@geceninhisleri15
|
7. Bölüm: Kırılma Noktası Gökçe, sahildeki bankta oturduğu o gece bir karar vermişti. Eflan’a geri dönmeyecekti. Kendisine sürekli aynı acıyı yaşatan bir döngünün içinde kaybolmaktan yorulmuştu. Ama bu karar, söylemesi kadar kolay olmamıştı. İçinde hâlâ bir parça umut vardı; belki de Eflan, onun gerçek aşkıydı. Belki de o bir şans daha vermesi gereken kişi. Eve döndüğünde odasındaki aynaya bakarak uzun süre kendisini izledi. Gözlerinin altında beliren koyu halkalar, tükenmişliğinin dışa vurumuydu. Aynadaki yansıması ona yabancıydı. “Ne hale geldim ben?” diye mırıldandı. Eskiden güçlü, kendine güvenen bir kadındı. Şimdi ise hayatını bir erkeğin etrafında döndürmeye başlamıştı, ve bu erkeğin onu sevip sevmediği bile belli değildi. Yatağına uzanırken gözlerinden yaşlar süzüldü. Bu kez acısı sadece Eflan’dan kaynaklanmıyordu, kendi kendini nasıl bu hale getirdiğini anlamanın verdiği bir acıydı bu. Eflan onun için her şeydi, ama o, Eflan için hiçbir zaman öyle olmamıştı. Eflan’ın sevgisi belirsizdi, soğuktu ve bu belirsizlik Gökçe’yi daha da derine çekiyordu. Gökçe’nin zihninde yankılanan bir ses vardı: “Kendin için ne zaman yaşayacaksın? Ne zaman kendi hayatını geri alacaksın?”
Ertesi sabah, Gökçe bir karar aldı. Kendini bu yalnızlık ve acının içine daha fazla kapatmayacaktı. Uzun zamandır görüşmediği arkadaşı Yağmur’u aradı ve onunla buluşmak istediğini söyledi. Yağmur, Gökçe’nin zor bir dönemden geçtiğini biliyordu ama Gökçe, onunla detayları hiç paylaşmamıştı. Bir kafede buluştuklarında, Yağmur her zamanki neşesiyle karşıladı onu. Ama Gökçe’nin yüzündeki derin hüznü fark ettiğinde ciddileşti. Yağmur: “Gökçe, uzun zamandır seni böyle görmemiştim. Ne oldu? Eflan’la bir şey mi yaşandı yine?” Gökçe, derin bir nefes aldı. “Eflan’la sürekli bir döngünün içindeyim. Onun peşinden koştukça daha da tükeniyorum. Onunla olmak istiyorum ama aynı zamanda onun bana asla tam anlamıyla bağlanmadığını da biliyorum. Artık ne yapacağımı bilmiyorum.” Yağmur, Gökçe’nin elini tuttu. “Gökçe, sana daha önce de söyledim. Eflan, seni mutlu etmek için bir şey yapmıyor. O senin hayatında hep bir gölge gibi, ne tam var ne de tam yok. Onun peşinden koşarken kendini kaybediyorsun. Ama sen kendi başına da güçlüsün, bunu unutma.” Gökçe’nin gözleri doldu. Yağmur’un sözleri onu derinden etkiliyordu, ama bu sözleri kabul etmekte zorlanıyordu. “Biliyorum, ama ondan kopamıyorum. Sanki bir parçam eksik kalacakmış gibi hissediyorum. Eflan olmadan nasıl devam edeceğimi bilmiyorum.” Yağmur, sabırla dinledi. “Gökçe, eksik değilsin. Senin tamamlanmaya ihtiyacın yok. Sadece bunu fark etmen gerekiyor. Eflan’ı sevdiğini biliyorum, ama sevgi her zaman yeterli değildir. Kendini bu acıya daha fazla sürüklemenin bir anlamı yok.”
Yağmur’un sözleri Gökçe’nin zihninde yankılanıyordu. Eflan, Gökçe’nin hayatındaki en büyük karmaşa olmuştu. Ama belki de bu karmaşayı çözmenin tek yolu, ondan tamamen vazgeçmekti. Ancak bu düşünce, Gökçe için dayanılmazdı. Onu hayatından çıkarmak, bir daha asla Eflan’ın sıcaklığını hissetmemek demekti. Ama aynı zamanda, bu acının da sonu olabilirdi. Eve döndüğünde, Eflan’dan gelen mesajı gördü. “Bugün buluşalım mı?” mesajı, kalbine bir bıçak gibi saplandı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Onu görmek istiyordu, ama bir yandan da bu döngüye bir son vermek istiyordu. Telefonu elinde sıkıca tuttu, parmakları titredi. Bir süre düşündükten sonra, derin bir nefes aldı ve mesajı silerek telefonunu kapattı. O an, Gökçe için bir dönüm noktasıydı. Eflan’ın gölgesinde yaşamaktan vazgeçmesi gerektiğini anladı. Kendi yolunu bulmak, kendi hayatını yeniden inşa etmek için bir adım atmalıydı. Ertesi hafta, Gökçe tekrar psikiyatristine gitti. Bu kez daha kararlı görünüyordu. Gözlerinde bir ışık vardı, ama bu ışık hem acıyı hem de yeni bir başlangıcın umutlarını taşıyordu. Psikiyatrist: “Gökçe, geçen hafta senden haber almadım. Neler oldu?” Gökçe, hafifçe gülümsedi. “Eflan Gökçe: “Eflan’dan bir mesaj geldi ama ona cevap vermedim. Bu sefer gerçekten devam etmeye karar verdim. Onu hayatımdan çıkarmak zorundayım, biliyorum. Aksi takdirde hep aynı döngünün içinde kalacağım.” Psikiyatrist, Gökçe’ye dikkatle baktı. “Bu büyük bir adım, Gökçe. Eflan’ı hayatından çıkarmak, senin için bir özgürlük olabilir. Ama bu özgürlüğü nasıl kullanacağın, bu kararı aldıktan sonra ne yapacağın daha da önemli. Peki, bu boşluğu nasıl doldurmayı planlıyorsun?” Gökçe bir an durakladı. Boşluk. Eflan’ı hayatından çıkardığında geriye büyük bir boşluk kalacağını biliyordu. Onunla birlikte geçirdiği zamanlar, umutları, hayal kırıklıkları… Hepsi bir boşluğa dönüşecekti. Ama bu boşluğu doldurmak için kendine dönmesi gerektiğini de fark ediyordu. Gökçe: “Kendimi bulmaya çalışacağım. Bunu nasıl yapacağımı tam olarak bilmiyorum, ama belki de önce kendime bir şans vermeliyim. Kendi hayatıma, hayallerime, ihtiyaçlarıma.” Psikiyatrist, hafifçe başını salladı. “Bu başlangıç için mükemmel bir adım. Kendine zaman tanı. Kendi değerini anlamaya başladıkça, başkalarından gelecek sevgiyi beklemenin seni nasıl etkilediğini de daha iyi göreceksin. Şimdi kendine odaklanma zamanı.” Gökçe, derin bir nefes aldı. Bu sefer gerçekten değişmeye kararlıydı. Eflan’dan uzak durmanın zorluğunu biliyordu ama içindeki gücün farkına varmaya başlamıştı. Kendi hayatını yeniden inşa etmek için bir fırsatı vardı. Ve bu fırsatı değerlendirmek istiyordu.
Gökçe, psikiyatristten çıktıktan sonra bir parkta yürümeye başladı. Ağaçların arasından süzülen güneş ışıkları yüzüne vuruyor, hafif bir rüzgar saçlarını savuruyordu. Bu yürüyüş, onun için yeni bir başlangıcın simgesi gibiydi. Yavaş adımlarla, ama kararlı bir şekilde ilerliyordu. Eflan’ı düşünmemek zordu. Onunla geçirdiği zamanlar zihnine üşüşüyor, kalbini sıkıştırıyordu. Ama bu kez, Gökçe bu düşünceleri kontrol etmeye çalıştı. Her aklına gelişinde, kendine dönüp soruyordu: “Bu düşünceler bana ne katıyor? Bu anılar bana ne öğretiyor?” Bir an durup banklardan birine oturdu. Yanında kimse yoktu. Yalnızlık, ilk başta onu korkutmuştu ama şimdi bu yalnızlık bir özgürlük hissine dönüşüyordu. Kendi düşüncelerine ve hislerine tamamen odaklanabildiği, kendini dinleyebildiği bir zaman dilimiydi. Gökçe’nin iç sesi ona fısıldıyordu: “Artık Eflan’ın gölgesinde yaşamıyorsun. Bu yol senin yolun. Şimdi kendi gökyüzünü bulma zamanı.”
Eve döndüğünde, eski fotoğraflara bakarken Eflan’la olan anılarıyla yüzleşti. Bir zamanlar ona mutluluk veren her anı, şimdi bir yük gibi hissettiriyordu. Fotoğraflardan biri özellikle dikkatini çekti: Sahilde, el ele yürüdükleri bir fotoğraf. Gözlerinde o zamanın masum mutluluğu vardı. O fotoğrafa uzun süre baktı. Sonra hafifçe gülümseyerek kendi kendine konuştu. “Bu ben değilim artık. O zamanki Gökçe, Eflan’ı her şey sanıyordu. Ama artık biliyorum ki, bu ilişki sadece beni aşağıya çekiyordu.” Bir an için fotoğrafı elinden bıraktı, sonra onu bir kutuya koydu. Geçmişiyle tamamen yüzleşmenin zamanı gelmişti. Her ne kadar acı verici olsa da, bu yüzleşme Gökçe’nin kendini yeniden inşa etmesi için bir adımdı.
Birkaç gün sonra, Gökçe yeni bir hobi edinmeye karar verdi. Yıllardır yapmayı düşündüğü bir şey vardı: Resim yapma. Eline hiç fırça almamıştı ama içindeki yaratıcı tarafı keşfetmenin vakti gelmişti. Kendini ifade etmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordu ve resim yapmak ona bu fırsatı veriyordu. İlk başta tuvali önüne aldığında, ne çizeceğini bilemedi. Ama sonra derin bir nefes aldı ve içinden gelen duyguları dışa vurmaya başladı. Fırça tuvalde dans ederken, içindeki karmaşa, korkular ve umutlar bir resme dönüşüyordu. Gökçe için bu bir metafordu: Kendi hayatını yeniden boyamak, kendi dünyasını yaratmak. Eflan’ın gölgesinden kurtulmak demek, sadece geçmişi geride bırakmak değil, aynı zamanda geleceğe yeni bir sayfa açmak anlamına geliyordu. |
0% |