vermişti. Komşular son anda yetişmeseydi, Baran da o gün ölecekti.
Helin’e baktı yandan. “Annem kadar güzelsin,” diye iç çekirdi. Bu sefer Helin duymamıştı. “Ne,” diye sorduğunda, “hiç,” dedi Baran. Anlamaz gözlerle tekrar önüne döndü Helin. Baran ise önüne odaklanamıyordu ona bakmaktan. “Dön önüne gerizekalı,” dedi Helin. “Tamam Helincik,” diyerek sözünü dinledi.
O sırada Barut’tan emir geldi. “Tim, atış serbest,” dedi doğru an geldiğinde. Herkes anında ciddileşti, silahları ateş etmeye başladı. Köpekleri karşılık vermesine izin vermeden, teker teker indiriyorlardı. Ta ki, Baran omzundan vurulana dek.
İlk başta sadece omzunda bir acı hissetti. Vurulduğunu anlamayarak, çatışmaya devam etti. Yarım saat sonra, bütün köpekleri yeryüzünden silmişlerdi. Kalktıklarında, Helin ona baktı. Omzunda ki kanı görünce, “vuruldun mu sen,” diye sordu. Baran anlamayarak omzuna baktı. “Vurulmuşum lan, niye haber vermiyorsunuz?” Tim güldü, Helin hariç.
“Salak herif,” diyip, kolunda ki bandajı çıkardı. Siyah bir bandajdı, iyi hissettiriyordu ona. O yüzden her göreve gittiğinde, koluna o bandajı bağlıyordu. Bandajı çıkarıp, kan kaybetmesin diye Baran’ın sağ omzuna sıkıca bağladı. “Verseydin, hallerderdim,” dedi gülümseyerek Baran. Onunla uğraşırken aldığı keyfi, şu hayattan almıyordu. “Kes,” dedi geri çekilirken Helin. Sonra ise tank’a geçip, en köşeye oturdu.
Görevleri onları yok etmekti, etmişlerdi. Şimdi ise gidebilirlerdi. Hepsi tek tek, tanka geçip, yerini aldılar. Baran bilerek, Helin’in yanına oturmuştu. Helin içinden sabır çekerek, sesini çıkarmadı. Hepsi bir haftadır uykusuzlardı, Barut hariç. O üç haftadır uykusuzdu. Ama hiçbirinin umrunda değildi uykusuzluk. Asker olmak bunu gerektirirdi.
Barut derin bir nefes aldı. Gözü dertli dertli oturan Gökhan’a baktı. Neredeyse hiç konuşmamıştı. Biraz daha uğraşsa Kerem’den bile az konuşabilirdi. “Ne oldu lan sana?” Baran onun yerine cevap verdi. “Aşık olmuş komutanım.” Barut derin bir nefes verdi. “Kerem, sen ne demiştin?” Kerem anında cevap verdi. “Aşk- ı memnun’a düştüm komutanım,” dediğinde, “he ondan,” dedi onaylayarak.
“Kime aşık oldun sen Gökhan?” Yine Baran cevap verdi. “Sarı çiyana,” dediğinde, “neresi çiyan lan? Melek gibi kız,” diye savundu Gökhan. Barut kaşlarını çattı. “Sarı çiyan mı? Didem’e mi aşık oldun lan sen?” Deniz kızısı kendisi gibi deli bir arkadaş edinmişti. Aklına yine o gelince, kendine küfretti. Hiç çıkmıyordu aklından, bir kere bile. Üç haftadır daha çok aklındaydı. Bütün yapılmıştı kendisine, başka bir açıklama bulamıyordu. Onu bu kadar sevmek, kalbine zarardı.
Baran, “o kızla siz olmazsınız kardeşim,” dediğinde, “niye lan,” diye sordu Gökhan. “Sen ateş, o barut gibi düşün. Hiç ikisi bir araya gelir mi?” Bu sözü Barut daha çok üstüne alınmıştı. Bok olmazdı dedi içinden. “Baran, sen o yaralı kolunla fazla konuşma bence. Gidene kadar bayılırsan, iki saat bahçede koşarsın.” Baran komutanına döndü. “Bir kurşun mu beni yıkacak komutanım? Şerefsizin elinin ayarıda yokmuş zaten. Gram acıtamadı köpek.” Helin yandan tersçe ona baktı.
Askeriye de aynısı olmuyordu. Uyuşturucu ona etki etmiyordu. Kimseye söylemese de biliyordu Helin. Nedenini bilmiyordu ama, antibiyotik gibi ilaçlar Baranda etki etmiyordu. O yüzden canı çok acıyordu ama belli etmiyordu Baran. Hiç sormamıştı Helin, sadece görmüştü. Tekrar önüne döndü Helin.
Fıroş, “komutanım, en fazla bir ayda etki edebilirsiniz,” dediğinde, “beni pezevenkliğine sürükleme lan,” dedi Gökhan hemen. Fırat, herkesin ona öyle demesine alışkındı. “Komutanım kızmayın ama, böyle efkarla oturursunuz o zaman.” Gökhan bok gibi durumda kalmıştı. Çakır gözlerin etkisinde kalmıştı resmen. İlk görüşte aşkı kınadığı zamana sokmak istiyordu. Kınadığı ne varsa başına gelmişti.
Barut, “uğraşma lan sen bununla Gökhan. Git delikanlıca seni seviyorum de.” Fırat ona baktı bu sefer. “Sonra bir tane tokat yersiniz komutanım.” Böyle demeden de tokat yiyordu, koymazdı ona. En başından demesi gereken buydu aslında. Ama bundan sonra diyecekti.
“İyi söyle lan, ne yapılması gerekiyormuş,” diye sordu Gökhan. Fırat ciddi bir şekilde anlatmaya başladı. “Tesadüfler gerekiyor bize ilk önce.” Gökhan kaşlarını çattı. “Nasıl lan?” Fırat adım adım ilerletecekti Gökhan'ı. “Onun tesadüf sandığı, ama aslında olmayan tesadüfler.” Herkes onlar anlamsız gözlerle bakınca, Kerem derin bir nefes verdi. “Onun gittiği yerde karşına çık,” dedi kısaca. Fırat, “anlıyorsunuz siz bu işlerden galiba yeni komutanım,” dediğinde, “beyin yeterli,” dedi Kerem sadece.
Barut bıyık altından gülümsedi. Bu da onda pek yaramamıştı. Aslında karşısına tesadüf diye çıkmak istemezdi, ama hep zorunda kalmıştı. Ama ilk defa iyi gizlenemememişti. Beyaz elbiseyle, çocuklarla ve gülerken görünce aklı tekrar başından uçmuştu. Aklına o an gelince, tebessüm etmemek için kendisini tuttu. Konuşulan konulara bak!
Fırat, Barut komutanına bakınca, “ne var,” dedi Barut anlamazca. “Komutanım, iyilik yapmak ister misiniz,” diye sorduğunda, “iyiliğini sikerim Fıroş. Beni bulaştırmayın lan,” dedi. “Siz değil ki, Çavuş yapacak.” Gökhan da, “ne işime yarayacak Çavuş? Olum o masum hayvana piçliğini bulaştırma Fıroş,” dedi. Fırat küfür yemeye alışkındı, üzerine alınmadı. Şu konuda tek akıllı olmak zor geliyordu ona.
“Komutanım, Didem Hanım veteriner değil miydi? Çavuş’u bakım için götüreceksiniz ve bir şekilde bakımını Didem Hanım’a yaptıracaksınız. Ama bunun bir tesadüf olduğunu söyleyeceksiniz.” Nasıl yapacaktı Gökhan? Beyni çalışmayı durdurmuştu. Bir daha birşeyi kınarsa namerdi. Hali perişandı. Bir hafta görmemişti, özlemişti.
Ama bu fikir mantıklı gelmişti. Kederli başını yerden kaldırdı. “Aferim lan!” Tek sıkıntı, bunun Barut’u da mantıklı gelmesiydi. Görmek için bahanesi oluşmuştu. Utanmasa Fırat’a teşekkür edecekti. “Komutanım,” diye Gökhan ona dönünce, “siktir git lan! Beni bulaştırdığınız yetmiyor gibi Çavuş’umu da bulaştırmanıza izin vermem,” diye net cevabı verdi. Fıroş, “o zaman Cansu ablayı görmek için gidin komutanım,” dediğinde, umutsuz yüzü tekrar umutla kaplandı Gökhan'ın.
Tim başı sıkışınca, ilk Cansu’ya giderdi. Sanki çocuğunu savunur gibi savunurdu onları. Çocuk gibi onlarla eğlenir, sevgili gibi trip atardı. Üzüldüğünde daha çok sinirli olurdu. Ama güldüğünde... Bütün herşeyi gülüşü başlatmamış mıydı zaten? Tek bir gülüşüne canını verirdi Barut.
Baran, “asker’se ne yapıyoruz Fıroş,” diye sordu. “Orası beni de aşar komutanım,” dedi. Askere hayatta bulaşmazdı Fırat. Çünkü bilirdi, aslanın dişisi de aslandı. Helin başını iki yana salladı onlara dönmeden. Hiçbiri akıllanmayacaktı. Tank durduğunda, ilk Barut indi sonra diğerleri. Çıkış imzasını attıktan sonra, her zaman ilk gittiği yere gitti. 🥀
Cansu “Amca, damar yolu açamam diyorum,” dedim. Adam bana tavuğa damar yolu aç diyordu! Ben nasıl ona damar yolu açayım amcacığım? Bir tavuktan dayak yemediğim kalmıştı, onu da mı yiyeyim?
Amca’nın inadı durmadı. “Sen niye açamıyorsun?” Tavuk bana pençesini göstermiş bakıyordu. Bakışları, hele bir damar yolu aç, döverim seni der gibiydi. Merak etme abla, istesemde açamam. “İznim yok abicim,” dediğinde, tavuğunu kucağına aldı. “Bende gider izni olan birine açtırtırım,” diye trip atıp, çıktı. Bir dakika, amca bana trip mi atmıştı? Güldüm kendi kendime.
Önlüğüme baktım. “Ay, ben seni çok özlemişim,” dedim önlüğüme gülümseyerek. İşimi çok seviyordum. Biraz ara ona olan sevgimi daha çok göstermişti. Herşeyde hayır var dedikleri bu olsa gerekti.
Odadan çıktığımda, “veteriner hekim,” diye bana seslendi birisi. Arkamı döndüğümde, adını hatırlamadığım bir kız çıktı karşıma. “Merhaba,” diyebildim bu yüzden. Asistand bu kız ya. “Geldiğinizi duyduk, çok sevindik. Buralar sizsiz hiç çekilmiyordu.” Bilirdim tabi. Ellerinde dedikodu malzemesi olmadığı içindi bu çekilmemeler. Bir Cansu Bozok’u aynı veteriner kliniğinde olmanın gururu vardı üzerlerinde.
Ah, hepsi aptallardı.
Ama düşüncemi dışa aktırmadım. Uğraşamazdım şimdi dedikodularla. “Teşekkür ederim,” dedim nazikçe. “Benim şimdi gitmem gerekiyor," deyip gittiğinde arkasından, “tekrar görüşmek üzere,” dedim. Tam gittiğinde, gözlerimi devirdim.
Beninle sevdiğim kişiler hariç kimse konuşmasın. İster ego diyin, ister kendini beğenmiş. Umrumda mı? Tabi ki değil. Herkes insanları sevmek zorunda değil. Çünkü bu hayatta insanları değil, adam olanları sevecektin. Yoksa arkasından gidişine bakardın.
“Cansu,” diyen tanıdık sesi duyduğumda, “buyrun benim,” diyerek arkamı döndüm. Didoş elinde ki kahveyi bana uzattı. “Al hemen şu zıkkımı elimden,” dediğinde, daha fazla gülerek elinden aldım. Bir yudum aldığımda, oh çektim. “Ben bunun için ölürüm,” dediğimde, “aman, kalsın o,” dedi odasına doğru yürürken. “Seni nasıl veteriner hekim yaptılar anlamıyorum. Bu akılla okulu geçmen imkansızdı.” Onun sevgi dili, zorbalamak.
Göz kırptım. “Derece yaptım hatırlarsan,” dediğimde, “bende onu diyorum. Nasıl senin gibi yarım akıllı derece yaptı,” diye sordu. Aslında bilerek olmamıştı. Canım yandıkça, derslere kendimi gömmüştüm. Kendi kafamda ki problemleri sanki çözmüşüm gibi, onları çözmüştüm. Böylece düşünmüyordum, düşünmemeye çalışıyordum. İstemeden kendime iyilik yapmıştım.
Bende odasına girecekken, “Cansu veteriner hekim,” diye seslendiler. “Ne var be,” diyerek arkamı döndüm. Durmadan veteriner hekim, veteriner hekim. Benim kadar başınıza taş düşsün gayrı! “Şey, hasta varda. Adam inatla sizi istedi, o yüzden şey ettim.” Kız böyle konuşunca, bakışlarımı düzelttim. “Tamam, gidebilirsin,” dediğimde, anında kayboldu. Didemin arkamdan güldüğünü işittim. “Onlara bu kadar yüklenmemelisin. Dünya senin bakışlarına hazır değil.” Doğruluk payı vardı.
Kahvemi tek dikişte bitirip, bardağı Didem’in eline tutuşturdum. Didem şaşkınlıkla bir bana, bir boş olan bardağa bakıyordu. “Çok sıcaktı o salak! Nasıl tek dikişte bitirdin?” Ağzım biraz yanmıştı. “Aman, boşver. Ben gidiyorum şimdi, sen dedikoduları hazırla.” Giderken, “deli kız,” dediğini işittim arkamdan.
Koridordan dönüp, tekrar odaya geri girdim. Kimin geldiğine bakmadan, “şikayet nedir,” diye sordum. Eldivenlerimi giymek olmuştu ilk işim. Elimin üstü kedinın tırnak izleri ve ısırıklarıyla doluydu. Eldiven olmasına rağmen, kanatmıştı vahşi kaplan. Tekir kedilerden korkulurdu.
O elimi de eldiveni takacakken, müptelası olduğum bir ses duydum kulağımın dibinden. “Eline ne oldu senin?” Bu Barut’un sesiydi... Görevden gelmişti! Arkamı döndüğümde, yüzlerimiz arasında bir nefes kadar mesafe oldu. Ama o ise elime bakıyordu. Elimi yavaşça avcunun içine alıp, üstünü inceledi. Yutkundum sesizce. “Kedi ısırıkları bunlar. Krem sürdün değil mi sen?” Onaylar bir mırıltı çıkardım. Kendime gelmeliydim.
Nefes alabilmek için, elimi çekip, eldiveni taktım. Geri çekilip, Çavuş’un yanına gittim. “Neyi var," dedim incelerken. Gayet sağlıklı görünüyordu koçum. “Kontrole getirdim,” dediğinde, “sabah beraberdik zaten Çavuşla. Hiçbir şeyi yok Barut,” dedim. Ulan ben niye utanıyorum?! Nerede benim o arsız hallerim. Gelen gideni aratır dedikleri bu olsa gerek.
Ona baktığımda, yüzünde ki sırıtışı gördüm. “Barut he?” Ne olmuştu lan? “Barut değil mi adın?” Yüzünde ki sırıtış büyüdü. “Öyle öyle,” dediğinde, anlamaz gözlerle ona baktım. Ne deme mi bekliyordu? Yüzbaşı deme mi? Yüzbaşı... Siktir! Bu kadar belli etme be kızım.
Başımı iki yana salladım. “Bir şeyi yok Çavuşun,” dedim başını okşarken. Bu çocuk benim dert ortağımdı. Şu adama söyleyemediğim herşeyi buna söylemiş bulunuyordum. Benim gibilere ne denirdi? Cevap veriyorum, salak.
“Benim var ama,” dediğinde, tekrar ona baktım. Bu adam niye dibime giriyordu ikide bir? “O zaman doktora git Barut,” dediğimde, “kalbimi kırıyorsun,” dedi duygu sömürüsü yaparak. “Ne dememi bekliyorsun?” Cevap için beklemedi. “Sinirlenme’ni. Bu kadar sakinlik sana hiç yakışmıyor deniz kızı. Biraz sinirlen.” Beni taklit ediyordu resmen! Galiba niye sakin olduğunu anlamıştım.
Derin bir nefes verdim. Aramızda bir adım vardı. Demir sedyeye sırtını yaslamış, bana bakıyordu. “Neyin var?” Adama o günden sonra rahatlık çökmüştü. Sanki ben ile o yer değiştirmiştik. “Başım ağrıyor,” dediğinde, “Ağrı kesici iç,” dedim. “Nasıl veteriner hekim’sin sen? İnsan bir bakar.”
Bakarsam, açığa çıkarım tekrar. Bir haftada zor kendime gelmişim, hayatta bakmam. “Sen hayvan mısın Barut? Git doğru düzgün doktora git.” Yalandan alınmış gibi baktı. “Ben sana hesap soruyor muyum? İstesem birşeyleri de göstererek hatırlatırım ama yapmıyorum.” Elim boynuma gitti.
Bu adam beni düzgün yolumdan saptırmaya çalışıyordu. “Delirtme beni be adam!” Al işte, yine sinirlenmiştim! Vedat görse ağzıma sıçardı. Lan adamın aylardır uğraştığı şeyi iki dakika da bozmuştu! “Delir,” dediğinde, tersçe ona baktım. “Gidiyorum ben,” diyip çıkarken, “Gökhan Dideme aşık olmuş. Var mı şu kızın bir sevgilisi, hoşlandığı falan,” dediğini duymamla, tekrar ona şaşkınlıkla dönmem bir oldu.
“Ne? Ne zaman? Nerede? Nasıl? Gerçekten mi? Yalan söylüyorsan seni gebertirim. Gökhan abi he? Ne?” Art arda sorduğum sorular şaşkınlıktandı. O gece kafası karıştığını düşünmüştüm sadece. Gökhan abime bak sen. “Hangisinden başlayayım?” Eğleniyordu salak! “Birinden başla,” dedim hemen. “Gerçekten olmuş. O gün geldiğimizde, ilk gördüğünde aşık olmuş salak. Burayada seni göreceğim diyip gelecek, haberin olsun. Bir nevi kullanıcak seni.” Bu sikimde değildi. Aşık olmuş!
Didemin sevgilisi yada hoşlandığı yoktu. Zor bir insandı, huyuna gitmek gerekirdi. Ve şuan gitmemem için Gökhan abiyi satmıştı resmen. “Baran’ı aramam lazım,” diyerek telefonuma sarıldım hemen. “Haberi biz veriyoruz kız yine Baran diyor. Ara hemen Baran’ı, geç kaldın zaten.” Kıskan! Tam arayacakken, elimden telefonu aldı. Kaşlarımı çattım. “Barut, versene telefonumu.” Didemle dedikodu yapamazdım, Baranla yapmam lazım.
“Vermem,” dediğinde, “neden,” diye sordum. “Benimle dedikodu yap. O am bitinden ne eksiğim var benim?” Eksiği değil fazlası vardı. “Saçmalama Barut, ver şu telefonu,” diyip elinde ki telefona uzandığım da, geriye çekti. “Yüzbaşının elinden telefonu almaya çalışmayı, sadece sen denersin herhalde.” Doğru diyordu. Adam hergün teröristlerin yerlerini bulup, bilgilerini alıyordu. Bir telefonu mu alamayacaktı?
Uğraşmadım. Gitmem gerekiyordu, ikimiz için. Vedat, “hem kendini hemde onu yakma,” demişti. Kendimi siktir etmiştim. “İyi, sende kalsın,” diye gidecekken, önüme geçti. Ama bana hiç yardımcı olmuyordu bu adam! Gitsene be adam, niye uğraşıyorsun benimle? Herkes gibi siktirip niye gitmiyorsun?!
“Nereye?” Cehennemin dibine. Harbiden, ben niye orada değildim? Benim çoktan orayı boylamam gerekiyordu. “Cehennemin dibine, gelecek misin,” diye sorduğumda, “yer fark etmez, gelirim,” dedi. “O kadar sakinleştirici içtim, harbiden sinirlendiremezsin beni.” Bir kutu sakinleştirici içmiştim. Benim yerimde başkası olsa, çoktan bayılmıştı. Ama adı üstüne, benim yerime.
Yüzünde ki gülümseme büyüdü. “İki aydır terapist’e gittiğini biliyorum.” Kaşlarımı çattım. “Sen ner-,” derken durdum. Güneşin bile haberi olmadığı birşeyi bilmesinin tek bir nedeni olabilirdi. “Sen beni takip mi ediyorsun manyak adam?” İnsanlar deliye hasret biz akıllıya.
“Ben öyle birşey demedim,” dediğinde, “nereden biliyorsun o zaman,” diye sordum. “Sanane,” dediğinde, “yüzbaşı,” diye bağırdım. “Ya sen beni deli etmeye mi geldin buraya?” Güldü. “Hani sinirlenmeyecektin?” Ama ben bunu döverdim. Zevk alıyor köpek halimden. İnsan bir darılır, gider. Bunda tık yok, daha da eğleniyor. Hem adamda utanmada yok.
Derin bir nefes verdim. “Ne istiyorsun Barut?” Dikleştiğinde, yine küçük kaldım yanında. Ona bakmak için kafamı hafif kaldırdım. “Ты” Ne dediğini anlamam dışında bir sıkıntı yoktu. Onu anlamak için biraz Rusça öğrenmeye çalışmıştım. Tabi onun bundan haberi yoktu. Ne istiyorsun diye sormuştum, seni demişti...
Yutkundum sesizce. Onun ise pes edesi yok gibiydi. Kulağıma yaklaştı eğilerek. “Anladığını biliyorum,” diye mırıldandı yine o ses tonuyla. “Ne?” Gülümsediğini işittim. Bunu beni takip etse bile bilemezdi. Görevdeydi çünkü! Nasıl bilebilirdi? “Yüzünden herşey okunuyor deniz kızı.” Bunu altı ayda anlaması imkansızdı. Beni ezbere altı ayda nasıl bilebilirdi?
Kalbimin hızını kontrol etmem gerekiyordu. Lanet olsun, ben neyin içine düşmüştüm? O geceden sonra, sanki diyemedikleri’ni diyiyor gibiydi. Gibi değil diyiyordu.
Öyle durdu yarım dakika boyunca. Birşey yapmadığımı görünce, parmaklarının uçları saçlarıma dolandı. Sigara ile barut kokusunun karışımı ciğerlerime doldu. Gözlerimi kapattım. “Deniz kızı,” derken sesi dudaklarımın önünde geliyordu. “Durdur beni.” Sesi zor durumdaymış gibi geliyordu.
Ama bu sefer ben durdurmak istemedim. Gözlerimi açtığımda tam dibimde gördüm. “İstediğin bu değil miydi?” Harika. O beni kapana sıkıştırmaya çalışırken ben onu sıkıştırmıştım. İşin sonu hiçbir türlü normale çıkmayacaktı.
İkimizin arasında bir çekim vardı ve ikimizde bunun farkındaydık. Ama sanki o, bunu çok önceden biliyordu. Yada ben kafamdan uyduruyordum.
Dudakları dudaklarımı kapattı bir saniyeliğine. Gözümü kapattım onun sıcaklığıyla. Geri çekildiğinde, benden bir hamle beklediğini ona bakmadan anladım. İstediğini vermek gerekirdi o zaman.
Siyah bol gömleğinin yakasından tutup, kendime çektim. Dudaklarım dudaklarını örttü. Bunu bekliyormuş gibi beni kendi ile duvarın arasına alması iki saniyesini aldı. Bacaklarımı bacaklarının arasına aldı. Sert bir şekilde kapandı üzerime.
Nefessiz kalana kadar tutkuyla öpüşmeye başladık. Bir elimi yanağına yerleştirdim. Baş parmağım yanağını okşuyordu. Nefes almak için dudaklarımız ayrıldığında, alnını alnıma yasladı. “Aklımla oynamıyorsun artık deniz kızı. Sen onu çoktan aldın benden.” Bu onun dilinde seni seviyorum demekti.
Ben kaçacaktım değil mi? Benim o geceden sonra kaçmam zaten iptal olmuştu. Madem gidemiyorduk, buraların tadını çıkarmak gerekirdi.
Gülümsediğimde, gülümsememden öptü. Bunu beklemiyordum. “Gülmen, başımı döndürüyor deniz kızı,” diye mırıldandı. “Barut.” Ben gittikçe bu adama bağlanıyordum. Adının o olduğuna dair mırıldandı. “Görevdeyken,” dedim bakışları üzerindeyken. “Özledim seni,” dediğimde gülümsedi.
Ve sonra tekrar dudaklarıma kapanmasıyla, ona yaslandım. Çavuş’un neşeli havlama seslerini, yere indiğini duyabiliyordum. Kollarımın altından beni kaldırdığında, bacaklarımı beline doladım. Tekrar dudaklarımız birleşti.
Sanki başka bir Dünyaya ışınlanmıştık. Sadece bizim olduğumuz bir Dünyaya. Bu Dünya, normal Dünyadan, herşeyiyle daha güzeldi.
Ellerimi bedenimde dolaşmaya başladı. Dudaklarını dudaklarımının arasına alıp, geri bıraktım. Sırtımın sedyeye yatırıldığını hissettim. Üzerime çöküp, yaptığımın şeyin karşılığını fazlasıyla verdi. Saçlarını daha fazla çektiğimde boğazından hırıltılı sesler geldi.
Dudaklarını çekmeden, “hiç gitmesen olur mu,” dedi yalvarırcasına. Sanki buna ihtiyacı varmış gibiydi. “Gitmem.” Gitmem... O gitmediği sürece benim artık gitmeye niyetim yoktu. Onunda gitmeye hiç niyeti yok gibiydi.
Dudaklarımdan ayrılıp, başını boynuma gömdü. Derin bir nefes aldı. “Kokunun hala dalin koktuğuna inanamıyorum deniz kızı. Deniz kokulu dalinin bile aynı.” Gülümsedim. Birşey söyleyecekken, kapı açıldı. “Cansu, ninem gelmiş,” diyen Gökhan abinin sesini duydum.
Siktir!
“Uy,” diye ninenin sesini duydum. “Ula ne oluyir burada da!” Barut bile bu sefer durdu, yutkundu. Bacaklarımı doladığım belinden çözüp, yere bastım. Onu itmeden kendisi çekildi. Barut’un, Pınar ninenin korkusunu çok önceden anlamıştım. Bende korkmuyor değildim.
Kalbimin atışını düzeltmeye çalıştım. “Komutanım, Cansu,” derken Gökhan abi daha büyük şaşkınlık içerisindeydi. “Abi,” dedim alt dudağımı ısırırken. “Abin’e sıçayım. Ne oluyor burada?” Abi şimdi şöyle ki...
İç sesim güldü. Seni hangi yalan kurtaracak şimdi? Boku yedin bu sefer, yalanda bulamazsın. Güneş birşey demedi, ya abin? Onu geç, Pınar nine kedisiyle var kucağında. Boku yediniz bu sefer. Pardon, birbirinizi yediniz daha çok.
Yav kardeşim sen susana! Zaten canım burnumda, dediğin şeye bak. Ben masum bir kızdım, o bozdu beni. Ben çok saf, temiz ve Açelya gibi bir kızdım. O beni yolumdan saptırdı.
Pınar nine, “kızı da mı yoldan çıkardun bozuk uşak,” diye bağırdı. “Ninem.” Ninem mi? “Senin burada ne işin var acaba? Hemen kızma, sadece bir soru.” Pınar nineden, “kedim hastalanmıştı. Gelmez olaydım emi,” dedi. Keşke ninem, keşke. Benim için sorun sen değil, yanında ki öküz. Ben boku yemişem low.
“Veteriner hekim,” diyen ağzını yediğim ama adını hatırlamadığım kız geldi. “Araba geldi, gidebiliriz,” dediğinde, “hemen geliyorum,” diyerek, koşar adımlarla yanına gittim. “Görüşürüz ninem. Başka zamana bakarım ben kediye,” dedim arkama dönüp ona bakarak.
Dışarı çıktığımızda, kızın yaka kartına baktım. Gizem Şerbet yazıyordu. “Gizem, alnından öpeceğim ben senin sonra. Hatırlat bana tamam mı?” Anlamaz gözlerle bana baktı. Sonra gülümsedi. “Niye dediğinizi anlamadığım ama teşekkür ederim Cansu Hanım.” Ben ise arkama bakıyordum. Yüzbaşını ninem ile abimle tek başına bırakmasa mıydım acaba? Yakışıklı iki ceset... Ona birşey olmazdı inşallah.
Vicdan azabı çekiyorum şuan. Yüzbaşı ama, nine de nine yani. Neyse, sonra yaşıyor musun diye mesaj atardım. Ambulans’ın ön kısmına bindim. Sokak hayvanları ile buraya getiremedikleri büyükbaş hayvanlara gidiyorduk.
Şoför koltuğunda ki Altay bana baktı. “Birileri tekrar gelmiş bakıyorum da,” dedi gülerek. Saçlarımı karıştırdım arkama yaslanırken. “Kraliçe sahalara geri dönmüş.” Gülümsedim. “Tabi oğlum, ne sandın?” Çalıştırdı arabayı. “Ben camdan çok şey gördüm ve sandım ama.” Cam mı? O odaya baktığında, camın açık olduğunu gördüm. “Hassiktir lan,” dedim kendime engel olamayarak.
Sesli bir şekilde güldü bu sefer. “O değilde, enişte sağlammış. Kadın olsam kesin yürürdüm ona.” Orası öyle. “Altay, ne kadarını gördün?” Ne kadarını gördüyse, o kadar kardaydık. “Eniştenin odaya girip, cebine gizlice birşey koymasına kadar.” Kaşlarımı çattım. Önlüğümün cebine baktığımda, bir sertlik hissettim. Çıkardığımda, karam olduğunu gördüm.
Seviyorum diye karam almıştı yine. Çok sevmeme rağmen her zaman bir tane alıyordu. Çünkü, ikincisi kalbime zarardı ve o bunu biliyordu. Kendimi bilmediğim zamanlarda bile o beni biliyordu.
“Karam mı? Sen çikolata sevmezsin ki.” Alt dudağımın kenarını dişledim. “Karam hariç,” diye mırıldandım. Paketini açıp, bir ısırık aldım kocaman. “Yavaş ye,” dedi Altay. O ise sırıtarak “çocuk gibisin.” derdi. Of! Az önce yanımdaydı, bu kadar düşünmemem gerekiyordu.
Omuz silktim. “Banane,” dedim. “İyi tamam, demedim birşey. Hem sen az önce fazlasıyla doymuş olmalıydın,” dediğinde, ısıracağım çikolatamı ısıramadım. Yanaklarıma kan gittiğini hissettim. “Altay!” Güldü. “Yalan mı? Film izler gibi izledim. O sahnelerden bir fark göremedim.” Omzuna bir tane vurdum. “Arsız,” diye söylendim.
Telefonumu çıkardım. Zebani diye kaydettiğim kişiyi aradım. İkinci çalışında açıldı telefon. Tam söylenecekken, “ne oldu,” diye acıyla sesi geldi. Sinirli ifadem yumuşak bir ifadeye dönüştü. “Ne oldu sana sarı zebani?” Gülme sesi bile acıylaydı. “Vurulmuşum da ben. Birşey yok cadı, merak etme. Niye aradın sen?” Gözlerim kocaman açıldı.
“Ne?!” Nasıl? Niye bana bundan bahsedilmemişti?! “Nasıl? Nereden? İyi misin lan? Neredesin sen? Hemen geliyorum.” Zebanime ne olmuştu? “Sakin ol cadı. Kolumdan vuruldum, sorun yok. Sen işine odaklan, sonra gelirim ben senin yanına.” Tam birşey söyleyecekken, “pardon cadı değil, yenge diyecektim,” dediğinde, “ne,” dedim şaşkınlıkla. “Komutanımın yavuklasına cadı demeye götüm yemez benim. Görüşürüz yengem, Allah'a emanet ol,” deyip kapattı.
Komutanımın yavuklusu... Biz ne ara buraya gelmiştik? Öyle ki artık ben ile o değil, biz olmuştuk.
Etrafa baktım. Dağlık bir alandaydık. Hakkari'nin en tehlikeli köyünde, sınırda yaşıyordum. Eskiden burada Güneş’in olmasını istemiyordum. Çünkü değişmeyen üç meslek tehlikedeydi. Bir asker, iki doktor ve en son ki üç ise öğretmendi. Başına dert almasını istemiyordum.
Günün tamamı hayvanlara bakmakla geçti. Sokakta ki yaralı hayvanları veteriner kliniğine götürüp, iyileştirmek için elimizden geleni yaptık. Ama aklı başka birinin yanında, bedenim ise işin başındaydı... 🥀
Helin sert adımlarla askeriyede yürümeye başladı. Ona kimse bakmaya cesaret edemiyordu. Ona bakanları bakışlarıyla öldürüyordu sanki. Bunu bilerek yapmıyordu, doğasında bu vardı.
O kıdemli başçavuş Helin Karataş’tı. Düşmanlara korku salan, aslanın dişisininde aslan olduğunu kanıtlayan kadındı.
Koğuşuna girdiği anda, sert ifadesi yerle yeksan oldu. O sevdiği kişilerin yanında gerçek yüzü ortaya çıkardı. Koğuşunda sadece sevdiği kişiler vardı. Onun en çok ciddi olduğu yer, operasyondaykendi. O zaman sevdiği kişiler olsa bile asaletini korurdu.
Bu sefer koğuşta tek kişi vardı. Baran ile o.
Baran yarasına asker doktorun dediği gibi pansuman yapmaya çalışıyordu. Pek beceremiyordu ama deniyordu. Helinin geldiğini farketmemişti. “Hay ben etki etmeyen narkozun,” diye söylendi kendi kendine. O dört kat daha fazla acı çekiyordu. Doğuştan gelen ilaçların etki etmemesi sorunu vardı. Sadece vitaminler etki ediyordu.
Helin yanına oturunca, başını kaldırdı. “Ver şunu bana,” dedi Helin elinde ki pamuğu alıp. Baran’ın bir anda sanki bütün acısı yok olmuştu. “Helincik.” Yüzüne bakmadı Helin. Dikiş atılmadığını gördü. İlk önce pansuman yapılması gerekiyordu. “Acırsa söyle,” dedi yavaşça pamuğu bastırırken.
Baran yüzüne odaklandı. “Acımaz canım." Acıyordu canı. Yara tazeydi ve kanama azda olsa hala vardı. Ve Helin eskiden asker doktordu. Hafif bastırdığında, acıyla inledi Baran. “Acımıyormuş gerçekten,” diye söylendi Helin. Dikkat etmesi gerekiyordu görevdeyken.
“Biraz,” dedi Baran. “Dikiş atmadan önce alkol iç. Vücudunu biraz da olsa uyuşturur alkol.” Baran’ın derdi şuan kesinlikle hiç yarası değildi. “Endişelenmiş gibiyiz,” dedi yine eski haline geri dönerek. Helin daha sert bastırdığında, acıyla inledi yine Baran.
Hak ediyordu. “Her sıkıştığında bunu mu yapacaksın? Komutanınım ben senin, azcık insaf.” Bunu onu alttan görmek için değil, biraz nazikçe davranmasını istediği için demişti. “O zaman akıllı bir komutan olsaydın da, vurulmasaydın. Lafa gelince dil pabuç, gizlenmeye gelince vurul.” Baran sırıttı. “Bu kadar endişelenceğini bilseydim, daha önceden vurulurdum Helincik.”
Tersçe baktı Baran’a Helin. “Tamam, sustum,” dedi uslu uslu Baran. “Bir zahmet komutanım.” Baran yüzünü buruşturdu. “Deme bana komutanım.” Helin’e kendisi komutanım demek isterdi ama. Her zaman onu kendinden üstün görmüştü.
Çünkü onun için Dünya ikiye ayrılırdı. Bir normal insalar, iki Helinciği.
Derin bir nefes aldı sabır çekerek Helin. Koyun can derdinde, kasap et derdinde. Sustu Helin. Üfledi yaraya yavaşça. Pamuğu bu sefer daha nazik bastırdı. Vicdansız değildi, hiçbir zaman olmamıştı. Yavaşça pansumanı yaparken, onu mucizeymiş gibi bakan iki çift gözün farkındaydı.
“Eğer öyle bakmaya devam edersen, o gözlerini oyarım,” dedi uyararak Helin. “Nasıl bakıyormuşum?” Allah'tan belasını istiyordu Baran kısaca. “Bir kurşunu da benden yemek istemiyorsan, kapa çeneni.” Baran alt dudağını dişledi. “Tamam vahşi kaplanım.” Vahşi kaplanım mı? Helinin sabrı iyice zorlanıyordu.
Dişlerini sıktı. “Komutanım sana ne yapıyorsa hak ediyorsun.” Harbiden, komutanı neredeydi? “Cansunun yanına gitti. Yani yavuklusunun yanına,” dedi Baran sanki iç sesini duymuş gibi. Helin kaşlarını çattı. “Ne?” Baran içinden komutanından af diledi. “Diyorum ki, komutanım bile kısmetine kavuştu. Sende hala tık yok be Helincik.”
“Lafı geveleme, nereden çıkardın yavuklu olayını?” Helin sormuştu, onun bir suçu yoktu. “Öpüşmüşler,” dediğinde, “ne," dedi şaşkınlıkla Helin. “Kim öpmüş?” Omzunu kaldırıp indirdi Baran. “Orasını bilmem. Ama sonuç bu. Hatta yengemin yanına gitti Çavuş’u götürüyorum ayağına.” Fıroşun fikrini çalmıştı.
Ama bunu duyan bir kişi daha vardı. Sesizce varlığı belli olmayan, üst ranzadan onları dinleyen Kerem. Kaşlarını çattı, dişlerini sıktı.
Helin sargı bezini omzuna sardıktan sonra kalktı. Bu haber hoşuna gitmişti. Yakışıyorlardı çünkü, herkes derdi bunu. “Su değmesin yarana,” dedikten sonra çıkıp gitti.
Baran ise omzuna baktı. Onun için endişenlenmişti. Kendisi sarmıştı lan! Kimsenin anlamadığını o anlamıştı.
Bu onu bir ömür sevmesi için yeterli bir nedendi...
|
0% |