@geceninhisleri15
|
Final: Ayrılığın Sonsuzluğu
Yıllar geçmişti. Gökçe, Eflan’ın hayatına girdiği ilk gün gibi aklındaydı hâlâ. Zaman, onun yaralarını iyileştirmemiş, aksine her geçen gün daha da derinleştirmişti. Gökçe’nin Eflan’a olan sevgisi, bir umudun peşinde harcanan koca bir ömre dönüşmüştü. Her anında onu beklemiş, onun geri döneceğine dair inancını asla kaybetmemişti. Ama bekleyişinin bir sonu olmamıştı. Eflan, sürekli gelip Gökçe’nin kalbini okşar gibi yapıp ardından yine onu yalnız bırakmıştı. Bu döngü Gökçe’nin içindeki kırıklıkları daha da çoğaltmış, ruhunu büsbütün karanlığa sürüklemişti.
Sonunda bir gece, Gökçe’nin kalbi artık bu acıya dayanamamıştı. Soğuk bir kış akşamında, odasında yalnız başına, yorgun ve umutsuz bir halde yatağında uzanıyordu. Dışarıda kar yağıyor, şehir beyaz örtüsünü giyiyordu. Gökçe, elindeki mektuba son bir kez bakarken, kalbinin artık bu yükü taşıyamadığını hissediyordu. Hayatını, umutlarını, en derin duygularını ona adamış, ama karşılığında sadece boşluk bulmuştu. Son bir kez Eflan’a yazmaya karar verdi:
“Sevgili Eflan…
Sevgilim umarım sana yazdığım mektupları almış ve okumuşsundur .Göndermek istediğim ama cesaret edemediğim daha tonlarca mektuplar var. Sırf intihar etmemek için onlarca kağıtları yırtıp attım, artık yolun sonu gözüküyor ne ben sana kavuşabildim nede sen bana gelebilmek için bir adım attın. Sırtıma sapladığın hançerin yarası kanıyor, kalbime dayadığın silahtan çıkan mermi göğsümü delip geçti. Olsun ben ona da razıyım varsın kanasın yaralarım ben bu yolu sana kavuşamayacağımı bile bile yürüdüm. Bu satırlar benim son sözlerim,son nefesim. Hoşçakal…
Gökçe”
Bu veda mektubu, Gökçe’nin Eflan’a olan son sözüydü. Yorgun ruhunu artık dinlendirmek istediğini hissediyordu. Gözlerini kapattı ve huzurla uykuya daldı. O gece, Gökçe için ebedi bir uyku olmuştu; tüm acılarının ve bekleyişlerinin son bulduğu an…
Eflan, sabah Gökçe’nin ölüm haberini aldığında yaşadığı pişmanlık ve acı karşısında ne yapacağını bilemez haldeydi. Onun kalbini nasıl kırdığını, hayatını nasıl tükettiğini o an fark etti. Gökçe’nin mektubunu okurken, her bir kelime içini daha da yaktı. Kendisi yüzünden hayatını adadığı kadın, artık yoktu. Eflan, her şeyi kaybettiğini o an anladı.
Aradan uzun yıllar geçti. Eflan, Gökçe’nin ölümünden sonra içindeki pişmanlıkla yaşamaya mahkum olmuştu. Onun anılarıyla baş başa, hayatını bir gölge gibi sürdürdü. Her sabah Gökçe’nin mezarına gidip sessizce oturur, onunla konuşur gibi olurdu. Yalnızca pişmanlık ve acı kalmıştı geriye. Gökçe’nin hayatını elinden alacak kadar sevgi dolu oluşunu geç fark etmenin bedelini, hayatının geri kalanında ödeyecekti.
Gökçe’nin mezarı başında, bir sonbahar günü Eflan kendisine fısıldadı: “Keşke seni gerçekten sevseydim, Gökçe. Keşke seni hiç bırakmasaydım…”
Gökçe, artık yoktu. Ama onun yokluğu, Eflan’ın hayatının bir gerçeği olmuştu. Sevdiği kadını yitirmişti, ama onun yokluğu, Eflan’ın ruhunda silinmeyen bir yara olarak kalacaktı. Kendi pişmanlıkları ve vicdan azabıyla yanıp tutuşan Eflan, yıllar boyunca Gökçe’nin bıraktığı boşluğu dolduramadı. Her anında, her nefesinde, onun eksikliğini hissetti.
Gökçe, artık gökyüzünde bir yıldız gibi Eflan’ı izliyordu belki de. Ve Eflan, hayatı boyunca o yıldızın altındaki karanlıkta kaybolarak, içindeki sevgi ve pişmanlıkla yaşamaya devam etti. Böylece, Gökçe’nin aşkı, Eflan’ın kalbinde sonsuza dek sürecek bir yara olarak kaldı. |
0% |