@gecenin_kkralicesi
|
İzmir
Ağzıma tıktığım peynirli minik poğaçalardan bir tane daha tıktım. Eşdeğer olarak Eslem'in sesini duydum. "Bahar hala, sen dükkanını açsana bunun. Çok iyi yapıyorsun." Bir saniye kadar bekledi. "Ellerine sağlık bu arada."
Ben lokmamı yutarken halam konuştu. "Afiyet olsun kuzularım benim. Yarasın size. Topak topak et olsun."
"Hala lütfen o son cümleni söyleme. En son sana geldiğimizde iki kilo almıştım." Lafını bitirdikten sonra ağzına bir sarma daha attı Gizem. Halam da Gizem'e cevap verdi. "İyi ya kızım işte. Güç, kuvvet kazandırır."
"O söylediğin güç, kuvvet bana lazım değil Bahar hala. Lazımsa Eslem'e lazım; bana fizik gerek, ses gerek."
"Haklı" dedim halama dönüp.
"Tamam, kızlar yaa gitmeyin kadının üzerine, yapıyorsa iyiliğiniz için yapıyor." dedi Eslem.
Bu sırada Gizem konuyu dağıtmak için ağzındaki lokmayı yuttu ve konuşmaya başladı. "Tamam, konuyu değiştiriyorum o zaman." Halama döndü ve o can alıcı soruyu sordu. "Dedikodu var mı?"
"Var kız, olmaz olur mu? Dün neler öğrendim bir bilseniz?"
"Ay, ne oldu? Ne oldu?" diye heyecanla sordum.
"Bizim Naciye'nin torunu Defne var ya, işte o dördüncüyü doğurmuş!"
"Ne?" derken boş bulunduğumdan lokmam boğazıma kaçtı. Bir iki kere sağlam öksürdüm. Diğerleri dedikodunun büyüklüğüne takılmış olmalı ki beni tam ölmeden önce fark ettiler. Eslem yanıma geliyordu aslında, ama yanımda duran Gizem aramızda Çin Seddi misali durduğu için bana ulaşması mümkün değildi. Neyse ki ben ölmeden kızlar benim sırtıma vurup boğazımdaki lokmayı çıkartmama yardım etmişlerdi.
"Al kuzum, su iç." dediğini duydum halamın. Gözlerimi açınca gözlerimin karardığını fark ettim ve bardağı almak için elimi boşlukta gezdirdim. Elimi birisinin eli tuttu ve bardağı elime verdi. Birisinin "Gözün mü karardı?" dediğini duydum. Gizem olmalıydı.
Bardağı ağzıma doğru götürürken kafamı salladım. Sudan iki yudum içip gözümü açtım. "İyiyim merak etmeyin." Gözümü açtım. Karşımda halam vardı. Göz göze gelince güldüm.
Ne işler çevirmiştik seninle be hala.
"Niye güldün?" dedi halam. "Niyesi mi var?" dedim. "Toplanmışsınız başıma, gözlerime bakıyorsunuz. Sizinle yaşadığım anılar aklıma geldi."
"Ay ne bileyim ben! Kafayı sıyırma da." Küçük bir kahkaha attık halamın lafına.
"Neyse neyse." diye araya giren Gizem'di bu sefer. "Harbi dördüncüyü mü doğurmuş?"
"Evet, doğurmuş." Burada bize imasını yapmadan da geçmedi. "Sizden üç yaş büyük ama dördüncüyü doğuruyor baksanıza."
"Hiç öyle imalarla yaklaşma Bahar hala senin de hikayeni biliyoruz." dedi Gizem. Doğruydu. Biliyorduk Bahar Hanım'ında hikayesini.
"Benim dediğimi yapın yaptığımı yapmayın çocuklar. Sonra benim gibi dımdızlak kalırsınız ortada, olan size olur."
"Buluruz biz bir yerden Bahar Sultan. Buluruz." dedim az önce ölümden dönmemiş gibi tıkınmaya devam ederken.
"Tamam siz bulana kadar ben de size iş öğreteyim o zaman. Hadi kalkın bakalım yerinizden." Burada Gizem'e döndü. "Sen de ses gerek diyordun, bak bakalım burada ses mi gerekliymiş güç mü, kuvvet mi?"
Yüzümü eşkitirken ayağa kalktım. İtiraz işe yaramıyordu. Fazlaca denemişliğimiz vardı. "Gelin de size rahat kıyafetler vereyim kızlar. Hem bu kıyafetleriniz kirlenmesin."
Kızlar benim peşime takıldığında halam arkamızdan bize seslendi. "Çabuk olun, on dakikaya buraları toplar, temizlik malzemelerini hazırlarım."
"Tamam." Halama, son hecesini uzatarak verdiğim cevapla beraber odama girmiştik. Ben kızlar için kıyafet seçerken kızlar yatağıma kurulmuştu.
Kıyafetleri seçip arkamı döndüm. Ben de yatağa oturdum ve "Alın." dedim. Gizem uzanıp aldı ve kıyafetlere baktı. Açık mavi ortasında papatya olan bir kısa kollu tişört ve pembe tayt vermiştim. Üzerine de bir hırka. Sevmiş olmalı ki aldı. Eslem'de beğenmişti. Yani en azından ben öyle sanıyordum. Zira bir şeyi sevse de sevmese de alır ya da yapardı. Ama onun tarzını biliyordum. Siyah ve bol giyinmeyi severdi. Bu yüzden ona da siyah, bol bir sweat ve koyu gri bir tayt vermiştim. "Taytlarla üşürseniz söyleyin daha kalın bir şeyler vereyim." Rahat rahat giyinsinler diye çıktım odadan.
Salona gittiğimde halam temizlik için vilada kovasına doldurduğu suya toz deterjanlardan katıyordu.
"Ne ara hazırlandınız?" İlerlemeye devam ettim. "Kızlar giyiniyor. Hem bizim kıyafetler temizliğe uygun ve rahat." Halamda toz deterjanı yerine bırakmış bazı sıvı deterjanlardan döküyordu.
"Kızlar da geldiğine göre temizliğe başlayabiliriz." dedi halam ciddiyetle. Görev dağılımına başlıyorduk. Eslem'i işaret etti. "Kapılar, pencereler sende." dedi halam. Pencereleri güzel hallederdi Eslem. Boyu bizden bir tık daha uzun olduğu için yukarılara da erişebildiğine göre pencerelerden ve kapılardan daha iyi bir temizlik köşesi bulunamıyordu Eslem'e bizim evde.
Eslem'e camsili ve bir tane eski kısa kollu tişörtten verdi. Halam eski kıyafetleri atmazdı. Böyle şeyler işin kullanırdı.
Gizem'e baktı "Sen zaten işini biliyorsun." dedi. İşi Bulaşık yıkamakdı. Ama halama da karşı çıkamazdı. Bu yüzden oflayarak mutfağa doğru gitti. "Ben duyuyorum yalnız." dedi halam arkasından.
Bana baktı bu sefer. Ne diyeceğini anlamıştım. "Hayır." dedim. Olmamalıydı. Belim ağrıyordu benim. "Evet, evet, aynen ondan." dedi. "Süpürgenin yerini biliyorsun zaten."
Yalnız şu an Gizem'in ofunu asıl bizim çekmemiz gerekiyor.
Doğru, belimin ağrıyacağı kesin.
Her zamanki gibi.
Malesef!..
Ben yüzüm asık bir şekilde süpürgeyi almak için arkamı döndüğümdeyse halam bize bizi şikayet eder gibi söyleniyordu. "Valla kusura bakmayın kızlar, sonunuz benim gibi olmasın diye size bu temizlikleri yaptırıyorum. Hem de evlenince ne yapacaksınız siz Allah aşkına? Bunları öğrenmeniz gerek."
Eslem kafasını sildiği camdan bize uzatarak "Bahar hala, bize çektirdiğin eziyeti yok sayarsak bunları öğrenmemiz gerektiği kısmına katılabilirim." Cama camsilden sıkıp tekrar elindeki kısa kollu tişörtle önündeki camı silmeye koyuldu.
Elektrikli süpürgeyi alıp evin en başından, halamın odasından, başlamak için süpürgeyle halamın odasına gittim.
Bu odayla alakalı tek bir şey söyleyebilirdim. Tam bir babaanne odasıydı. Dantellere takmış bir halam vardı ve bu huyunu üzülerek söylemeliyim ki babaannemden almıştı.
İşe ilk önce halamın kıymetlileri olan dantelleri toplamakla başladım. Ve arkasından hemen uyarı geldi. "Kız Kardelen, benim dantelleri toplamayı unutma!"
"Tamam." Sonunu uzatarak verdiğim cevapla beraber her zamanki gibi artık benim için gelenekselleşen halamın dantellerini sayma ve toplama işlemini yapıyordum.
Üç tane minik makyaj masasından, altı tane makyaj masasının yanlarındaki raflardan, iki tane komodinlerden, kocaman bir tane çeyiz sandığının üzerinden, bir tane babamın eskiden kullanmayı çok sevdiğini söyledikleri eski radyonun üzerinden.
Toplam on üç tane. Ve bunların dahasını da görmüşlüğüm var. Onlarda en son halamdan izin alarak baktığımda yetmiş küsürdü. Zaten geri kalanları saydırmamıştı. Nazarım değermiş. Öyle deyip elimden çekip almıştı.
Yalnız en son on yedi yaşındayken baktırmıştı. Ve yetmiş değil elli küsürdü.
Maşallah bize iç ses, maşallah. İkimizde delirdik sonunda! Şu an yetmiş olmayıp da elli olduğuna mı takıyorsun gerçekten? TEMİZLİK YAPIYORUZ ŞURADA!
Valla ne yalan söyliyim Kardelen; evet, yetmiş değil de elli oluşuna takıyorum.
Aman yaa, sen de doğru düzgün bir şeyi kafana taksan şaşacağım.
İç sesimle konuşurken odaya dağılmış olan dantelleri toplamış, her zamanki gibi yatağın sağ tarafında duran komodininin ilk çekmecesine koymuştum. Süpürgenin kablosunu çekip kapının hemen yanındaki fişe taktım. Düğmeye basmadan önce içeriye doğru seslendim. "Ya siz de bir eksiklik hissetmiyor musunuz?"
"Evet, yaa." Eslem cevap verdi hâlâ camı silerken. "Böyle her zaman olan bir şey gibi."
Halam, her zaman ben ilk odayı süpürene kadar Eslem'e yardım ederdi. Bu yüzden kendisine de iki tane eski kısa kollu tişört alıp Eslem'in yanına gitti.
Ben de kapının önünde dikilmeyi bırakıp ayağımın ucuyla elektrikli süpürgenin çalıştırma düğmesine bastım ve yerdeki halıdan süpürmeye başladım.
Az sonra kulağıma Gizem'in şarkılarından biri geldi. Eksik olan şey buydu. Müzikti. Bize de yazıklar olsundu yani. Müziksiz temizlik mi olurdu?
"Bizim eksik şey Gizem'in sesiymiş kızlar." Eslem'in söylediklerine gülerken halam yanıma gelmişti. "Hızlı ol, hızlı." deyip ben odasını süpürene kadar beni izledi. Sonrasıysa halamın bize yaklaşık iki buçuk saat yaptırdığı temizlik oldu.
******
Bursa "Mert." diyen Ecrin Ecem'e "Efendim kraliçem." şeklinde cevap verdi Mert. Ecrin Ecem'i evinden almıştı, beraber çalıştıkları hastaneye gidiyorlardı. Güneş gözlüğünün arkasından gözünü yoldan kesip birkaç saniye sevgilisine baktı. Harbi kraliçeydi. Ama sadece ona kraliçe.
"Nereye gidiyoruz acaba?"
"Kafeye."
"Yanlız." Telefonundaki saate baktı Ecrin Ecem. "Mesaimizin başlamasına yirmi üç dakika var."
"Olabilir." dedi Mert yüzünde mimik oynamazken. Gözü yoldaydı. Bir eli ise güneş gözlüğünü saçlarına sıkıştırıyordu.
"Ne kadar rahatsın Mert."
"Rahat değilim, romantik olmaya çalışıyorum sadece." dedi. "Siz kadınlara da hiç yaranamıyoruz arkadaş ya." Sözlerinin sonlarına doğru birkaç saniye Ecrin Ecem'e baktı. Yine "Kaliçem." dedi içinden.
"Geç kalacağız hastaneye, ondan dedim." Elini Mert'in omzuna koydu ve omzunu okşadı Mert'in.
"Bir şey olmaz bir iki üç dakika kala çıkarız kafeden. Hastane zaten iki sokak aşağıda." Bir yandan arabayı park ediyordu.
"Tamam." dedi Ecrin Ecem. Zira canına minnetti nöbetlerde sürünmektense sevgilisiyle beraber olmak. O yüzden uzatmadı. Duran arabadan indi ve sevgilisinin ellerinden tutarak kafeye girdi. Cam kenarında bir masaya oturdular Ecrin Ecem seviyor diye. Çantasını kulpundan oturduğu sandalyenin kenarına astı Ecrin Ecem.
Mert her zaman olduğu gibi sevgilisinin bu haline uzun uzun baktı. Kraliçesine bakmayı severdi.
Ecrin Ecem önüne dönünce "N'oldu?" dedi. "Niye baktın?"
"Sana bakmam için bir sebep mi olmalı?" Tek kaşını havaya kaldırdı.
"Evet, çünkü- "
"Siparişiniz nedir efendim?" diyen tanıdıkları garson Şükrü, ortamın her türlü tarafını bozmuştu.
Mert'in sinirlendiğini fark eden Ecrin Ecem, Mert'in ağzının bozulmasını istemediği için Şükrü'ye hızlıca cevap verdi. "Biz bir şeyler içmeyeceğiz. Teşekkürler..." Sonuçta Şükrü'nün işi buydu; bir şey demezdi, ama hayatında boş kaosa gerek yoktu. Şükrü'de yanlış bir zamanda geldiğini anlamış olmalıydı ki hemen başka masalara gitti. Her zaman bahşiş aldığı kişiden dayak yemek istemezdi. Malum, kızınca kimseyi tanımıyordu.
Ecrin Ecem tekrar önüne döndü ve Mert'e bir kaç dakika baktı. "Evet, çünkü sen sebepsiz bakmazsın..."
"O kural senin için geçerli değil." dedi Mert. Ama kendine göre hiçbir şey diyememişti. Onun da romantikliği bir yere kadardı. Ne yapsındı. Bir yerden sonra gözlerini kraliçesine dikip aşık aşık bakardı. Belki çok romantik olamıyordu, o işlerden pek anlamıyordu ama kraliçesi onu anlıyordu. Gözlerini okuyabiliyordu. Ağzını dahi oynatmasa ne diyeceğini biliyordu. Tek bir hareketinden ne hissettiğini biliyordu.
Kraliçesi artık onun herşeyini biliyordu.
İki yılda beni ne kadar iyi tanımış... Ne kadar iyi bilmiş... Ne kadar iyi öğrenmiş... diye geçirdi içinden. Bence karım olmasının vakti de gelmiş.
Bir yandan gülerek gözlerini kraliçesinin ellerine çevirdi. Elini tuttu. Kendince kararını kutluyordu.
"Niye güldün?"
"Gülmem için bir sebep mi olmalı?" derken gülüşü bir tık kıkırtıya vurmuştu Mert'in. Bu kıkırtının altına saklamıştı sevincini. Ani karar vermişti ama "Niye daha önce düşünemedim?" demekten de çekilmedi kendine. Kalbi göğüsünden çıkacak gibiydi.
"Olmamalı mı?"
"Tamam, tamam. Durmazsak bunun sonu gelmeyecek."
"Sen başlattın." Artık Ecrin Ecem'de, Mert gibi gülüyordu.
"Tamam." dedi Mert. "Onu kabul ediyorum."
Mert zor olsa da gözlerini kraliçesinden çekti ve kolundaki saate baktı. Yedi dakika vardı.
Mert'in hareketiyle "Geç kaldık!" derken ayağa kalkıp çantasını koluna takmış telefonunu da eline almıştı Ecrin Ecem. Halbuki saati bile bilmiyordu.
"Sakin ol kraliçem, iki dakika sonra gitsek bir şey olmaz." Bir yandan gülerken bir yandan sevgilisine eşlik etmek için ayağa kalkıyordu Mert. Gülüşü tebessüme dönüştüğünde elini cebine atıp cüzdanını çıkarttı. Bu gün Şükrü'ye kızmıştı o yüzden bahşiş bırakmaktan vazgeçip tekrar cüzdanını cebine koydu. Aceleci sevgilisinin elini tuttu ve kafeden çıkıp hastanenin yolunda yürümeye başladılar...
******
İzmir
Odamın kapısını kapattım ve makyaj masamın minik sandalyesine oturdum. Her duşdan çıkınca sürdüğüm kremimi elime alıp elime ve yüzüme sürmeye başladım. Bu kadar temizlikten sonra yine şükür ki sağ çıkmıştım.
Bizim kızların daha doğrusu sadece Gizem'in yayın açtığını duydum. Ve yayına girişine bakarsak benim telefonumu aldığı hiçde zor anlaşılmazdı.
Kızların yanına gitmek için hızlıca üzerimi giyip saçlarımı kurutmadan gittim. Gizem ve Eslem'in dünkü kardelen toplama olayıyla ilgili konuştuklarını duydum. Oturdukları koltuğa ben de yanaştığımda kamerada ben de görünüyordum.
"Ne konuşuyorsunuz?"
"Dünkü maceramız hakkında konuşuyoruz. Kardelen bulamayışımızı." dedi Gizem. Harbi yaa neden hiçbir şey bulamadık biz? Normal değildi. Yani kardelen bulamamamız değil de yaptığımız şeyden elimiz boş dönmemizdendi.
"Bakalım takipçilerim ilk defa bir şeyi beceremememiz hakkında ne düşünüyor." deyip Gizem'in elindeki telefonu aldım. Yorumlara baktığımda hala bana hoşgeldin diyen de vardı kardelen hakkında konuşan da.
38:Kardel'im ilk defa bir şeyi yapamadık bence bir daha dene.
24:Kardelen'in bir şeyleri becerememesi kıyamet alameti olabilir.
48:Hoşgeldin Kardelenimm.
73:Kardelll bunu bize yapma noğlur bir daha dene.
56:Bursa'ya gidebilirsin Ulu Dağ'da kardelen olur, oraya git.
16:Bizim buralara gel burada ararsan bulursun.
"Kızlar," dedim yüzümü Gizem ve Eslem'e çevirirken. "Uludağ'a falan gitmemizi istiyorlar. Oralarda olurmuş."
"Mantıklı aslında." diye söze atladı Gizem. O gidebilirdi Bursa'ya. Ablası Hayal Bursa'da hemşireydi. Kolaydı. Ama ben. Benim için kolay mıydı? Bakalım Bahar Sultan izin verecek miydi? Oradan da bir anneme ötmese olmaz tabii ama "Neyse." deyip kendime şans diliyordum.
Eslem'e baktım onun fikrini almak için. Normalde "Siz ne derseniz ben ondayım." derdi ama fikrini almak lazımdı.
"Bana boşuna bakma Kardel'im, ben Bursa'ya gelemem."
"Gel ama," dedim sonunu uzatarak. O dikkatleri bulurdu ama biz işin eğlencesine daldığımız için bulamazdık. Ona güveniyordum ben. Hem de biz ne ara Bursaya gitme kararı almıştık? Daha bir karara bile varmadan ikna etmeye çalışıyordum.
"Gelemem malesef." dedi. Zorlayamadım. Israr edemedim. Benim de elim konum bağlıydı onun da. Umut olduğu için gelemiyordu. Halama bırak desem bırakmazdı. Aklı burada kalırdı onun. Bir de işi vardı zaten. İşi olmasaydı Umut'u da tutar kolundan götürürdüm de. Malesef götüremiyordum.
Birkaç saniye sessizlikten sonra yayına tekrar döndüm ve gülerek konuşmaya başladım. "Biz bu Bursa'ya gitme konusunu konuşuruz ama benim size sormak istediğim sorular var." dedim. Karar vermeden bir söz veremezdim. Önce konuşmamız lazımdı.
Yayın boyunca bir sürü soru sordum, cevabını da yorumlardan geri aldım. Bireysel ve topluca yaptığımız kardan adamlarının fiziksel özelliklerinden sordum. Kardelen ararken konuştuğumuz konulardan sordum. Kardelen toplamanın niye daha önce aklımıza gelmediğini sordum. Sordum da sordum. Yayını kapattığımızda her soruyu sormuştum. Ama aklımda kalan bir soru vardı. Acaba Ulu Dağ'a gitse miydik? Değer miydi ki? "Gitsek." desem gelirler miydi? Yoksa abarttığımı mı düşünürlerdi? Ya bulamazsak. Çorba oldu beynim, aferin bana.
"Kızlar..." dedim. Onlara söylemeliydim bu aklımdan geçenleri. Kafayı yemeye, delirmeye hiç gerek yoktu sonuçta.
Onlara çağırdığını belli eden bir mırıltı çıkarttı Gizem. İkisinin de bakışları bendeydi. "Konuyla pek alakası yok ama Ulu Dağ'a gidelim mi?"
Birkaç saniye bakıştık. "Bence gidelim." diyen Gizem oldu. Giderdi tabii .Ne de olsa ablası Hayat abla orada hemşirelik yapıyordu rahattı.
Gözlerimi Eslem'e çevirdim. Konuşmadı. Onun yerine kaşlarını kaldırdı.
"Niye?" Dedim, sonunu uzata uzata. Gelmesini istiyordum. Gelmeliydi.
Cevap olarak bir daha kaşlarını kaldırdı. Yalvarır gibi bakıp gözlerimi kırpıştırdım. Sanki konuşunca anlaşamıyormuş gibi sessizce iletişim kuruyorduk. Bizim deli olmadığımızı kanıtlamaya bin şahit gerekirdi.
Oturduğu yerden kalkıp koltuğa geçerken "Ben gidemem ama yine de grupdan konuşalım bu konuyu. Atalara da sormamız lazım." dedi. Telefonunu çıkarttı cebinden.
Telefonumu aldım ve bende koltuğa geçerek "Doğru." dedim. "Ben gruba geçiyorum."
"Tamam, ben de gruba geliyorum." diyerek Gizem'de yanıma geçti. Telefonumu alıp bildirimlere bile bakmadan gruba girdim. Atalay yazmıştı bile.
Atalay: Başdan söyleyeyim, Uludağ'a gelmem. Beni boşuna saymayın.
Atalay'ın yazdıklarını okuduktan sonra mesaj yazacakken Eslem'in sesiyle yönümü Eslem'e çevirdim. "Niye bir yere gidiyormuş gibi konuşuyorsunuz?"
"Gerçekten sadece buna mı takıldın, Eslem. Boş ver." Bizim yanımızda bazı şeyleri boş vermesi gerektiğini, bu kadar mantıklı olmaması gerektiğini defalarca demiştik oysa. Çünkü biz neydik? Tabii ki deliydik. Ölenin yanında ölünmezde ama delinin yanımda deli olunması gerekirdi. Ama şu an bu deliliklerimizi bir kenara bırakıp mesaj yazmam gerekiyordu. Atalay'ın mesajına bir defa daha baktım. Neden gelmeyeceğiyle alakalı bir sebep aradım. Bulamadım. Kimse alınmasın ama ben hayatımda -adımın da Kardelen olması ayrı bir mucize zaten- ikinci defa kardelen aramya gidecektim. Birincisinde nasıl yanımdalarsa ikincisinde de öyle yanımda olmaları gerekiyordu. O yüzden geçerli sebep olmayanı sebebi olmayanı peşimden sürükleyecektim.
Ben mesajı yazarken Eslem mesajını yazmıştı bile.
Eslem: Atalay'a katılıyorum. Ben de gelemem.
Eslem'in mesajını da okudum ve mesajımı tamamlayıp attım.
Atalay ve Eslem kusura bakmayın ama kimse sebepsiz yere "Seninle gelmiyorum." diyemez. Geçerli sebebi olmayanı peşimden sürüklemek suretiyle Uludağ'a götüreceğim.
Gizem: Ben geliyorum zaten.
Ay, Gizo'suz olur mu hiç? O gelmezse neşemiz, tuzumuz, biberimiz eksik olur.
Gizo sen kaçamazsın zaten de gelmeyenlerin geçerli sebeplerini alalım.
Bir sözleşme imzalatmadığım kalmıştı resmen. Biraz abartıyor muydum? Hayır. Biraz değil çok abartıyordum.
Eslem: Hem Umut'un okulu var hem de ben öyle zırt bırt izin alamıyorum. Yani kısacası gelmiyorum.
Geçerli sebepti. Yani izin konusu. Umut'u her türlü götürürdük oraya. Anaokuluna gittiği için birkaç gün gitmese sıkıntı olmazdı. Üçüncü senesi olduğu için de gitmek isteyeceğini pek zannetmiyorum. Kredilerde ve anaokullarında büyümüş bir insan evladı olarak bıkmış olacağını düşünüyorum şahsen. Ama malesef izin alma sıkıntısı vardı.
Atalay: Beni biliyorsunuz. İzin alma gibi bir şansım yok. Kalkıp da yıllık iznimi bu şeylerde kullanamam.
Ben bu mesajı okuduktan sonra bir mesaj daha düştü ekrana.
Atalay: Kusura bakmayın.
Geçerli sebepti. Gelmesini istiyordum ama yıllık iznini kullandirtacak kadar da değildi.
Atalay demişken Ata neredeydi acaba? Niye yazmamıştı? Alında ilk o yazardı ama. Davası olabilirdi. Ama mesajları görünce yazardı gruba. Yarın işi olup olmadığını sorar yoksa sabah gider akşam gelirdik. Kalmak istemiyordum orada. Regl dönemim yaklaşıyordu.
Sonraki güne gelince yayın aça-
Bir dakika lan! Yarın değil sonraki gün doğum günümdü! Ayın yirmi ikisine denk geliyordu.
Vay canına! Gerçekten mi?
Sen bir kere olsun susamaz mısın ya? Her hevesimi kırıyorsun.
Heves ederken bana mı soruyorsun? Hem de dur dur sıkılıyorum. Eğleniyorum seninle uğraşınca.
Tek eğlence benim ya!
Evet, sensin. deyip içten içe kahkaha atan iç sesimin gıcığın teki olduğu gerçeğini görmeyi şu anlık arka plana atmam gerekiyordu. Zira beni bekliyorlardı. Çünkü yazmam gereken bir takım mesajlar vardı.
"Kardel. Ne oldu? Sanki heyecanlandın bir." Kafamı telefondan kaldırıp Eslem'e salak bir bakış attım. Kısa bir sırıtış sergiledim. "Doğum günümün iki gün sonra olduğunu hatırladım da."
Kafasını gülerek iki yana salladı. Bense tekrar telefona döndüm. Yazacak bir şeyim yoktu. Telefonu WhatsApp'tan çıkmadan kapattım ve kızlara döndüm. Niye döndüğümle alakalı hiçbir fikrim yoktu. Diyecek de bir şeyim yoktu ve hafiften uykum gelmişti. Elimi ağzıma kapatıp esnedim. Ben esnerken Eslem'de bana bakıp esnemişti.
"Saat dört buçuk olmuş." diyerek telefonu kapatan Gizem'e baktım. Tatlı bir yorgunluk vardı üzerimizde. Uykumuz da gelmişti. İmkan olsa burada uyurduk.
"Bayağı da olmuş ya." dedi Eslem kendi telefonunu tekrar açarak. Sanırım bir daha saate bakacaktı. "Gizo," dedi bir yandan telefonu tekrar kapatırken. Gizem olduğunu onaylayan bir mırıltı çıkarttı, Gizem.
"Kalkalım artık, biraz sonra Umut'u almaya gideceğim. Hem bırakalım da Kardelen uyusun." Bu sefer onaylayan bir mırıltı çıkarttı, Gizem. Uykuluydu ve ben uykulu Gizem'in tiryakisi olabilirdim. Çok tatlı oluyordu. Binanın arkasındaki kiraz ağacının dibine kitap okumaya gittiğimde yanıma gelen kedilere benziyordu. Nazlı ama tatlı. Ayağa kalktı yavaşça. Sonra geri oturdu. "Gitmesek mi..?"
Eslem'le aynı anda kıkırdadık ve Eslem ayağa kalktı. Çocukların çizgi film izlediği gibi izliyordum onları.
Eslem iki adım atıp Gizem'in yanına gitti ve kolundan tuttu. "Haydi kalk, tembel hayvanım benim." Ayağa kaldırdı. "Gidelim."
"Beni bırak." diye ağzının içinde bir şey mırıldandığını duydum Gizem'in. Eslem ise bana dönüp göz kırptı. Bir şey yapacaktı ama hadi bakalım.
Gizem'in gözleri yarı açık yarı kapalıyken Eslem kolunu hızlıca cimcirdi ve tutmayı bıraktı. Gizem kısa bir çığlık atarken koltuğa gerisin geri düşmüştü. Eslem ise birkaç adım gerilemiş benimle beraber gülmekle meşguldü. Bir yandan gülerken bir yandan "Uykunu da açtığıma göre sağlıklı bir yolculuk yapabiliriz." diyerek "Haydi gidelim." dercesine elini sallıyordu. Gizem pes etmiş olmalı ki ayağa kalkıp kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı. Uykulu olduğum için ayağa kalkma isteğim hiç yoktu ama kalktım. Montlarını giyip gidecekleri zamana kadar sustuk. Halimiz, dehşet, vahşet ve bunun gibi şeyleri kapsıyordu. Her türlü belliydi.
"Haydi Allah'a emanet, kızlar." dedim halam gibi. Ne yaptığımın bile farkında değildim yorgunluktan.
"Görüşürüz." dedi Eslem.
"Bye," dedi Gizem.
"Türkçe kelimeler kullanalım lütfen."
Değil mi ama? Atanamayan bir Türkçe öğretmeninin yanında söylenir mi öyle şeyler? Ayıp.
Sen sussana ya. Her şeyi gözüme sokmak zorunda mısın?
Bu konuyu geçen sefer konuşmuştuk. Kelime israfı etmeyelim.
Senin saçma sapan laf sokma çabalarınla uğraşamam. Uyuyacağım.
Odama gittim. Yatağa üzerime bir şey örtmeden yattım. Gözlerimi kapattım ve dakikalardır beni içine çekmeye çalışan uykunun kollarına kendimi bıraktım. |
0% |