@gecemavisiyazarrr
|
CANSU
Üstümde bir ağırlık vardı. Yüzümü buruşturarak, yavaşça gözümü açtım. Başta bulanık gördüm herşeyi. Sonra ise, yine beyaz bir oda.
Ben ölmeyi bile başaramamıştım galiba.
“Baba,” diye mırıldandım. Karnım da büyük bir acı vardı. “Özür dilerim, yine ölmedim,” diye mırıldandım, boğazım acırken. Yanımda yine Güneş’i görünce, başımı iki yana salladım.
Uyuyordu. Zaten o olmasa, kimsesizdim. Ve daha yeni uyanmama rağmen, bunları düşünüyordum. Bana bunu yapanlar utansınlar.
Oturmaya çalıştım zorla. Karnıma sancı girince, dudaklarımdan acı bir inilti koptu. Zaten herşey bitmişti, acısa da sorun olmazdı. Ben bir daha yaşayamazdım.
Su bulmaya çalıştım. Masanın başında, sürahiyi görünce, oraya uzandım. Almaya çalışırken, sürahi yere düştü. Gözümü tekrar kapatıp açtım. Şansımın içine tüküreyim ben.
Güneş sıçrayarak uyandı. Kalktığımı görünce, gülümsedi otuz iki diş. “Gülüm,” diyerek, yanıma geldi. Akşam olmuş olmalıydı. “Güneş, su,” dedim sadece.
Sürahinin düştüğünü görünce, koltukta ki su şişesini aldı. Yavaş yavaş bana içirdi. Dudaklarımı çektiğimde, başımı arkaya attım. “Güneş, ölmedim ben yine. Yine ve yine...” Hayattan tamamen kopmuştum.
Başımda ki yastığı düzeltti. “Deme bak öyle. Ben şimdi doktor’u çağırayım, kendine gel.” Yüzümü avuçlarının içine aldı. “Halledeceğiz tamam mı? Sen Cansu’sun sadece, gerisi yok.” Başımı iki yana salladım. “Cansu Bozok.” Birşeylerin amacı kalmamıştı.
Güneş geri çekildi. Kapıdan çıkıp, beni yalnız bıraktı. Yapayalnız, özetim bu işte. Güneş hariç, kimsenin umrunda değildim. İsteyen var mıydı peki? Tabi ki de yoktu.
Karnıma baktım. “Yine beceremedin baba. Bak, hala yaşıyorum. Ama, bu sefer becermeni isterdim.” İçimde ki herşey bitmişti. Ne korku, ne de sevgi. Hiçbir duygu kalmamıştı vücudum da.
Güneş geri geldiğinde, kafamı kaldırdım. Yine aynı doktor hanım’ı gördüm. “Cansu,” diyerek, odaya girdi. “Uyanmış’sın.” Maalesef demek isterdim
Yada derdim. “Maalesef.” Sesimde hiçbir duygu yoktu. “Acılı konulara girmemi ister misin?” Acı, her zaman benimleydi. “Fark etmez.” Başını olumlu anlamda salladı. “Anlıyorum.” Bok anlıyordunuz.
“Ameliyat sırasındayken, kalbiniz bir kereliğine durdu.” Bozulmuş kalbim, durmuştu he. Nedense komik geldi. “Keşke bir daha atmasaydı.” Kaybedecek hiçbir şeyim kalmamıştı.
Derin bir nefes aldı. Güneş’e baktığında, Güneş’in gözleri doldu. “Ameliyat’ta,” diye söze başladığında, arkadan yüzbaşı girdi. “Sinir hormonların azalmış. Maalesef sinir yumağı, daha az sinirleneceksin.” Aman, çok komik!
Ona baktım yandan. Belki o beni kurtarmasaydı, o mezardaydım. “Güneş,” dedim ona bakarak. “Şimdi söyle, önemli değil. Kaybedecek hiçbir bokum kalmadı.” Hayatım da hiçbir bok, yolunda gitmiyordu.
Yutkundu. “Cansu,” dediğinde, gözleri dolmuştu. Anlaşıldı, o söyleyemeyecekti. “Yüzbaşı,” diyerek, ona döndüm. “Senin için sızlamaz, gönder gelsin.” Hiçbir şeyim değildi, canı acımazdı. Onu suçlamıyordum bunun için.
O bile anlık durdu. “Peki,” dediğinde, Güneş yapma dercesine baktı. Bu yüzbaşını durdurdu. “Ya Allah'ın bir kulu, birşey söylesin!” Demek ki, sinir duygumu kaybetmemiştim. Diğer herşeyim kaybolmuştu.
“Tamam, ben söylerim,” dedi yüzbaşı. “İkinci kurşun, rahim bölgene gelmiş. Bu yüzden rahim’ini almak zorunda kalmışlar. Lafın kısası, hiçbir zaman anne olamayacaksın.” Bocalandım. Omuzlarım çöktü, gözlerim doldu.
Bir hayal kaybolurken, gram aksatmadan söylemişti...
Vicdansız yüzbaşının tekiydi.
Kaybedecek birşeyim kalmıştı aslında. Artık o da gitmişti.
Bir hayalin daha katili vardı...
Ben hiçbir zaman anne olamayacaktım...
Hepsi beynimin içinde döndü. Gözümü kapatıp, başımı arkaya yasladım. Güçlü dur Cansu, olmasan da öyle dur. “Bu hayata, bir çocuk getirecek kadar, vicdansız değildim. O kadar da kötü birşey değilmiş." Hayatımda, hiç bu kadar büyük, bir yalan söylememiştim.
Derin bir nefes alıp verdim. “Çıkın,” dedim. Güneş, “Cansu,” dediğinde, gözümü açtım. “Çıkın dedim.” Doktor başını iki yana salladı. “Ölümden döndünüz Cansu Hanım. Polise ifade vermeniz gerekiyor.” Sikerdim ifadeyi.
Yalan söylemek zorundaydım. “İntihar ettim. Kafama sıkmaya üşendim, karnıma sıktım. Ama merak etmeyin, hayatın kıymetini çok iyi anladım. Cezamı da çektim, polise de gerek yok. Hatta Güneş’in önünde intihar ettim. Değil mi Güneş?” Hayatın kıymeti yoktu, bunu iyi biliyordum.
Güneş sadece başını salladı. “Polislik bir durum yok. Zaten şu adam, yüzbaşı doktor. O yüzden, yalnız kalmak istiyorum. Herşey için eyvallah, çıkın odadan.” Sesim o kadar ruhsuzdu ki, inanmadı başta. Sonra, “geçmiş olsun,” diyerek, odadan çıktı.
Yutkundum. “Siz ne duruyorsunuz?” Yüzbaşı da odadan çıktı. Güneş bana doğru adım atınca, “Güneş, lütfen,” dediğimde durdu. “Cansu, çok özür dilerim. O konuyu açmamalıydım.” Ve her acı çektiğim de, özür dileyen Güneş.
Sustum. “Git, yalvararım git,” diye fısıldadım. Geriye doğru adımlar attı. En sonunda kapıdan çıkıp, kapıyı kapattı.
Ve işte, kimsesizlik....
Ellerimi saçlarıma geçirip, çekiştirdim. “Neden,” dedim kendime. “Neden ben?” Bu dünyada belki de, tek birşey istemiştim. İlk defa hayal kurmuştum, o da çöp olmuştu.
Bir tane ya, bir tane Allah'ım. O hayalimi neden aldın ki benden? İsyan etmiyorum, sadece soruyorum. Niye herşeyimi aldın benden? Ben ne yaptım ki çektim bunları? Çok mu kötü bir kulum?
Elimi karnıma koydum. Hıçkırdım yüzüm ıslanırken. “Bir ruh daha, doğmadan öldü...” Dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Herşeyi yaşamıştım, bundan daha beterlerini. Ama, hiç bu kadar acı çekmemiştim.
Anne, yüreğim yanıyor.... “Nefes alamıyorum anne!” Sesim yüksek değildi ama sertti. “Anne, ölüyorum ben. Canım çok yanıyor.” Bunu bana yapan kişi oydu oysa ki.
“Çok korkuyorum ondan anne! Hayatımı mahvetti benim.” Yutkundum sertçe. “Sende sadece izledin değil mi anne? Sen anne olmuşken, ben niye olamadım. İlk defa, birşeyin hayalini kurdum ben.” Delirmiş gibiydim.
Hıçkırarak ağlıyordum. Delirmiş gibi olduğumda, elimle ağzımı kapattım. Hayatımı mahvettin baba! Sen beni öldüremediğin için, ben bu kadar acı çekiyorum! O ikinci kurşunu, karnıma değil de, kafama sıksaydın keşke.
Yada baba, beni bir kere sevseydin. Bana üvey evladın, düşmanın olarak görmeseydin. Baba, bir kere bana sarılsaydın... Karanlıkta, kimsesiz bırakmasaydın keşke.
Baba, keşke benim hayallerimi çalmasaydın...
“Allah’ım, sence de vakti gelmedi mi,” dedim titreyen sesimle. “Beni yanına, sende mi kabul etmiyorsun?” Ölmek için bile nefes alıyordum ben.
Yastığa kafama gömdüm. Bu hayat bu kadar kötü olmamalıydı. Mutlu olan, her şekilde mutlu oluyordu. Bana izin vermiyorlardı ki. Bir kıvılcım olsa, ben onu ateşe çevirirdim oysa.
Elimden o kıvılcımı da almışlardı...
🥀 2 HAFTA SONRA
Taburcu olmuştum bugün. Eve otobüsle gelmiştim, Güneş okuldaydı. Yüzbaşı ise, yine görevdeydi. Ben uyandığım zaman gitmişti, ne zaman döneceği belli değildi. Zaten onu çağırmazdım. Karşıma çıkmamaya çalıştığı belliydi.
Karnım ağrıyordu hala bazen. Beni sorarsanız, hiç iyi değildim. İyi olacağım bir yere gidiyordum. Önümde ki, el arabasının, içindekilerine baktım. Çok seveceklerdi, baya seveceklerdi.
Sadece gülümse Cansu, sadece gül. Bu sefer, acı çekmenin zamanı değil. Buraya iyileşmeye geldin, üzülmeye değil.
Beni bir tek burası ayakta tutardı.
Islık çaldım, arka sokağa girince. “Salyangoz!” Bu bizim parolamızdı. Tepeden ıslık sesi geldi. “Kabul edildi,” diye bağırdı oradan.
Ve bir anda, buraya gelen çocuk sürüsü. “Cansu,” diye bağırdı Ceyda. Sekiz yaşındaydı, trafik kazasında, ailesi ölmüştü. Sokaklar onun dostuydu.
Sokaklar evdi. Onları evlerinden koparamazdım. Ama yeni ev inşa etmiştim. İki tane kocaman ev almıştım. On tanelerdi zaten, sığmışlardı. Çoğunlukla dışarı çıktığım zaman, onların ihtiyaçlarını gideriyordum.
Beni sadece çocuklar iyileştirebilirdi.
Canımın yanacağını bile bile, eğildim yere. Yüzüme gerçekçi bir gülümseme yerleştirdim. “Cansu yesin seni bücürük,” diyerek, Ceyda’yı kucağıma aldım. Gülerek, boynuma sarıldı.
En büyükleri Samet öne çıktı. On iki yaşındaydı, ailesi onu bebekken terk etmişti. Huysuzun teki olabiliyordu bazen.
Aslında ben zaten anneydim. Sadece, bu hayata çocuk getiremeyecektim. Hemde, on tane çocuğum vardı.
Tersçe bakmasına karşılık, yutkundum. “Ne oldu şampiyon?” Bazen beni korkutabiliyordu. “Bir, iki haftadır gelmedin. İki, arkada ki adam, parola’yı söylemeden geldi. Ve kendini gizlemiş sanıyor. Fakat, ben onu çoktan gördüm.” Kimden bahsediyordu?
Arkamı gördüğümde, “ebesi’ni,” diye bağırdım şaşkınlıkla. Kaşlarını çattı. “Çocuklara bunu mu öğretiyorsun?” Bu yüzbaşıydı. Bu sefer, beni takip etmediğini, kimse bana inandıramazdı.
Ceyda kıkırdadı. “Devamını biliyorum. Samet bana kızınca söylüyor.” İyi halt yiyor bücürük. “Senin ne işin var burada be adam?” İki haftalık dinlenme, birazcık vücuduma iyi gelmişti.
Hayır, gelmemişti. Burada olmak, bana iyi gelmişti. Duygularım yerine gelmişti resmen.
Buraya doğru geldi. “Tesadüf diyelim. Buradan markete gidiyordum, seni gördüm. Şimdi gidiyorum zaten,” dediğinde, ses etmedim. Ama Ceyda etti.
“Hey, sen neden bu kadar kabasın?” Sırıttım şeytanca. “Ben mi,” diye sordu yüzbaşı. “Evet, sen. Samet’e benziyorsun.” Konu ne ara Samet’e gelmişti?
Bana baktığında tersçe, masum bir şekilde baktım. “O söyledi ki,” dedim şekerce. Burada, sinir üzüntü olmazdı. Salyangoz gibi parolamız vardı sonuçta.
Samet kafasına bir tane vurdu. “Sana gösteririm ben!” Aa, küçük Memati’ye bak. Ceyda, ilk önce dudaklarını büzdü. Samet, “sakın,” dedi. Ceyda ağlamaya başlayınca, gülmeye başladım. “Kızım, sert vurmadı ki.” Yüzbaşı da, haline güldü.
“Acıdı,” diye ağlayarak bağırdı. Sert vurmazdı Samet, kıyamazdı. “Sus Allah'ın cezası.” Ceyda daha çok ağladı. “Tamam sus! Dediğin gibiyim, sus. Döverim seni, sus.” Gerçekten de yüzbaşına benziyordu.
Ceyda susarak, göz yaşlarını sildi. “Adam ol, aklını alırım,” dediğinde kahkaha attım. “Seni kurnaz tilki,” diyerek, gıdıkladım. Gülerek, alnıma yavaşça vurdu.
Onu yere indirerek, çocukların önlerine geçtim. Parmaklarımı şıklatarak, kendime çektim dikkati. “Baylar ve bayanlar. Bugün size bir süprizim var!” Üstüme, bembeyaz bir elbise giymiştim. Sadece onların yanına giderken giyiyordum.
Yüzbaşı da bana bakınca, kaşlarımı çattım. “Sen gitmiyor muydun?” Omuz silkti. “Canım sıkıldı, duracağım.” Kendisi bilirdi. Ben konuma döndüm. “Deniz, oğlum gel,” dediğimde Deniz çıktı.
Deniz, sekiz yaşındaydı. Babası hapiste, annesi mezardaydı. Özelliği, ağzı çok iyi laf yapıyordu. O yüzden, yardımcım oydu.
Gelerek, el arabasına gitti. Yüzüme maskeyi getirip, uzattı. Yüzbaşına, biraz rezil olacaktık. Maskeyi yüzüme takınca, güldüler. “Joker, yakışır,” dedi yüzbaşı. Dil çıkardım ona.
Çocuklara dönüp, “oyuncu lazım. Bir erkek, bir kız. Erkek on iki yaşlarında, kız sekiz yaşlarında olabilir.” Samet ile Ceyda diyordum. Tam onlarlık bir oyunumuz vardı.
Ceyda hemen yanıma geldi. Diğerleri izlemeyi tercih etti. Samet gözlerini devirerek, “hayatta gelmem,” dedi. Onu getirecek, birini tanıyordum. Ceyda dudaklarını büzdüğün de, ofladı. “Gelmeyeceğim, ağla istersen.”
Ceyda, Kerem’in kolundan tuttu. Kerem, on yaşındaydı. Sokakta doğmuş, sokakta büyümüştü. “Sen gel o zaman,” dedi Ceyda. Kerem, “tamam,” diyerek, yanıma geldiler.
Ben sana yapacağımı bilirdim Samet efendi. “Sende gel yüzbaşı.” Şaşırdı. “Ben mi?” Öyle halime gülmeyecekti. “Evet, sen. Madem geldin, oyuna dahil olacaksın.” Oyun güzellikten ibaretti.
Yanıma geldi tersçe. Kolunu cimcikledim gizlice. “Gül biraz. Çocukların önünde, somurtma,” dediğimde, daha da şaşırdı. “Bunu sen mi bana diyorsun?” Dil çıkardım. “Ben diyorum. Gül biraz, sinir yok. Ve üzülüp, ruhsuz olmak yok.” Maskeme baktım. “Burada sadece eğlenmek var.” Güldü halime.
Ses etmedi dediklerime. Denize göz kırpınca, el arabasına gitti. Batman maskesini, yüzbaşına uzattı. “Abim, sende bunu takıyorsun,” dedi esnaf rolüyle. “Takmam ben onu,” dedi. Deniz boğazını temizledi. “Abi, kul güldürmek sevaptır. Tak, güven bana. Bak, kefilim ben Cansu’ya.” Abla demelerine, ben izin vermiyordum.
Yüzbaşı, gülerek saçını okşadı Deniz’in. “Kefil olacak biri değil gibi de.” Aldı maskesini. Kafasına taktığında, kahkaha attım. “Kara şövalye!” O da güldü.
Ceyda ile Kerem’e baktım. “Siz sevgili olun,” dediğimde, “yuh,” diye bağırdı Samet. Bilerek demiştim, sallıyordum rolleri. Ceyda, “olur,” dediğinde, Samet’e baktım. Öldürücü bakışları, Kerem’in üstündeydi.
Öne çıktı. “Rol benim değil miydi? Oynuyorum, vazgeçtim.” Buraya gelerek, Kerem’i itti. “Uza lan!” Bu çocuk değil, şeytandır, şeytan. Ama tatlı bir şeytan’dı, seviyordum.
Ceyda elini alnına attı. “Niye çocuğu itiyorsun?” Samet, onu taklit ettiğinde, güldüm. “Bu ikisi, bir yerden tanıdık geliyor,” dedi yüzbaşı kulağıma doğru. “Aa, bizi değil mi? Sen de Samet gibisin, doğru.” Ceyda’ya kurban olun siz.
İnkar etmedi. “Biliyor musun, ön yargılı olmaktan vazgeçtim. Ve, senin gerçeklerini gördüm.” Alayla baktım. “Neymiş benim gerçeklerim yüzbaşı?” Bilemezdi, imkansızdı.
“Sen hayattan zevk alıyorsun mesela. Çocuklarla, hayvanlarla ve sevdiklerinle. Sinirli olmak, onlar için etkisiz senin için.” Yutkundum, biliyormuş. “Ama unutamıyorsun, bunu da biliyorum. Ama söz sinir yumağı, unutacaksın. Tamam, aramız pek iyi değildi.” Değil yerine, değildi demişti. “Ölmen’i, acı çekme’ni hiç istemedim. Ve çekmeyeceksin, yüzbaşı sözü.” Gözlerine baktım.
Yalancıydı herkes. “Neden? Gram üzülmemişsin ben ölürken.” Güneş ağzından kaçırmıştı sinirle. Kızmamıştım ama, üzülmesini isteyen yoktu. “Üzüldüm, canım yandı hatta. Ama benim de, kendimi koruma yöntemim var. Üzüldüğünü, acı çektiğini kimseye belli etmemek. Özellikle kardeşime, yalan söylerim.” Neden bana söylüyordu ki?
Birşey söyleyecekken, Ceyda bacağımı çekiştirdi. “Cansu,” diyerek, kucağıma tırmanmaya çalıştı. Eli, kabuk tutmaya yüz tutmuş, yarama gelince, acıyla inledim. Elim karnıma gitti acıyla.
Ceyda, acı çektiğimi anlayınca, durdu. “Cansu, iyi misin?” Değilim Ceyda, hiç iyi değilim. Gülümsedim, gözlerim dolmuştu acıdan. “Ben her zaman iyiyimdir bücür. Gaz sancısı girdi bir anda, sorun yok.”
Elini kontrol etmek için, tişörtümü birazcık açtı. Engel olmama izin vermeden, büyük sargıyı gördü. “Cansu, ne oldu?” At bir yalan. Diğer çocuklarda buraya geldi.
Deniz yandan, “ne yaptılar oraya,” diye sordu. Diğerleri de soru yağmuruna tutmaya başladı. Ben, diğerlerini tanıtmış mıydım?
Feride, dokuz yaşındaydı. Göçmendi, ailesi yangında ölmüştü. Hayal ile Atakan. İkizlerdi, yedi yaşındalardı. Evden kaçmışlardı, oraya dönmek istemiyorlardı. Onları en iyi ben anlıyordum. Sıla, sekiz yaşındaydı. Ailesi onu terk etmişti. Tarık ile Gürkan, on yaşındalardı. Onlar beraber gelmişlerdi, kardeş değillerdi. Aile durumlarını bilmiyordum.
Ve salyangoz ekibi!
Tamam, şimdi yalan bulmalıyım. “Ufak bir kaza.” Hayatımı çalan bir kaza. “Sadece ufak bir çizik. Acımadı bile bücürler.” Ceyda yüzüme baktı. “Yalan söyleme. Bu adam mı yaptı?” Başından beri, yüzbaşı’nı sevmemişti.
Gözlerini devirdi yüzbaşı. “Senin benle derdin ne çocuk?” Ceyda dil çıkardı ona. “Sensin çocuk! Cansu baya büyüdüğümü söyledi bir kere.” Evet, tam olarak öyle demiştim. “Keşke,” dedi arkadan Samet.
“Katılıyorum,” dediğinde, karnına dirseğimi o geçirdim. “Ceyda, sen bakma yüzbaşına. Şaka yapıyor o bücürük.” Çok komik, hepimiz gülelim. “Yo, doğruları söylüyor. Yüzbaşı abi, konuşmaya devam et.” Hem cins dayanışması galiba.
Samet’e baktı Ceyda. “Döverim seni çocuk!” Gerçekten, canavardı. “Yiyorsa dene bakalım sinir küpü,” dediğinde, parmaklarımı şıklattım. “Kavga yok. Eğer devam ederseniz, yeni oyuncu alacağım.” Samet umursamadı ama Ceyda için aynı değildi.
Ceyda, şeytan rolünden çıktı. “Tamam, tamam.” Deniz, kral tacını Samet’e, kraliçe tacını ise, Ceyda’ya taktı. Ceyda gülerek, kendi etrafında döndü.
Diğer çocuklara baktım. “Bunlar ana oynayıcılar bücürler. Sizi unutucağımı mı sandınız?” Kendimi unuturum da, onları unutmazdım. “Hayal’e, rapunzel saçı,” dedim Deniz’e. “Atakan’a, asker kostümü. Feride ile Sıla’ya, doktor kostümü. Tarık’a, bolca para. Ve son olarak, Gürkan’a itfaiyeci kostümü.”
Hayallerini bir nevi gerçekleştirecektim. Onların hayalleri, gerçekleşmesi gerekiyordu. Onlarda çok acı çekmişlerdi, hemde fazlasıyla. En azından, bunları hak ediyorlar idi.
Deniz hepsine dediklerimi verdi. “Deniz efendi, can kurtaran olacaksın, koş!” Çoğunun hayali, olacakları mesleklerdi. Onları okula yazdırmıştım, ihtiyaçlarını ben gideriyordum. Eğitim hakları vardı onların.
Deniz gülümsedi. “Unutmamış’sın hiçbirini,” dedi neşeyle. Tesüf ediyorum Deniz, ben unutmam. “Unutursam şerefsizim Deniz! Hadi, giy bakalım. Büyüyünce, can kurtaran Deniz Sancak.” Daha fazla gülerek, kostümünü giymeye gitti.
Yüzbaşı maskesini baktı. “Bu ne Cansu? Hayalim Batman olmak olduğunu, hiç sanmıyorum.” Benim de hayalim, joker olmak değildi. “Hayalini bilmiyorum yüzbaşı. Hem şuan sen, habersiz misafirsin. Kapa bakayım ağzını.” Joker maskesi hoşuma gitmişti. Ağzım ile gözlerim hariç, yüzümü kaplıyordu. Rahat olması hoşuma gitmişti.
Kaşlarını çattı. “Yine ne saçmalayacaksın?” Arkamdan, köpek havlama sesleri duyunca, arkama döndüm. Dört köpek sürüsünü görünce, gülümsedim. Bunlar benim köpeklerimdi.
“Lan, cancaz kardeşler!” Üzerime doğru koşmaya başladılar. Bir tanesi beni devirip, üzerime çıktı. “Yaramaz,” diyerek, yüzünü sevdim. Yüzümde ki maskeye rağmen, beni tanınmışlardı.
Bugün, mutlu olma günümdü...
Diğerleri de üzerime çulladılar. “Yavaş ulan,” dedim kahkaha atarak. En küçüğü, yüzümü yalamaya başladı. Kanserden dönmüştü, zor günler atlatmıştı. Karnını gıdıklayarak, yüzünü ellerimin arasına aldım. “Yerim seni ben,” dedim. Diğerleri de buraya geldi. Samet bile güldü halimize. Ceyda, “Cansu, seni yiyorlar,” dedi tedirginlikle. En büyüklerinden biri, Ceyda’nın yanına gitti. Havlayarak, bacaklarına sürtündü. Ceyda korkarak, Samet’in arkasına saklandı.
Samet gülerek, Ceyda’ya baktı. “Korktun mu?” Fevri, Ceyda’nın arkasına geçip, bacaklarına sarıldı. Ceyda korkarak, ona doğru dönmüş, Samet’e sarıldı. Yüzünü göğsüne gömüp, elini sıkıca beline doladı. “Samet, al şunu!” Köpeklerden korkuyordu.
Kedi köpek gibi kavga ederlerdi. Fakat, başlarına birşey geldiğinde, ilk birbirlerine giderlerdi. Samet haline gülerek, Fevri’yi kovdu. “Korkma prenses. Hem köpekten korkarken, sen nasıl kraliçe olacaksın?” Ceyda gittiğini anlamamıştı.
Göğsüne bir tane vurdu. “Anlamıyorsun beni. Onlar yola geçmeseydi, ölmeyeceklerdi!” Durduk hepimiz. Sokak hayvanları, yollarını bir anda kesmiş. Sonra ise, babası kontrolü sağlayamayarak, uçurumdan aşağı düşmüşler. Ceyda, camdan fırlamasaydı eğer, onun içinde aynı sonuç olacaktı...
Samet, baba şefkatiyle sarıldı Ceyda’ya. “Geçti prenses, geçti. Sadece kötü bir kabustu, o kadar.” Yaşadıklarımız, keşke kötü bir kabus olsaydı.
Burada hüzün’ün olmasına izin vermezdim. Ayağa kalkarak, yavrularımı sevmeyi bıraktım. “Bizim oyunumuz yok muydu?” Ceyda, köpeklerden biraz uzaklaşarak, başını olumlu anlamda salladı.
Güzeldi. “Scooby’de ki köpeği seviyordun değil mi?” Gülümsedi. “Evet!” Bu daha da iyiydi. “Bu canlar, scooby desem. Korumacı ve oldukça tatlılar.” Biraz düşündükten sonra, daha fazla gülümsedi. “Sen diyorsan tamam.” Bana inanmayanlar utansın bücürük.
Tarık, Fevri ile oynamaya başladı. Hayal de onun yanına giderek, onlara ayak uydurdu. Ben yavrumu kucağıma aldım. “Şirin kızım benim.” Yüzümü yaladığıda, kıkırdadım. “Pis,” dedim şakasına.
Yüzbaşına baktığımda, anlamadığım bir bakışla bana bakıyordu. “Niye yanına Çavuş’u getirmedin ki?” Onla çok güzel oyunlar oynardık.
Başını iki yana salladı. “Aklımla oynuyorsun sinir yumağı.” Anlamamıştım tam. “Eğlenmek suç mu yüzbaşı?” Şirin’i ona gösterdim. “Bunlarla eğlenmeyeceksem, yaşamak için sebebim yoktur.”
Pekte yoktu ama, olsun.
“Var mı?” Bende bilmiyorum ki. “Vardır belki yüzbaşı. Hem bak ben jokerim, her zaman bir sebebim vardır.” Gerçek hayatta bile joker’e benziyordum.
Sonrası daha da güzeldi...
🥀
BARUT
Boku yemiştim, hemde çok fena.... Ben bu sefer gerçekten de sıçmıştım galiba. Beynim çalışmıyordu, birşey bedenimi kaplıyordu. Neden bu oluyordu?
Benim burada ne işim vardı ki? Allah belanı vermesin Güneş! Hep senin yüzünden başıma geliyor bunlar. Ben neden bu kızı takip ettim ki?
Kenardan, sadece izleyerek yetiniyordum. O ise çocuklarla kahkaha atıp, senaryosunu oynuyordu. Gökan’ı kovalıyor, sonra ise diğerlerine sarıyordu.
İlk defa, onu böyle görmüştüm. Tek anladığım, güzel gülüyordu. Gerçek gülümsemesi, insanı delirtebilirdi. Aklımla oynuyordu, hemde çok fena...
Ben yıllar sonra, ilk defa birini kaybetmekten, ölesiye korkmuştum. Çok fazla kan akıyordu, çok fazla... Emanet ediyordu, ölecek gibiydi.
Onunda doğum günü mahvolurken, ben sadece izlemiştim.
Canım acımıştı, hemde fazlasıyla. Bu sinir yumağı, ölmeyi hiç hak etmiyordu. Ama yine söyleyememiştim işte. Hissettiklerimin tam tersini, iğrenç bir şekilde söylemiştim.
Kaldıramazdım çünkü. Tekrar sevdiğim birinin, gözümün önünde ölmesini kaldıramazdım...
Gidecektim, daha fazla düşünmemek için. Güneş bana, Arda Bozok’a benziyorsun demişti. O şerefsiz gibi, canını acıtırsın demişti. Kıyamazdım ki o sinir yu6mağına.
Sonra o da susmuştu. Bir hemşire gelmişti, durmuştum. Güzel bir haber alıp, gitmeyi planlıyordum. Ama işler öyle gitmedi, kalbinin durduğunu söyledi... Paramparça olan kalbisi’nin, durduğunu söylemiştim.
Yine aynısı olmuştu. Birşeyler yine bitmişti... Ben yine, kurtaramamıştım, tıpkı annem gibi...
Dengemi kaybetmiştim bir anda. Arkamı dönmeye cesaret edememiştim. Güneş’in ağlama sesleri, teyzemin ki gibi geliyordu. Beynim de aynı gün, aynı sesler dönüp durmuştu.
Sonra yaşadı, bu sefer kurtuldu sandım. Gitmedim, tekrar aynı şey olmasın diye. Tekrar kalbi duracak diye, korkmuştum. Ama onun için, daha kötüsü olmuştu.
İlk defa hayal kurmuş... Hayali öz babasının elinden, çalınmıştı. Anne olamayacaktı, hemde hiçbir zaman.
Ben söylemek istedim ona. Hiçbir şeyi değilken, benden duymasını istedim, ölüm haberini. Söyledim, o bakışlarını gördüm. Acı, ölme isteği, çaresizlik ve inanmak istememe.... Omuzların düşüşü, gözlerinin dolması hala aklımdan gitmiyordu.
Onun tek sığınağı, çocuklardı oysaki.
Benimde canım acıdı onunla beraber. Acımasız demişti, kalbim parçalanırken. Diyemedim onları, sadece acımasız durdum. Bu boktan dünyaya, çocuk getirerek, güzelce yaşatmak istemişti sadece.
Çıkmamızı istedi bizden. İlk önce ben çıktım, ağlamasını duymak istemedim. Sonra göreve gidiyorum diyerek, oradan gittim.
Acı çekiyordu, bağırarak ağlamak istiyordu. Ama burada yapmıyordu, gülüyordu. Çok güzel gülüyordu, ona yakışıyordu.
Ona bakıp dalmışken, biri kolumdan dürttü beni. Baktığımda, Samet’i gördüm. Yanıma gelip, bank’a oturdu. “Saçma,” dediğinde, kaşlarımı çattım. “Ne saçma?”
Bana fındık uzatttı. Avcuma bırakınca, ağzıma bir tane attım. “Aşk denilen şey. Seni iğrenç bir illete sokuyor, ölüme bile giden. Gülünce gülesin geliyor, üzülünce de dünyayı yakmak. Büyüye benziyor bence bu illet.” Çocuğa bak sen.
Haklıydı ama. “Doğru da, sen nereden biliyorsun?” Ağzına bir fındık attı. “Felsefe,” dedi umursamazca. “Sende bir büyüye kapılmışsın, yada kapılıyorsun.” Allah, Allah. “Normalde karışmam ama, konu Cansu. Onu canını bir yakan olursa, yaşatmam.” Çoktan yanmıştı çocuk...
Sadece dinlemek için, “anlat bakalım,” dedim. Arkasına yaslandı düzgünce. “Cansu, zor bir kadındır. Her kötü illet onda vardır, belli etmez ama. Fakat, merhameti ve çocuk sevgisi hiçbir şey önünde durmaz.” Bunları biliyordum. “Tek birşey ister, sevilmek. Öyle bildiğin sevilmek değil, başka birşey. Babasının sevmesini ister en çok.” Yüzüm ciddileşti.
“Burada ki herkes, herkesin acısını bilir. Bunları sana anlatacağım. Çünkü, ona göre davran. Onu üzersen, silahlarımı üzerinde kullanmaktan çekinmem. Yüzbaşı falan olman da, zerre umrumda olmaz.” Mert çocuktu. Kendimi gördüm bir anlık.
Derin bir nefes aldı. “Dinle onu, sadece dinle. Sorgulamadan sadece dinlesen yeter. Hayatı sevdir ona, canı acımasın. Babası ona zarar vermesin, ölmek istemesin. Sende ölme ama yüzbaşı. Ölürsen, başardığın herşey çöp olur.” Felsefe iyi yapıyordu.
“Tek bir sorun var, ona aşık değilim.” Bence değilim. Alayla güldü halime. “Sen öyle san. Dediğim gibi, büyüdür bahsettiğim aşk. Anlamazsın başta, inanmazsın o hisse. Ama güler, gözlerin anında gülüşüne takılır. Canın acısa, ilk onu ararsın. Ya çok konuşursun, ya da konuşmaya utanırsın. Acı çeker, acısını üstlenmeye çalışırsın. Kalbin onun için çarpar. Hissetmediğin şeyleri hissedersin.”
Köşeye sıkışınca, kaçmam gerektiğini anladım. “Ceyda’yada de bunları çocuk.” Konunun ona gelmesine rağmen, hiç bozulmadı. “Benim hissim aşk değil, sevgi. Hem ben senin gibi, birşeyleri saklamam. Ne görüyorsan, oyumdur.” On iki değil gibiydi.
Aslında zaten doğrusu da buydu. Yaş değil, bildiklerinin yaşı önemlidir. Yetişkinlerin herşeyi bilir diye birşey yoktu. Çocuklar bazen onlardan daha acılı, daha bilgili olabiliyordu. Samet’te o çocuklardan biriydi. Erken olgunlaşmış çocuk.
Sohbeti sarmıştı. “Sevgi ne peki,” diye sorduğumda, Ceyda’ya baktı. “Aşktan çok farklı şey. Büyü değil, mucize de sayılmaz bence. O kadar kötü bir illet’te değil. Mutlu olursun onunla, bitmesin istersin. Korumak istersin, herşeyden. İstediğin gibi olursun onunla beraber. Bazen sinirli bazen mutlu. Ama sevgi aşk gibi değildir. Aşk biter ama, sevgi hep kalır.”
Kendini anlatmıştı. “Sevgi daha önemli yani,” dedim sorgulayarak. “Bana göre evet. Aşk herşeye rağmen biter, ama sevgi... Ömrünün sonuna kadar seninledir.” Ceyda buraya doğru gelince, “işte onun gibi,” dedi. Gerçekten, içi neyse, dışı o olan çocuktu.
Ceyda tersçe bana baktı. “Ne izliyorsun be adam?” Beni baştan beri sevmemişti. “Özür dilerim Ceyda,” dedim gülerek. “Bir daha olmasın.” Samet’e baktığında, gözleri doldu.
Samet kaşlarını çattı. “Ne oldu prenses?” Ceyda’nın gözünden bir damla yaş aktı. “Tarık saçımı çekti,” dedi, sona ‘ğ’ ekleyerek. “Canım acıdı çok. Cansu görmedi, onunla oynadı.” Samet ayağa kalktı.
Çocuk kavgası, bayılırım. “Neden çektiği için, mantıklı bir sebep ver.” Vermezse, olacakları malumdu. “Elli lirasını isteyip, aldım diye. Gerizekalı çocuk, çoğu sahte zaten.” Cansu da para kalmadığı için, gerçek vermemiş olabilirdi.
Samet, “mantıklı değil,” diyerek, oraya doğru gitti. Sevdiklerinin canının acımasını, izin vermeyen herifti. “Dört yüzünü çalıp, ona domuz diyerek, ayağına vurduğumu söylemedim,” dedi arkasından. Samet ama onu duymadı.
Bu çocuktan korkulurdu vallahi. “Niye kavga ettiriyorsun?” Bu sefer o, bank’a oturdu. “Canım sıkıldı, dedim işte.” Farklı bir sebebi olmalıydı. “Gerçeği,” diye sorduğumda, ofladı. “Cansu onunla oynadı! Beni de diğerlerinin yanına bıraktı. Hak etti o çocuk.” Kıskançlık sendromu.
Kahkaha attım karşılık. “Cansu’nun, bu kadar seveni var mıydı?” Bana göre yoktu. Ona baktığımda, ikimizin yanına geldiğini fark ettim. İlk başta, Ceyda için geldi sandım. Lakin, benim önümde durunca, benim için geldiğini anladım.
“Kalk, kalk,” diyerek söylenmeye başladı. “Sebep?” Omzuma vurdu bir tane. “Ne diye oturuyorsun burada be adam? Oynamayacaksan git, oynayacaksan gel. Burada, dedikodu mu yapma.” Omzumdan tutarak, kaldırmaya çalıştı.
Milim bile oynamadım. “Kalkmak istemiyorum,” dediğimde, “çokta fifi,” dedi. “Kalsın Cansu. Hem o benimle oynuyor.” Ceyda’ya baktı. “Tamam o zaman bücürük. Benim eve gitmem gerek, buralar sana emanet.” İşler değişirdi işte.
“Nereye,” diye sordum. “Eve gideceğim, Güneş merak etmesin.” Ceyda’nın saçlarını karıştırdı. “Yarın tekrar geleceğim. Hemde bir sürü çikolata ile!” Ceyda kıkırdayınca, o da güldü.
Ayağa kalktığımda telefonu açtım. “Güneş’te beni, yemeğe çağırıyor. Kardeşim sonuçta, gitmesem ayıp olur.” Telefonda mesaj yoktu....
Ağzına sıçayım senin Barut! Ulan, niye yalan söyledin sen şimdi? Ne gerek vardı buna? Kız eve gidiyordu işte.
Cansu daha fazla gülümsedi. “Seni çağırdıysa, çok güzel yemekler yapmış demektir.” Ceyda’ya baktı. “Yarın, getiriyorum yemekleri.” Neden eve götürmüyor idi?
Islık çaldı. “Bücürler!” Zaten beş adımlık mesafe vardı. “Benim şimdi gitmem gerekiyor.” Samet’e baktı. “Abur cuburları eşit dağıtıyorsun. Ve altı çizili, sende yiyorsun. Ceyda’ya kendi hakkını vermek yok” Başını olumlu anlamda salladı. Cansu ile beraber, eve doğru yürümeye başladık. Arabaya bindiğimizde, Cansu’nun yüzünde ki gülümseme silindi. Cebinden sigara çıkarıp, ucunu yaktı.
Ve evet, yine eski haline dönmüştü.
“Neden?” Bana baktı sesimi çıkarınca. “Ne neden yüzbaşı,” dedi yine aynı ses tonuyla. Ruhsuz, ölmek onun için sorun olmayan ve acılı insana geri dönmüştü.
Arabayı biraz hızlandırdım. “Bir saniye önce, çok mutluydun. Şimdi, yine eski haline geri döndün.” Sigara dumanını üfledi. “Çok sorgulama bence yüzbaşı. Emin ol, bilmemek daha iyidir.” Bilecektim.
Arabayı daha da hızlandırdım. “Bu arabayı son sürat kullanıyorum diyelim. Hiç mi ölmekten korkmazsın?” Başını iki yana salladı. “Cevabını bildiğin soruları soruyorsun.” Denemeden öğrenemezdik.
Arabanın gazını fulledim. Öylesine düz bir şekilde, düz yolda gidiyorduk. Ona baktığımda, sadece sigarasını içiyordu. Deli edecekti beni, az kalmıştı.
“Öldür bizi yüzbaşı, sorun değil. Daha doğrusu, umrumda değil!” Sinirlenmeye başlamıştı yine. “Ne istiyorsun benden be adam! Ben buyum, her zaman böyleydim! Bana hesap falan da sorma!” O işler öyle gitmiyordu.
Şuan kesinlikle yüzbaşı gibi davranmıyordum. “Sorarım sinir yumağı! Beni sen çıldırttın, istediğin gibi!” Araba iki yüzde gidiyordu. Araba kullanmayı iyi bilmem, avantajdı galiba.
Gülmeye başladı. “Manyak’sın sen,” dedi kahkaha atarken. “Bas lan! Öldür bizi, ne olacak?” Bipolar bozukluğu olma ihtimali yüksekti. “Ulan asıl sen manyaksın!” Rahatça arkasına yaslanıp, sigarasını içmeye devam etti.
“Dur dersem şerefsizim,” dedi bana. “Kerem Bozok kim?” Aniden sorduğum soruyu, bende şaşırdım. Onu ilk gördüğümde, konserde değildi. Onu ilk gördüğüm, mezarlıktı...
Annemin mezarlığına gitmiştim doğum günümde... Önümde, yine Cansu vardı. Ağlayarak, toprağa sarılıyordu. “Seni unutmak zorundayım abi. Çok, çok özür dilerim,” diyerek, ağlıyordu. Beş yıl önce olması gerekiyordu.
Kaşlarını çattı anlamayarak. “Kerem Bozok mu? Öyle birini tanımıyorum.” Unutucağım demişti ağlarken o zaman. Ve dediğini yapmıştı, ilk defa unutmuştu...
Sustum. Arabayı durdurarak, bende geriye yaslandım. “Aklımla oynuyorsun sinir yumağı,” dedim ona bakarak. “Ben ne yapacağım seninle?” Anlamadı yine.
Sigara uzattı. “İyi gelir, al,” dediğinde, sinirim bozulmuş bir şekilde güldüm. “Manyak kadın,” dedim ona. “Deli yüzbaşı. Öldürüyordun az kalsın bizi.” Kahkaha attı. “Yine ölmedim ya. En son ölürüm sanmıştım. Onun yerine anne olamayacağım.” Dediği şeyle, kahkahası durdu.
Yutkundu yavaşça. “Hiçbir zaman,” diye mırıldandı. Canının acıdığını görünce, Konuyu değiştirmeye çalıştım. “Senin abin var mı?” Yine kaşlarını çattı. “Hayır, neden sordun?” Ya öyle birşey yoktu, yada gerçekten unutmuştu.
Derin bir nefes aldım. Ona bu durumu hatırlatmayı düşünmüyordum. “Öylesine sordum. Neyse, eve gidelim. Güneş seni göremezse, kıyameti koparır.” Olumlu anlamda başını salladı. “Gidelim eve.”
Arabayı eve doğru sürdüm. İlk defa, geçmişi unutmuştu. Ona daha fazla acı verirdi hatırlasaydı. Ama, ben bunun peşini bırakmayacaktım.
🥀
HELİN
Askeriyenin bahçesine çıktım. Elimde ki çaydan bir yudum aldım. Bugün keyfim yerindeydi, operasyon iyi geçmişti.
Banklardan bir tanesine oturdum. Buraya doğru gelen Baran’ı görünce, gözlerimi devirdim. Tom ve Jerry gibi, peşimden ayrılmıyordu. İlla canımı sıkacak yani.
Göz kırparak, yanıma oturdu. “Helincik,” dedi gülerek. “Baran siktir git ya,” dedim içtenlikle. “Bende seni çok seviyorum güzelim,” dedi, yanağımdan makas alarak.
Bu hareketi, başkası yapsa, eli yerinde olmazdı. Ama bu Baran’dı, kötü niyeti olmazdı. Olsa bile, direk yüzüne söylerdi. Gıcık falandı ama, güvenilir adamdı.
Çayıma baktı. “Bana neden almadın?” Geleceğinden haberim olsaydı alırdım Baran. “Benimkinden iç,” diyerek, eline verdim. “İğrenmez’sen tabi.” Çaydan bir yudum aldığında, iğrenmeyeceğini anladım.
“Eyvallah,” dedi. “Ama bir yere gidince, iki tane al. Ben ne zaman, senin dibinden ayrıldım?” Hiçbir zaman demek zorundayım. “Tamam, öyle yaparım.” Hayır deme şansı vermiyordu ki.
Çayımı geri bana verdi. “Senin diğeri,” dediğinde, “kardeş payı yani,” dedim. “Kardeş demeyelim de, paylaşmak diyelim.” Bende bir yudum aldım.
Kardeş payı yapmıştık. “Sırada ne işkence var?” Kafama sıksa şaka yerine, şaşırmazdım yani. “İşkence yok,” dediğinde, ona inanmadım. “Sen ile ben. Ve sen benle uğraşmadan, normalce konuşacan? Rüyamda görsem inanmam.”
Gülümsemesi hala dudaklarındaydı. “Normal değilde, uğraşmadan diyelim. Seni bir yere götürecem.” Nereye götürecekti ki?
Ona döndüm merakla. “Nereye? Güzel bir yere götür bari.” Durup, kaşlarımı çattım. “Eğer yine bir oyun varsa, kemiklerini kırarım senin!” Çaydan bir yudum daha aldım. “Yok Helincik, güzel bir yer. Hem sadece biz gitmiyoruz, Fıro ile Göko da geliyor.” Onlar geliyorsa, kötü bir yer olmazdı bence.
“Kıraathane’ye mi gideceğiz?” daha fazla güldü. “Çok vizyon sahibisin Helincik. Ama merak etme, güzel bir yer.” Bahçeye, Fırat ile Gökhan girdi. Bizi görünce, onlarda buraya geldi.
Fırat bana söylerdi. “Fırat, nereye gidiyoruz?” Ağzını açtığında, “sus lan,” diye bağırdı Baran. Kafasına bir tane vurdum. “Bağırma ona! Fırom benim, nereye gidiyoruz? İki yüz lira vereceğim söylersen.” Konuya para girince, işler değişiyordu.
Gülümsedi sadece. “Güzel bir yer, onu bil.” Of, patlarım ben meraktan. Ayağa kalkıp, kolumu Gökhan'ın, omzuna koydum. “İyi o zaman, gidelim. Gökhan, sana kızda ayarlarız.” Avcunu yüzüme koyup, itti yüzümü.
“Bi git Helin. Küçük çocuk gibi davranıyorsun.” Sadece onlara özeldi. Tim hariç, gerçek bir başçavuş Helin Aslan oluyordum. İçimde ki küçük çocuk, onlarla canlanıyordu. Sanki dört abim, bir erkek kardeşim ve belalım vardı. Belalım dediğim, başıma bela açan adam demekti.
Yüzümü buruşturdum. “Hadi ama Gökhan. Kızlarla arası en iyi olan, Baran ayarlar sana,” dedim bastırarak. “Malum, kendisi kız düşkünü.” Bu durum, beni çok rahatsız ediyordu. Nedenini bilmiyordum, ama ediyordu işte.
O da ayağa kalktı. “Tövbe de Helincik. Beni bu Fıroş ile karıştırdın herhalde.” Yalancı adam! “Neyse ya, umrumda değil zaten.” Bal gibi de umrumda idi. Ne yani, timden olduğu içindi tabi ki. Başka ne için olacaktı ki?
Gökhan koluma girerek, beni ileriye götürdü. “Fırat, hepsini Baran’a atıyor bil. Yani kız düşkünü, Fırat denilebilir." Fırat'ım yapmaz! Yada yapabilir ya, Baran yetiştirdi sonuçta.
Hatta bu Baran, eskiden öyleymiş. Ben time girince, bırakmış herşeyi. Hala anlamamıştım neden yaptığını. Belki de benle alakası yoktu. Kendimi çok değerli sanmam, aptal olduğumu gösterirdi.
“Bu konuyu bırak’ta,” diyerek başımı omzuna yasladım. “Bizim komutan nereye gitti?” Abim gibi görüyordum Gökhan'ı. En zor günümde, yanımda olup, toparlanmamı sağlamıştı.
Yandan bana baktı sırıtarak. “Cansu yengenin, yanına gitmiştir,” dediğinde, bende sırıttım. “İzin aldığından belli oluyor.” Bizim komutan, hiç izin almazdı.
Cansu meselesini, en iyi dedikodu yapan, Baran anlatmıştı. Derdi büyük gibiydi, belliydi. Sigarasına iddiaya girip, kazanınca büyük bir sevince kapılmıştı. Duyduğuma göre, kimsesi yokmuş. Daha fazlasını bilmiyordum.
Baran’ın arabasına gelince, ön koltuğa doğru koştum. “Ön benimdir!” Öne oturunca, sırıttım kendi kendime. Keşke her zaman böyle olsam...
Sürücü tarafına, Baran geçti. “Anladık, sen geçtin,” diye söylendi. Sonra Fırat ile Gökhan da geldi. Araba çalıştırınca, bir anda, “dur,” diye bağırdım. Sorgulayarak bana baktı Baran. “Ne oldu?”
“Kaan da gelsin bari,” dediğimde, Baran başını iki yana salladı. “O, yeni gelen keskin nişancının yanında.” Bizim time, yeni keskin nişancı geliyordu. Hayri Albay isteyince, birşey dememiştik. Normalde, başka kimseyi almazdık time. Ama adı üstünü, Hayri Albay istemişti.
Adını bilmiyordum. “Adı ne bu gelenin,” diye sordum. “Kerem,’ dediğinde, kaşlarımı çattım. “Soyismi yok mu,” diye sorduğumda, “yetimhane de büyümüş. Kimsesi yokmuş,” diye yanıtladı. Ama içimden birşey, birşeylerin ters olduğunu söylüyordu. Ya eksik, ya fazlaydı birşeyler. Yada bu benim kafamda ki uydurmaydı? Kim bilir. |
0% |