@geceninkiyisinda
|
Adım Heves Akyel. Öyle ahım şahım bir geçmişi yok, annemin bir anlık koyduğu bir isim sadece. Mevcut olan yaşantımın aksine oldukça sade duran, tüm hevesimin kursağımda kaldığı anlarda bana kendini gösteren bir isim. Yirmi üç yaşında olmama rağmen hala baskıcı bir aile sahip olmanın yanı sıra, istemediğim bölümde okuyarak tüm hayallerimden zorla vazgeçirildim. Yani, kaçabilir miydim, tüm bunlara karşı savaş verebilir miydim orası sorgulanırdı. Küçüklüğümden beri ailemin gölgesinde büyüyen bir kız olmuştum. Onların emirlerine göre hareket etmiş, yapma dedikleri ne varsa yapmamıştım. Çünkü aile demek bu demekmiş, tabii bu; dünyada gördüğüm en büyük yalan. Aile; birlik olmak, sevgilerin daima yaşadığı; her bir zorlukta sırt sırta vermektir. Bu tamamen benim bakış açım, kimi ne göre de aile tamamen baskıdan ibaret. Örnek; ailem. Beni küçüklüğümden bu yana olmak istemediğim bir insana dönüştürmek için uğraştılar. Sürekli olarak girdiğim her ortamda popülerliğimi kazandıran bir aileye sahip olmak sandığınızdan da kötü. Tek çocuğum, herhangi bir kardeşe sahip olmadığım için tüm gözler benim üzerimde oluyordu, bu da hiçbir şekilde hoşuma gitmeyen bir durum. Aile bireylerinin dünya genelinde en iyi cerrahlar olması her ne kadar iyi gözükse de benim açımdan can sıkıcı bir durum olmaktan asla çıkmıyordu. Yatağımın üstünde öylece oturuyordum. Dizlerimin üzerine yerleştirdiğim laptobuma gelen maille birlikte kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Sonunda o okula kabul edilmiştim. Dünyanın en başarılı resim okuluna kabul edilmiştim. Küçüklüğümden bu yana her türlü resimleri yapabiliyordum. İnsanların çeşitli hobileri vardı. Kimisi müzik dinler, kimisi oyun oynar, kimisi de enstrüman çalardı. Ben ise resim çizerek hayatı bulurdum, resim çizerek kendimi rahatlatırdım ve bu his paha biçilemezdi. Henüz beş yaşındayken resim çizmeye karşı içimde büyüyen bu ilgi yıllar geçtikçe arttı. En ufak bir kağıda dünyaları sığdırırdım. Eğer o ortamda bir kağıdım yoksa mutlaka bulduğum bir peçete bile resim çizerdim. Bir kalemim vardı, bu kalemi bana babaannem vefat etmeden önce vermişti ve onu bir an olsun yanımdan ayırmazdım. Sürekli olarak kağıtla dolaşmasam da kalemsiz bir günüm geçmiyordu. Bu sınavı her ne kadar kazansam da asla bir sonuca varıp da gidemiyordum çünkü ailem bunu kabul etmiyordu. Bana sürekli olarak ileride onlar gibi bir cerrah olmam gerektiğini söylüyorlardı. Doktorluk da iyi bir meslekti fakat insan hayallerinden vazgeçmek istemiyordu. Bunu da bana söyleyen babaannemdi. Ne garip ama. İçimi saran heyecanla birlikte korkum da her geçen saniye daha çok arttı. Macbookta açık olan maili kapatıp tekrardan açmaktan başka bir şey yapmıyordum. Akşam yemeği için yaklaşık on dakika sonra çağırılacaktım. Evet, bu da evimizin başka bir kurallarından biri. Disiplinli bir aileye sahip olmak asla kısıtlayıcı bir aileye sahip olmak demek değildi ama bunu kimse anlayamazdı. Derin bir nefes alarak bebek sarısı saçlarımı bileğimdeki tokayla dağınık bir topuz yaptım. Yaz ayında olsak bile klima sağolsun hastalanmadığıma şükretmem gerekiyordu. Üzerimde duran toz pembe şortlu pijama takımıyla aşağıya inersem çeneleri asla susmazdı. Saçma sapan kurallar, insanı tamamen çileden çıkartmak için vardı. Bu sınava son girişimdi. Eğer yine kabul edilmezse, yine gidemezsem bir daha sınava giriş hakkım kalmıyordu ve böylelikle hayallerimi bir mezara gömmekten başka çarem de kalmayacaktı. Macbook'u dizlerimin üzerinden yatağın üstüne bıraktığımda yalın ayaklarımı soğuk zemine dayadım. Minik komidinin üstünde duran klimanın kumandasını alarak klimayı kapattım. Hem akşam vakti olduğundan hem de içerisi yeterince serin olduğundan daha fazla açık kalmasına gerek yoktu. Odam da aslında kişiliğim kadar renkliydi. Ben, siyah renklerden nefret eden bir kızdım. İçimi karartırdı, siyah bütün kötülüklerin rengiydi ve ben beyazdım. Kişiliğimin aksine ters bir yaşantıya sahip olsam bile hayatımda hiçbir zaman siyaha yer yoktu. Yatağım odanın tam ortasında duruyor, karşısında ise orta büyüklükte bir makyaj masası vardı. Yatağımın sağ tarafında büyük bir beyaz gardrop vardı. Makyaj masamın üzerinde duran led ışıklar yıldız şeklindeydi. Hepsi odamı soft şekilde aydınlatıyordu, zaten normal ışığıda asla kullanmazdım. Odamın her bir köşesinde bitki vardı. Yatağımın üzerinde bulunan bir sarmaşık, hemen baş ucumda bir zambak, makyaj aynamın üzerinde minik kaktüsler bulunuyordu. Yatağımın altına doğru istemsizce eğildiğim sırada en köşeye ittirdiğim o resim defterimi görüp ona doğru uzandım. Her şeyim gizli olmak zorundaydı. Bir keresinde bu defteri ortada bıraktığım için bile evde cehennemi yaşamıştım. Defteri açtığımda ilk sayfada bulunan resim; bir sahilde, elindeki resim defteriyle oturan bir kadın vardı. O kadın bendim. Gökyüzüne çevirdiğim başımla görüş açımı kaplayan birden fazla yıldız; o yıldızların içerisinden bir tanesi ise aşağıya doğru süzülüyordu. Kendi düşüncelerimden sıyrılmama sebep olan şey kapının yavaş bir şekilde çalması oldu, hızlı bir şekilde eskiz defterimi kapatarak yatağın altına attığım sırada yüzüme her zamanki gülümseyişimi ekledim. "Gelebilirsin." Kapı yavaşça açıldığı sırada bana gülümseyerek bakan bir adet Derya teyze vardı. Derya teyze, kendimi bildim bileli evimizde olan; çocukluğumda annemden daha çok vakit geçirdiğim kadındı. Tonton yanakları, masmavi gözleri, kıvırcık kumral saçları vardı. Ailemizin en güvenilir çalışanlarından biriydi. "Giyinmemişsin hala," dedi Derya teyze, içeriye girerek odamın kapısını kapattı. "Annenler yemeğe bekliyor, biraz daha gecikirsen yine söylenmeye başlayacaklar." Klasik rutinlerden biriydi. Akşam yemekleri belirli saatlerde yenir, beş dakika bile geç kalırsan disipline uymadığın için bir ton azar işitirdin. He birde; asla pijamayla o masaya oturamazdın. Yavaşça omuz silkerek yataktan kalktım. Derya teyze bana mavi rengini çok yakıştırırdı, beni hiç şaşırtmayarak beyaz gardrobumun önüne gitti. Askılıktan bebek mavisi bir gömlek çıkartarak bana döndü. "Sana çok yakışacak," dedi sırıtarak. "İçine de beyaz bir crop ayarlayalım... Altına da mavi bir pantolon!" "Sen ne dersen öyle olur sultan," dedim, sırıtışına eşlik ederek. Aynanın karşısına geçip birbirine karışmış olan saçlarımı taramaya başladım. Garipti, evin içinde olmama rağmen date'e gidiyormuş gibi hazırlanıyordum. Her günümüz böyleydi, dışarıya çıkarken göstermediğim özeni evde göstermek zorundaydım. "Annemle babam çok sinirli mi?" diye sordum sarı saçlarımı tararken. Alacağım cevap belki de kaderimi belirleyecekti. Onlar sinirli olduğu zaman ters bir kelime söyleyemezdim, babamdan daha çok annemin baskınlığı üstündü. Saçlarımı taradıktan sonra ona dönerek avuç içlerimi makyaj masama dayadım, kalçamı makyaj masasına yasladım.. Başını hafifçe omuzuna eğdiği sırada elindeki gömleği yatağımın üzerine bıraktı, ardından diğer kıyafetlerimi de direkt gömleğin yanına koydu. "Vazgeçmeyeceksin değil mi?" dedi, umutsuz bir ses tonuyla. Vazgeçeceğime dair hiçbir zaman umudu olmamıştı çünkü. Belki de resime olan aşkımı en iyi bilen kadın kendisiydi, hayallerimden kopamayacağımı da çok iyi biliyordu fakat bunun sonucunda üzülecek olmamdan korkuyordu. "Okula kabul edildim," diyerek mırıldandım. Büyük bir sevinçle ellerini ağzına koyarak gülümsemeye başladı ve "Bu çok güzel bir haber, kızım." dedi. Demesi bir şeyi değiştirmiyordu çünkü kendi isteğim üzerine gidebileceğim bir okul değildi. "Evet, öyle ama bu son kabul edilişim. Yaklaşık üç tane sınava girdim ve bu dördüncü, okul bana gönderdiği yazıda son hakkım olduğunu yazmış," Derin bir nefes alarak yataktaki kıyafetlerime doğru ilerleyip giyinmeye başladım. "Eğer bu sene de gitmezsem bir daha asla katılabilme şansım olmayacak." "Belki izin verirler," dedi ama ses tonundan anladığım kadarıyla pek de izin vereceklerini düşünmüyordu. "Bir şansını denersin." "Yeteneğimden dolayı defalarca bana şans tanıdılar, bu sefer de gitmezsem bir daha asla bu okula gidemeyeceğim." Bu okul, dünya çapındaki en iyi resim okuluydu. Farklı ülkelerde gerçekleşen yarışmaların dışında okulun her ülkede farklı bir şubesi vardı. Bu şube içerisinde bulunan öğrenciler özenle yetiştiriliyor, geleceğin ressamları olmaya hak kazanıyorlardı. Normalde olsa oldukça pahalı bir okuldu ve ben bu okulu tek bir kuruş ödemeden kazanmıştım. Tek sorun gidip gitmemekti. "Olsun," dedi Derya teyze. "Biz bir deneyelim," Gömleğimi de üzerime geçirip kıyafetlerimin hepsini giydim. Yüzüme makyaj yapmak istemiyordum ama göz altlarım birkaç gündür uykusuz kaldığım için oldukça morarmıştı. Tekrar makyaj aynasına dönerek bir kapatıcı aldım ve direkt moraran yerlere uyguladım. Ardından rimeli de zaten gür olan kirpiklerime sürerek iyice ortaya çıkardım. "Deneyelim tabii," dedim zorlukla gülümseyip. "İzin vermezlerse bile asla vazgeçmeyeceğim ve bir şekilde o okula gideceğim." "Tamam doktor hanım," dedi Derya teyze gülüşleri arasında. "Hem ressam hem de doktor, seni alan yaşadı." "Beni bir an önce alsalar da ben yaşasam," dedim ben de şakayla karışık. Tabii ki bu bir şakaydı. "Belki evlenince bu evde olduğum gibi mapus yatmam, ne diyorsun?" "Evlilik öyle bir şey değil, kızım." "Belki demiştim zaten. Hayır, sevgilim falan da yok ki, desem beni kaçır götür. İki yıldır yapayalnız bir kız olarak kaldım." En son iki yıl önce bir sevgilim olmuştu, onunla da bir kafede şans eseri tanışmıştık. Kendisi sürekli olarak gittiğim kafede garsonluk yapıyordu ama bir görseniz, o kadar nazik, şirin bir adamdı ki. Sonra ne olduysa öküze döndü. Bana el kaldırmaya kalktı, ben de o eli çevirip müsait bir yerine sokmadan önce tekmeyi bastım. Asla şiddete meyilli bir adama aşık olamazdım, olsam bile bunu önlemek için gerekirse aylarca acı çekerdim. Öyle de olmuştu zaten. Ayrıldıktan sonra iki ay kendime gelemedim, hayır, o zamanlar çok sempatik görünen adam ayrılınca gözümde sıfıra düşmüştü. Diyordum; ben bununla nasıl çıktım? Neyse ki ilk öpücüğümü o dağ ayısına kaptırmamıştım. Derya teyze çabuk olmamı söyleyerek odamdan ayrıldığında, yarım şekilde açık olan pencereden içeriye doğru ayın parlaklığı yansıyordu. Ay, bulutların arasında gizlenmeyi bırakarak kendini özgürleştirmişti. Bulunduğumuz konum daha çok ormanlık alanda kalıyordu, evimizin bir kilometre ötesinde ise kumsal vardı. Gündüzleri ders çalışmaya gideceğimi söyleyerek o kumsala gider, sakin deniz dalgaları eşliğinde resim çizerdim. Bazen gökyüzündeki yıldızları, bazen de denizin maviliğini resmederdim. Kalp atışlarım her geçen saniye daha da artmaya başlıyordu. Korkuyordum, aslında cevabını bildiğim şeylerden korkmakta en büyük saçmalıklardan biriydi. Odamdan çıkarak uzun koridora baktım. Evimizde sekiz tane oda bulunuyordu, benim odamla beraber dokuzdu. Birkaç ay öncesine kadar yalıya sahiptik fakat bir takım işlerin yerinde gitmemesi üzerine daha küçük dedikleri buraya taşındık. Merdivenlere doğru yönelerek derin bir nefes aldım. Trabzanlardan sıkıca tutunduğum sırada annemlerin keyif dolu kahkahası kulaklarıma doldu. Bir müddet öylece bekleyip kendime gerekli olan zamanı tanıdım. Her söyleyişimde bu kadar heyecanlanıyordum fakat benim değişmeyen heyecanım gibi onların da cevapları asla değişmiyordu. Tam olarak hazır hissettiğimde merdivenlerden yavaşça inerek salona doğru ilerledim. Evimizin salonu oldukça büyüktü, üst kattan alt kata inmek için iki yanda da merdiven vardı. Merdivenlerden indiğim gibi karşıma dış kapı çıkıyordu, içeriye doğru girişte ise büyük bir salon mevcuttu. Babam, yankılanan adım seslerini duymuş olacak ki gülüşü yavaşça soldu, çekingen bir şekilde yanlarına doğru ilerledim. Sarı saçlarımı ve mavi gözlerimi annemden almıştım. Babam, annem ve benim aksime koyu kahverengi saç rengine sahipti. Boyumun biryetmiş iki civarı olması da sanırım annemle babamın boyutlarının tam ortasıydı. "Şükür gelebildin," dedi babam, dirseklerini masaya yerleştirerek çenesini ellerine dayadı. İfadesizdi, zaten bana ne zaman tam olarak gülümsediğini bile hatırlamıyordum. "Birkaç dakika geç kaldın hemde." "Kusura bakma, baba," diyerek annemin tam karşısına, babamın çaprazına oturdum. Masada üç kişiye fazlaca yetecek kadar yemek bulunuyordu. Heyecandan avuç içlerim terlemeye başlayınca mavi kot pantolonuma avuç içlerimi sildim. "Biraz başım ağrıyordu, kalkamadım." "Yine mi migrenin?" dedi annem, gözlerini kısarak. Çocukluktan beri migren denen illet peşimi asla bırakmıyordu fakat şu an konumuz baş ağrısı değildi. Yavaşça başımı salladım, önümdeki domates çorbasından bir yudum almak istemiştim ki elimin deli gibi titrediğini fark ederek kaşığı geri bıraktım. "İyi misin sen?" dedi babam, sorgulayıcı bir tonlamayla. Önümdeki çorbadan başımı kaldırıp babama döndüm. Kaşları çatılmaya başladığında başını hafifçe öne eğdi. "İyiyim," dedim yarım ağızla. "Hala tam olarak başım geçmedi de." "İlaçlarını neden almıyorsun?" "Alıyorum." Annem uzun bir iç çektiğinde ona döndüm. "Küçücük kız mı? Neden sorguluyorsun? Tabii ki de alacak, hem o bir Tıp öğrencisi. Kendi hastalığıyla ilgilenebilir." Bacağımın üzerine yerleştirdiğim elim istemeden yumruk haline geldi. Bir kez olsun gerçekten bana evlatları olduğumu hissettirmemişlerdi. Babam, anneme göre bu konuda biraz daha vicdanlı sayılabilirdi. En azından onun bana bir kere de olsa sarıldığı günü hatırlıyordum. "Okul nasıl?" diye sordu babam. Önündeki çorbadan bir kaşık aldığında kolunda oluşan kesik dikkatimi çekti. Gözlerimi kısarak kesiği izlediğim sırada gömleğinin köşesinde minik bir kan lekesi vardı. Annem, babama baktığımı fark etmiş olacak ki, elini babama doğru uzatarak kolunu görüş açımdan aldı. Görmezlikten gelerek "İyi," dedim sadece. "Normal ilerliyor." Birkaç dakika öylece sustuk, herkes yemeğine gömüldüğü sırada babamın gömleğindeki kan lekesi zihnimde bir merak bulutu oluşmasını sağlamıştı. Her ne kadar merak etsem de soramadım, sorsam bile beni ilgilendirmediğini söyleyerek aradan kaynarlardı. Derya teyze elinde büyük bir meyve tabağıyla masaya geldiğinde direkt olarak önüme koydu, gülümseyerek ona döndüm ve "Teşekkür ederim." dedim mırıltıyla. Genellikle akşamları baş ağrımın tuttuğu bilinirse bana özel olarak bir meyve tabağı hazırlanırdı, bunu da ortaya annem çıkarmıştı. Benim için ne işe yarayacağını bilmiyordum ama kendince sebepleri vardı demekki. Önümdeki tabakta bulunan çilekten alıp ağzıma attım. Annem ve babam kendilerine doldurdukları şarapları içmeye başladıklarında annem; "Selim işlerle ilgileniyor mu?" diye sordu. Babamın bakışları yavaşça bana döndüğü sırada annem boğazını temizledi. Bir şey gizlediklerini anlamıştım, ikisininde garip bir tavrı vardı ve ne tuhaf ki bana herhangi bir sebepten dolayı bulaşmamışlardı bile. "İlgileniyor." dedi babam, derin bir nefes alarak. Masanın altında duran kolunu kaldırdığı sırada gömleğini yukarıya doğru sıvadığını gördüm. Artık söylemeliydim, masaya oturduğumuz dakika boyunca tek kelime etmeden önümdeki meyve tabağını bitirmeye odaklanmıştım. Söylemezsem, masadan kalkıp gidecekleri an onları durduramaz; tek kelime etmeye fırsatım olmazdı. Tam da tahmin ettiğim gibi oldu, annem sandalyesini geriye doğru itip kalkacaktı ki; "Anne," diyerek seslendim. Hafif bir şekilde kalktığı sandalyesine geri oturarak meraklı gözlerle bana bakmaya başladı. Boğazımı temizleyerek omuzlarımı dikleştirdim. "Sizinle bir şey konuşmak istiyorum." "Önemli mi?" dedi annem, ters ters. "İşim var, önemli değilse sabah söyleyebilirsin." "Önemli, lütfen." diyerek başımı omuzuma eğdim. İkisi de derin bir nefes alarak birkaç saniyelik birbirlerine baktılar, farkındaydım; tahmin ediyorlardı. Neyden bahsedeceğimi bildikleri için annem kaşlarını çattı. "Yine şu okul saçmalığı olmasın," dedi tehditkâr bir tonlamayla. "Bu konuda anlaştığımızı düşünüyordum." "Heves," dedi babam, bana doğru dönerek. "Bu konuları konuşmuştuk kızım." "Siz konuştunuz baba," dedim, çatallaşmış sesimle. "Kimse benimle konuşmadı." "Biz konuştuk," diyerek annem masaya hafifçe vurduğunda irkildim. "Senin konuşmana gerek yok." "Anne, lütfen," dedim, bu konuşmalar üç kez yaşanmıştı ama bu sefer ki diğerlerinden oldukça farklıydı. Büyük bir kavga çıkacaktı, biliyordum. "Okulumu da okuyacağım, hayallerimi de gerçekleştireceğim," Bir umut babama döndüm. "Lütfen, bu son şansım. İzin verin." Babam gözlerini benden kaçırdığında anneme döndü. Annem öfkeyle solumaya devam ederken "Sen," dedi sert bir tınıyla. "Ressam saçmalıklarına kafayı takmış bir cerrah mı olacaksın?" Sandalyeyi geriye doğru iterek hiddetle ayağa kalktı. Üzerindeki siyah blazer ceketi elleriyle düzelterek öfkesini kusmaya devam etti. "Sen bizim soyumuzdansın, ona göre davranmasını bileceksin. Kalemle iki çizgi çekmek neden bu kadar önemli?" "Ben cerrah olmak istemiyorum," dedim kendimden emin bir şekilde. İstemiyordum, istemediğim bir mesleği yapmak için çabalamak saçmaydı. "Ben ressam olmak istiyorum." Bu kaçıncı deneyişim bilmiyordum, asla pes etmeden, sonucunu bilmeme rağmen durmaksızın kendimi açıklamaya çalışıyordum. Kendi hayallerimin peşinden koşmak istediğimi söylüyordum ama onlar için kendi itibarları daha çok önemliydi. Ünlü cerrah, Sibel ve Ali'nin kızları, doktor Heves Akyel. Annem öfkeyle işaret parmağını bana doğru uzattığında oturduğum sandalyeden hızla ayağa kalktım. Kendimi bir iki adım gerilerken bulmuştum, kaşlarımı çatarak onu izledim. Sinirlendiği için çabucak kızarmıştı. "Sana bir şey için hayır diyorsak," dedi öfkeyle ardından "Hayır!" diyerek yüzüme doğru bağırdı. "Sen bizim kızımızsan eğer," Babamla kendisini işaret etti. "Bizim isteklerimize göre yaşayacaksın! Elini sıcak sudan soğuk suya sokmuyoruz, hala daha fazlasını istiyorsun!" "Ben bunların hiçbirini sizden istemedim ki!" diyerek belki de ilk kez öfkeyle bağırdım. Bakışları daha da keskin bir hal aldı, babam şaşkınlıkla bana döndü ama umursamamaya çalıştım. "Ben sizden bir şey istedim mi? Tek isteğim hayalim olan şeyi yapmak ama siz her konuda olduğu gibi buna da karıştınız! Benim hayalimi değiştirmeye çalıştınız!" Babam tehditkâr bir ses tonuyla "Annene sesini yükseltme." dedi. Titreyen sesimle ve sinirden ateş saçan vücudumla olduğum yerde kalarak kesik nefesler vermeye başladım. İçimdeki duyguları açığa dökme sırası bendeydi ama bu sıraya geldiğim için büyük bir pişmanlık yaşayacağımı biliyordum. "Sizin gölgeniz altında yaşamaktan bıktım," diyerek konuştum. "Hiçbir zaman kendim olmama izin vermediniz, beni bir kukla gibi gördünüz," Sesim artık titremeye başlamıştı. "Hiçbir zaman kendimi sizin kızınız gibi hissetmedim, sizin gözünüzde daima istediklerinizi yerine getiren bir kız oldum. Artık bitti," Derya teyzenin adım sesleri salonda yankılandığı sırada "Bitti!" diyerek kendimi tutamadım ve tekrar bağırdım. Arkamı dönüp odama çıkmak için hamle yapacaktım ki; annem hızla yanıma geldi ve sıkıca kolumdan tuttu. Sivri tırnakları koluma battığı için acıyla inleyerek elini kolumdan kurtarmaya çalıştım ama oldukça sıkı tutuyordu. "Bırak!" diyerek onu kendimden itmeye çalıştım. Babam hiçbir tepki vermiyor, öylece bizi izliyordu. Etimi sıkışı o kadar şiddetliydi ki, sıktığı yerin uyuştuğunu hissedebiliyordum. "Sen," dedi, dişlerinin arasından. "Türkiye'nin en iyi cerrahlarından biri olacaksın. TUS'a gireceksin, kazanacaksın ve kendi hastanemizde en iyi doktor olacaksın." "Olmayacağım!" Ve yüzüme yediğim sert bir tokat ile başım yana doğru savruldu, elim yavaşça sızlayan yanağıma gittiğinde dakikalardır tuttuğum gözyaşlarım daha fazla dayanamayarak yanaklarımdan usulca süzüldü. Her bir gözyaşı tenimi yaktı, bu yaşadığım an unutulmamak üzere zihnime kazındı. |
0% |