Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@gecemavisiyazarrr

 

DİKENLİ GÜL

Barut

 

 

Silahı köpeğin alnına doğrulttum. Dizlerinin üzerine çökmüş, yüzü kanlar içerisindeydi. Operasyon tamamlanmıştı. “Kaan, su ver şuna.” İstemesede, dediğimi yaptı. Konuşması için gerekli olduğunu biliyordu.

 

 

“Al lan köpek,” deyip, yüzüne suyu fırlattı. Köpek, ağzına gelen suyu içmeye çalıştı. Arkadan, Baran adamın omzundan tutuyordu. “Kanı bozuk köpek, konuş lan!”

 

 

Susunca, sağ dizine sıktım. “Benim vaktim az ama, beklemeyi sevmem.” Diğer dizine de sıktım. Bağırarak ağlamaya başladı. “Tamam, konuşacağım. Bu işkenceye bir son verin.” Anladığı dilden konuşunca, nasıl da dili çözülmüştü.

 

 

Sayıları gittikçe azalınca, kafalarına kendileri sıkmaya başlamışlardı. Bu kendisini öldürmemesine engel olduğumuz tek kişiydi. Çünkü biliyorlardı, yakalanırlarsa ciğerlerini parçalayacağımızı.

 

 

Köye saldırı yapmayı planlıyorlardı köpekler. Onları engellemeyi başarmıştık. Başka planları oldukları belliydi, bu adam bunu biliyordu. Konuştuğu vakit, görevimiz tamamlanıyordu.

 

 

Derin derin nefesler aldı. “Konuş lan,” diye Baran bağırınca, konuşmaya başladı. “Bomba düzeni kuruyorlar. Saldırı gerçekleşmezse ise, o bombayı patlatacaklar. Daha düzenlenmedi ama.” Şerefsiz, direk satmıştı.

 

 

“Nerede düzenliyor?” Yutkundu, yine sustu. Canımı iyice sıkmaya başlamıştı. Sağ dizine, az önce sıktığım yere, tekrar sıktım. Yine bağırdı ağlayarak. “Karan mağarasında! Gizli bir bölme var, duvara dokununca açılıyor.” İşte, operasyon şimdi tamamlanmıştı. Sonrası bizim işimiz değildi.

 

 

Kaan’a baktım. Benim askerlik hayatım onunla geçmişti. Tahin’imi buraya alınca, hiç düşünmemiş, peşimden gelmişti. Benden rütbe olarak alttaydı, bu bazen işime yarıyordu. Biraz küfürbaz ile sinirli bir adamdı.

 

 

Bu soysuzu, öldüremezdik. “Kaan, sende abi,” dediğimde, ne yapacağını anladı. Adamın yakasından tutarak, ayağı kaldırdı. “Gökhan, arkayı aç.” Operasyon gereği, kamyonla gelmiştik.

 

 

Gökhan emri dinleyerek, arkayı açtı. Kaan sürükleyerek, adamı kolilerin arkasına attı. Kendisi de içeri geçip, bizim gelmemizi bekledi. İlk önce ben, sonra tim girdi. Helin başçavuş, kamyoneti sürmek için, yanımıza gelmedi. Hepimiz girip, kapıyı kapatınca, kamyonu çalıştırdı.

 

 

Oturduğum yerden, telefonu çıkardım. Sesizden alınca, Güneş ile teyzemin mesajları geldi. Zaten başka kimsem yoktu, bu iki kadın bana yeterdi. İlk önce Güneş’in mesajlarını açtım. Üç tane fotoğraf attığını, bir tane de video attığını gördüm.

 

 

Fotoğraflarda, kendisini ile çavuşu çekmişti. Benim güzel Güneşim. Benim yaşama kaynağım, birtanem. Onun hayat enerjisi bile, bana huzur veriyordu. Neşe kaynağımdı o benim.

 

 

Videoyu açınca, son arzum şarkısını duydum. Bu Cansu’nun en sevdiği şarkıydı. Sinirli bir kızdı, ama komikti de. Güneş’in abisi olduğumu öğrenince, yüzünde ki ifade onun biraz da olsa, tatlı olduğunun göstergesiydi.

 

 

Bu video bugün atılmıştı. İki saat önce gönderilmişti. Bu demek oluyor ki, hala evdelerdi.

 

 

Odasın da çavuşla dans ederken, kapı bir anda açıldı. Gelen kişi Cansuydu. Videoyu o gelince, nedensizce sırıttım. O video çekildiğinin farkında bile değildi.

 

 

Gülümsesine gözlerim takıldı. Demek gülmeyi biliyordu? “Güneş, benim şarkımla, bensiz mi? Aşk olsun, dört yıllık ev arkadaşına bu yapılır mı?” Sevdiklerine karşı, sinirli değildi. Onun kendini koruma yöntemi o olmalıydı.

 

 

En son, o gece onu görmüştüm. Kediyle birşeyler konuşuyordu ama, duymamıştım. Neden gittiğimi bilmiyordum. Uyuduğunda onu eve götürüp, göreve gitmiştim.

 

 

Bu kızla, işimiz çok gibiydi. Güneş birşey diyecekti ki, durdu. “Sende gel o zaman.” Cansu başını iki yana sallayarak, yatağa oturdu odaya girerek. “Deli kız. Bu arada, bana özel kahveden yapabilir misin? Başım ağrıyor, biraz iyi gelir.” Kahve içmek mi iyi gelecekti? Ağrı kesici ne güne duruyordu?

 

 

Güneş, “dışarda dizimize kadar kar var Cansu. İş yerleri bu yüzden tatil oldu, sen benden soğuk kahve mi istiyorsun?” Doğru söylüyordu. Bu kızın, soğukla alıp veremediği ne vardı?

 

 

“Evet. Bana iyi geliyor, biliyorsun.” Çavuşa baktı. “Aklıma takıldı, çavuş evlatlık olabilir mi? O sert hıyardan, bu beyefendi nasıl olacak sonuçta.” Bana kafayı takmış olmalıydı. Güneş telefona bakarak, “duy,” dedi ve video bitti.

 

 

Bilerek atmıştı, bunu demeseydi atmazdı. Benim aklım bunda değildi, kahveyi yapmış olamazdı bence. O sabah, her taraf karla kaplanmıştı. Ve ben onu götürmeseydim, o soğukta uyuyacaktı. Yaptığı delilikti.

 

 

Baran’ın sesiyle kendime geldim. “Komutanım, yenge mi?” Yanımda oturan Baran’a, ters bir bakış attım. “Beni mi dikizliyorsun lan?” Ona işlemedi. Bu timin en sinir bozucu ve, komik olan adamıydı.

 

 

Yüzünde ki gülümseme bozulmadı. “Yok komutanım, siz dalınca bakayım dedim. Size laf soktu galiba.” Üç yıldır akıllanmamıştı.

 

 

Zaten bu tim, benim timimdi. Sadece bir aylığına, gitmek zorunda kalmıştım. Daha fazla kalacağımı zannettiğim için, evimi satmıştım. Çünkü Şırnak, Silopi de işim vardı. Hızlı bitince, yine tahinimi buraya almıştım.

 

 

Ne yalan söyleyeyim, bu sinir bozucu Baran’ı bile, bir ayda özlemiştim. İnsanın kendi timisi gibi yoktu. Ateş timi yine bir aradaydı.

 

 

Gülümsedim. “Baran, ben gittiğimden beri, sen iyice kilo almışsın.” Karnını tokatladım. “Göbeğin çıkmış, kaslara ne oldu? Ama sen merak etme, ben o kasları yerine getiririm.” Ne dediğimi anlamıştı ama, yüzünde ki gülümseme silinmedi.

 

 

“Komutanım, bana istediğinizi yapın. Valla ne yalan söyleyim, ceza vermenizi bile özledim.” Omzuna vurdum. “Eyvallah.” Telefonu işaret etti. “Esmer olan yenge değil mi? Diğeriniz kardeşiniz olmalı. Yakışıyorsunuz da,” dediğinde ensesine bir tane vurdum.

 

 

Gökhan girdi konuşmaya. “Komutanım, bu gerzek boş konuşuyor. Fakat, haksız olduğu anlamına gelmez bu. Yengemiz mi var bizim?” Yok artık! “Yok lan öyle şey.” Fırat’ta güldü. “Komutanım, niye sinirlendiniz ki?” En küçücüğümüz Fırat. Kaan ensesine bir tane vurdu. “Sanane lan.” Sustu anında.

 

 

Kaan’a aferim diyecekken, bana döndü. “Benden saklamazsınız değil mi komutanım?” Gözlerimi devirdim. “Siktir git Kaan. Yok öyle birşey, Güneş’in attığı videoya bakıyordum.” Niye açıklama yapıyordum ki?

 

 

Baran sırıttı genişçe. “Olmayacağı anlamına gelmiyor ama,” dediğinde bende ona baktım. “Baran, bence çeneni kapat.” Dilini damağına vurdu. “Komutanım, ben bile hakim olamıyorum.” Belliydi.

 

 

Kamyonet durdunca, Baran kafasını tahta kutuya çarptı. “Helin!” Herkes haline güldü. Helin kamyonet’ten inerek, arka kapıyı açtı. “Canıma değsin Baran. Tümseğe girip, kafanı kırmadığıma dua et sen.” Kedi köpek kavgaları yine başlamıştı.

 

 

Hepimiz ayağa kalktık. “Helin, seni yakalarsam fena yaparım.” Rütbe olarak, Baran ondan üstündü. Lakin, bunu hiçbir zaman kullanmıyordu. Helin de rütbe konusunda, tek umursamadığı kişi, Barandı.

 

 

Sıra sıra hepimiz indik. Toprağa ayağımız bastığı an, toprağı inlettik. Bütün heybetimizle, hepimiz aşağı indik. Komutanımız karşımıza gelince, adamı yakasından tutarak, indirdim.

 

 

Binbaşı, Hayri Komutan önümde durdu. Bu adamı önüne attım. Asker selamında durup, selam verdim. “Konuş Barut,” dedi. “Bomba düzeneği kuruyorlarmış komutanım. Karan mağarasında, gizli bir geçit var. Bu köpek, yerini biliyor.” Başını iki yana salladı. “Hakan, Yiğit!” İki askerde buraya geldi. “Bu adamı alın, ölmesin.” İkiside emre uyarak, adamı götürdüler.

 

 

Hayri komutan, gülerek omzuma iki kere vurdu. “Hoşgeldin tekrar Barut Türkmen. Gidebilirsin, senin işin bitti.” Hazır ol da durup, “emredersiniz komutanım,” dedim. Hayri Albay gidince, bende izin imzamı atıp, askeriyeden çıktım.

 

 

Biraz eğlenme vaktiydi. Demek sahibine benzemiyormuş he Cansu. Ben sana bunları ödetirdim.

 

🥀

Cansu 

 

 

Evden çıkacakken, Güneş’e seslendim. “Güneş, ben dışarı çıkıyorum. Eve gelince yemeklere dalıcam, haberin olsun.” Mutfağın kapısından, delirmişim gibi baktı. “Cansu, üç günlük kar tatili oldu. Sen bu kadar kar arasında, dışarımı çıkacaksın? Hemde şort ile kısa kolluyla?” Cevap veriyorum, evet.

 

 

“Evet,” dediğimde kaşlarını çattı. “Geç otur yerine. Hasta olacaksın Cansu. Herşeye tamam da buna değil.” Şansımı denemek vardı. “Mont giyersem.” Fikri değişmedi. O zaman bende, kaçardım.

 

 

Ayakkabılarımı giymiştim zaten. “İki saat sonra görüşürüz,” diyerek merdivenlerden aşağı koştum. Arkamdan, “gel buraya,” diye bağırdı. Kafamı kaldırarak, dil çıkardım. Koşarak merdivenlerden aşağı inmeye devam ettim.

 

 

Evden kaçıyordum ama, bir saat sonra yine oraya gidecektim. Yani Cansu, birde azar işiteceksin. “Özür dilerim. Biraz dinlenmem lazım, anlayış istiyorum.” Tam dışarı çıkmışken, birisinin göğsüne çarptım. Yere düşerken, tiz bir çığlık attım.

 

 

Yere düşmeden, belimden tutunca, kime çarptığıma baktım. “Barut,” dedim şaşkınlıkla. “Sen görevde değil miydin?” Şu halde, bunu sorduğuna inanamıyorum Cansu. Hemde bu pozisyonda.

 

 

Kendime gelerek, kaşlarımı çattım. “Bırak beni be!” Sırıttı sinsice. “Bana uyar,” diyerek, beni geriye doğru bırakınca, yine tiz bir çığlık attım. Kara gömülünce, “sert hıyar,” diye bağırdım.

 

 

Karda kaybolmuştum resmen. Beyaz giymiştim, beyaz karın içine yatmıştım. “Sen bırak dedin.” Ulan, ben sana insanca, ayakta bırak dedim. Sen hayvanlık yaparak, beni karlara attın. “Ben sana öyle mi bırak dedim?” Yine sinirlenmiştim.

 

 

Omuz silkti. “Normal bırak dedin.” bir avuç kar alıp, ona attım. “Kardeşinden kaçıyorum, abisi çıkıyor karşıma. Kutup ayısı daha doğrusu. Sonra diyor, çok sinirlisin. Sende çok sakinsin, ben sana birşey diyiyor muyum?” Beni tiye bile almadı. Üstümdekilere baktı. “Kızım bu ne? Her tarafın açık.” Sanane be adam, sanane!

 

 

“Anam mısın, babam mısın? Sanane giydiğim kıyafetten.” Gözlerini devirdi. “Dizine kadar kar var Cansu. Hasta olacaksın, donacaksın hatta. Bu havada, böyle dışarı çıkılmaz. Anan baban öğretmemiş belli.” Dediğiyle yutkundum.

 

 

Kendim kalktığımda, Güneş geldi. Boynuna atkı takmış ve mont giymişti. Onu şuan umursamadım. Barut’un üzerine yürüdüm. “Bir daha Barut Türkmen,” dedim bastırarak. “Annemi ile babamı karıştırma. Canım acırsa, canını acıtırım.” Eve gitmek yerine, önüme doğru yürüdüm.

 

 

Arkama bakmadan, “beni bu akşam bekleme Güneş. Sabah gelirim belki.” Gidecek başka bir yerim var mıydı? Tabi ki de yoktu. Sabaha kadar, donarak ölebilirdim. Ama ben ölmek istemiyordum, yapacak birşey yoktu.

 

 

Gidecekken, kolumdan tuttu. “Geç içeri, ben çavuşu alıp gideceğim zaten.” Sorunum onunla değildi, sorunum kendimleydi. Yine de eve geçmeyecektim. “Keyfin bilir Barut Türkmen. Zaten sen gelmeden önce de, gidiyordum.” Kolumu kendime çekince, yine de bırakmadı. “Biliyor musun, benim inadım seninkinden de fazla.”

 

 

Meydan okurcasına ona baktım. “Allah, Allah. Gelmiyorum bakayım, nasıl sokacaksın eve?” Bir anda bacaklarımdan tutarak, beni omzuna atınca bağırdım. Ben çanta mıyım da, omzuna atıyorsun?!

 

 

Güneş’in, şaşkınlıkla dudakları aralandı. Bende şaşkınım Güneş. “Böyle sokacağım eve.” Binaya doğru yürürkene, sırtına vurmakla meşguldüm.

 

 

“Bırak beni, Barut bıraksana!” O kadar çırpınmama rağmen bırakmadı. “İmdat! Komşular, kalkın! Zorla el konuluyorum!” Veli abiyi görünce, gözümde umut ışığı oldu. “Veli abi, Allah rızası için, bu kutup ayısına dur de.” Veli abi ikimize baktı.

 

 

Barut’a bakınca, gülümsedi. “Barut,” dediğinde ağlamak istedim. “Ya adam, kapıcı Veli abi bile seni tanıyor. Acaba, ben seni niye daha önce görmedim? Bilseydim, bir tokat değilde iki tokat atardım. Pislik herif, bırak beni. Veli abi,” dedim i’yi uzatarak. “Yardım et.” Dilenci gibi hissettim kendimi.

 

 

Ofladı Barut. “Ne çok konuştun Cansu. Evine bırakacağım ve sonra gideceğim. Evde ne halt ediyorsan et.” Sırtına okkalı bir tokat attım. “Ben evden kaçıyordum gerizekalı. Senin kardeşin beni yolucak, haberin var mı?” Veli abi Barut’a, “Allah sabır versin,” diyerek gitti.

 

 

Ona mı sabır versin? Şuan ben zor durumdayım, farkında mısınız? Herkes tam tersi gibi davranıyor! Merdivenlerden çıkarken, Güneş gülerek arkamızdan geliyordu. Ona kızmak istedim ama kızamadım. Ona kızamadığımı fark edince, Barut’a kızmaya karar verdim.

 

 

“Sert hıyar!” Bana baktığını hissettim. “Sinir yumağı!” İkimizde birbirimize ters bakışlar attık. Şeytan diyordu ki, buradan bir tane tokat at. Ama melek gibi insanım, bunu yapmayacağım.

 

 

Evin önüne geldiğimizde, iki adım geriye gitti. “Güneş, aç kapıyı,” dediğinde, Güneş açtı. O sırada hala gülüyordu. Beni içeriye indirdiğinde, sendelendim başta.

 

 

Çavuş bize doğru gelip, yanımda durdu. Birşey demeden, Barut’un yüzüne yumruk attım. Ben melek değilmişim, şeytanmışım.

 

 

Şeytan da eskiden melek değil miydi? Melek oluşumu bile çok görmüşlerdi bana.

 

 

Sinirle, “nefret ediyorum senden,” diyerek, odama gittim. Arkamdan, “duygularımız karşılıklı,” dediğinde onu ciddiye almadım. Odamın kapısını açıp, sertçe geri kapattım. “Gerizekalı sert hıyar!” Onlar benim sinirlerimle oynuyordu. Telefonum çalınca, açtım. “Ne var?”

 

 

Didem ohladı tedirginlikle. “Yine kime sinirlendin sen?” Onun sesini duyunca, sinirimi bastırmaya çalıştım. “Bir tane kutup ayısına! Yada öküzüne, ikisinden birisi, sen seç.” Güldü halime. “Dedikodu var gibi. Anlat bacım, anlat bana herşeyi.” Anlattım en baştan. Veteriner kliniğinden, beni zorla eve sokmasına kadar.

 

 

Her söylediğime, şaşırıp haklısın diyordu. “Kızım, haksız mıyım ben?” Ne diyeceğini bilerek sormak, en güzeliydi. “Haklısın tabi.” Kapı açılınca, Güneş’in geldiğini zannettiğim için, arkamı dönmedim.

 

 

“Hadi kapatıyorum, görüşürüz,” diyerek kapattım. Telefonu masaya koydum, yüzüne bakmak istemedim. Gözünün önünde abisine yumruk atmıştım, kesin çok kızacaktı.

 

 

“Güneş, senin geldiğini biliyorum. Baktığım an kızacaksın, o yüzden dönmüyorum arkamı.” Sigara çıkarıp, yaktım. “O gıcık abine yumruk attım, yaptığımın arkasındayım. Ama ne yapayım, canımı acıtmayı başardı.” Bunu sadece Güneş biliyordu.

 

 

Duman çektim içime. “Anne babam öğretmemiş.” Güldüm alayla. “Sanane be adam? Anam ile babam bana acıdan başka birşey öğretti sanki. Bunu sen ile ben hariç kimse bilemez, hemde kimse. Diyor neden sinirlisin? Ben istedim sanki böyle olmayı.”

 

 

Külü yere attım. “Sert hıyar işte. Birde izin vermiyor dışarı çıkmama. Öyle rahatlıyorum gerizekalı adam, ne diye engel oluyorsun?” Bir anda arkama döndüm. Karşımda Barut’u görünce, “siktir,” dedim.

 

 

Herşeyi duymuştu, siktir. Canımı acıttığının farkına varmıştı. Alay edecekti kesin. Dişlerimi sıktım sinirle. “Ses versene, ne diye dinliyorsun.” Kaşlarını çattı..“Hayret, kızmadın.” Ben şimdi bir kızardım.

 

Derin bir nefes daha çektim. Paketi uzattım ona. “İster misin?” Bir tane sigara alınca, çakmağı uzattım. Ucunu yakıp, o da nefes çekti. “Eyvallah.” Şimdi gidebilirdi.

 

 

“Hem sen çavuşu alıp gitmiyor muydun? Ne diye odama gelip, birde beni dinledin? Hem bu arada, bu dediklerim Güneş bana kızmasın diyeydi. Hiçbiri gerçek değil. Kimse benim canımı acıtamaz, benden başka.” Bana baktı masaya yaslanırken. “Nasıl diyorsan.”

 

 

Kaşlarımı çattığımda derin bir nefes çekti. “Buraya kendi isteğimle gelmedim.” Tabi ya, Güneş’in işiydi. “Tamam, şimdi gidebilirsin. Bak, ilk defa sinirli değilim. Bunu kullanıp, gitmeni tavsiye ediyorum.” En azından açık sözlüydüm.

 

 

Dedikodu yapmak, insanı rahatlıyordu resmen. Az önce, ona sayarak Didem’e herşeyi anlattığım için, sinirli değildim. Canım Didemim benim.

 

 

Çakmağı masaya bırakıp, dik bir şekilde durdu. Tam gidecekken, elini yumruk yaparak bana baktı. “Özür dilerim,” diyerek, cevabımı beklemeden gitti. Gözlerim kocaman açıldı. Bu benden özür dilemek için gelmişti.

 

 

Zaferi ben kazanmıştım. Sigaram bitince, yeni keyif sigarası yaktım. “Böyle özür diletirler aslanım. Yalanı da yedirdin Cansu, aferim sana. Senin birisine ihtiyacın yok ki, kendi kendine öğrenirsin herşeyi.” Güldüm kendi kendime.

 

 

Dış kapının kapanış sesini duyunca, odamdan çıktım. “Güneş,” dedim mutfağa girerek. Yanımda değilse, kesin mutfakta olmalıydı. Bana baktı, gözünde kızma yoktu. “Özür diledi mi o hıyar abim senden?” Aha, özür dilemesini sağlayan o muhteşem kişi.

 

 

Yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. “Diledi o hıyar abin. Ama ne yapayım Güneş, hak etti o yumruğu.” Beni onayladı. “O konuyu açmamalıydı. Abim olsa bile, haksızdı yani. Hem, sen onunla sigaranı mı paylaştın?”

 

 

“Evet,” dediğimde şaşırdı. “Sen kimseyle sigaranı paylaşmazsın Cansu. Kahveni bile paylaşırsın ama, sigaranı paylaşmazsın.” Öyle mi olmuştu? “Ciğerleri ölsün diye paylaştım canım. Başka bir amacım yok yani.” Pek inanmışa benzemiyordu.

 

 

Harbiden, ben kimseyle sigaramı paylaşmazdım. Sinirden bunu unutmuş olmalıydım. Sigara mı neden paylaşmıştım ki? Of Cansu, yine hiçbir şeyi bilmiyorsun.

 

 

Omuz silktim. “Senle paylaşabilirim ama.” Gözlerini devirdi. “O zıkkımı ağzıma sürmeyeceğim.” Büyük konuşmamak lazımdı. “İnşallah sürmek zorunda kalmazsın Güneş. Kirletme kendini bu sigarayla.”

 

 

Ağzıma götürdüğüm sigaraya baktı. “Sen neden kendini kirletiyorsun Cansu? Ne kadar yıl geçse bile, geçmeyecek değil mi,” diye sorunca, başımı iki yana salladım. “Beni öldürmeyen acılar, beni güçlü kılar Güneş. Onların geçmesine hiçbir zaman izin vermeyeceğim. Ama bu, hayata bağlı olmayacağım anlamına gelmiyor.” Gülümsedi.

 

 

Elimde ki sigarayı alıp, çöpe atınca alt dudağımı sarkıttım. “Keyif sigaramdı o benim. Güneş, neden yaptın bana bunu?” Kolumdan tutarak, beni götürmeye başladı. “Güneş, nereye,” dedim onunla giderken.

 

 

Balkonu açıp, ikimizi de soktu. Birşeyi anlatmayı çalışıyor gibiydi. “Bu soğuk hava, sigara ile kahve. Bunlar seni sen yapan şeyler. Çünkü, hepsinin sende anlamı var değil mi? Onları o yüzden atamıyorsun kendinden.” Kapıyı kapattı arkamızdan.

 

 

Ne yapacağını, sesizce izledim. “Bu soğuk seni etkilemiyor değil mi Cansu? Bedenin üşümüyor, soğuğu benimsemişsin. Sigaran mesela, yaşayamazsın onsuz. Kendine duyduğun nefreti, ciğerlerini öldürerek atıyorsun. Kahve mesela, şuana kadar yaşayabilmeyi, onun ile kutluyorsun.” Biraz düşününce, haklı olduğunu fark ettim.

 

 

“Bunu zaten biliyoruz Güneş.” Telefonundan, son arzum şarkım şarkısını açtı. “Bu şarkının, sende ki anlamı ne Cansu? Senin gizlice benimsediğin, tek şey bu.” Gözümü kapattım. “Kapat Güneş şarkıyı.” Kapatmadı ama.

 

 

Elimi alttan yumruk yaptım. “Güneş, kapat şarkıyı,” dedim dişlerimi sıkarak. “Herkese kızdığın gibi, bana da kız Cansu. İkimiz de birbirimizin her bokunu bilmiyor muyuz? Bu şarkının sende ki yeri ne?”

 

 

İlk defa, beni bu kadar zorluyordu. Ona istesemde kızamıyordum. Gözümü kapatıp, nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Normalde dinlerdim ama, böyle sorunca acı veriyordu.

 

 

Gözümü geri açtığımda, demirliklere tutundum. “Zorlama beni Güneş, yapma.” Başını iki yana salladı. “Konuş Cansu, bağır çağır. Hatta her tarafı kır, dök. Ama tutma içinde, tutarsan öleceksin.” Dişlerimi sıktım. Gözüme saksıyı kestirdim.

 

 

Saksının yanına giderek, bağırarak yere attım. İki adım geriye attı. Ellerimi saçlarıma geçirip, delirmişim gibi güldüm. “Öleceğim doğru, birgün gerçekten öleceğim! Bu beynim susmadıkça,” diyerek diğer saksıyı da, yere atıp parçaladım. “Ben kendimi öldüreceğim!”

 

 

Sesiz kaldı, şarkının sesini açtı sonuna kadar. “Yaşamak neden bu kadar zor? Amına koyayım, ölmek daha kolay yaşamaktan. O şarkı diyorsun değil mi? O şarkı, söyleyemediklerimi diyor! Beni anlamıyorlar, beni susturuyorlar! Ben susarken, beynim susmuyor!” Sadece öyle bakmaya devam etti.

 

 

Yutkundum. “Deliyim galiba ben.” alayla kahkaha attım. “Arda Bozok’un kızı, deli he? Haber başlığında kesin bu olur. Beni sırf gösteriş amaçlı, bu siktiğimin hayatına getiren adamın kızı, deliriyor! Ve bunu kendi elleriyle yaptı.” Başım döndüğünde, demir korkuluğa tutundum.

 

 

Derin bir nefes aldım gülerken. “Ama biliyor musun Güneş? Bir çocuğun ruhunu öldürmekte cinayettir. Arda Bozok, benim katilim. Ve asıl olay bu şarkı da değil benim. Benim şarkım, bana bir masal anlat baba...” Başım aşağı düştü. “Güneş, korkmam…” Anlamıştım olacakları.

 

 

Yanıma gelip, kollarımdan tuttu. “Özür dilerim Cansu. İyi misin?” Gözüm kararıyordu. “İyiyim...” Gözüm tamamen kararınca, yere düştüm. Başım geriye doğru düşünce, gözlerim kapandı. En son, Güneş’in bağırışlarını duydum...

 

🥀

 

Başım çok ağrıyordu. Gözümü kırparak açınca, hastanede olduğumu fark ettim. “Güneş…” Boğazım acıyordu. Başımda dikilen Güneş’in gözleri dolmuştu. Uyandığımı görünce, güldü sevinçle.

 

 

Niye böyle davranıyordu? “Cansu, uyandın!” Ayağa kalktı. Odadan çıkıp, bir dakika sonra doktor ile geldi. Ben neden hastanedeydim? Oturmaya çalışınca, Güneş yardım etti.

 

 

Gözüm doktora takılmadı. Kapının ucunda duran, Barut’a baktım. Başımı sağa yatırarak, nedensizce baktım. Onun burada ne işi vardı? Daha doğrusu, hepimizin hastanede ne işi vardı?

 

 

Doktor Hanım, bana baktı gülümseyerek. “Cansu hanım, bünyeniz baya sağlıklıymış.” Kaşlarımı çattım doktora bakarak. “Sebep?” Gülümsedi soldu yavaşça. “Büyük bir ataktan kurtuldunuz. Beyefendi sizi zamanında getirmeseydi, şuan ölü olabilirdiniz.” Korkmadan ölmek, benim için ödül olurdu.

 

 

Alayla baktım. “Yine mi ölmedim?” Şaka yaptığımı zannedip, beni ciddiye almadı. Oysa ben çok ciddiydim. “Size bir sorum olacak,” dediğimde, sorabileceğini belirttim. “İlaçlarınızı alıyor musunuz?”

 

 

Bende beşinci seviyede panik atak vardı. Bu belirtici unsurlar olmadığı sürece, panik atak devreye geçmiyordu. “Hayır, almıyorum. Benimde size bir sorum olacak.” Almama kızdığı belliydi, ama sorumu duymadan cevap vermedi. “Sorun,” dedi.

 

 

Bana şuan tek birşey iyi gelebilirdi. “Sigara var mı?” Gözüm kayıyordu bazen. Kaşlarını çattı. “Sigara içemezsiniz Cansu Hanım. Ne kadar çok tüketiyorsunuz?” Benim yerime Güneş cevap verdi. “Hergün en az bir paket bitiriyor doktor hanım. Ne dersem diyeyim, içmeye devam ediyor.” Doğru söze ne hacet.

 

 

Doktor daha fazla kaşlarını çattı. “Sizin sigara içmeniz yasak Cansu Hanım. Sizin sağ böbreğiniz yok.” Barut içeriye girerken, Güneş şaşırarak bana baktı. “Doktor Hanım, biliyorum herhalde. Zehirlenme sonucu, sağ böbreğim alındı. Ve emin olun, vücudumda ki tek sorun, o böbrek değil. Ve emin olun, şuan diyeceklerinizi, sadece siz demediniz.” Dudaklarını birbirine bastırdı.

 

 

Önünde ki rapora baktı. “Sinir bozukluğunuz da var değil mi?” Bu zaten bilinen birşeydi. “Doğrudur,” dedim. “Akciğer nakli olmuşsunuz.” Bunları ne ara öğrenmişti be? “Oldum,” dedim. “Üç kez ölümden dönmüşsünüz.” Tıp ne kadar gelişmişti. “Maalesef.” Bana baktı. “Bunları nasıl atlattınız peki?”

 

Atlatamadım ki…

 

 

Dilimi damağıma vurdum. “Sizi hiç alakadar etmez.” Doktor hiç bozulmamıştı. “İçki ne kadar tüketiyorsunuz?” Valla tıp, helal olsun sana. Herşeyimi döktün ortaya. “Canım yandığında içerim.” Daha fazla soru sormayı bıraktı.

 

 

Gülerek, gözlerimi avuşturdum. “Doktor Hanım, herşeyimi döktünüz maşallah. Tıp baya ilerlemiş arkadaş.” Başını olumlu anlamda salladı. “Cansu Hanım, hiç intihar ettiniz mi?” Yüzümde ki gülümseme dondu kaldı. Ellerimi gözümden çekerek, tırnak etlerimi yolmaya başladım.

 

 

Susarsam, kendileri cevabı bulacaklardı. Gözlerimi kaçırarak, “hayır,” dedim kısık sesle. “Emin misiniz?” Dişlerimi sıkarak, doktora döndüm. “Doktor Hanım, mesleğinizden dolayı size saygım sonsuzdur. Fakat, dediğiniz gibi, sinir bozukluğu var bende. O yüzden etmedim diyorsam, etmemişimdir. Şimdi, size bir soru benden. Ne zaman taburcu olacağım?” Anlayışlı bir şekilde baktı.

 

 

Geri çekilerek, “şimdi gidebilirsiniz,” dediğinde, hemşireyle uğraşmadan, kolumda ki serumu çıkardım. “Eyvallah.” Dışarı çıkınca, Güneş bana sarıldı.

 

 

“Çok özür dilerim, çok özür dilerim Cansu. Ben sende panik atak olduğunu bilmiyordum, bilseydim yapmazdım ki. Affet beni.” Gülümsedim rahatça. “Bir şartla affederim.” Geri çekilerek, bana baktı.

 

 

Yüzünde umut ışığı oldu. “Tamam, ” dediğinde, ayağa kalktım. “Bir sigara be gülüm. Eve gidene kadar dayanamam, bir yerden bulalım, alalım.” Ofladı mutsuzca. “Yapamam, daha kötü olacaksın.”

 

 

Barut bir anda, yanıma geldi. Beni tutarak, yürütünce şaşkınlıkla ona baktım. Hırkamın cebine, birşey koyduğunu hissettim. Kulağıma yaklaşıp, “içinde beş tane var. Bununla yetin sinir yumağı,” dediğinde, şaşkınlıkla yüzüne baktım. Bana bu iyiliği neden yapıyordu?

 

 

Aşağıdan ona baktım. “Neden bunları yapıyorsun,” dedim kısık sesle. “Kardeşim sana değer veriyor, onun üzülmesini istemem. Onuda affet, çok ağladı sen atak geçirirken.” Doğru ya, kardeşi için. Neden durup dururken, iyilik yapsın ki?

 

 

Yani, ona o kadar şey yapmışken, sana istiyerek yardım edecek hali yoktu Cansu. “Yine de sağol. Can borcumu, zamanı geldiğinde öderim. Ve, o kadar sinir bozucu değilmişsin.” Gülerek, “emin ol, bana verdiğin şu sigara, hayatımı kurtarmandan daha önemli,” dedim Güneş’in duymayacağı şekilde.

 

 

Çoktan hastaneden çıkmıştık. “Maalesef diyelim. Ama, gerçekten bünyen sağlanmış. O kadar şeye rağmen, ölmemeyi başardığına göre.” Dilimi damağıma vurdum. “Ölmem olum ben, şeytanlar ölür mü hiç? Bence sen haline üzül, eminim ki senin sinirini bozacağımdır.” Sırıttı o da. Gülmeyi biliyor muydu?

 

 

Numaradan, üzülmüş rolü yaptı. “Şuan hayallerimi yıktın veteriner hanım.” Kahkaha attım. “Ne hayallerin varmış senin?” Bana baktı yandan. “Ben hep böyle güleceğini sanmıştım. Pamuk gibi bir insan olacağını mesela. Ama ne yapalım, buna da şükredeceğiz.” Ya, öyle mi yüzbaşı?

 

 

Alt dudağımı aşağı doğru büzdüm. “Özür dilerim yüzbaşı, perişan oldum şuan. Ama üzülme, eskisi kadar sinir bozucu olmam. Can borcum var sonuçta, bu kadarını da yapabilirim.” Dudakları yukarı doğru kıvrıldı.

 

 

“Çok şımarma bakayım, geç arabaya.” Gri tofaş’a baktım. “Güzelmiş araba,” diyerek, arka koltuğa geçtim. “Bu arada, ben şımarık değilim.” İnanmamış gibi bakınca, ofladım. Ön koltuğa Güneş, sürücü koltuğuna da Barut geçti.

 

 

Arabayı sürerken, Güneş arkaya döndü. “Bak sigara alamam ama, özel kahvemden yapabilirim.” Arkama yaslandım. “Güzel bir teklif, kabul edildi.” Gülümsedi otuz iki diş. “O zaman affettin değil mi,” diye sorunca, kaşlarımı çattım sorgulayarak. “Küsmüş müydüm ki? Güneş, bu ilk ölümden dönüşüm değil, merak etme. Hem beni öldürmeyen acılar, beni güçlü kılar.” Yüzünde ki gülümseme soldu.

 

 

Önüne döndüğünde, dikiz aynasından gözlerinin dolduğu gördüm. “Acı çektin işte, benim yüzümden. Ah salah kafam, ben neden yaptım ki? Ölecektin benim yüzünden Cansu, acı çektin.” İlk çekişim değildi. “Acı filan çekmedim Güneş. Lafın gelişi dedim canım. Hem senin ne suçun var, benim panik atağım yüzünden. Hem sen nereden bilebilirdin ki? Haksız mıyım Barut?” Dikiz aynasından bana baktı.

 

 

“Değilsin de,” dedi telefonuna bakarken. “İki kişiyi arabaya alsam sorun olur mu?” Sorması bile sorun olmayacağını belirtti. “Senin araban Barut, bana mı soruyorsun? Al canım, ne sorunu.” Bana sakinleştirici mi vermişlerdi? Ben bu kadar tatlı biri değildim.

 

 

Bir süre sonra, bir arabanın önünde durdu. Arabanın önünde iki adam vardı. Diğerinden biraz uzun olan, esmerdi. Saçı iki numara kesilmişti. Sakalları yeni yeni çıkmaya başlamıştı. Heybetli bir vücudu vardı.

 

 

Diğeri ise, sarışındı. Ela gözlü, kaslı bir vücuda sahipti. Saçı biraz uzundu, daha yeni tıraş olmuşa benziyordu. Buraya doğru gelip, yanıma oturdular. Barut, “olum, sizin burada ne işiniz var,” diye sordu.

 

 

Esmer olan anlatmaya başladı. “Komutanım, bu Baran gerzeği yüzünden. Dedi, yeni araba aldım gel biraz gezelim. Aynen abi, yeni araba. İlk yokuşta bıraktı kendini.” Demek adı Baran’dı sarışının.

 

 

Esmer olana baktı Baran. “Gökhan, mazot bitti arabanın ne suçu var? Hem, kız düşürmeye geldin, bilmiyoruz sanki. Niyetin bozuk olduğu için, bitti kesin mazot.” Güneş arkaya baktı. “Baran, tam tersi olmasın? Gökhan yapmaz, ama sen yaparsın.” Tanıyor muydu bunları?

 

 

Baran darılmış gibiydi. “Aşk olsun Güneş, ben böyle bir insan mıyım?” Gökhan sırıttı. “Evet,” dediğinde, Baran tersçe baktı. “Kadınlar olmasa, sana burdan bir sayardım Gökhan,” dediğinde, gözü bana kaydı.

 

 

“Yenge,” dediğinde, gözümü kıstım. “Ne yengesi be?” Barut son sürat, arabayı çalıştırdığın da, kafam araba koltuğuna çarptı. İnleyerek, alnımı ovaladım. “Yavaş,” dedim acıyla.

 

 

Baran önüne dönünce, yutkundu. “Sen yanlış duydun galiba,” elini uzattı bana doğru. “Baran ben,” dediğinde, uzattığı eli tuttum. “Bende Cansu, memnun oldum.” O da aynısını söyleyerek, elini geri çekti. Bu sefer Gökhan elini uzattı. “Bende Gökhan,” dediğinde, “memnun oldum,” dedim. O da aynısını söyleyerek, elini geri çekti.

 

 

Güneş arkaya döndü, yakın gibilerdi. “Baran, belki birgün he,” dediğinde, Baran göz kırptı. “Sen varsan işin içinde, olur Güneş.” Neyden bahsediyorlardı? Barut, dikiz aynasından, Baran’a baktı. “Baran, bak karda erimiş. Senin kasların tam yerine gelmemiş gibi.” Baran omuz silkti. “Valla komutanım, kardeşiniz başlattı.”

 

 

Güneş ihanete uğramış gibi baktı. “Öyle mi Baran? Ama ben senin gibi ihanetçi değilim. Çünkü olsaydım, abimin arabasını senin kaçırdığını söylerdim. Ama ben senin için, suçu üstüme almıştım değil mi? Pis sarışın.” Baranın rengi gitmişti.

 

Güneş farkına varmış olacak ki, “abim vardı değil mi,” dedi. Evet Güneş, abin vardı. “Güneş, yaktın beni,” dedi Baran kısık sesle. Gökhan dedikodu yapmak için, bana döndü. “İyi adamdı Baran,” dediğinde alt dudağımı dişledim.

 

 

Barut arabayı durdurup, Baran’a döndü. “Ne yaptın Baran?” Gerçekten öldürecek gibi bakıyordu.

 

“Komutanım, neden öyle bakıyorsunuz,” dediğinde, haline acıdım. Yardıma ihtiyacı var gibiydi.

 

 

Bu adamları sevmiştim, asker oldukları belliydi. Başımı tutup, “başım dönüyor,” dedim kısık sesle. Bayılma numarası, işe yara. Gözümü kapattım yavaşça. “Niye her taraf karanlık?” Nefesimi yavaşlatıp, başım geriye düştü. Başım geriye düşürürken, ellerimi yere attım. Tam bir bayılma numarası.

 

 

Barut’un sesini duydum. “Cansu,” dedi tedirginlikle. Güneşte inanmış olacak ki, “Atak mı geçiriyor yoksa,” dedi korkuyla. Gökhan bir süre sonra, “iyi numara,” dedi kulağıma doğru.

 

 

Araba hareket ediyordu geriye doğru. Tek gözümü açıp, “nasılım,” dedim sadece onun duyabileceği şekilde. “Çok iyisin ama, ayılman lazım,” derken, yanağıma vuruyordu. Gözümü kırparak, açmaya başladım. “Ah,” dedim inleyerek.

 

 

Gökhan göz kırparak, “komutanım, uyandı,” dedi. Baran da numara yaptığımı anlamış olacak ki, minnettar bir şekilde baktı. Güneş ön koltuktan, bana doğru uzandı. “Cansu, nasılsın?” Özür dilerim Güneş, bunu yapmam gerekiyordu.

 

 

Barut dikiz aynasından baktı. “Hastaneye gidiyoruz,” dediğinde başımı iki yana salladım. “Gerek yok. Stres olunca, gözüm filan kararıyor. Hastaneye gidersem, daha çok stres olacağım. Sadece eve gitsem yeter.” Beni dinleyerek, arabayı eve doğru sürdü.

 

 

Güneş’in kulağına, “numara yaptım, sus,” dediğimde, geri çekildi. Asker adamı bile inandırdın Cansu, aferim sana. “Baran, sonra konuşacağız,” dedi Barut. Baran yutkunarak, “emredersiniz komutanım.”

 

 

Bildirim sesi gelince, Barut ofladı. “Sırayla mı gönderdiler sizi bana?” Güneş’e baktı. “Helin’i alacağız,” dediğinde, Baran atladı. “Helin mi?” O da askerdi galiba.

 

 

Gökhan arkadan sırıttı. “Ne oldu Baro? Sevinmiş gibisin.” Baran, kendine çeki düzen verdi. “Ne alaka abicim? Sinir bozucu yaratık geliyor diye, sinirlendim sadece.” Kaşlarımı çattım. “Araya giriyorum ama, hiçbir kadın sinir bozucu değildir. Size öyle davranıyorsak, hak ediyorsunuz demektir.” Sözüm Baran’a değil, Barut’aydı.

 

 

Baran bana baktı. “İddia’ya girelim o zaman,” dediğinde, “peki, tamam,” dedim. “Buraya geldiği an, ona çok güzel davranacağım. Ona rağmen, bana kötü davranırsa, ben kazanırım. Eğer sinir bozuculuk yapmazsa, sen kazanırsın.” İyi davranına, iyi davranılırdı.

 

 

Tanımadan, iddia’ya girmek mantık işi değildi. Benim de çok akıllı olduğum söylenemezdi zaten. “Kaybeden, kazanana bir paket sigara alır.” Bu iddia, işime gelecekti. “Tamam,” deyip, önüne döndü. Güneş, “hayır diyeceğim ama, zaten kaybedeceksin,” dediğinde, onu umursamadım.

 

 

Kaybetsem bile, markette gizlice kendime de, sigara alacaktım. Her türlü işime geleceği için, sorun olmayacaktı. Para sıkıntı değildi, sigaraya değerdi.

 

 

Yarım saat sonra, köftecinin önünde durduk. Arabaya doğru, güzeller güzeli bir kız gelmeye başladı. Abartmıyordum, kadın çok güzeldi. Simsiyah saçları vardı. Çekik mavi gözü, esmere kaçan teni vardı. Vücut hatları keskindi. Fındık bir burnu, dolgun dudakları vardı. Benim yaşlarımda gibiydi.

 

 

Baranın tarafından, arka kapıyı açtı. “Komutanım, Allah razı olsun sizden.” Yana doğru kayıp, ona yer açtık. Teşekkür edip, koltuğa oturdu. Baran’ı görünce yüzünü buruşturdu. “Senin ne işin var burada?”

 

 

Baran ters bir cevap verecekken, durdu. Tebessüm ederek, “araba’nın mazotu bitti, o yüzden Helinciğim,” dediğinde, şaşırdı Helin. “Helinciğim mi? Komutanım, bu mazotu içmiş olmasın?” Herkes gülünce, haklı olduğumu anladım.

 

 

Baran alınmış gibi baktı. “Neden öyle diyorsun ki Helinciğim? Ben normalde de, sana çok değer veririm.” Helin yavaşça tokat attı Baran’a. “Baran, korkutma beni. Bak iyi değilsin sen, hastaneye gidelim. Gökhan, mazotu içmediğine eminiz değil mi?” Gökhan gülerek, “içmedi, yüzde yüz tespit,” dedi.

 

 

Baran, kaşlarını çattı. “İçmedim Helinciğim,” dediğinde, Helin yüzünü buruşturdu. “Deme bana Helinciğim falan. İçki mi içtin, yada hap mı aldın? Yada dur, bedduam tuttu kesin. Başına benim kadar taş düştü değil mi?” Söyleyiş şekli çok komikti.

 

 

Baran da eğlenmeye başlamış gibiydi. İddiayı kazanıyor gibi olmam, onu hiç bozmamıştı. “Senin bedduan, dua gibi gelir Helin.” Helin yüzünü buruşturdu. “Küfür etmen daha iyi Baran.” Aklına birşey gelmiş olmalı ki, gözlerini devirdi. “Yine kızacağım birşey yaptın kesin. Tamam söyle, kızmayacağım.” İlk defa Baran’ı böyle görüyor gibiydi.

 

 

Baran başını araba koltuğuna yaslayıp, yandan baktı Helin’e. “İnanmayacak’sın ama, hiçbir şey yapmadım. Hem sinirlenmedin?” Helin başını iki yana salladı. “İlk önce sen kızacağım birşey söyle, öyle sinirleniyim. Sen böyle olunca, sinirlenecek birşey bulamıyorum,” dedi dürüstçe. Bu iddia’yı benim kazandığım anlamına geliyordu.

 

 

Bu Baran’ı bozmadı. Aksine, daha fazla eğlendirdi. İddia’yı unutmuş, kendi halinde eğleniyordu. “Ne varmış halim de,” diye sordu. “Sen benle uğraşmadan duramazdın. Yarın ölecekmişim gibi davranıyorsun.” Elinin tersini, Baran’ın alnına koydu. “Ateşin mi var senin? Komutanım, fazla karda koşturduğunuz galiba. Bu hasta olunca, devreleri yandı.” Eğlenceli biriydi. Hepsi eğlenceliydi ama bu Barut öküzü, çokta değildi.

 

 

Baran dudaklarını büzdü. “Hasta olduğum doğru,” dedi. “Öpersen geçer,” dediğinde, Helin kafasına bir tane vurdu. “Siktir git Baran!” Baran kahkaha attı. “Hadi ama, çok bile iyi davrandım.” Helin gözlerini devirdi. “Dedim bu ayı, ilk defa insan oldu. Ama yok, ayı her zaman ayı.” Baran daha fazla güldü.

 

 

Gülüşünü bozmak gerekirdi. “İddia’yı ben kazandım! Baran, parlament olsun.” Güneş, sinirle Helin’e baktı. “Baran’a ilk defa sinirlenmedin, onda da kötü birşey yaptın.” Helin anlamazca elini saçına götürdü. “Ben ne alaka ya?” Baran bana baktı. “Ama sinirlendi.”

 

 

Kaşlarımı çattım..“Öyle dersen, tabi sinirlenir. Hem kendin dedin, çok bile iyi davrandım diye. Mızıkçılık yapma, ben kazandım.” Oflayarak, “iyi, en azından eğlendim,” dedi kendi kendine.

 

 

Helin, hala anlamsızca bakınca, Gökhan açıkladı. “Cansu ile Baran, iddia’ya girdi. Tanımıyorum, nasıl üzerime iddia’ya girdi diye sorma, kadın duyarlığı gibi birşey oldu. Sigara üzerine girdiler ve, Cansu kazandı. Eğer sen daha önceden sinirlenseydin, Baran kazanacaktı.” Helin şeytanca sırıttı.

 

 

“Cansu, güle güle iç. İlk defa bir işe yarayacak bu denyoz.” Baran cebinden, açılmamış paket çıkardı. Bana uzatıp, “daha yeni almıştım, sana nasipmiş,” dediğinde, aldım. Hırkamın cebine koyup, eyvallah hareketi yaptım.

 

 

Önüme dönüp, sesizce şarkıyı dinledim. Son arzum gelince, yutkundum. “Değiştirir misin şarkıyı?” Durdum, anlık. “Yada boşversene, kalsın.” Yüzümde ki gülümseme, anında silinmişti. “Son arzun nedir diye gelip’te bana sorsalar. Gözlerime bakıp, herşeyi anlasalar...” Sigarayı yakmak için, Barandan çakmak aldım. Camı açıp, dumanı içime çektim.

 

 

Ben seninle o günü, bin yıl gibi yaşadım... Dumanı üfledim havaya. Yine aynı moduma dönmüştüm. Geçmiş, her zaman acı veriyordu. Mutluluğu, anında yok ediyordu. Kederime gömülüp, şarkılara odaklanıyordum.

 

 

Doktor bana intihar ettin mi? diye sormuştu. Soru basitti, cevap zordu. Soru tekte söylenirdi, cevap dalmanı sağlardı. Ve sonda, soruya yanlış cevap verinirdi...

 

 

Başımı iki yana salladım. Sigara bittiğinde, ikinciyi içmek için, pakete uzandım. “İki yok, tek sigarayla yetin,” dedi Güneş. Onu dinlemeyerek, ikinci sigarayı yaktım. Araba durunca, arka kapıyı açtım. İndiğim de, kapıyı kapatmadan önce, “sigara için teşekkürler,” dedim. “Ödeştik.” Doğru, kurtarmıştım onu. Hemde bir yüzbaşı belasından.

 

 

Kapıyı kapattığım da, Güneş’te indi. “Görüşürüz,” dediğinde, araba haraket etti. Merkezden köye, bir saatte iyi gelmiştik. Boynumu kıtlatarak, inledim acıyla. “Ah,” dedim. “Kafamı sikeyim ben.” Güneş bana yardımcı oldu yürümem için. “Küfür etme.”

 

 

“Ben kafamın içinde ki, beyin hücrelirimi, döveyim. Oldu mu?” Gülümsediğinde, delirmiş gibi baktım. “Güneş, benden sana bir soru. Nasıl herşeye rağmen, gülmeyi beceriyorsun? Alayla, acıyla gülmüyorsun benim gibi, güzel gülüyorsun. Mesela, sigara içmiyorsun, küfür etmezsin. Hep iyi düşünüyorsun, hayatı seviyorsun. Biliyor musun, bazen seni imreniyorum. Hayata karşı hep gülüyorsun çünkü.” Kapıyı açarken, bana baktı.

 

 

Beni içeri sokmaya çalışırken, ona gerek kalmadan kendim geçtim. “Çünkü, yaşamak için nedenler buluyorum Cansu. Mesela sen varsın, abim var. Sevdiklerim, dostlarım var. Geçmişe takılı kalsaydım, bu gördüğün kız, aynı kız olmazdı. O yüzden, sende geçmişini sil. Mutlu ol Cansu, öldürme kendini.” Yutkundu. “İntihar ettin değil mi? Bu yüzden, ölmekten bu kadar korkuyorsun.” Durdum.

 

 

Mutfağa gidip, hazine mi açtım. Çok küçük bir buzluktu orası, sadece bana aitti. İçinden bira alıp, kafama diktim. “Doğru, ettim. Senin düşünemeyeceğin, her boku yaptım. Kavga ettim, tefeciye bulaştım. Kaçırıldım, bayılana kadar dayak yedim. Sevilmedim, unutamadım bazı şeyleri. Hatta çokta yaşamam gibi görünüyor. Belki de bu hayatta ki tek başarım, veteriner olmam. Ve bunlardan kurtulmak için, intihar ettim. Hemde kaç yaşında biliyor musun? Ben on üçümden sonra, eski ben olamadım Güneş.”

 

 

Acı çektiğimde içerdim sadece. Kafama tekrar diktiğimde, elimden aldı. “Cansu, bunları kim biliyor?” Başımı iki yana salladım. “Kardeşim, o sen oluyorsun. Hadi ama Güneş, senden başka kim bilebilir? Sen benim tek iyi yanımsın.” Bu hayatta en çok sevdiğim kişiydi. Belki de tek önem verdiğim şey.

 

 

Şişeyi kafasına dikince, şaşkınlıkla ona baktım. “Güneş, ne yapıyorsun sen?” Öksürerek, yüzünü buruşturdu. “Nasıl içiyorsun sen bunu be?” Valla, ağzımla içiyorum. Bitmek olan sigaramı alıp, ağzına götürdü. Ben şaşkınlıkla ona bakmaktan başka, hiçbir şey yapamadım.

 

 

“Sen içiyorsan, bende içerim. Sende benim kardeşim değil misin? Acılarımız, ikimizin acılarıdır.” Şişeyi tekrar kafasına dikecekken, son anda aldım. “Güneş, saçmalamaya başladın. Bak emin ol, örnek alman gereken son insan bile değilim.” Başını iki yana salladı. “Örnek almıyorum, empati kuruyorum Cansu. Ve fark ediyorum ki, sen çok güçlü bir kadınsın. Herşeye rağmen, ayakta durabilmeyi başarıyorsun.” Öksürmeye başladı sigarayı içerek.

 

 

Tezgaha yaslandı. “Bu konuda seni örnek almam gerekiyor.” Alayla güldü. “Bak, benim geçmişim de bok gibi. Şimdi, sana ilk ve son teklifim var. Yarın sabaha kadar içip, dertlerimizi dökelim mi?”

 

 

Bende tezgaha yaslanıp, şişeyi kafama diktim. Hazinemden, Güneş’e de bira şişesi çıkardım. Ona vererek, “dökelim kardeşim,” dedim. Şişeleri tokuşturup, aynı anda içtik. Dudakların çektiğinde, “dökelim kardeşim,” dedi.

 

 

O benim kardeşimdi, benim iyi yanımdı. Belki de doğruyu söylüyordu, hayata gülmek için nedenler vardı. O da benim tek sebebimdi…

Loading...
0%