Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm

@gecenin_kkralicesi

Arkadaşlar aşağıda "Günümüz-İzmir" yazısını göreceksiniz. Günümüz derken Aralık ayının sonlarından bahsettim bilginize.

Günümüz-İzmir

Gözüme sürdüğüm maskarayla beraber "Umarım iyi bir yayın olur." dedim. Kirpiklerimden çektiğim maskarayı kapatıp makyaj masama koydum. Ayağa kalkıp az önce yatağımın üzerine koyduğum telefonumu aldım. Tekrar makyaj masama oturdum ve maskaramın kurumasını beklerken Instagram hesabımdan gelen bildirimlere baktım.

Maskaramın kuruduğuna emin olduktan sonra bildirimler sayfasından çıktım ve yayına giriş yaptım. Telefonu makyaj masasına yerleştirdikten sonra konuşmaya başladım. "Yine bir yayın gününden hepinize merhaba arkadaşlar!" Daha çok insanın yayına girdiğine emin olduktan sonra devam ettim. "Bugün hepinizle yeni maceralara yelken açacağız, o yüzden hemen yazıyorsunuz. Ne yapalım?"

Tırnaklarımı telefonun da ekranında görünen makyaj masamın yüzeyine ritmik bir şekilde, sırayla vurdum. Oyalanıyormuş görüntüsünü vermeye çalışıyordum. Az sonra yayına her zamanki gibi neşeli neşeli kıkırtılar attım ve yorumları okumaya başladım.

14:Ben bulamadım bu sefer Kardel'im yaa, kusura bakma.

23:Yayına yeni girdim de konu ne?

"Çok şey kaçırdın." diye mırıldandım sessizce.

82:Ay ilk defa aklıma bir şey gelmiyor.

17:Her şeyi yaptık kızım yaa ne kaldı ki?

"Aaa" dedim kınar gibi. "Ne oldu size? Bir şeyler deyin de yapmaya gidelim." Ben böyle deyince birkaç yorum daha gelmişti. Hemen okudum.

34:Bence kendimize zengin koca bulalım.

Okudum ve saçma buldum. İyi olduğu kadar kötü de yorum yapan vardı. Tabii ki mutlu bir ünlü olarak takmadım.

76:Bence Bahar halayla bir dükkan açın.

Evet, halamı da tanıyorlardı. Yani tam da öyle sayılmaz, sadece birkaç yayında göstermiştim ama bana "Kardelen, kız çabuk bakkaldan yumurta al! Keke yumurta kalmamış." gibi seslendiğinden nefis yemekler yaptığını biliyorlardı. Ama bu fikir de olmazdı. Kusura bakma hala ama aylarca buna uğraşamam.

24:Kardelen aramaya gidelim mi?

"Kardelen aramaya gidelim mi?" diye son yorumlardan birini de okudum. Olabilirdi. Niye olmasındı? Hiçte öyle bir şey geçmemişti şimdiye kadar aklımdan. Geçmemesi normal değildi.

"Tamam." dedim iç sesimle sohpeti bitirmiş bir şekilde. "Buldum ne yapacağımızı." Elimi düşünür gibi yanağıma koydum kısa bir süre. "Ama söylemeyeceğim." Kıkırdadım. "Sürpriz olsun. İki saat sonra buradayım." Gülerek yayını kapattım.

"Kardelen! Kızım bir bak." Evet, işte halamın sesi duyuldu. Dantellere takmış olan, altın günlerine bayılan, semaverde çay aşığı olan ve son derece hamarat olup bekar bir kişidir. Özellikle de son iki yıldır annem yurt dışındayken ayrı bir şekilde bakıyor bana. Ana gibi hala gerçekten!

"Geldim!" dedim uzata uzata. Insagramdan çıkıp telefonu makyaj masama koyduktan sonra halamın yanına gittim. Fırındaki su böreğine bakıyordu. "N'oldu?"

"Kızım evde kahve bitmiş, hadi git de al, gel."

"Ben de tam dışarı çıkacaktım hala. Söylerim Hasan'a alır, gelir." Hasan bizim mahalledeki çocuklardan biriydi. Bu saatlerde de genellikle sokakta oyun oynadığı için söylerdim alıp getirirdi.

"Kızım çocuklar bilmiyor hangisini alacağını yaa. Sen gidip alsan olmaz mı?" Fırındaki börekten kafasını kaldırdı ve fırının kapağını tekrar kapattı. Ben de gözüme kestirdiğim sarmalardan bir tanesini ağzıma attım.

Lokmam bitince halama karşılık verdim. "Olmaz hala yaa, ben gelene kadar akşam olur."

"İyi tamam bakalım, bu sefer öyle olsun ama bir dahakine sen gideceksin."

Odama doğru yürümeye başladım. "Söz veremem Bahar Sultan." Arkamdan geldiğini hissediyordum.

"Sen nereye bakalım?" deyip göz kırptı odama gelince.

"Kollarına koşacak bir sevgilim veya nişanlım olmadığına göre?"

"Yine takipçilere kaldın yani."

"Evet," Aynı zamanda dolabımdan kıyafet seçiyordum. "yine senin de dediğin gibi pek kıymetli takipçilerime kaldım."

Kıyafet seçtiğimi gördüğü için kapıya doğru ilerledi. "Peki takipçilerinle hangi maceradasınız bu sefer?"

Dolabımdan beyaz bir kazak ve siyah bir pantolon çıkarttım. "Kardelen arayacağız."

"İyiymiş." Sesiyle birlikte televizyonun sesi de geliyordu. Bölmedim televizyon keyfini. Zaten biraz sonra büyük ihtimalle mahalledeki bütün kadınları toplayacaktı buraya. Yine bir altın günündeydik.

Kazağı üzerimdeki gömleğin üstünden giyip pantolonu da üzerime geçirdikten sonra hazırdım. Aslında kapalı renk kazak giysem daha iyiydi ama kardelen toplamaya gidiyorduk. İsmimdeki çiçekle uyumlu olmalıydım.

İçeri geçince koltukta elindeki dantelle uğraşan halamı gördüm. Dantel koleksiyonu vardı. Evi dantellere boğması yakındı.

"Hala, ben çıkıyorum." Yanına gidip yanağına sulu bir öpücük kondurdum.

"Tamam," dedi yaptığı dantele bakarken. "Şeyi unutma ama."

"Neyi?"

"Kahveyi." 

"Tamam, Tamam.unutmam." Kapıya doğru ilerledim. Normal montum yerine uzun olan montumu aldım. Montumu giymeden önce çantamı almadığım aklıma geldi. Odama koştum ve telefonu çantama koyup onu da aldım. Bu sırada halam kapıda beni bekliyordu. Hızlıca montumu giyip çantamı sırtıma taktım. Ayakkabılığın alt kısımlarında kalan büyük botlarımı giymeye koyuldum.

"Eve çok geç gelme. Ya da kızlarda kalacaksan mesaj at. Merak ederim."

"Tamam." Botlarımı giyince ayağa kalktım. "Akşama çikolata gibi bir şey ister mis-"

"Yanık mı kokuyor?" Sözümü kesmesine anlam veremeyip kaşlarımı çattım. Hatırlar gibi olup mutfağa koştu ve kendi sorusunu kendisi cevapladı. "Börek yandı kız, börek!"

"Hadi sana yanık böreğinle iyi günler." deyip kıkırdayarak kapıyı kapattım ve merdivenleri indim. Her zamanki gibi sokakta oyun oynuyorlardı Hasan ve arkadaşları. Bizim mahallenin çocuklarının vazgeçilmeziydi futbol. Bazen kızlar bile oynardı. Yanlışlıkla topları birinin ayağına değse yere düşerdi. Öyle sert atıyorlardı topları.

"Hasan," dedim çocuklara yaklaşarak. "Marketten her zamanki kahveden alıp gelsene." Çantamdan cüzdanımı çıkarttım ve bir elli lirayı Hasan'a verdim. "Kalanı senin olsun. Halama söyleme." deyip göz kırptım. Halamın cimri olduğundan değildi söylememesi gerektiği. Hem kahvenin fiyatını bilmememden hem de çocuklara böyle deyince daha hevesli iş yaptıklarındandı. Kendimden biliyordum.

Arabaya bindim ve aklıma bizim çeteye haber vermediğim geldi. Hemen WhatsApp'a girip BERCESTE ÇETESİ yazan gruba tıkladım. Son yazışmaları görünce güldüm. Ata'nın davasına gülmüştük. Avukattı.

Sayın çetem, lütfen en kısa sürede buluşma yerine geliniz. Tekrar ediyorum: Lütfen en kısa sürede buluşma yerine geliniz.

Mesajı gönderdim. Beğenmemiştim. Aslında her zamanki gibi mesaj atmıştım ama bir notu çok görmedim. Yeni bir mesaja başladım.

Not: En kısa süre en fazla on beş dakikadır bilginize.

Bu mesajı da attım. Şimdi olmuştu. Telefonu kapatıp yan koltuğa fırlattım. Bir gün bu telefon dile gelse ve başına gelen olayları anlatsa hiç susmazdı.

Arabayla gideceğim mesafe az olduğu için radyoya doğru giden elimi durdurdum ve radyo yerine kendim bir müzik mırıldanmaya başladım. Aslında sesim kötüydü, müzik söylemeyi beceremezdim ama yalnız olduğuma göre söyleyebilirdim değil mi?

Mırıldandığım müzik yüzünden az daha buluşma yerini kaçırıyordum. Buluşma yerimiz tanıştığımız yerdi.

Arabadan indiğimde daha gelmemişlerdi. Parkta ve parkın bankalarında da kimse yoktu. Arabada en son yan koltuğa attığım telefonu alıp saate baktım. Hala sekiz dakikaları vardı. Ben de onlar gelene kadar parkın yanında duran banklara oturmayı planladım. Telefonumdan gruba baktım. Görüp tekrar mesaj bile atmışlardı.

Ata:Beni bekleme çünkü ışınlanıyorum.

Atalay:Beraberiz Ata, nereye ısınlanıyorsun??

Atalay'ın bilerek iki tane soru işareti koyduğuna yemin edebilirdim. O soru işaretleri çok ufacık, minicik, mini minnacık kardeş tehtidi içeriyor olabilirdi. Sadece olabilirdi. Ama Ata bunu anlamış olacak ki bir sonraki mesajında iki tane ağzını fermuarlayan emoji koymuştu.

Atalay, Ata'nın abisiysi. Ve aralarında bir yaş vardı. Sertdi Atalay. Güçlüydü. Ve hepimizden daha olgundu. Hani şu zengin iş adamlarının yanında olan korumalar veya adamları diyelim, onlardandı. Ama yedi yirmi dört de işte olmazdı. Haftanın dört günü giderdi işe. On saat. Maaşını bilmiyorum ama altına çektiği arabadan olsa gerek baya yüklü bir maaşı vardı. Ve son olarak hakkını yiyemem ki güzel de vücut yapmış bir arkadaşımızdı kendisi. Vaauv denilecek tiptendi. Ama kendisine bakan kızlara bakmıyordu. Koluna taksa kendine yakışacak kişilik yokmuş o kızlarda. Bir kere zorla ağzından almıştık lafı.

Ata ise Atalay'ın tam aksineydi. Bizimle yaşıt olan kendisiydi, Atalay'da bizden bir yaş büyüktü. Avukatlık yapıyordu Ata. Neşeliydi, şakacıydı ve pozitifti. Abisi gibi vücudu olmasa da vardı onda da bir şeyler. Önceki ay; sekiz aydır Atalayla birlikte yaptığı sporu bırakmıştı o da. Gerektiği yerde ciddi olmasını bilirdi ama çoğu zaman bizim gibi çocuksu davranırdı.

Eslem:Gizem'de benim yanımda. Beraber geliriz.

Eslem, polisti. Başka pek bir şey anlatamazdım Eslem'i bana sorarlarsa. Ailesinden bahsetmezdim mesela. Kardeşi Umut'tan ya da...

Eslem'in durumlar karışıktı. Bayağı karışık. Benim gibi babası ve dedesi trafik kazasında ölmemişti onun. Ya da Gizem gibi annesi kanserden ölmemişti... Babası şerefsizin teki, annesi ise çok iyi bir kadınmış. Ama annesi babası tarafından şiddet gördüğü için kaçmış. Eslem'i de bebekken şiddete maruz kalma olasılığından vermiş çocuk esirgeme kurumuna. Kaçtığı gün. Babası da sahip çıkmayınca öyle büyümüş Eslem. On dokuz yaşındayken de Umut'u vermişler yetimhaneye. Umut, aslında başka bir kadından olduğunu öğrenince saatlerce ağlamıştı ama yine de gidip almıştı yetimhaneden Umut'u. Kaldığı kiradaki eve getirmişti. Üç gün sonra da Nüfus Müdürlüğüne gidip kendi adını nasıl değiştirdiyse Umut'un adını da öyle değiştirmişti. Önceki adınıysa bize bile söylememişti.

Gizem ise şarkıcıydı. Evet, evet, o ünlü olanlardan. O bir sürü albümü olanlardan. O konsere gidenlerden...

İlkokula giderken annesi kanser sebebiyle ölmüş. Gizem çok üzülünce iyice içine kapanmış. Babası arkadaş bulsun diye yetimhaneye götürmüş. "Bak, buradan istediğin kadar arkadaş seçip oynayabilirsin." demiş. Gizem'de, Eslem'i bulmuş oynamak için. Eslem istememiş ilk başta Gizemle özellikleri ters oldukları için. Ama Gizem çok sıcak davranınca oyun oynamaya başlamışlar...

Boş boş ekrana bakıyordum. "Hayret," diye mırıldandım. "bu gün iç sesim bana hiç bulaşmadı. Nadir görülen bir şey."

İç sesim, ay benden mi bahsettiniz diye kulağıma fısıldadı.

Bugün gözüme görünmeyeceğinden bahsediyordum.

​​Tamam, anladık istenilmiyoruz.

Evet, bugün moralimi bozma diye gözüme çok gözükme. Kardelen aramaya gideceğiz.

Ara ara yoklarım ama.

Rahatsız etmesen şaşacağım zaten, diye cevap verdim iç sesime. Bir mesaj daha göndermiştim bu zamanda.

Tamamdır çete, hızlı olun.

Arkamdan bir araba sesi geldi. Ben de Atalaylar veya Eslemler gelmiştir diye telefonu kapatıp cebime koydum. Kalkıp arkama baktım. Atalaylar gelmişti. Ata arabadan inip etrafta beni aradı. Ayağa kalkınca anca fark etti beni.

Bana doğru yaklaşırken telefonunu çıkarttı. Az öne attığım mesajın bildirimi gelmiş olmalıydı. Biraz oynadıktan sonra tekrar cebine koydu telefonu.

Benim telefonuma da bir bildirim gelmişti. Gülüp cebimdeki telefona baktım. Asker selamı veren emojiyi koymuştu. Gülüşüm kıkırtıya dönmüştü.

Bu sırada yanımıza Atalay gelmişti. Yine maşallahı vardı. "Ne yapıyorsunuz siz?"

"Mesajlaşıyoruz." 

"Bence saçmalıyorsunuz."

"Ne alaka?" 

"Karşı karşıya durmuşsunuz mesajlaşıyorsunuz, bunun neresi ne alakalık? Saçmalık."

"Selamlar," diyerek ortama giriş yaptı Gizem. Eslem'de arabayı park etmiş arkasından geliyordu.

Ata yumruk halinde elini uzattı Gizem'e. Gizem de yumrukla selam verirken Eslem yanımıza gelmişti. Ve tabii ki de benim konuşma zamanım. Ama Ata söze girdiği için konuşamadım.

"Ee ne zaman gidiyoruz?"

"Önce "Nereye gidiyoruz?" diye sorman gerekirdi Ata."

"Eslem'e hak veriyorum. Nereye gideceğimizi ben bile bilmiyorum." diyerek elimdeki telefonu montumun cebine koydum.

"Bizim her sene gittiğimiz kayak merkezinde bulunmuş geçen sene birkaç tane. Oraya gidebiliriz."

"Tamam, o zaman oraya gidelim." Biraz sonra ilerlemeye başladık. Az ilerideki arabalar görüş alanımıza girdiğinde "Benim arabayla gidelim." dedi Atalay.

Arabaya yaklaştığımızda Atalay öne geçerek arabanın sürücü koltuğuna oturdu. Kızlarla biz arkaya geçince ön koltuğa Ata oturdu.

"Bir dakika Atalay." dedim. Çantamı unutmuştum.

"Ne oldu?"

"Çantamı arabada unuttum, alıp geleyim." Kızların ortasına ben geçtiğim için Eslem arabadan inip benim inmemi bekledi. Araba zaten yanda olduğu için hızlıca gidip aldım.

Döndüğümde Eslem Atalay'a bir şeyler diyordu. Muhtemelen ne zaman döneceğimizi konuşuyorlardı. Çünkü geç döneceksek gitmezdi. Kardeşini iki sene anaokuluna göndermişti. Bu sene üçüncüsüydü. Tam gün gönderdiği için şu anlık sıkıntı yoktu ama geç döneceksek vardı. Yerime tekrar oturduğumda Eslem'de tekrar yanıma oturmuştu. "Ne kadar işimiz var Kardel'im."

"Yaklaşık iki saat kaysak bir buçuk saat falan da kardelen ararız."

"Tamam." deyip camdan dışarıyı seyretmeye başladı.

"Hazır mısınız kızlar?" diyerek sakin ortamı bozan Ata oldu. Ben de ne zaman normal akışta ilerleyeceğiz diyordum. Tabii ki bu soruya Gizemle ben istekli istekli "Hazırız!" desek de Eslem'den mırıltı gibi Atalay'dansa hiç duyamamıştık. Bize eşlik etme şekilleri farklıydı.

Ata radyodan neşeli bir müzik açıp sesini yükselttiğinde Ata ve Gizem müziğin sözlerine ben ise melodisine eşlik ediyordum. Sadece melodiye eşlik etmemin sebebi belliydi. Dile getirmeye gerek yoktu. Bir süre sonra manzaranın bir fotoğrafını çektim ve Instagram'daki hikayeme koydum. Fotoğrafın altına da tabii ki not düşmeyi unutmadım.

İşte ostediğiniz kardelen toplama yolunda ilerliyoruz! Yayın saatini unutmayın yoksa çok şey kaçırırsınız...

Yayın saati demişken, acaba ne kadar vardı dediğim yayın saatine? Saate baktığımdaysa hala bir buçuk saat olduğunu gördüm. Planıma göre kırk dakika boyunca kayak merkezine gidersek elli dakika da kayardık. Sonra da yayın açıp bir yandan karla oynayarak kardelen arardık.


******


Bursa

Akıllı tahtadan çocukların yazdığı yeri geçti Karahan. Bu ünitenin son yazısını açtı. Minik bir nottu yazacakları.

Sandalyesine tekrar oturduğunda biraz camdan dışarı baktı. Az sonra sınıfta bir hareketlilik başladığında yazıyı yazmış olduklarını anladı. "Yazmayan var mı?"

"Ben." Yazmayan birkaç kişi elini kaldırırken Mehmet konuşmuştu.

Yazısını bitirince konuşmaya başladı Kaan. "Hocam, gezmeye ne zaman gideceğiz?" Akılları fikirleri başka şeylerdeydi zaten. Kaan'ın her zamanki haliydi ama. Bu yüzden sakince cevap verdi.

"Paraları topladınız mı?"

"Bayağısı toplandı hocam." Para toplama görevi onda değildi ama biliyordu.

"Nisa, getir bakalım parayı verenlerin isimlerini." Nisa, isim listesini getirdiğinde dört kişinin parayı getirmediğini gördü Karahan. "Bunlar niye getirmedi?" İki kişinin ismini eliyle gösterdi.

İsimlere baktı Nisa. "Onlar geziye gelmeyeceklermiş hocam. Öyle dediler." Diğer ikisi de zaten devamsızdı. Haftaya diye düşünüyordu ama bu hafta sonu aradan çıkardı bu gezi işi. İkinci dönem hiç uğraşmazdı geziyle. "Paralar yanında mı?"

"Evet,"

"Getir bakalım." Nisa paraları getirip tekrar yerine gittiğinde tam mı diye saymaya başladı. Tamdı.

"Gezmeye ne zaman gideriz hocam?" Önündeki gevezeye baktı Karahan. Konu başka bir şey olsa ağızlarını açıp tek kelime edemezlerdi ama konu gezmeye gelince bir cesaret gelmişti bu çocuğa. "Ya bu hafta sonu ya da önümüzdeki hafta sonu." diye yine sakin bir cevap verdi.

Listeyi katlayıp içine paraları yerleştirdikten sonra ayağa kalkıp arka cebine koydu Karahan. Aynı zamanda teneffüs zili çalınca akıllı tahtadaki flaş belleğini alıp çantasına koydu. "Yazmayanlar yazanlardan geçirsin." dedi sınıftan çıkarken.

İkinci kattaki öğretmenler odasına çantasını koyduktan sonra yine aynı kattaki tuvalete gidecekti ama doluydu. Üçüncü kattaki tuvalete gitti o yüzden. Tuvaletten çıkıp merdivenlere doğru ilerlerken Can'ı gördü. Bu katın nöbetçi öğretmeniydi. Yanına gitti biraz konuşmak için. Yine bir şeyler mırıldanıyordu. Her zamanki gibi.

"Can Hocam." Can ile okul dışında normal arkadaştı ama okulda meslektaşıydı. Ona göre davranırdı. Can, müzik öğretmeniydi. Normalin bile dışında olan her an her dakika müzik söylerdi. Müzik aletlerini çok severdi. Çabuk sosyalleşirdi ve çevresi çok genişti.

Can yine bir şeyler mırıldanırken Karahan'a baktığında Karahan yanına gelmişti bile. "Bizim sınıfı geziye götüreceğim zaman sen de gelir misin?" İki servisle gideceklerdi geziye. Kızlara ve erkeklere ayrı ayrı servis ayarlamıştı Karahan. Birilerinin başında durup da diğerlerinin başında durmazsa olmazdı. Sınıfın hali malumdu. Bu yüzden yanında artı bir kişi götürecekti. Can haricinde bir kişiyi daha götürüyordu. Sürüden kaçan koyunlar olursa diye.

"Ne zaman gidiyorsunuz?" Koridorda ilerlemeye başlamışlardı.

"Biraz sonra hava durumuna bakacağım. Ona göre ya bu hafta sonu ya da önümüzdeki hafta sonu gideceğiz."

"Peki yolculuk nereye?" diyerek işi evirip çevirip son haliyle sordu. Bu yüzden bulunduğu gruplarda hep grubun neşesi o olurdu.

Karahan yine Can'ın tersiydi. Ve koridorda dönerken ciddiyetle cevapladığı sorudan da bu gayet anlaşılıyordu. "Ulu Dağ'a"

"İyiymiş, ama veliler izin verir mi? Vermezler gibi duruyor."

"O yüzden izin kağıdı hazırlayıp göndereceğim şimdi."

"Son zamalarda sıkılıyorum evde. Gelirim." Can verdiği cevapla birlikte koridorda koşan birkaç çocuğa "Yavaş oğlum, yavaş!" dedi. Ama çocuklar Can'ı duymadan koşmaya devam etti. "Kime diyorsak..." diye mırıldanan da Can yerine Karahan oldu. Çünkü Can böyle şeylere takmazdı. Ama Karahan Can'ın tersineydi. Takardı.

"Neyse, ben gideyim." Kolundaki saate baktı Karahan. "Zil de çalacak zaten. Az kalmış."

"Tamam, ben de aşağıya gelirim birazdan." Öğretmenler odasını kastediyordu Can. Dersi yoktu, sohbet ederlerdi.

Karahan öğretmenler odasına gittiğinde her teneffüste gibi öğretmen kaynıyordu. Ama zil çalınca dağılırlardı. O yüzden biraz sohpet edip işine dönmeyi tercih etti.

Öğretmenler dağılmaya başlayınca cebinden telefonunu çıkartıp camın kenarındaki sandalyelerin birine geçti. On beş günlük hava tahminini açtı. Bu cumartesi, pazar ve pazartesi günü karla karışık yağmur görünüyordu. Haftaya da baktı karlıysa haftaya giderler diye ama malesef öyle değildi. Hatta haftaya güneşli görünüyordu. Sonraki hafta da bulutluydu sadece. Zaten ondan sonraki hafta da yarıyıl tatiline giriyorlardı. Bu hafta gitmelilerdi.

Karşısındaki sandalyeye Can oturunca düşünceleri dağıldı. "Ne zaman gidiyormuşuz?" diye soran Can sınıftaki çocuklar kadar meraklı görünüyordu. "Bu hafta aradan çıkartayım ben bu işi, sınavlarla beraber uğraşamam. Hava durumu da sadece bu hafta karla karışık yağmur gösteriyor zaten. Buraya karla karışık yağmur yağarsa Ulu Dağ'a da kar yağar."

"Boşver, sınavların olduğu hafta elin ayağın birbirine karışmasın." Kafa salladı Karahan. Kapı açıldığında gözler kapıya çevrildi. Müdür yardımcısı gelmişti.

"Nöbetçi öğretmen var mı?" Müdür yardımcısının sorusuyla beraber Can ayağa kalktı ve kapıdan müdür yardımcısıyla beraber çıktılar. Karahan düşünmeye devam etti. Sınavlarla beraber Can'ın da dediği gibi eli ayağı birbirine karışırdı. Her şey hazırdı. Sadece izin belgesi hazırlaması gerekiyordu. Yerinden kalktı ve yandaki bilgisayarın başına geçti. Hızlıca bir izin belgesi hazırlayıp çıkarttı. Tekrar yerine oturunca bir kağıda üç tane izin kağıdı düştüğü için makasla keserken ara ara da odadaki öğretmenlerin sohbetine katılıyordu.

Kestiği izin kağıtlarını pencere kenarında düzeltti ve bir poşet dosyaya koydu Karahan. Oradan da dolabına. Yarın dağıtırsa cuma gününe tekrar toplardı.

Tekrar tenefüs zili çalınca çay almaya gitmek için öğretmenler odasından çıktı Karahan. Can'ın da yanına uğramış olurdu. Çay alıp geri dönerken planladığı gibi Can'ın yanına uğradı. Öğretmenler odasına doğru ilerlerken Nisa'yı koridorda arkadaşlarıyla gezerken gördü. Yanlarına gitti ve seslendi. "Nisa," Nisa, Karahan'a bakınca devam etti. "Burada bekle, sana gezinin izin kağıtlarını vereyim."

"Tamam hocam." Olduğu yerde arkadaşlarıyla sohbet etmeye devam etti Nisa.

Öğretmenler odasına girip çayını masanın üzerine bıraktı Karahan. Dolabına gidip izin kağıtlarını aldı, poşet dosyadan çıkartıp poşet dosyayı tekrar dolabına koydu. Nisa'yla karşılaşması iyi olmuştu. Bu görevi sınıfta onun gibi birkaç kişiye güvenebilirdi ancak.

Karahan dışarı çıktığında Nisa arkadaşlarıyla konuşuyordu. Karahan'ı görünce Nisa da Karahan'a doğru geldi ve Karahan'ın uzattığı izin kağıtlarını aldı. "Bunları sınıfa dağıt, cuma gününe kadar getirilmezse geziye götürmeyeceğimi söyle. Kağıtları da tekrar sen topla, cuma günü derste alırım."

"Tamam hocam, ama iki ders sonra dağıtsam olur mu? Dersimiz beden de şimdi veremem."

"Olur. Sıkıntı yok." deyip bir tane öğrencinin kendisini çağırdığını duydu Karahan. Her zamanki gibi soru soran öğrenciydi. Elinde bir test kitabıyla Karahan'ı bekliyordu. Nisa'yla da konuşması bittiği için diğer öğrencinin yanına gidip sorduğu soruları anlattı.


🕊🌸


Bölüm sonuu


Loading...
0%