@geceninhisleri15
|
8. Bölüm: Yeniden Doğuş Gökçe, Eflan’dan uzaklaşma kararının üzerinden haftalar geçmişti. İlk başta bu süreç, adeta bir bağımlılıktan kurtulmak gibiydi. Her gün onu aramamak için kendini zorladı, mesaj atmamak için defalarca düşündü. Ama her sabah uyandığında biraz daha güçlü hissediyordu. Eflan’sız geçen her gün, Gökçe’nin kendini bulma yolculuğunda bir adım daha ileri gitmesi demekti. Bir sabah, Gökçe güneşli bir İstanbul sabahında uyanırken artık hayatında Eflan’ın yarattığı karanlık gölgenin yerine kendi ışığını bulabileceğine inanmaya başladı. Bir fincan kahve yapıp balkonuna çıktı, martıların çığlıkları ve denizin huzur veren sesiyle rahatladı. Geçmişe dönük bir hüzün hissetmedi bu kez, sadece geleceğe dair bir umut vardı Yağmur’la daha fazla zaman geçirmeye başlamıştı. Onunla birlikte uzun yürüyüşlere çıkıyor, kahve içip saatlerce sohbet ediyordu. Bu sohbetler sırasında, Yağmur ona kendi hayatından, aşk hikayelerinden ve hayal kırıklıklarından bahsediyor, Gökçe’yi yeniden hayata bağlamak için elinden geleni yapıyordu. Bir gün Yağmur, Gökçe’yi sürpriz bir etkinliğe götürmek istedi. “Bugün senin için harika bir şey planladım. Haydi, hazırlan!” dedi. Gökçe, şaşkınlıkla ona baktı ama kabul etti. Yağmur’un hazırladığı etkinlik, aslında Gökçe’nin çocukluğundan beri merak ettiği ama hiç deneyimlemediği bir şeydi: Seramik atölyesi. Atölyeye girdiklerinde, karşılarında sıralanmış rengarenk çamurlar, farklı şekil verme aletleri ve dönen çömlek tezgahları vardı. Gökçe, önce ne yapacağını bilemedi. Yağmur onu cesaretlendirdi. “Hadi, bir dene! İçindeki tüm duyguları bu çamura aktar. Bakalım nasıl bir eser çıkacak.” Gökçe, çömlek tezgahının başına geçti. Çamura dokunduğunda, içindeki tüm duyguları, öfkeyi, acıyı, sevgiyi hissetti. Yavaş yavaş çamura şekil vermeye başladı. Ellerinde şekillenen her kıvrım, Gökçe’nin duygularının bir dışavurumu gibiydi. Çömlek sonunda şekil aldığında, ona bir süre baktı. Bu, onun için bir şeylerin değiştiğinin, içindeki acının bile bir güzellik yaratabileceğinin bir kanıtıydı. Yağmur, onun yanına gelerek omzuna dokundu. “Harika bir şey yaptın, Gökçe. İşte bu, senin eserinin ta kendisi.” Gökçe, gülümsedi. O an, kendisiyle gurur duydu. Eflan’ın gölgesinde yaşamaktan vazgeçip kendi eserini yaratmanın huzurunu hissetti. Gökçe, atölyeden dönerken telefonuna bir bildirim geldi. Bir arkadaşının önerisiyle katıldığı yazı kursundan bir davet almıştı. Hikaye anlatma üzerine bir seminer verilecekti ve Gökçe’ye konuşmacı olarak katılmasını teklif ediyorlardı. Bir an durakladı. İlk başta bu teklif ona çok büyük geldi. Ama sonra, bu kendini ifade edebileceği bir fırsattı. Yazmak her zaman içinde bir tutku olmuştu ama bu tutkuyu hep geri planda bırakmıştı. Kararını verdi ve daveti kabul etti. Bu karar, Gökçe’nin hayatında bir dönüm noktası olacaktı. Seminer günü geldiğinde, salonda heyecanla bekleyen insanlar arasında dolaştı. Eline aldığı notlara son bir kez göz attı ve sahneye çıktı. İnsanlara kendi hikayesini, Eflan’la yaşadıklarını, o ilişkiden nasıl çıktığını ve bu sürecin onu nasıl güçlendirdiğini anlattı. Gözleri doldu ama sesinde bir güç vardı. Dinleyiciler sessizce onu dinliyor, söylediklerini anlamaya çalışıyordu. Konuşmasını bitirdiğinde büyük bir alkış koptu. İnsanlar, Gökçe’nin içindeki gücü ve dürüstlüğü takdir etmişti. O an, Gökçe sahneden inerken, ilk kez kendini bu kadar güçlü ve özgür hissetti. Hayatında ilk kez, kendi hikayesini paylaşmış, kendi sesini bulmuştu.
Ertesi gün, Gökçe seminere katılanlardan gelen birçok destek mesajıyla dolup taşan bir gün geçirdi. Aldığı olumlu geri dönüşler, kendine olan güvenini artırıyordu. Ama telefonuna düşen bir mesaj, bütün bu duyguları alt üst etmeye yetti. Mesaj, Eflan’dan gelmişti. “Seminerini izledim. Harikaydın. Konuşmamız gerektiğini düşünüyorum.” Gökçe’nin içi titredi. Eflan’ın böyle bir mesaj göndermesi, Gökçe’yi hem şaşırttı hem de içini bir huzursuzluk kapladı. Ona geri mi dönmek istiyordu? Yoksa sadece hayatına yeniden girmek mi? Kafasında bin bir soru vardı. Bir süre o mesajı düşündü. Cevap vermek istemiyordu ama bir yandan da Eflan’ın bu mesajı göndermesi onu meraklandırıyordu. İçinde hem bir öfke hem de hâlâ bir umut vardı. Fakat bu sefer, duygularına yenik düşmemeye karar verdi. Telefonunu kapatıp dışarı çıktı, Yağmur’u aradı ve onu bir kafede buluşmaya çağırdı. Yağmur, Gökçe’nin yüzündeki ifadeyi görünce hemen ne olduğunu anladı. “Eflan mı aradı?” dedi. Gökçe başını salladı. “Ne istiyor, Gökçe?” Gökçe, derin bir nefes aldı. “Bilmiyorum. Konuşmamız gerektiğini söylüyor. Ama ben onunla konuşmak istemiyorum. İçimden bir ses, bu döngüye geri dönmemem gerektiğini söylüyor.” Yağmur, Gökçe’nin elini tuttu. “Eflan, senin hayatında bir gölgeydi. Sen bu gölgeden çıkmayı başardın. Şimdi seni geri çekmesine izin verme.” Gökçe, bu sözler üzerine başını salladı. Yağmur haklıydı. Onun hayatına yeniden girmesine izin verirse, bütün bu çabaları boşa gidecekti. Bir anlık zayıflık, Gökçe’nin kendine olan inancını sarsabilirdi.
Gökçe, Eflan’ın mesajını görmezden gelmeye karar verdi. Hayatına odaklanmalıydı. Kendi yolunu çizmeliydi. Bir sabah, bilgisayarını açtı ve hayalini kurduğu hikayeyi yazmaya başladı. Kendi hikayesinden esinlenerek, bir kadının kendini bulma yolculuğunu anlatan bir roman yazmaya karar verdi. Yazdığı her satır, içindeki acıları ve sevinçleri, umutları ve hayal kırıklıklarını dışa vuruyordu. O hikaye, Gökçe’nin geçmişiyle hesaplaşma şekliydi. Eflan’ın gölgesinde kalmadan, kendi ışığını bulmanın ve o ışığı dünyayla paylaşmanın bir yoluydu. Gökçe, her gün biraz daha ilerliyordu. Eflan’ın mesajını hiç cevaplamadı. Onun geçmişinde kalmasına izin verdi. Artık kendisi için yaşıyordu, kendi hayatını, kendi hikayesini yazıyordu. |
0% |