9. Bölüm

8.Bölüm: ⁓Oyun⁓

Sudenur Kırca
geceninleydisi0

Endişe ve korku...

İkisini bir arada yaşarken hala etkisi altından çıkamıyordum.

Sercan abi amcamın çalışanıydı. Yani bahçede ki korumalardan biriydi. Ama burada, Pirhan ile ne işi vardı bilmiyordum ve korkuyordum. Eğer, aklıma arada da düştüğü gibi Pirhan amcamın bir adamıysa ne yapacaktım?

Tuzağa mı düşmüştüm yani?

Sen hep tuzaktaydın.

Ama öyle bir şeyde olsaydı amcam şuana kadar beni yanına almıştı. Değil mi? Sırf bilerek almamış nereye kadar ileriye gideceğimi merak da etmiş olabilirdi. Titrek bir şekilde nefesimi bıraktım. Sercanı gördüğümden beri ikilemler arasında sıkışıp kalıyordum.

Neyin ikilemi? Pirhanın Sercanla başka ne işi olabilir?

Tesadüf. Tesadüf olabilir. Çünkü eğer başka türlü olsaydı ben anlardım, anlaşılırdı. Ama öyle bir şey sezmedim. İç güdü...

Nefesim boğazımda tıkalı kaldığında musluğu açtım ve elime biraz su birikintisi alıp yüzümü yıkadım. Sercan ile göz göze gelmemiştim, beni tanımadığını umuyordum.

Eğer Pirhan amcanın adamı değilse Sercan ile ne işi vardı? Tesadüfse bu neyin tesadüfüydü? Bilmemezlik... Ne yapacağını, ne düşüneceğini bilmemezlik. Allahım, ben ne yapacaktım?

Ne kadar zamandır lavaboda duruyordum bilmiyordum ama tek beklediğim Pirhan'ın ve Sercan'ın buradan gitmesini istememdi.

Lavabonun kapısı açıldı ve Neva içeriye girip yanıma gelerek, "Ezgi ne oldu? İyi misin?" diye telaşla sordu. Neva'nın kolumu tutmasıyla kendimi biraz geriye çektim. Eğer Pirhan amcamın adamıysa -ki Sercanla buluşmasının başka bir açıklaması olamaz- Neva'nın da bu işle bir bağlantısı olabilirdi.

"Lavaboya girdin bir daha da çıkmadın, bir şey mi oldu? İyi görünmüyorsun." Omuzlarımı dikleştirip gülümsedim. "İyiyim."

Pirhan amcamın adamıysa Neva'nın da bu işle bir bağlantısı varsa ya da her ikisi de değilse bile iyi görünmem gerekiyordu. Dışarıya iyi görünüp her ne olduğunu anlamam gerekiyordu. Açık verirsem anlaşılabilirdi ve bu hiç iyi olmazdı.

Aynaya bakıp biraz kaymış olan peruğu mu düzelttim ve Neva ile beraber lavabodan çıktık.

Neva bar tarafına giderken bende yeni gelmiş olan müşterilerin siparişini almaya geçtim.

Siparişleri alıp başka bir masaya siparişleri götürmeye başladığımda oldukça hızlı hareket etmeye çalışıyordum.

Ne kadar hızlı hareket edersem o kadar az düşünmüş olurdum ve ne kadar az düşünürsem o kadar az çelişkiye girerdim.

Yaklaşık üç saattir aralıksız çalışıyordum ve ayaklarımın koptuğunu hissedebiliyordum. Ama çalışmak çok zevkliydi. Bir şeylerle uğraşmak hiç bir şey ile uğraşmamaktan daha iyiydi.

Mesai saatim bittiği için üstümü değiştirmiş barda, Neva'nın arkadaşlarıyla konuşmasını bitirmesini bekliyordum.

Oflayarak Neva'nın olduğu taraftan kafamı çevirdiğimde Pirhanla bir an göz göze gelip irkildim.

Yan tarafımda ki sandalyeye oturmuş, dirseklerini bar tezgahına yaslamış bir şekilde bana bakıyordu.

Oturduğum yerden biraz yana kaydım. Yan sandalyemde oturduğundan dolayı neredeyse bacakları benim bacaklarıma değecekti ve buna hiç gerek yoktu.

"Peruk mu taktın?" diye sordu elindeki bardağın kenarıyla oynarken. Beni tanımıştı.

"Hayır boyattım." dedim düz bir ifadeyle.

Dudağının sağ tarafı havaya doğru kalktı. "Hiç yakışmamış."

Önüme döndüm. "Haklısın."

Aslında kafamdakinin peruk olduğunu anlamıştı. O sormak için sormuştu bende geçiştirmek için cevap vermiştim.

Ve zaten neden hala gitmediğini, yanıma oturduğunda nasıl fark etmediğimi de bilmiyordum.

Gözlerimi yüzünde gezdirdiğimde yüzünde ihanet belirtisi aradım. Ama usta oyuncuydu ve mimik yoktu.

Bakışlarımı yüzünde yakaladığında n'oldu anlamında tek gözünü kırptı. Yerimde dikleştim, önüme düşen peruk tutamlarını arkaya doğru ittim ve, "Sana da hiç yakışmamış." diye söylendim.

"Ne yakışmamış?" Daha deminki gibi yine dudağının sağ tarafı havaya doğru kalktı.

Gözlerimi üstünde gezdirdim ve bir şey bulamadığımda, "Siyah tişörtün." diyerek yalanladım.

Bu sefer dudağının sol tarafı da havaya doğru kalktığında tebessüm etmiş oldu. "Haklısın." Sesinde alaylı bir ton vardı.

***

Son servislerimi de yapıp restorandan çıktığımda yorucu bir günü daha arkamda bırakmıştım. Bir haftadır çalışıyordum ve her ne kadar çalıştığım için kendimi mutlu hissetsem de yoruluyordum. Ama kesinlikle bundan şikayetçi değildim.

Hızlı adımlar atarak otobüs durağına yetişmeye çalışırken bir yandan da üstümdeki fırkanın takılmış olan fermuarını düzeltmeye çalışıyordum.

Bir hafta geçmişti ve ben hala buradaydım.

Durağa geldiğimde fermuarı nihayet düzeltmiştim ki otobüs gelmişti. Sıkış sıkış olan insanların arasına bende girip dolmuşa bindiğimde önce parayı verdim ve yer olmadığı için ayakta dikilmeye başladım.

Daha tabi ki maaşımı almamıştım ve bu yüzden Neva bana geliş gidiş yapmam için lazım olur falan diye para vermişti.

Amcamın adamıysa bana neden bu kadar iyilik yapsınlardı?

Şu bir haftadır hayatım resmen düzene girmiş olsa da düşüncelerim beni oldukça meşgul ediyordu.

Yirmi dakikalık geçen yolculuktan sonra dolmuştan inmiş ve Neva'nın evine doğru yürümeye başlamıştım. Bu gece Neva evde olmayacağı tek kalacaktım. Bu beni biraz endişelendirse de yapacak bir şeyim yoktu.

Eğer amcamın adamları olma gibi bir durum varsa Neva beni tek bırakmazdı değil mi?

Neva'nın bana verdiği anahtarla kapıyı açıp içeriye girdiğimde ilk işim kapıyı arkadan geri kilitlemek oldu. Yorgun adımlar ile odaya çıkıp önce peruğumu çıkarıp sonra üstümü değiştirdiğimde kendimi yatağa bıraktım. Yorulmuştum ve uyumak istiyordum. Gözlerimi ağır ağır kapatırken geri açtım. Kedtav'a yemek verecektim ve az kalsın unutuyordum.

Homurdanarak aşağıya indiğimde Neva'nın Kedtav için ayırdığı küçük odaya girdim. Sarsağı odanın bi' köşesine sinmiş şekilde gördüğümde yanına gittim ve onu kucağım alıp odadan çıktım.

Mutfağa girdiğimde buz dolabından yiyeceği bir kaç şeyi aldığımda oturma odasına geçip oturdum ve onu da kucağıma bırakıp elimdeki şeyleri verdim. Sanki onu hep aç bırakıyormuşuz gibi yemeğe gömüldüğünde tebessüm ettim. Bazen onu alıp ısırasım geliyordu.

Oturduğumda yerde biraz yayıldım ve kafamı geriye doğru atıp koltuğun başlığına yasladım.

Sercan'ı o günden sonra daha görmemiştim Pirhanı ise nedenini anlamadığım bir şekilde arada bi' restoranda görüyordum. Ve onu gördüğüm her yerde sanki bir şey olacakmış gibi telaşa kapanıyordum. Bu telaştan nasıl kurtulacağımı da bilmiyordum. Ne yapacaktım, nasıl yapacaktım da Pirhan'ın amcamın adamı olup olmadığını öğrenecektim? Ah, hiç bir fikrim yoktu. Bunu öğrenmenin tek yolu yaşayıp görmekti.

Sarsak yemeğini yediğinde kucağımdan yere atladığında uyumak için koltuğa uzandım ama gözlerimi kapatmam ile beraber geri açmam bir oldu. Dış kapının olduğu taraftan takırtılı sesler gelmeye başladığında doğruldum. Sesten dolayı yüreğim ağzımda atarken ayağa kalkıp dış kapıya doğru yavaş yavaş adımlar atmaya başladım.

Ev müstakil olduğu için bahçeyle birdi ve bu evin bahçesine dışarıdan herhangi biri rahatlıkla girerdi. Ürkek adımlarla dış kapının önüne geldiğimde takırtılı sesler hala devam ediyordu.

"Lan, geri zekalı ne yapıyorsun?" Sinirli, sert bir ses duyduğumda sesin tanıdıklığıyla korkum azalsa da kaşlarım çatılmıştı. Pirhan'ın sesi ne alakaydı? "Abi zile bastım ama sanırım çalmadı, kapıya vurunca da açan olmadı. Herhalde kıza bir şey oldu, baksana ses falan gelmiyor içeriden."

Uzay'ın sesini duyunca kaşlarım daha da çok çatıldı. Kapı deliğine doğru yaklaşıp delikten baktığımda Uzay'ın elinde metal bir şeyle, Pirhan'ı ise sinirli bir şekilde burun kemerini sıkarken gördüm.

"Lan, kız belki duymamıştır. Sen niye hemen kapıyı zorluyorsun?" Uzay elinde ki metali yere doğru attı. "Ne bilim abi ya, kız ruhsuz ruhsuz geziyor ortalıkta bende bir şey oldu sandım."

Kaşlarım eski haline gelirken burukça gülümseyesim geldi. Uzay'ın benim için endişelenmesi güzel bir şeyken ruhsuz kelimesi tam olarak beni ifade ediyordu.

Yerimde silkelenip delikten bakmayı bıraktım ve kilidi çevirdim. Kapıyı açtığım an gözlerim direk Pirahan'ın gözlerini bulmuştu. Onunkiler ise beni...

Bi' farklı bakıyordu, bakışları değişikti. Ellerini kot pantolonun cebinden çıkardığında bakışları en çok saçlarımda geziniyordu. Tek elim istemsizce kâkülüme gittiğinde bir kısmını kulağımın arkasına doğru sıkıştırdım. Beni kâküllü ilk görüşüydü, bu bakışlarını ona yoğuruyordum. Çünkü o kadar yoğun bakıyordu ki ne düşünüp düşünmediğini anlayamıyordum.

"Kız niye açmıyorsun kapıyı? Ne zamandır çalıyorum." Gözlerimi zor bela Pirhan'dan ayırıp Uzaya çevirdiğimde, "Duymamışım." diye mırıldandım. Yanımdan geçip içeriye girmeden yanağımdan makas aldı. "Şu güzelliği kaçırdılar sandık."

Kaçırdık demesiyle vücudum gerilmişken istemeden bunun zaten onların yaptığını düşündüm.

Bir şey demeden Pirhan'da yanımdan geçip içeriye geçtiğinde kapıyı kapattım ve arkalarından gittim. Uzay ada tezgahına yaslanmış elma yerken Pirhanda koltuğa oturmuştu.

İkisi de akşamın bir vakti niye gelmişti ki? Neva yok ben evde tekim kaçmayayım diye mi? Sıkıntıdan dolayı tırnak etlerimle oynamaya başladım. Gelmeleri beni rahatsız etmişti. Tedirgin oluyordum.

"N'oldu kız niye ayakta dikiliyorsun?" Gözümü kısarak Uzaya baktım. "Benim için bir şey olmadı da sizin için bir şey oldu sanırım." Elindeki elmayı bitirdiğinde kucağına Kedtav'ı aldı. "Ne olmuş ki?" Gözüm ara ara Pirhan'a kayarken koltuğa doğru ilerledim. "Ne bilim siz böyle akşam akşam gelince bende bir şey oldu sandım."

Uzay cık cık'layarak oturduğum koltuğa oturdu. "Ne yani illa bir şey mi olması gerekiyor, gidelim mi?" Gidin. Ona cevap vermedim ve oturduğum yerden kalktım. Üşümüştüm. Onlara bir şey demeden yavaş hareketlerle yukarıya çıkıp kendime hırka aldım.

Aşağıya geri indiğimde Pirhanı bahçede telefonla konuşurken gördüm. Hava çiselemeye başlamıştı.

"Lan Saksak üstüme salyalarını akıtma." Uzay Kedtavı ensesinden tutup sallamaya başladı. "Bıraksana Kedtavı canı acıyacak." Sarsağı bırakmak yerine daha çok salladığında, "Ne tav ne tav?" diye sordu. Yanına gittim ve hayvanı elinden aldım. "Kedtav."

Sanki çok komik bir şey söylemişim gibi gülmeye başladı. "O ne be? Ketçap gibi." Yerime geri oturup Kedtavın tüylerini sevmeye başladığımda Uzaya dil çıkardım. Kedtavı ketçaba nasıl benzetebilmişti?

Uzay susmak yerine kendi benzetmesine daha çok gülmeye başladığında Pirhan bahçeden içeriye girdi.

"Neye gülüyorsun sen?" Koyu kahve saçlarına düşmüş olan çiseler parlıyordu. "Ketçaba." Pirhan neye güldüğünü hala anlamasada üsteleyerek uğraşmak istemedi ve kalkmış olduğu koltuğa oturdu.

"Açım ben." Nihayet gülmesi durmuştu. "Yemeğe bir şeyler var mı?" Pirhanın sabır çektiğini duydum. "Restonda niye yemedin lan?" Uzay sarsağı kucağımdan almaya çalışsa da vermedim. "Girmemizle çıkmamız bi olduğu için olabilir mi kardeşim?"

"Evde yemek yok." diye mırıldandım. Bende zaten restoranda yemiştim. "İyi o zaman yemek yapalım." Bu teklifi Pirhana sormayacağını bildiğimden dolayı, "Ben yemek yapmayı bilmiyorum." diye cevap verdim. Uzay yerinde yayılarak, "Ohoo," diye söylendi. "O yok bu yok."

"Açsan sipariş et." Diye kızdı Pirhan. "Niye mızmızlanıyorsun?" Sarsak tişörtüme tutunup yukarıya doğru çıkmaya çalıştıkça tutunamıyor aşağıya doğru geri kayıyordu ve buda bende gülme istediği oluşturuyordu. "Ben şimdi sipariş etsem 1 saate gelir."

"Hep aç kalacağına 1 saat bekle ne olacak?" Pirhana hak veren Uzay kendine söylene söylene eline telefonu almıştı. "Hepimize sipariş ediyorum."

"Ben aç değilim." Pirhanla aynı anda Uzaya cevap verdimizde bakışlarımız kesişti. "Sabaha kadar illaki acıkırsınız." Sabaha kadar mı demişti? "Sabaha kadar mı? Siz gitmiyor musunuz?" Sesimde şaşkınlıkla beraber sinirde varken kafamı Uzaya çevirdim. "Yoo niye gidelim?"

"Niye gitmeyesiniz?" Sarsak kucağımdan aşağıya fırladığında bende doğrulmuştum. Ne gerek vardı kalmalarına? Uzay kafasını telefondan kaldırıp kaşlarını bi' aşağıya indirip bi' yukarıya kaldırdı. "Üzgünüm Ezo, zabağa kadar burdayız." Ben bu dediğine sinirlenmişken o gülüp tekrardan telefonuna döndü.

Gerçekten sen kaçma diye mi geldiler Ezgi. İç sesim bana nedenini fısıldadığında içimden bir küfür savurdum. Bunun olmasını istemiyordum.

Sigara kokususu burnuma gelirken Uzaya bakmayı kestim, arkama yaslandım ve kollarımı kavuşturdum. Sarsak bi' o yana bi' bu yana adının hakkını vere vere yürürken Pirhanın ayak dibine kadar gitti. Onun kucağına gitmek istiyordu. Pirhanın bunu ters tepeceğini düşünürken eğildi ve bacağına tırmanmaya çalışan Kedtavı tek eliyle alıp kucağına bıraktı.

Sarsak bundan memnun olduğunu kafasını dizine sürterek belli ederken Pirhanda tek eliyle onun kafasını sevip tek elini de ondan uzak tutuyordu. Sigaranın külü üstüne düşmesin diye.. Bu çok hoştu.

"Siparişi verdim." Uzay telefonu orta sehpaya bırakıp yanımdan kalktı ve çaprazımda kalan üçlü koltuğa yattı. "Yemekler gelene kadar biraz uyuyayım gelince siz bana çağırırsınız."

Bugün oldukça yorulduğumdan olsa gerek benimde uykum gelmişken bende olduğum koltuğa uzandım. Uyumayacaktım ama bacaklarım ağrıdığı için uzanmak istemiştim.

Pirhana Sercanla ne işi olduğunu sorsana. Hayır dedim iç sesime başka bir şey soracağım. Düz olan sırtımı yan bir şekilde konumlandırdığımda artık tamamen ona dönüktüm. Sigarasını bitirmişti.

"Beni o gün nasıl buldun?" Sesimin kısık çıkması Uzayın uyumak istediği için değildi. "Hastaneye götürdüğün gün." Daha açıklayıcı olup ondan cevap beklediğimde düz çizgi halinde olan bakışlarını bana sabitledi.

O gün beni tesadüfen bulduğunu düşünmüştüm ama Sercanla gördüğüm günden beri öyle düşünmüyordum. Sanırım beni takip etmişti. Amcanın adamıysa neden gitmene müsade etsin? İç sesimin merakına karşılık fısıldadım. Oyun..

"Şimdi niye soruyorsun bunu?" Sesi de bakışları kadar tek çizgiydi. "Bi' anda aklıma düştü, merak ettim. Nasıl buldun?"

"Gördüm ve kurtardım."

Dudağımın sol tarafı alayla havaya kalkarken, "İntihara kalkıştığım gün gibi mi?" diye sordum.

Kafasını çok hafif salladığında paketinden bir dal daha çıkardı. Kedtav hala kucağındaydı.

Üsteledim. "Detayları merak ediyorum. Nasıl buldun beni?" Çekmiş olduğu dumanı odaya savururken yine yokuşa sürüp beni cevaplamayacağını düşündüm ama öyle olmadı. "Sen çıktıktan bir süre sonra bende çıktım. Evde uzakta olduğundan şehir içine girmek için senin girdiğin o sokakların yakınından geçmek gerekiyor." Kısa bi' an duraksayıp sigarısın dan bir duman daha çekti. "Arabayla giderken bir ses duydum. Bağırış sesleri." O an aklıma düştüğünde daha fazla hatırlamamak için gözlerimi kırpıştırdım. Çok korkmuştum. "Allahtan yavaş gidiyordum. Bağırış sesleri duyduğumda ise hep den arabayı durdurdum ve indim." 'çok profesyonel' iç sesimi susturdum. "Senin olduğunu anlamamıştım. Sadece bir kadının yardıma ihtiyacı olduğunu ve orada da kimsenin yardım etmeyeceğini biliyordum." Sarsığı sarsmadan biraz kaykıldı. "Bir kaç tane sokak girip bağıran kişiyi aramaya başladığımda seni gördüm. Girdiğim üçüncü sokaktaydın. Bağıran kişi sendin." İçmeyi unutmuş olduğu sigarasının birikmiş olan külü parkeye düştüğünde bakışlarımda parkeye sabitlendi. Muhtemelen orada iz kalacaktı.

"Tesadüf yani?"

"Tesadüf." Duymak istediğim şey bu muydu? Beklediğin bu değildi.

Göz kapaklarım neyin ağırlığından bilmiyorum ama yavaş yavaş kapanırken Pirhanın bakışları hala bende eliyse hala Kedtavdaydı.

"Kalk lan yemeğin geldi." Yüksek sesle beraber sıçrayarak göz kapaklarımı açtığımda Uzayda bana eşlik etmişti. "Hani nerede?" Ne olduğunu hala anlayamazken yerimden doğruldum. "Kapıda, kalkda kapıyı aç." Uzay uyku mahmurluğuna söylene söylene ayağa kalkıp dış kapıya ilerlediğinde bende de aynı mahmurluk vardı. "Ya beni neden uyandırıyorsun ki, alsan kapıdan ölür müsün?"

Uzaya haklılık payı vererek sinirle Pirhana döndüm. Uykuya daha yeni daldım sayılırdı. Tam Uzay gibi bende Pirhana söylenmek için dudaklarımı aralamıştı ki Sarsak gözüme çarptı. Onu uyandırmamak için mi kalkmamıştı? Uyandırmamak için kalkmayıp bağırmakta baya mantıklı bir tercih olmuş. İç sesimin alaylı sesiyle beraber bende ona kıkırdamıştım. Gerçekten uyandırmamak istemesine rağmen bağırması komikken Sarsağın bu yüksek sese uyanmaması daha komikti.

"Kurt gibi açıktım." Uzay elindeki poşetlerle beraber içeriye girdiğinde orta sehpanın önüne oturdu. "Gelsenize acıkmadınız mı?" Daha kırk dakika önce aç değilim demem rağmen canım yemek yemek çektiğinden dolayı bende Uzayın yanına çömeldim. "Uyku insanı daha bi' acıktırıyor değil mi Ezo?" Kafamı sallayıp önüme bıraktığı pizzadan bir dilim aldığımda ısırdım. "Sen yemiyor musun?" Uzay benim gibi bir dilim pizza almak yerine ikisini üst üste koydu ve öyle ısırdı. "Yok afiyet olsun size."

"Miden doğru düzgün bi' yemek görsün be kardeşim." Ağzı dolu bir şekilde konuştuğu için Pirhan tek ayağını ileriye doğru savurarak Uzayın sırtına vurdu. "Ağzın dolu konuşma." Çok aç olduğundan olsa gerek Uzay bunu umursamazken bende yemeğimi yemeye devam ettim. Pizza soğuk olsa da çok güzeldi.

"Lan!" Pirhanın yüksek çıkan sesiyle beraber Uzayla ikimiz kafamızı aniden kaldırdığımızda Pirhanı Sarsağın ensesinden tutup sallandırdığını gördük. "Siktir." Kedtav üstüne işemişti ve sanki Pirhan kendi işemiş gibi duruyordu. Kendimi tutamayıp kahkaha attığımda Uzayda bana eşlik etmişti. "Sırtıma vurduğun için acısını almış aslanım." Elinden sarsağı bırakıp ayağa kalktığında ona güldüğümden olsa gerek bana kısa bir bakış attı. Çok sinirlenmişti.

O odadan çıktığında ben gülmemi hafifletmiştim ama Uzay hala gülüyordu. "Sanırsın kendi işemiş. Bununla iki yıl dalga geçeceğim, elime koz geçti." Hem pizzasını ağzına tıkıştırıp hem gülüp hem konuşması marifetti. Ben olsam gülerken boğazıma kaçardı.

Amacım sadece bir kaç dilim yemekken önümde ki bir pizzayı bitirmiştim ve çatlayacak gibi hissediyordum. Uzay ise kendi pizzasını yedikten sonra Pirhanınkinide yemişti. Gerçekten de baya acıkmıştı. Masanın üstündeki boş paketleri poşete doldurduğumda ayağa kalktım. Poşeti mutfaktaki çöp kovasına attığımda bakışlarım dışarıya kaydı. Çiseleme durmuştu fakat hiç yıldız yoktu.

Şu sıralar hava hep böyle. Karamsar.

Uzayın oturma odasından bağırıp su istemesiyle beraber ona su doldurdum ve oturma odasına yöneldim. Artık gitseler iyi olacaktı. Bende dinlenmiş olurdum. Gideceklerini mi sanıyorsun, neden geldiklerini unutma. İç sesim bana bir gerçeği anımsattığında bir of çektim. Bunalmıştım.

Otuma odasına girdiğimde Pirhanında gelmiş olduğunu gördüm. Duş almıştı ve haliyle üstünü değiştirmişti. Kıyafetleri nerede buldu? İç sesimi susturdum ve Uzaya suyunu uzattım. Bize neydi?

"Canım sıkıldı benim." dedi Uzay, daha demin benim gibi oflayarak. "Ne yapsak, oyun falan oynayalım mı?" Pirhan sert bir ifadeyle Uzay'ı tersledi. "Bu saatte ne oyunu? Otur oturduğun yere."

"Beni o zaman buraya niye getirdin oğlum? Ben evde de otururdum." Kaşlarım kendiliğinden çatılırken Pirhan'a baktım. O mu gelmek istemişti buraya? Neden?

Pirhan ağzının içinden bir şeyler homurdanarak Uzay'a ters ters baktığında Uzay ayağa kalkıp mutfağa doğru ilerleyip onun bakışlarından kaçtı.

Ben Pirhan'a hala bakmaya devam ederken, bana bakmaz diye düşündüğümde bakışları beni buldu ve gözlerini kaçırmadan dik dik bakamaya başladı. Rahatsız olur belki diye bakışlarını çekmesini beklediğimde çekmedi ve ben rahatsız olup çekmek zorunda kaldım.

"Buldum, şişe çevirmece oynayalım." Çok klasik. Elindeki cam şişe ile Uzay içeriye heyecanla girdiğinde orta sehpanın önüne oturdu.

Pirhan ile ikimiz yerimizden kıpırdamayıp dik dik Uzaya baktığımız da, Uzay sabır çekercesine ofladı. "Yemin ediyorum ikinizde çok sıkıcısınız. Az gelinde oynayalım, iki eğleniriz." Bana döndü. "Ezgo hadi gel daha."

Yerimde isteksizce kıpırdanırken, "Oynamasak?" diye mırıldandım. "Ezgocum eğer oynarsan gideriz ama oynamazsan sabaha kadar burada kalırız haberin olsun. Zaten geldiğimizden beri bakışlarınla kovmaktan beter ettin."

Gözlerimi kısarak Uzaya baktım. "Resmen sırf oynayalım diye şantaj yapıyorsun." Ellerini havaya kaldırdı. "Alakası yok. Ben burada eğlenelim diye uğraşıyorum."

Bir şekilde istemeyerek de olsa Uzay'ın teklifini kabul ettiğimde, Uzay bu sefer Pirhan'a döndü. Pirhan'nın oynamayacağını düşünüyordum ki, "Bana hiç bakma Uzay ben bu saçma sapan oyunu oynamam." dediğinde yanılmadığımı anladım.

"Yok öyle bir şey Pirhancığım, bir kere senin bana sözün var. Oynamak istemesen bile söz verdiğin için oynamak zorundasın."

"Cımlı cimli konuşma. Ben sana hiç bir söz vermedim." Pirhan sinirle Uzayı tersleyince, Uzay sinsi bir şekilde sırıttı.

"Vermedin ama illa istediğim bir şeyi yapman için vermene mi gerek var?" Diyerek duygu sömürgesi yaptıktan sonra masanın üstüne, Pirhana doğru eğildi ve, "Hem eğer oynamazsan Ezgiye neden buraya geldiğimizi söylerim." dedi fısıldayarak.

Uzay'ın böyle demesiyle içime sıkıntı doğarken aklım ihtimallerle doluyordu. Onlarla geçirdiğim her vakitte böyle merak uyandırıcı konuşmaları aklımı çok fazla yoruyordu.

Pirhan sinirle soluyup Uzaya öyle bir baktı ki, sanki ben olmasam çoktan Uzay'ı dövmüştü. Uzay sırıtarak geri çekildiğinde elinde sonunda bizi orta sehpanın önüne oturtmuştu.

"Evet, herkes oynamayı biliyorsa çeviriyorum." Uzay şişeyi çevirdi ve şişenin ağız kısmı Uzaya, arka tarafı da Pirhana geldi.

"Doğruluk mu, cesaret mi?" Uzay homurdanarak, "Doğruluk," diye geveledi. "Şimdi cesaret dersem bu benim ağzıma sıçar."

"Geçen hafta Ahsen ile benden gizlediğin neydi?" Uzay bunu sormasını beklemiyormuş gibi kaşlarını çattı. "Hiç bir şey. Ne saklayacağız ki?"

Pirhan dirseklerini dizlerine yerleştirdiğinde, doğruyu söylemesi için Uzaya dik dik baktı. Uzay kurtulamayacağını anladığında, "Senin doğum günün yaklaşıyor ya, geçen sene de kutlatmadığın için Neva bu sene illa kutlamak istiyor. Ama işte sen karşı çıkarsın diye de sana söylemedi. Ben kutlamayalım falan dedim yalnız beni dinlemedi. Klasik Neva işte."

Bakışlarım Pirhana kaydığında, bakışlarında ki sertlik yerini alıyordu. Buna sinirlendiği açık bir şekilde belli oluyordu. Ama neden doğum gününü kutlamak istemediğini anlayamadım. Tamam bende doğum günümü kutlamayı sevmiyordum yalnız haddim olmasa bile Pirhan'ın sebebini de merak ediyordum.

"Söyle Neva'ya kutlama falan yapmasın, istemiyorum." Uzay tamam anlamında kafasını salladığında şişeyi tekrar çevirdi. Bu sefer şişenin arka kısmı bana ucu ise yine Uzaya geldiğinde Uzay gülümsedi. "Ezgocum sen ne istersen sorabilirsin. İster cesaret istersen de doğruluk, sen seç."

Elimi çenemin altına koyup düşünmeden neden geldiklerini sordum. "Kurnaz mısın kız sen? Olmaz bunu söyleyemem. Ayrıca Pirhanı buraya oturtmak için şart koştum." Kabul etmeyerek kafamı iki yana salladım. "Söyleyeceksin. Yoksa bu oyunu niye oynuyoruz?" Uzay ne diyeceğini bilemediğinden olsa gerek Pirhana baktı. Ben Pirhana bakmadığım için ne tepki verdiğini göremiyordum.

Hala Uzaydan bir cevap beklerken Uzay Pirhana bakmayı kesip, "Neva evde olmadığı için geldik, tek kalma diye." dedi. Geçiştirdi. Bakışlarından bile tam olarak doğruyu söylemediği anlaşılıyordu ama üstelemedim çünkü üstelesem cevap verdim diyerek söylememekte direnecekti. Şişe çevirme sırası bende olduğunda şişeyi tutup çevirdim.

Şişenin ucu bana arka kısmı ise Pirhana geldiğinde istem dışı gerildim. Kehribar gözlerini mavi irislerime dikti. "Doğruluk mu cesaret mi?" Ellerimi kâkülüme götürdüğümde onunda bakışları kâkülüme kaydı. Kâkülümü düzeltip, "Doğruluk." diye mırıldandım.

Bakışları biraz daha saçlarımda oyalandığında eliyle kirli sakallarını ovdu. "Bu hayatta asla kabul edemeyeceğin şeylerden biri ne?"

"İhanet." Hiç düşünmeden cevap verdiğimde gözlerinde ki yakıcılık yerini koruyordu.

 

Bölüm : 01.12.2024 23:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...