13. Bölüm

12.Bölüm: ⁓Balck Out Days ⁓

Sudenur Kırca
geceninleydisi0

Aşk... Aşk gerçek miydi? Gerçekten var mıydı? Evren üzerinde bunun gerçekliği sorgulanabilir miydi?

Peki ya aşk gerçek ise, tanımı neydi? Aşk gerçekten nasıl bir şeydi?

En ufak hareketinden, duruşundan, konuşmasında, özellikle bakışından etkilenmek falan mıydı? Ya da yaptığı yanlışa rağmen görmemezlikten gelmek miydi? Hayır, yaptığı yanlış değildi. İhanetti ve onun ihaneti bende daha az ağır basmıştı. Neden? Ona hala güveniyordum ve bu yüzden kendimden nefret ediyordum.

Ne aşkı?

Ben aşık mı oluyordum?

Saçmalama.

Pirhan... Aşkın tanımını bilmiyordum ve hiç yaşamadığım şeyi hissediyordum. Göğüs kafesimin içinde bir şeyler oluşuyordu. Sanki, o bir şeyler göğüs kafesimin kemiklerini kıracaktı. Acı vericiydi ama aynı zamanda çok hoştu.

Yalnız, umdum. Yanılmak istedim. Pirhan'a karşı hissettiklerimi başka bir şeye yormak istedim. Ama olmadı, ne kadar yanılmak istesem de bunun doğruluğu zihnime soğuk bir su gibi çarptı.

Aşk değil, şefkat.

Göz kapaklarımı bir kaç kere kırpıştırıp açtığımda etrafın netleşmesini bekledim. Kustuktan sonra her ne kadar da gerek yok desem de Pirhan beni dinlememiş ve bana serum taktırmıştı.

Anlamıyordum. Bir insan cehenneme sürüklediği bir insana neden yardımcı olurdu? Neden zamansız yere iyi davranırdı?

Hemşire kolumda ki seruma şırınga ile başka bir ilaç takviyesi yaparken görünüşüm daha çok netleşti ve etrafı taradım. Bakışlarımın neyi aradığını biliyordum ama kendime kızdığım için bilmemezlikten geldim. Etrafımı gereğinden fazla taradığımda boş olduğunu anladım ve gözlerimi kapattım.

Ne bekliyorsam? Kusarken, serum takılırken, uyuya kalırken zaten yanımdaydı. Üstüne üstlük kardeşi yukarı ki katta benden daha beter bir şekilde yatıyordu. Bazen çok bencil ve aptal olabiliyordum. Bana düşmanlık yapmasına rağmen kin besleyemiyordum ki, belki de onun yüzünden çok değil bir kaç gün sonra aynı kabusları yaşayacaktım.

Salaktım, kendimden nefret ediyordum. Neden böyle hissediyordum? Neden ona kin beslemiyordum? Neden ona hala güveniyordum? Allah'ım, kafayı yiyecektim.

Hemşire kolumdaki serumla işini bitirdiğinde geçmiş olsun dileyip odadan çıktı ve beni yalnız bıraktı. Titrek bir şekilde nefesimi verdiğimde ne yapacağımı bilmiyordum. Araftaydım. Yolu bilmiyordum ve yol gösterenim yoktu. Kaçarsam yüksek ihtimalle yakalanırdım, kaçmazsam ise kabulleniş yaşayacaktım.

Ve ben kabullenmeyi kesinlikle istemiyordum. Bu yüzden gözlerimi aralayıp elimdeki serum bandını nasıl çıkaracağımı bilmeksizin kendime doğru çektim. Baş ağrımı umursamadan ayağa kalktığımda hızlı adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Kimseye görünmeden çıkmam gerekiyordu.

Koridora çıkıp merdivenlerden çıkış katına indiğimde çıkış kapısına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Tam fotoselli kapıdan çıkacağım sırada, "Ezgi," ismini duymamla durdum. Süreyya teyze 2 metre gerimden elleri göbeğinde bağlı bir şekilde yanıma geldi. Lanet olsun. "Bitti mi senin serumun?" Yumruk yapmış olduğum elimi kafama vurmamak için zor dururken kafamı sallamakla yetindim. Yine yakalanmıştım. Hep yakalanıyordum. Kurtulduğumu düşünürken bile yakalanmıştım. Kendime, kaderime ve şansıma söve söve lanetler okudum.

Gülümseyip ellerini önünden çözdü ve koluma girdi. "Bende senin yanına gelecektim ama madem senin serumun bitmiş yukarıya çıkalım. Peri kendine geldi, Pirhan'da yanında." Resmen beni sürükleyerek asansöre kadar götürdüğünde kafayı yemek üzereydim. Ben ne yapacaktım?

Asansörün düğmesine bastığında ve asansör bulunduğumuz kata geldiğinde Süreyya teyze binmek için yeltendiği an onu durdurdum. "Süreyya teyze sen asansörle çık ben merdivenlerden çıkacağım." O asansöre bindiğinde merdivenler çıkmak yerine niyetim kaçmaktı ve bu yüzden bana bir şey demesine fırsat vermeden arkamı dönecektim ki beni durdurdu. "Sen niye merdivenlerden çıkıyorsun kızım? Bin işte asansöre, boşu boşuna kendini yorma." Asansörün kapısı kapanıp başka kata çıktığında, "Benim klostrofobim var bu yüzden binemem, sen bin bende merdivenlerden çıkarım." dedim.

"Ha o zaman bende seninle beraber merdivenlerden çıkayım." Bu sefer merdivenlerin olduğu tarafa yöneldiğinde olduğum yerde durarak gitmesine mani oldum. "Süreyya teyze sen niye yoruluyorsun? Ben çıkarım merdivenlerden, senin benimle gelmene gerek yok." Kaşlarını kaldırarak kafasını iki yana salladı. "Olmaz öyle şey, beraber çıkarız."

"Ya, neden?" diye yakındığımda artık gerçekten bunalmıştım. "Pirhan oğlum başından ayrılma dedi. Şimdi seni bırakamam, hem siz niye sürekli hasta oluyorsunuz? Biri uyanıyor diğeri bayılıyor. Bu gidişle hastaneden çıkamayacağız." Gözümden yaş gelse, ağlayacak raddeye geldiğimde küfür ede ede bağırasım geldi. Beni hiç bir zaman yalnız bırakmayacaklar ve kaçmama izin vermeyeceklerdi.

Süreyya teyzeyi ikna edemeyeceğimi anladığımda oflayarak merdivenlere yöneldim. Bütün aksilikler beni buluyordu. Merdivenleri çıkarken Süreyya teyzede arkamdan geliyor aynı zamanda da bir şeyler anlatıyordu. Ama onu dinlemiyordum. Aklım şuan sadece nasıl kaçabileceğimi düşünmekle meşguldü.

Peri'nin olduğu kata geldiğimizde adımlarımı yavaşlattım ve Süreyya teyzenin önüme geçmesini bekledim. Odaya ilk ben girmek istemiyordum, odaya girmek istemiyordum. Pirhan ile göz göze gelmek istemiyordum, çünkü göz göze gelirsem hiçbir şey olmamış gibi davranıyordum.

Süreyya teyze odanın kapısını açıp içeriye girdiğinde bir süre kapının eşiğinde durdum. Bu süre Süreyya teyze yüzünden kısa sürdüğü için içeriye girmek durumunda kaldım. Odanın ortasına gelene kadar gözlerimi yerden ayırmazken Pirhan'ın "Senin serumun niye bu kadar erken bitti?" diye bana yönelik konuşmasıyla bakışlarımı kaldırdım. Ama yine ona bakmadım ve sadece omzumu silkmekle yetindim.

"İyi misin?" diye sordu, kafa sallamakla yetindim. Konuşmak dahi istemiyordum. Çünkü onun bir büyüsü vardı ve beni hipnoz ediyordu. Aradan geçen sürede boş boş duvara bakmaktan ve ayakta durmaktan sıkıldığım için harelerimi Peri'ye çevirdim. Yatakta yorgun, bitkin bir şekilde yatıyordu ve daha demin benim yaptığım gibi kimseye bakmıyordu. Sadece biraz sararmış parmak boğumlarına bakıyor, arada titrek bir şekilde nefesini bırakıyordu.

Bütün yüzünü inceledim. Morarmış göz altlarına, kurumuş dudaklarına, dağılmış saçlarına baktım. Berbat gözüküyordu. Bir insanı sinirlendirebilecek kadar berbat. Ama ona kızmadım. Onun yerine ona bunu yaptırmasına sebep olan insanlara kızdım. Hem de çok fazla.

Benim ona baktığımı fark etmiş olmalı ki ağır bir şekilde kafasını kaldırıp bana baktı. Gözlerinde hüzün vardı ve o hüznü gizlemeden bana bakıyordu. Gülümsedim. Belki güldüğüm için yanlış anlayacaktı ama yine de ona en içten gülümsememle tebessüm ettim. Ve o da yanlış anlamayıp bana en içten inandıracak bir şekilde tebessüm etti.

Peri'yi sevmediğimi düşünürdüm yalnız öyle olmadığını fark ettim. Evet, bazen -'den de fazla- sürekli benimle uğraşıyordu ama uğraşmadığı o kısacık sürede çok sevimli bir kız oluyordu. Ya ben mayası bozuk insandım bir tebessümle bile insanları seviyordum ya da... Mayası bozuk insansın. Evet, ama bunun sebebi ben değildim. Annemden sonra hiç sevgi görmemiştim. Bana hiç içten bir şekilde tebessüm eden, hiç sevgi gösteren o günden sonra olmamıştı -bir kişi hariç-. Ve eğer ben ufacık bir tebessüme bile kanıyorsam bunun sebebi kesinlikle benden değildim.

Peri bana bakmayı bıraktığında Pirhan'a dönüp boğazımı temizledim. "Ben artık gideyim. Size geçmiş olsun." Bön bön bana bakıp, "Nereye?" diye sordu. Aynı şekilde ona baktım. Nereye gideceğimden ona neydi? Ama, tabi teslim edeceği bir emanete sahip çıkması gerekiyordu değil mi?

Sinir hücrelerimi uyuşturmaya başladığında, "Neva'nın evine geçip oradan da işe gideceğim." diye açıklamada bulundum. Eğer ki onu tersleseydim beni gözünün önünden ayırmak istemeyecekti ve ben kaçamayacaktım. "Az biraz bekle, Uzay gelecek o seni götürür." Sesli bir şekilde nefes alıp verdiğimde, "Gerek yok ben giderim." dedim.

Gözümün içine bakarak kesin bir dille, "Hayır." dedi. "Uzay'ı bekle o seni götürür." Sadece ona bakmakla yetindim çünkü, eğer itiraz etsem hayır diye daha çok diretecekti. Koltuğa, Süreyya teyzenin yanına oturduğumda kafamı camdan tarafa çevirdim ve boş boş dışarıya baktım.

Şuan tek temennim buradan gitmekti. Isparta'ya geldiğimde kendimi güvende hissetmiştim ama yanılmışım. Hiç bir yer güvenli değildi. Mezarlıklar bile...

Yarım saatin sonunda boş bakınmaktan gözlerimin yorulduğunu hissederken odanın kapısı açıldı ve içeriye Uzay girdi. Onun gelmesiyle biranda ayağa kalkmamla herkesin gözleri bana döndü. Pirhan kaşlarını çatarak bana bakarken Uzay gülerek, "Kız beni görmeyle havalara uçtu." diye dalga geçti. Ona sahte bir şekilde gülerek karşılık verdiğimde, "İşe geç kalacağım ondan dolayı," diye açıklamada bulundum.

"Gidersin işe, acele etme. Benim Uzayla konuşacaklarım var." dedi Pirhan sert sesinden biraz daha yumuşak bi' şekilde. Oturmak yerine itiraz ettim. "Neden acele etmeyecekmişim? İşin belli bir çalışma saatleri var."

Pirhan tam bana cevap vereceği zaman Uzay atıldı ve, "Patron ne derse o." dedi bilmiş bilmiş. Pirhan elini cebinden çıkarıp Uzay'ın yanına vardığında, "Boş boş konuşma Uzay." dedi ve bana döndü. "Sende otur Uzay ile konuşmamız bitince gidersin." Sabır çekercesine nefes aldığım da neden bunun emirlerine uymak zorunda olduğumu algılamak istemiyordum.

"Uzay hadi çıkalım bizde." Pirhan, Uzay'ın kolundan tutup çekiştirdiğinde Uzay kolunu kendine doğru çekip, "Abi az bi' dur ben belki Periciğimle falan konuşmak istiyorum." diye söylendi. Aslında söylenmesinin amacının Peri bize baksın diye dikkatini çekmekti ama başarılı olamamıştı. Peri hem bize bakmıyor hem de bizi duyumsamazlıktan geliyordu. Sadece yattığı yere öylece büzülmüş eliyle oynuyordu.

Peri bize bakmayınca Uzay'ın modu biraz düşmüştü ama kendisini hemen toplayıp Süreyya teyzenin yanına doğru ilişti. Oturduğu koltukta yarı yayılmış bir şekilde uyuyan kadının yanına oturduğunda sırıtarak bize baktı. Biz ne yapacağını düşünüp beklerken, Süreyya teyzenin elindeki yün ipini aldı ve burnuna doğru sürttü. Süreyya teyze tepki göstermeyince tekrar ipi yüzünde dolaştırdı ve bunu yaparken hem sırıtıyor hem de Peri'ye bakıyordu.

Süreyya teyze homurdanarak kafasını yana çevirdiğinde Uzay, "Süreyya teyze," diye kadının kulağına fısıldadı. "Hadi kalk pamuk prensesim, prensin geliyor." Pirhan sabır çekip Uzaya çağırdığında, Uzay onu duyumsamazlıktan gelip, "Kalksana kız Mahmut'un geliye." diye kadını dürttü.

"Ya sabır, ya mübarek. Uzay rahat bırak kadını kalk oradan." Uzay omuz silkip Peri'ye tekrar baktığında bizi umursamadığını görünce hayıflanarak ayağa kalktı. Ama yine iki dakika ciddi kalamayıp Pirhan ile odadan çıkarken kapıyı arkasından kapatmadan önce bana dişlerini göstererek sırıtıp, "Bu çocukta benimle konuşmadan duramıyor." dedi ve sanki saçları uzunmuş gibi geriye doğru elini havada savurdu. "Hayran çok, bakan yok."

Dün olsaydı bu yaptıklarına gülerdim ama dün dünde kalmıştı. Ve bugün gülemeyecek kadar kırgındım. Kalktığım yere geri oturmak yerine Peri'nin yanına doğru çekimser adımlar atmaya başladım. Eğer buradan kaçabilirsem -inşAllah- Peri ile konuşmadan gitmek istemiyordum. Evet, bir ihanetin içindeydim, ihanete uğramıştım ama Peri'nin bunlarla alakası bile olmadığına inanıyordum. Kendi kendine bir şeylere inanıyorsun.

Yanına vardığımda ne diyeceğimi düşünmeye başladım. Düşündüm, düşündüm ve konuşacak hiç bir konu bulamadım. Bitkisel hayata geçmiş gibiydi ve ben ne dersem gereğinden fazla büyük tepki gösterecek diye korkuyordum. Alt dudağımı dişlemeye başlayıp aynı zamanda parmaklarımı da kıtlamaya başladığımda, "Ne kadar daha başımda beklemeye devam edeceksin?" diye Perinin sesini duydum.

Parmaklarımı kıtlamayı bırakıp Peri'ye baktığımda yine aynı pozisyonda durduğunu gördüm, yalnız gözleri açıktı. Konuşmak için boğazımı temizlediğimde tekrardan konuştu. "Bana acıyor musun?" Bu sorunun kaç kere içinde bulunmuştum? Onu bekletmeden "Hayır." diye hemen itirazda bulundum. Bunu da nereden çıkarmıştı, öyle bir izlenim mi veriyordum?

"Acımıyor musun, neden?" Sesi merak dolu çıkarken, "Ben olsam acırdım bana." diye mırıldandı kendi kendine. Sen olsan sana da acırdı. Son söylediğini duymamı istememiş gibiydi. Yatağa doğru bir adım yaklaştığımda, "Saçmalama." diye kızdım ve ondan izin almadan ayak ucuna oturdum. Yatağa oturmamla bir anlığına kafasını kaldırıp bana baktı ama bu kısa sürdü ve geri kafasını eğdi. Suçlu bir kedi gibi. "Neden acıyacakmışım? Ortada acınılacak bir durum yok ki, sen acınılacak bir insan değilsin."

Ona söylediklerimi duyumsamazlıktan geliyor gibi davranıyordu ama beni can kulağı ile dinlediğini biliyordum. Bu yüzden konuşmaya devam ettim. "Hem bence acınacak insan diye bir şey yoktur. Acı çok başka bir kavram. Hani derler ya senin haline acıyorum falan diye, aslında o sadece laftır bir insan bir insana acıyamaz. Ancak kendini karşısındakinden üstün görür ve bunu belli etmemek içinde acır gibi davranırlar. Onların yaptıkları şey sadece..." Cümlemi tamamlamadan sustum. Çok fazla saçmalamıştım ve gerçekten konuşmak için konuşmuştum.

Peride bunu fark etmiş olmalı ki gülümsedi ama sonra gülümsemesini gördüğüm için hemen dudaklarını eski haline geri getirdi. Onun böyle davranmalarına üzülürken, "Peri," diye seslendim. "Biz çok korktuk. Abin, Süreyya teyze, Uzay, ben.. Hepimiz sana bir şey olacak diye çok korktuk. Bu korkumuz sana acıyormuşuz gibi gelmesin, böyle bir izlenim vermesin."

Bana hala bakmıyordu ama elleri ile uğraşmayı bırakmıştı. Beni dinlediğinden ve ters tepki vermeyişinden dolayı cesaret alıp ellerini tuttum. Tepki vermedi, geri çekmedi de. "Hepimizden çok abin korktu. Görmen lazımdı, resmen aklını kaybetmiş gibi davranıyordu." Nefes molası verip devam ettim. "Lütfen böyle davranma. En azından abin için. Çünkü, yeteri kadar belli o seni çok seviyor. Ve sen böyle davrandıkça da çok üzülüyor. Belli etmese de üzüldüğü gözlerinden anlaşılıyor."

Gözlerini yavaş bir şekilde bana diktiğinde gözlerinin dolduğunu gördüm. Ellerini daha sıkı tutarken tebessüm ettim. "Ayrıca sakın kendini suçlama. Böyle davranmanın nedeni kendini suçlaman biliyorum ama bunu yapma. Abin tabi ki yaptığın şeyden dolayı kendince kızdı, üzüldü ama onu daha çok üzen ona soğuk davranman."

Gözlerinden yaşlar gelmeye başladığında, "Anlıyor musun beni?" diye sordum. Yavaşça kafasını sallayıp doğrulduğunda biranda bana sarıldı. Sarılmasına şaşırırken ona karşılık verdim. Gerçekten çok çabuk duygu değişimi yaşıyordu bu kız. Bir anı bir anını tutmuyordu. Uyuşturucudan.

Peri omzumda ağlamaya devam ederken iç sesim bana lanetler yağdırıyordu. Sana ihanet eden adama sen kardeşi ile arası iyi olsun diye yardım ediyorsun. Geri zekalı mısın? Çünkü başka açıklaması olamaz. Hayatını tekrardan karartacak adama sen neden yardım ettiysen?

Neyse diye kendimi avuttum. Onun için değil, Peri içindi. Ki umarım Periden de ihanet yemezdim.

Sarılmamız normalden biraz fazla sürdüğünde benden ayrıldı ve bu sefer bana bakarak, "Sana şu zamana kadar sergilediğim hareketler için özür dilerim. Gerçekten özür dilerim." deyip elimi tuttu. "Böyle davranmamın sebebi hayatımızda yeni bir insan daha istemememdi. Çünkü her insanın senin gibi iyi olamayacağı gibi hayatımıza girenlerden de emin olamıyordum." Bende hayatıma girenlerden çok fazla sorgulamadan emin olmuştum ve yanılmıştım.

Onu anladığımı ve daha fazla kendisini açıklamasana gerek olmadığını gülümseyerek belirttim. "N'apıyorsunuz kızım siz orada?" Göbek atıyorduk. Süreyya teyze uyanmış esneyerek bize bakarken Peri ona cevap vermek yerin neşeli bir sesle, "Günaydın." diye seslendi.

Süreyya teyze esnemeyi bırakıp kaşları çatık bir şekilde bize bakmaya başladığında, "Siz ne ara böyle samimi oldunuz?" diye sordu. Peri ile birbirimize bakıp gülümsediğimizde Süreyya teyzeye cevap veremeden kapı açıldı ve içeriye doktor girdi. "Evet, nasıl hissediyorsun bakalım Peri? Karnın falan ağrıyor mu?" Hemşire Peri'yi kontrol etmek için Peri'nin baş ucuna geldiğinde ona engel olmamak için yataktan kalktım.

"Karnım çok fazla ağrımıyor ama midem bulanıyor." Doktor elindeki kağıda bir şeyler yazdıktan sonra kafasını kaldırıp Peri'ye baktı. "Mide bulantıların normal, bi' süre bulantı çekebilirsin ama karın ağrın için hemşire hanım sana ağrı kesici verir." Peri onu anladığını belirtircesine kafasını salladığında doktor yan etkilerden bahsetmeye başlamıştı.

Daha fazla burada durmaya gerek olmadığı için ve Pirhanla Uzay'ın konuşmasının gereğinden uzun sürdüğünden dolayı odadan çıktım ve koridora bakına bakına ilerlemeye başladım.

Daha fazla burada durursam sinir krizi geçirecektim. Bir türlü şu hastaneden çıkmamıştım. Hastanenin içinde bulamadığımdan dolayı dışarıya çıktığım da yine görünürde görememiştim. Tırnak diplerimdeki etimle oynamaya başladığımda hastanenin çevresini dolaşmaya başladım.

Bir türlü şuradan kurtulamıyordum ve sürekli stresten midem bulanıyordu. Tekrardan kusmam an meselesiydi. Kusmamak için derin derin nefesler almaya başladığımda son olarak hastanenin arkasına bakmak için o tarafa yöneldim. Köşeyi dönüp etrafa hızlıca göz gezdirdiğimde en köşede ikisini bankta otururken gördüm. Olduğum yerden seslensem duyamayacakları için onlara doğru yaklaşmaya başladım.

Onlara yaklaştıkça bir kaç kere seslenmiştim ama hareketli bir şekilde konuştuklarından dolayı beni duymamışlardı. Şuan benim hakkımda konuştuklarına neredeyse emindim ama duymak istemiyordum. Daha fazla çukurun içine girmek istemiyordum.

Mide bulantım bir tık arttığından dolayı olduğum yerde durup derin bi' nefes alıp verdim ve bir kaç adım daha attım. "Kafayı yiyeceğim Uzay... Neva bir yandan, Peri bir yandan, Ezgi bir yandan, Ahsen ve Sercan diğer yandan. Hepsi, bütün olaylar üst üste geldi." Pirhan'ın sesinin biranda yüksek çıkmasıyla kaşlarımı çattım.

"Neva sürekli beni arıyor sana ulaşamadığı için, valla bana da kafayı yedirttirecek en sonunda. Şu kızı bir kere arada sussun." Onları dinlemek istemiyordum ama bi' kere duymuştum ve sonunu dinlemeden duyumsamazlık yapamazdım. Pirhan ensesini sert bir şekilde ovuşturduğunda, "Şu an arayamam." diye söylendi. Bana arkaları dönük bir şekilde oturdukları için beni göremiyorlardı.

"Abi sen bilirsin ama arasan iyi olur. Dün geceden beri sürekli bi' seni bi' Ezgi'yi soruyor. Hastanede olduğunuzu bilmiyor ya, size gelmiş evde olmadığınızı da görünce sürekli neredeler diye soruyor." Pirhan boynunu ovuşturmayı yeni bıraktığın gözüm kızarmaya yüz tutmuş boynunda takılı kaldı. Kısa bir süre içinde nasıl hemen kızartmıştı.

"Tamam ararım ben onu sen Ezgi'yi götür. Eğer Neva, Ezgi'nin nerede olduğunu da sorarsa Peri ile beraber Süreyya teyzenin evinde kaldıklarını söylersin."

"Söylerim söylerimde, Sercan ne olacak?" Pirhan kafasını bi' sağa bi' sola yatırdığında verdiği sıkıntılı nefesi olduğum yerden duydum. "Bırakın dursun."

"İyi de hem bizim yanımızda hem de Erkam denen adamın yanında nasıl olacak?" O adam demeye bin şahit isteyen insanın ismini duymaya bile tahammülüm yoktu. "Amacımızda buydu zaten, çalışsın bakalım o adamın yanında."

"Adam yeğenini bulana para vereceği için anında damladı oraya." diye söylendi Uzay ve güldü. "Ama o parayı hiç bir zaman alamayacak." Midem daha çok bulanmaya başladığın da öne doğru hafifçe eğildim. Nasıl yani para için miydi tüm bunlar? Para için mi bana ihanet etmişlerdi? Peki ya, bahsettikleri amaç neydi?

Zihnim daha çok bulanırken Uzay, "Ezgiye ne yapacağız?" diye sordu. İnsanlar yanımdan geçip giderken ben Pirhan'ın ağzından çıkacak şeyi merak ediyordum. "Ne demek ne yapacağız?"

"Abi kız peruk falan takıp öyle geziyor. Bir şeylerden korktuğu belli, ya da bir şeylerden falan mı şüp..." Mide bulantım çok fazla arttığında hastanenin duvarına doğru yaklaştım ve elimle duvardan destek aldım. Uzay'ın lafının devamını dinleyememiştim. Onlara kısa bir bakış attığımda Pirhan'ın ayağa kalktığını gördüm. Ellerini hışımla saçlarına geçirdiğinde kafasını benden tarafa çevirdi ve göz göze geldik. Kısa süreliğine kehribar irisleri mavi irislerime değdiğinde bulantım ağzıma kadar geldi. Hızla önüme dönüp eğilerek kusmaya başladım. İçimde ne var ne yoksa öğürerek çıkarmaya başladığımda önüme gelen saçların tutulmasıyla kusmamda azalmaya başlamıştı.

Öğürmem bittiğinde biri ağzımı peçete ile silmeye başladı. O birini bakmadan bile tanıyabiliyordum. Belimi tutan sıcak elinden kim olduğunu anlayabiliyordum.

Pirhan ağzımı sildiğinde doğrulmamı sağladı ve beni kendisine yasladı. "Uzay şu suyu hızlı getir." Kâküllerimi geriye iterek yüzüme baktığında, "İyi misin?" diye sordu. Kafamı ağır ağır sallayarak onu onayladım. Yeni kustuğumdan dolayı biraz mayışmıştım.

Uzay yanımıza hızlı adımlarla gelip suyu Pirhan'a verdiğinde tek eliyle belimi sabitledi ve diğer eli ile suyun kapağını açıp şişeyi dudaklarıma yaklaştırdı. Bakışları yüzümün her yerini tararken ben onun yüzü dışında her yere bakamaya çalışıyordum. Kendimi toparlayıp elinde ki şişeyi kendime elime aldığımda ondan uzaklaştım. Bana ihanet eden birisinden yardım falan istemiyordum.

"Ezgi iyi misin? Eğer iyi değilsen bir doktora gösterelim seni." Uzay'ın endişeli bir şekilde sorduğu soruya kafamı sallayarak gerek olmadığını belirttim. "Gerek var. Bence de bir doktora gözükelim çünkü sen bugün yine kustun ve serum işe yaramamış demek ki."

Pirhan'ın sert sesine rağmen tekrar gerek olmadığını belirttiğimde Uzaya döndüm. "Artık gidebilir miyiz?" Uzay bana cevap vermek yerine Pirhan'a baktığında ondan onay aldı. Ben ite soruyordum, itte dayısına.

"Restorana gitme bugün. Hastasın gece vardiyasına nasıl kalacaksın?" Gitmeyecektim zaten. Bir şey demeden arabaya doğru adım atmaya başladığımda Uzayda hemen peşimden gelmiş ve önüme geçmişti. Arabanın yanına kadar hızlı adımlarla Uzay'ın arkasından yürüdüğümde arabaya binmeden köşede bulunan çöp kovasının yanına gittim ve hiç içmediğim su şişesini hırsla çöp kutusuna attım. Bu saatten sonra onların hiç bir şeyini istemiyordum.

Bu yaptığıma Uzay kısa süreliğine anlamayarak baksa da ona bakmadım ve kilidini açmış olduğu arabaya bindim. Biran önce şuradan kurtulmak istiyordum. Benden bir kaç dakika sonra Uzay da arabaya bindiğinde arabanın motorunu çalıştırdı ve sürmeye başladı.

Arabanın camından kararmaya yüz tutmuş yıldızsız gökyüzüne baktığımda o gökyüzünü bana benzettim. Yıldızları elinden alınmış, karanlığa hapis edilmiş gökyüzü... Acı verici ve korkutucuydu.

Arabanın camından gökyüzü akıp giderken kırk dakika sonra araba Neva'nın evinin önünde durmuştu. Uzay'a teşekkür bile etmeden arabadan hızla indiğimde evin ziline bastım. Kapının açılmasını beklerken sıkıntılı bir şekilde nefesimi verdim. Tamam, Pirhan ve Uzay bana ihanet etmişti, Peri'nin bu olanlardan bile haberi olmadığını düşünüyordum ama ya Neva? O da bu ihanetin içinde miydi? Umarım değildir.

Neva kapıyı somurtkan bir şekilde açtığında sahte bi' şekilde gülümsedim. Beni fark ettiğinde benden daha gerçekçi bir şekilde gülümseyip boynuma atladı. "Ay, Ezgi neredesin ya bütün gün canım sıkıldı." Sarılmasına karşılık vermeyip benden uzaklaşmasını beklerken, "Süreyya teyzede kaldım." diye Pirhan'ın uydurduğu yalanı söyledim.

Nihayetinde benden ayrıldığında, "Neden orada kaldın ki?" diye sordu. İçeriye geçip terlikleri ayağımdan çıkardım. "Partide çok sıkılmıştım Uzayda beni Pirhanlara götürdü oradan da Süreyya teyzelere geçtik." dedim.

Neva çıkardığım terliklere bakarak kaşlarını çattı. "Senin ayakkabıların nerede? Neden hastane terliği giydin?" Allah'ım, terlikleri unutmuştum! "Dün dışarıda biraz fazla oyalanmışım o yüzden de yağmurdan dolayı ayakkabımın içi dışı hep su oldu. Bu saate kadar da kurumadığı için Uzay bana bu terlikleri verdi işte." Islak olan şey dün geceden bu akşama kurumamıştı? Ne kadar da güzel uyduruyordum.

"Hastane terliği mi? Onu nereden bulmuş?" İçimden sabır çekerek merdivenlere doğru yöneldiğimde, "Bilmiyorum Neva, arabasında varmış verdi." dedim. Bu kız neden her şeyi sorguluyordu? Onun yüzünden ayak üstü kırk tane yalan söylemiştim.

"Ben bi' duş falan alayım. Aşağıya inince konuşuruz." Neva'yı arkamda bırakıp merdivenleri çıktım ve odaya girdim. Eğer çıkabilirsem gece gidecektim ama eğer evden çıkmazsam yarın işe gidiyorum diyerek gidecektim. Gerçi nereye gidecektim onu bile bilmiyordum. Oyalanmadan hızlıca duşa girip üstümü giydiğim de aşağıya indim. Neva oturma odasında kucağında Kedtav ile otururken yanlarına gidip oturdum. "Aç isen makarna yapmıştım yeni, ye istersen." Beni bu kadar düşünmeleri garipsememe sebep olurken, "Teşekkür ederim ama aç değilim." dedim. Dünden beri hiç bir şey yememiştim ama aç değildim. Midemde ki ağrı devam ediyordu.

Uzanıp Neva'nın kucağında ki Kedtav'ı sevmeye başladığımda, "Neva," diye mırıldandım. "Bilgisayarını kullanabilir miyim?" Kaçarken en kolay nereye nasıl gidebileceğime bakacaktım. "Tabi ki kullanabilirsin de ne yapacaksın?" Sevmemden pek hoşlanmamış olmalı ki Kedtav huysuzca kıpırdandığında elimi kendime doğru çektim. "Üniversite okumak istiyorum ama bunun ile alakalı pek fazla bir bilgim yok onu araştıracağım." diye yalan söyledim.

"Bilgisayar mutfakta ki masanın üstünde al gel beraber bakalım." Bu kız neden her şeye atlıyordu? Ayağa kalkarken, "Mutfağa gitmişken bir şeyler atıştırayım sonra getirim." dedim. Senin de bir dediğim bir dediğimi tutmuyor.

Mutfağa girip sandalyeye oturduğumda bilgisayarı açtım ve hızlıca haritalara girdim. Biz şuanda Isparta iline bağlı Eğirdir ilçesine yakındık. Kaçabildiğim kadar uzağa kaçmak istiyordum evet ama çok uzağa gidemeyeceğim aşikardı. Isparta'nın ilçelerine bakarken daha çok Eğirdire uzak ama ulaşım yollarının kolay olduğu yerlere bakıyordum. Keçiborlu. İstediğim şartlara en uygun olan yerdi. Buradan oraya otobüsle bir saatle gidiliyordu. Biraz kasaba, köy gibi bir yere benziyordu ve bu benim için daha iyiydi. Bir saat uzak değildi evet ama oraya gittikten sonrada Denizliye gitmeyi düşünüyordum.

Son olarak otobüs bilet fiyatlarına ve kalkış saatlerine baktıktan sonra girdiğim bütün sekmeleri temizleyip bilgisayarı alarak oturma odasına geri girdim. Yine aynı şekilde Neva'nın yanına oturduğumda Neva kucağından tavşanı yere indirdi ve bana doğru biraz yaklaştı. Bilgisayarı elimden alıp açtığında google girdi. "Sen liseyi nerede okumuştun?" Yutkundum, lise konusu gelince aklıma açık öğretimle zar zor okuyup bitirdiğim lise anları geliyordu. "Gülveren Anadolu Lisesi." diye bildiğim bir tane lisenin adını söyledim. Açık öğretimde okuduğumu söylemek istememiştim.

Bilgisayardan bir şeylerle uğraşırken, "Neredeydi orası?" diye sordu. "Antalya." diye mırıldandım. Gerçekten benim nereden geldiğimi bilmiyor muydu yoksa bilmemezlikten mi geliyordu? Umarım bilmiyordur ve bu ihanetin içine o da girmez. Çünkü ben Neva'yı gerçekten seviyordum ve bir kez daha hayal kırıklığına uğramak istemiyordum.

Anladığını belirtircesine kafasını salladığında, "Ne okumak istiyorsun peki? Ona göre bakalım." Düşündüm, ben ne istiyordum? Benim tek amacım okumaktı, daha önce ne istediğimi hiç düşünmemiştim. "Bilmem, daha önce hiç düşünmedim." Neva kaşlarını çatarak bana baktığında, "Nasıl düşünmedin?" diye sordu. "Daha önce hiç mi hayalin olmadı?" Kafamı iki yana sallayıp, "Kurmadım." dememle garipsedi. Bunda bu kadar garipsenecek ne vardı? Herkes hayal kurmak zorunda mıydı?

"Peki ilgi alanların neler?" Düşündüm, yoktu. "Yok." Bilgisayarla uğraşmayı bıraktı. "E o zaman neye bakacağız?" Alt dudağımı bilemem anlamında büktüm. "Sınav ne zaman?" Bir süre düşündükten sonra, "Sanırım hazirandaydı." diye cevap verdi. Biz ocak ayındaydık, hazirana daha vardı. Eğer ki kaçabilirsem sınava girmek çok isterdim.

Oturduğum koltuktan kalkıp çaprazdaki koltuğa geçip uzandım. Bütün gün ya oturduğum ya da ayakta durduğum için sırtım ağrıyordu. Ben koltuktan kalkınca Neva bana doğru döndü ve oturduğu yerden bağdaş kurdu. Bana bir şey sormak istiyor gibiydi ama aynı zamanda sormak da istemiyordu.

Kafamın altında ki yastığın üstüne bir tane daha yastık koyduğumda konuşmasını bekledim. Elleriyle oynamaya başladığında bekledi, bekledi ve en sonunda sıkıntılı bir şekilde nefesini verip, "Ezgi," dedi. "Pirhan'ı hiç gördün mü?" Bunu soracağını tahmin etmiştim.

Neva benden dört gözle cevap beklerken, "Evet gördüm." diyerek onu yanıtladım. Aslında görmedim diyecektim ama sonradan vazgeçmiştim. Ben neden Pirhan'ın yalanına ortak olacaktım ki? Tamam birazına oluştum ama olduğum kısım Peri içindi. Şimdi sırf Pirhan Neva ile konuşmak istemiyor diye yalan söylemeyecektim. Üstelik bana ihanet eden oyken.

"Ne zaman?" Neva'nın merakla sorduğu soruya, "En son buraya gelmeden önce görmüştüm." diye cevap verdim. Gözlerini pörtleterek bana baktı. "O Antalyada değil miydi? Uzay bana öyle söylemişti." Alt dudağımı büzdüm. "Allah Allah öyle mi dedi, iyi de ben en son buraya gelmeden önce ikisini bir gördüm, konuşuyorlardı." Benim sakince verdiğim cevaplar Neva'yı hep çıldırtıyordu. Pirhan ve Uzay'ın ona yalan söylemiş olmasına o kadar çok sinirlenmiş olmalı ki hışımla telefonunu eline aradı ve muhtemelen Pirhan'ı aradı.

Bir süre kulağında telefonla bekleyip Pirhan'ın açmasını beklediğinde karşı taraf açmadı. Tekrardan aradığında Pirhan yine açmamış olmalı ki pes etmeden tekrar aradı ve telefonu bu sefer hoparlörlere aldı. Neva'nın olduğu yerde ileri geri sallanışını izlerken karşı tarafın yine açmayacağını düşünmeye başlamıştım ki "Efendim," diye ses duymamla yanıldığımı anladım. Telefonun ucundaki Pirhan'ın sesini yattığım yerden duyabiliyordum.

Neva, Pirhan'ın sesini duymayla beraber sallanmayı bıraktığında, "Pirhan," diye seslendi. "N'apıyorsun, neredesin?"

"Uzay ile beraberim, oturuyoruz. N'oldu?"

Neva saçının bir tutamını parmağına dolayıp oynamaya başladığında, "Neredesiniz?" diye sordu. "Restorandayız, bir şey mi oldu?" Neva kafasını sanki Pirhan görüyormuş gibi hızlıca iki yana salladı. "Ispartadasın yani?"

"Evet Neva, yeni geldim." Neva oynadığı saçı bırakıp derin bir nefes aldı. "Bana yalan söylemiyorsun değil mi?" Söylüyordu. Herkese yalan söylüyordu. "Neden yalan söyleyeyim Neva? Tabi ki söylemiyorum."

Neva stresli bir şekilde davranmayı bırakıp genişçe gülümsediğinde, "Tamam," dedi. "Seni seviyorum."

Yattığım yerden Neva'ya bakmayı bırakıp kafamı çevirdim. Pirhan'ın sıkıntılı bi' şekilde alıp verdiği nefes kulağıma kadar geldi.

Aradan geçen iki dakikanın sonunda, "Bende," dedi. Gözlerimi kapattım. "Seni seviyorum." Yutkunamadım. Canım acıdı.

 

 

Bölüm : 10.01.2025 23:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...