10. Bölüm

9.Bölüm: ⁓Doğum Günü⁓

Sudenur Kırca
geceninleydisi0

Saçlarımı düzeltip peruğu takmaya çalışırken Neva'nın yarın Pirhan için yapacağı doğum günü partisini planlamasını dinliyordum.

"Her şey hazır. Mekan, pasta, çağırılacak kişiler falan ama bir sorun var. Ahsen'de duymuş parti vereceğimi ve o da gelecekmiş sanırım." Neva'nın yüzünün düşmesiyle peruğumu düzeltip ona doğru döndüm.

"Sen onu çağırdın mı?" Elindeki kalemle kağıdı bırakıp üzgünce kafasını salladığında, "O zaman neden gelsin ki?" diye sordum. "Yüzsüz işte." Diye homurdandı. "Ben şuana kadar hiç bir keresinde çağırmadım ama Ahsen her seferinde geldi."

Nevaya sadece anladığımı belirtircesine kafamı sallamakla yetindim. Ahsen'i pek fazla tanımadığım için bir şey diyemezdim ama tabi ki de çağrılmadığı yere gitmesi abesti.

Ama ayrıca Ahsen'in davranışı kadar, Neva'nın davranışları da bana abest geliyordu. Pirhan'ın doğum gününü kutlamakta baya ısrarcıydı. Üstelik Pirhan'ın istemediğini ve Uzay'ın onu uyarmasına rağmen.

Boğazımı temizleyip, "Neva," diye seslendim. Bana efendim dercesine mırıltılar çıkardığında konuşup konuşmamak arasında kaldım. Sonuçta bana neydi ama ben yine de merak ediyordum. "Yanlış anlamazsan bir şey soracağım."

"Sor tabi." Yatağın kenarına oturdum. "Anladığım kadarıyla Pirhan doğum gününü kutlamak istemiyor. Yani Uzay sana geçen gün söylerken duydum. Sen neden Pirhan'ın doğum gününü kutlama konusunda bu kadar ısrarcısın?" diye sordum tek seferde. Bunu sormamı beklemiyormuş olmalı ki kaşlarını çatarak bana baktı.

"Nasıl yani, çok mu ısrarcı duruyorum?" Yok canım ne ısrarı? Bu dediğine kafamı belli belirsiz salladım. Sonuçta Nevanında kırılmasını istemiyordum. İsyan edercesine göğsünde birleştirdiği kollarını aşağıya indirdi. "İyide Pirhan hiç doğum gününü kutlamıyor, ben ise kutlamak istiyorum. O her doğum gününde sıkıcı bir şekilde oturup sigara içmek istiyor."

Sevecen bir şekilde tebessüm ettim. "İyi de bu senin doğum günün değil ki. Pirhan'ın doğum günü. O nasıl geçirmek istiyorsa öyle geçirsin. Sen kendi doğum gününde parti verirsin."

"Ne yani," diye soludu Neva. "Öylece oturup doğum gününü geçirmesine izin mi vereyim? Hem iki eğlemiş oluruz, onunda havası değişir." Anlayamayarak Nevaya baktım. Bu kadar ısrarcı olması belki de Pirhan için sinir bozucuydu.

Pirhana mı acıyorsun? Amcanın adamı olan adama? Dudaklarımı aralayıp tam Nevaya cevap vereceğim zamanda vazgeçip dudaklarımı geri kapattım. Evet ihtimalde olsa o amcamın adamı olabilirdi?

Daha fazla üstelemeyip işe gitmek için ayağa kalktım, yoksa geç kalacaktım.

Bu hafta son kez işe gidip yarın tatil olduğu için işe gitmeyecektim ve ben tatil günümde dinlenirim diye düşünürken Neva yüzünden doğum gününe katılmak durumundaydım. Bunu hiç istemiyordum.

Kırk dakika süren yolculuktan sonra restorana geldiğimde önlüğümü giyip, Sevginin yanına geçtiğimde, "Geç kalmadım değil mi?" diye endişeli bir şekilde sordum. Elindeki bezle önündeki masayı silerken tebessüm etti. "Hayır çok fazla geç kalmadın ama bir an önce işe koyulsan iyi olur. Birazdan müdür gelip kontrole başlar. Bağırtı yemeyelim şimdi durup dururken."

Onu onaylayıp bana verdiği yedek bezle bende diğer masaları silmeye başladım. Restoranın müdürü sinirli ve disiplinli biri olduğu için en ufak bir şeye bile kızabiliyordu. İlk günler müdürü başka çalışanlara kızarken görünce elim ayağım birbirine giriyordu ama neyse ki Sevgi bana bu konuda çok yardımcı olmuş, hem kendi işini halledip hem de benim işime yardım ederek şuana kadar bağırtı yemememi sağlamıştı.

Sevgiyle beraber kendi bölümümüzde ki bütün masaları sildiğimizde vakit kaybetmeden gelen müşterilerin siparişlerini almaya koyulmuştuk. Burası büyük olmasına rağmen fazla fazla müşteri alıp bazı insanların beklemesine bile sebep oluyordu.

Siparişini almış olduğum kahveleri tepsiye koyduğumda sipariş eden masaya doğru ilerlemeye başladım. Yavaş ve dikkatli adımlar atarken kahveyi dökmemeye çalışıyordum. Yemeklerden ziyade içecek bir şeyleri taşırken sürekli dökersem diye korkak adımlar atıyordum. Nihayet masaya geldiğimde kahveleri müşterilerin önüne bıraktım ve başka bir masaya bakmak için arkamı döndüm. "Baksana!"

Arkamdaki adamın ilk baş başkasına seslendiği düşünüp arkamı dönmedim ama, "Sana diyorum!" diye yüksek sesle seslendiğinde kaşlarımı çatarak arkamı döndüm. "Bana mı seslendiniz?"

Adam bana eliyle gel işareti yapıp önündeki kahveyi gösterdi. "Ne bu?" Anlayamayarak adama baktım. "Anlamadım." Ne neydi? Sinirli bir şekilde önündeki kahveyi iteledi. "Kahvenin yarısı dökülmüş resmen. Bu nasıl hizmet?" Şaşkın bir ifadeyle kahve fincanına baktım. İyi de ben kahveyi dökmeden getirmiştim, yani belki haberim olmadan dökmüş olabilirdim ama onun dışında adam kendisi kahveyi iteleyerek dökmüştü.

"Ayhan sakin olur musun? Bana olan sinirini başkasından çıkarma!" Adamın karşısındaki kadın, sakin bir şekilde adamla konuşmaya çalışırken adam kadını dinlemiyordu. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde gözlerimi yumup geri açtığımda yanıma Sevgi gelmişti. "Ne oldu, iyi misin?" Derin bir nefes alıp kafamı salladım.

Sorun çıksın istemediğim için zıtlaşmamaya karar verdim. "Hemen yenisi ile değiştiriyorum." Fincanı elime aldığımda adam öne doğru eğil ve fincanı tutan elimi savurup kahvenin elime dökülmesini, bardağında yere düşerek kırılmasını sağladı. "Gerek yok kalkıyoruz zaten."

Sıcak kahvenin elime temasıyla beraber kısık bir sesle inlerken, "Ne yapıyorsunuz beyefendi?" diye Sevginin sesini yükselterek konuşması bir oldu. "Ezgi iyi misin?" Yanan elimi avucumun içine aldığımda sızısını hissettim. "Kusura bakmayın lütfen, bana sinirlendiği için oldu." Adamın karşısındaki kadın mahcup bir şekilde eğildi ve o da elime baktı. Kadına bir şey diyemedim çünkü onun bir suçu yoktu adama ise diyecek sözüm yoktu. Şu an ben ne dersem diyeyim üstüme gelip kovulmamı sağlayacaktı.

Kovulman neden bu kadar umurunda ki çalışmanı gerektirecek bir durum mu var? Var dedim iç sesime. Amcamın adamı olduğundan kesin emin değilim. İhtimal. Hep çelişki hep çelişki...

Sevgi sırıtan adama sesini yükseltmek için tekrardan dudaklarını araladığında müdürün bu tarafa doğru geldiğini gördüğümde Sevgiyi kolundan tutup kendime doğru çektim. Benim yüzümden bağırtı yemesini istemezdim.

"Beyefendi bir sorun mu var?" Müdür takım elbisesinin önünü ilikleyerek saygınlığını yitirirken olayı açıklamak adına söze girmiştim ki adam benden önce davrandı. "Kahve sipariş etmiştik ama şu garson kahvelerin yarısını dökerek getirmiş, üstelik bir de haklılarmış gibi diğer garsonunuzda bizimle sesini yükselterek konuştu."

Müdür anında sinirlenip bize döndüğünde, "Öyle bir şey yok." diyerek itirazda bulundum. "Şu adam," dedim şu garson dediğine gönderme yaparak. "Ben kahveleri dökmeden götürmeme rağmen kendisi dökerek beni suçladı."

"Görüyor musunuz bir de itiraz ediyor." Sinirlenerek adama döndüğümde yanındaki kadın araya girdi. "Gerçekten kusura bakmayın bizim hatamız."

"Fatma beni sinirlendirme sus." Adam kadını sertçe kolundan çektiğinde kadınla beraber benim de kolum sızlamıştı. "Ezgi kırılan fincan parçalarını topla ve odama geç." Kendimi açıklamak için tekrar konuşacağım sırda lafımı kesti. "Çabuk hareket et." diye sert bir şekilde konuştuğunda ne dersem diyeyim beni dinlemeyeceği için eğilip kırılan fincanın parçalarını toplamaya başladım. Sonuçta müşteri her zaman haklı diyecekti.

"Ezgi dur ben toplarım senin elin yandı." Sevgi yanıma çöküp bana yardımda bulunmak istediğinde kafamı iki yana salladım. "Gerek yok ben toplarım." Beni duyumsamazlıktan gelip fincan parçalarının küçük olanlarını kendi toplamaya başladı.

"N'oluyor burada?" Sert ve tok bir ses kulaklarıma iliştiğinde kafamı aniden kaldırdım. Bu sesin sahibi hep tanıdıktı. Pirhan ellerini cebine yerleştirmiş sinirli bir şekilde yanımıza vardığında bir müdüre bir de karşısında ki adama bakmaya başladı.

Onun yine burada ne işi olduğunu kendi kendime sorgularken birisinin ayağının ucuyla fincan parçalarından birini önüme doğru atmasıyla atan kişiye baktım. "Şu parçayı da al." Adamın aynı Pirhan gibi ellerini cebine yerleştirmiş bir şekilde sırıtarak konuşmasıyla Pirhanın adamın ensesinden tutup yere çökmesini sağlaması bir oldu. Anlık hareketiyle önüme eğmiş olan adama bakakaldığımda Pirhan boşta kalan eliyle kolumu tuttu ve beni ayağa kaldırdı. Bu amcanın emrimi yoksa onun iyiliği mi? Eli kolumdan sıyrıldı ve adamın ensesini tutarken önüme atılan fincan parçasına kadar kafasını eğdi. "Al bakalım şu parçayı."

Adam hem sinirle Pirhana bir şeyler söyleyip hem de kafasını iki yana sallayarak ayağa kalkmaya çalıştıkça Pirhan daha sert davranıp kafasını bir kere yere vurdu. "Lütfen bırakın Ayhan'ı, ben onun adına özür dilerim." Kadın, adamı bırakması için Pirhan'ın kolundan tutuyordu ama Pirhan kadını umursamıyordu. "Al lan!" diye Pirhan sinirle bağırdığında bir an boşluğuma gelmiş ve yerimde sıçramıştım. Etrafta ki bütün müşteriler bize bakıyordu.

Adamın çenesinden tutup kafasını tekrar yere vurduğunda adam en sonundan pes edip parçayı ağızına alacağı sırada Pirhan adamın kafasını yana yatırdı ve parça adamın dudağının kenarından yanağına doğru kesik oluşturdu. Adam acıyla inlerken şok olmuş bir şekilde Pirhan'a bakıyordum. Bunu neden yapmıştı? Adamın ağzından akan kanlarla beraber Pirhan adamı ayağa kaldırdı ve dışarıdan birilerini çağırdı. "Bir daha yerli yersiz konuşursan bu sefer dilini keserim."

Pirhan'ın sesinde ki sakinlikle beraber daha çok şok olurken Sevgide yanımda şaşkınlığını belli eden kelimeler kullanıyordu. Nasıl hem sakin hem de bi' o kadar sinirli olabiliyordu? Adamın ağzında ki kanlara baktıkça fenalaşan kadının aksine Pirhan çok soğuk kanlı duruyordu. Sanki daha demin adamın ağızını kesen o değildi.

Dışarıdan gelen güvenliklere adamı teslim ettiğinde eline bulaşmış olan bir kaç damla kanı masadan aldığı peçeteye sildi ve bana kısa bir bakış atıp müdüre döndü.

Daha Pirhan konuşmadan müdür, "Pirhan Bey ben çok üzgünüm, kusura bakmayın." diye konuşmaya başladığında anlamayarak müdüre baktım. Pirhan'ı tanıyor muydu? Üstelik sürekli bize bağırıp çağıran adam şimdi Pirhan'ın karşısında kediye dönmüştü resmen. "Müdür odama geç." diye Pirhan sert bi' şekilde konuştuğunda bana döndü.

"Sende alt katta ki odaya geç, bekle beni orada." dedi ve yanımızdan müdürle beraber ayrıldı. "Artık müdürümüz yok, kesin kovulacak." Sevginin konuşmasıyla ona döndüm. "Kovulacak derken?" Sevgi dişlerini göstererek sırıttı. "Evet, Pirhan Bey onu kesin kovar." Kafam iyice karıştığında, "Pirhan Bey mi?" diye sordum. "Evet, buranın sahibi işte."

Kaşlarımın havalanmasıyla beraber dudaklarımdan bir şaşkınlık nidası koptuğunda, "Buranın sahibi Pirhan mı?" diye sordum. Sevgi beni onaylayıp, "Sen niye bu kadar şaşırdın? Ayrıca Pirhan Beyle daha önce karşılaştın mı ki?" Ona sadece kafamı sallamakla yetindim ve yanından ayrılıp aşağı kata inip Pirhan'ın dediği odaya geçtim.

Bu adam her yerde karşıma çıkıyordu. Demek o yüzden sürekli buradaydı. Neden bu kadar şaşırmıştım ki? O amcamın adamı değil miydi?

Hiç bir şey tesadüf değil, her şey bir oyun.

Oda da sadece bi' tane üçlü oturma koltuğu ve ortada bulunan sehpa vardı. Koltuğa geçip Pirhan'ın gelmesinin beklerken elim istemsizce yanan elime gitti. Kahve elime döküldüğünde çok fazla sıcak olduğu için hala sızlıyordu.

Bir süre sonra kapı açıldığında Pirhan içeriye girdi ve oturmayıp karşımda, biraz uzağımda dikilmeye başladı. O ayakta durmuş bir şekilde bana bakarken ne yapacağımı bilmemezlikten dolayı elimi kolumu nereye koyacağımı bilememiştim.

"Eline ne oldu senin?" Pirhan konuştuğunda sesinde farklı bir tını hissetmiştim. Ellerimle oynamayı bırakıp gözlerimi onun gözlerine diktiğimde gözlerinde ki yakıcılık kendisini koruyordu. Ona bi' süre cevap vermeyip sadece gözlerine baktığımda sorusunu yenilercesine ellerimi işaret etti.

Ellerimi kucağımdan indirip, "Bir şey olmadı." diye mırıldandım. Ama bana inanmadığını belirtircesine kafasını iki yana salladı ve yanıma yaklaştı. Dibime kadar girdiğinde gözlerimi gözlerinden alamıyordum. Kehribar rengi gözler beni içine çekiyordu. Bu da oyunun bir parçası.

Sıcak, uzun, kemikli parmak uçlarını yanmış olan elimde hissettiğimde garip bi' duygu içimi gıdıklandırdı. Ne olduğunu anlayamazken, Pirhan yumuşak bir şekilde elimi tutup havaya kaldırdı.

Elimi dikkatli bir şekilde incelerken, "Nasıl yaktın elini?" diye sordu. Ona cevap vermek istemeyip, elimi elinden çekmek istedim ama izin vermedi. "O adam yaptı değil mi?" diye ters bir ifadeyle tekrar soru sorduğunda ona tekrar cevap vermedim.

Sinirle soluduğunda cebinden telefonunu çıkardı ve bir şeylerle uğraşıp geri cebine koydu. O elime, ben ona bakarken elimi sürekli ters düz çevirip inceliyordu. Bakışları bana kaydığında ona baktığımdan dolayı suçluluk duygusu hissettim ve bakışlarımı duvara diktim.

Elimi hala tuttuğundan dolayı da soğuk olan elimi ısıtan elinden hızlıca çektiğimde kapı açıldı ve bi' çalışan elindeki ilk yardım çantasını Pirhan'a verip çıktı.

Pirhan ilk yardım çantasının içini açarken iki karış öteme oturduğundan dolayı oturduğum yerden biraz kaykıldım. Çantadan muhtemelen yanık kremini çıkardığında elimi elinin içine tekrardan almak için harekette bulunduğunda izin vermek istemedim ama o benim iznimi sormazcasına elimi avcunun içine aldı.

Kremden birazını eline sıkıp yavaş ve yumuşak hareketlerle elime yaymaya başladığında pür dikkat onu izliyordum. Daha demin onunla göz göze geldiğimde suçluluk duygusu hissetmiş, gözlerimi kaçırmıştım ama o bana bakmadığı her fırsatta ona bakıyordum. Bunun yanlışlığıyla yanıp tutuşurken ona sormak istediğim soruları sorarak aklımı bulandırmak istedim.

Kremi elime yayışını izlerken, "Neden öyle bir şey yaptın?" diye sordum kısık bir sesle. Ne yapmışım der gibi tek gözünü kırptı. "Neden adamın ağzının kenarını kestin?" Diye açıkladım. Elime kremi sürmeyi bitirdiğinde eline bulaşan kremi peçeteyle sildi ve biraz geri çekildi. "Öyle olması gerekiyordu."

Gözlerimi kıstım. Ne demek öyle olması gerekiyordu? "Nasıl yani?" Oturduğu yerde yayılırken bir bacağını diğer bacağının üstüne attı. "Böyle böyle nasıl konuşması gerektiğini öğrenir işte." Haklı.

"Pirhan," dedim kurumuş olan dudaklarımı dilimle ıslatırken. "Ya seni şikayet ederse? O zaman ne olacak?" Emin bir şekilde, "Etmez." dedi. "Nereden biliyorsun?" diye üsteledim ama bana cevap vermeyip sadece duvara bakmakla yetindi.

Oturduğum yerde dikleşirken "Peki," diye söylendim. "Buranın sahibi olduğunu neden ben bilmiyorum?" Bana kısa bir bakış attı. "Bilmiyor musun?" Yüzünde yine o alaylı ifade vardı. Derin bir nefes aldım. "Benimle taşşak geçme. Neva ile ikiniz neden söylemediniz ki?"

Taşşak dediğimden olsa gerek benden tarafta olan dudağının kenarı hafifçe havaya kalktı. "Özellikle bir nedeni yok. Denk gelmemiştir." Denk gelmemişti değil denk getirmemişlerdi. Çünkü Neva bana sadece arkadaşımın restoranı demişti sevgilisinin olduğunu söylememişti. Aslında amcandan uzaklaştığını sanıyorsun ama her seferinde ona yaklaşıyorsun.

***

"Pirhan bir saat içinde gelir. Acele hareket edelim." Neva telaşlı telaşlı ortalıkta pembe elbisesi ile dolaşırken bana daralmalar geliyordu. Bugünün bana tatil olmasına rağmen evde yatamamış Neva'nın sayesinde oradan oraya onunla beraber koşturmuştuk. Tek kalmayayım, canım sıkılmasın diye yapıyordu biliyordum ama istemiyordum ve bunu ona uygun bir dille söylesem de beni anlamıyordu.

Yan tarafıma biri geçtiğinde Ahsen olduğunu fark ettim. Elindeki çantasını bar tezgahına bırakıp barmene bir içki ismi söylediğinde kafamı çevirip tam olarak ona baktım. Benim gibi kot pantolon ve kazak giymesine rağmen benden süslü duruyordu. Barmenden içkiyi alıp içmeye başladığında göz ucuyla bana baktı ama kafamda ki peruk ve lensten dolayı tanımamış olmalı ki gözünü ayırıp telefonuna bakmaya başladı.

"Ezgo!" Uzayın yüksek sesiyle bir an irkildiğimde baş parmağımı damağıma bastırdım. "Kız sende her şeyden korkar oldun, korkma." Benimle dalga geçercesine sırıttı ve diğer tarafıma oturdu. Ona gözlerimi devirdiğimde, "Yok öyle bir şey." diye söylendim.

Bir elini he he dercesine havada salladığında diğer elini peruk olan saçlarıma götürdü. "Takmışsın peruğunu yine." Elini peruktan kurtarıp ona tekrar söyleneceğim zamanda Ahsen'in "Nasıl yani? Ezgi bu sen misin?" diye cırlayan sesi ile susmak zorunda kaldım.

Bana dönmüş dikkatli bir şekilde beni incelerken, "Niye peruk taktın ki sen?" diye sordu. Ahsen'in şaşkın bakışlarına karşı gözlerimi devirmemek için zor durdum. Ona neydi?

Alt dudağımı büzerken gözlerimi kısarak ona baktım. "Değişiklik olsun istedim. Olmamış mı?" Hala bana aynı şekilde bakmaya devam ederken, "Gerçekten çok değişik olmuş." dedi dalga geçercesine. "Olsun senin saçlar kadar değişik olmadı en azından." Sanki onun saçları çok normaldi. Bir deste çalı süpürgesi.

Uzay yan tarafımdan koluma tokuşturup dururken Ahsende hem bozulup hem de sinirlenmişti. Ama bu umurumda bile değildi. Kendisi ağzına geleni söylüyordu. Dudaklarını aralayıp bana ters bir şey söyleyeceği sırada ona sırtımı döndüm ve Uzaya baktım. Bana tek parmağını sallayarak kıkırdarken, "Şuna geri cevap verildikçe keyif alıyorum." diye söylendi. Büyük ihtimalle Ahsen gitmişti. Bende kıkırdadım. Benimde hoşuma gitmişti.

"Barmen bana bir kokteyl, Ezoyada bir limonata. Bugünüm çok keyifli geçiyor." Uzay bağırarak barmene seslendiğinde sesinden bile gününün gerçekten keyifli geçtiği anlaşılıyordu. Barmen içecekleri önümüze koyduğunda Uzay kokteylinden bir kaç yudum alırken daha ben limonatayı elime bile almamıştım. "Bugün herkes dağıldıktan sonra cezalı oyun mu oynasak?" Kaşlarını bir aşağıya bir yukarıya oynatarak dalga geçerek sorduğunda, "Ben oynamam." diyerek kesin bir dille konuştum.

"Niye ya? Geçen sefer çok eğlenmiştik." diye imada bulundu. O gece uykusuz kaldığım tekrar aklıma gelince, "Bir daha gelirseniz sizi eve almayacağım." dedim sinirle soluyarak. "Niye kız ne güzel eğlendik." Omzumu omzuyla dürterken alayla konuşmuştu. "Çok," diye homurdandım. "Oynarsan gideceğiz demene rağmen Neva gelene kadar gitmediniz."

Gitmemelerini iyi bir şeye yorumlarken aynı zamanda kötü şeye de yorumlayabiliyordum. Ya yalnızken korkmayayım diye kalmışlardı ya da Neva olmadığından dolayı beni gözlerinin önünden ayırmamak istemişlerdi. Kaçmayayım diye, amcama rapor verebilsinler diye... Ama her iki ihtimalden biri daha çok ağır basıyordu. İlk olanı...

Sen demedin mi amcamın adamı olduğu için başka bir yerde değil onun sahip olduğu bir yerde çalışıyorum diye? İç sesim... Bunu gün içinde iki kere kendi kendime demiştim ve sağ olsun o da bana bunu hatırlatmıştı.

"Pirhan geliyormuş, pastayı getirin çabuk! O gelmeden mumları yakalım." Neva'nın ortalıkta bağırarak, telaşlı telaşlı koşuşturmasıyla herkes ayağa kalkmış bir tarafa toplanmaya başlamıştı. "Sanki o gelmeden mumları yaksan sürpriz olacak." Uzay kendi kendine söylenirken ayağa kalktı ve telefonu eline alıp bir şeylerle uğraşmaya başladı. Pastanın üstündeki mumlar yakılıp ışıklar kapatıldığında bende ayağa kalkıp Uzayın yan tarafına geçtim.

Pirhan yavaş ve sert adımlar atarak içeriye girdiğinde üstüne konfetiler patlatıldığında Pirhan'ın yüzündeki sertliğin sinirden olduğunu bile tam olduğum yerden anladım. Bakışları ile bile o kadar sert bakıyordu ki insan göz göze gelince gözünü kaçırmak mecburiyetinde kalıyordu.

Neva olduğu yerden koşarak Pirhan'ın boynuna sarıldığında Pirhan ilk baş karşılık vermese de bir süre sonra kollarını beline dolamıştı.

Sarılmaları bittiğinde Neva Pirhan'ın elinden tutup pastanın önüne doğru sürüklerken aklıma gelen şeyle kaşlarımı çattım. "Peri nerede? Göremedim onu." Uzay'a sorduğum soruyla beraber, Uzay omzunu silkti. "Gelmedi." Abisine bu kadar düşkünden abisi için hazırlanan bir yere neden gelmemişti?

Pirhan'ın isteksizce mumları üflediğini izlerken, "Neden?" diye sordum. Sadece, "Bilmiyorum." diye cevap verdiğinde beni geçiştirdiğini anladım. Üstelemeyip daha bir şey sormadığımda ışıklar açılmıştı.

Kalktığım yere geri otururken bardağı elime aldım ve limonatadan bir kaç yudum aldım. Daha şimdiden sıkılmış ve yorulmuştum. Uzay yanımdan ayrıldığında limonatamı içmeyi devam ederken arkamı döndüm ve etrafıma bakınmaya başladım.

Etrafı tararken gözüm öncelik olarak Pirhan'ı bulmuştu. Doğum gününü tek tek kutlayan insanlara gülümsemiyor ama geride çevirmiyordu.

Sürekli gözlerim onu bulduğu için kendime bu sefer gerçekten kızdım ve gözlerimi bir daha ona bakmamak üzere ayırdım.

"İçecek başka bir şeyler ister misiniz?" Barmenin sorduğu soruya hayır anlamında kafamı iki yana sallayıp ayağa kalktım. Üst kata çıkıp lavaboya gidip, kabine girdiğimde benim peşimden birisi daha girmiş olmamalı ki fısıldar gibi konuşan bir kızın sesini duydum.

"Olmaz." Konuşan kızın sesi tanıdık gelmeye başladığında sese kulak kesildim. "Ben ne dersem diyeyim Pirhan kabul etmiyor. Gecelik seferini kendisi yapacağını söyledi." Tanıdık sesin Ahsen olduğuna kanaat getirdiğimde Pirhanın ismi geçmesiyle daha dikkatli dinlemeye başladım.

"Biliyorum sana söz vermiştik ama biliyorsun bu işlerin üstü Pirhan." Kaşlarım çatıldı. Pirhan neyin üstüydü? Ahsenin bahsettiği sefer de ne oluyordu?

Ahsenin sinirli bir şekilde konuşmasıyla kulağımı kapıya yaklaştırdım. "Sercan beni deli etme onun sözü hepimize geçiyor. Ben ne dersem boş." Ahsen'in Sercan demesiyle kaşlarım daha çok çatılırken alnımda çizgiler kendini belli edecek dereceye gelmişti.

Bahsettiği Sercan, benim tanığım Sercan abi miydi? Ahsen de mi bu işin içindeydi? Sen hala inanma ama hepsi bu işin içinde. Ben neden hala inanmıyordum ki? Çünkü yediremiyorsun. Yediremiyordum. Çünkü ne kadar yollar beni o tarafa itse de yaptığı iyiliklerden mi yoksa başka bir şeylerden mi bilmiyorum ama buna inanmak istemiyordum.

Ahsen'in lavabodan gitmesiyle bende kabinden çıktım. Elimi ve yüzümü hızlı hızlı yıkarken buradan hemen çıkmak istiyordum. Bunalmıştım. Lavabodan çıkıp kalabalık alana girmek yerine adımlarımı dışarıya yönlendirdim. Mekandan dışarıya çıktığımda havanın çiselediğini fark ettim ama yine de adımlarımı durdurmadan yolun ortasına kadar yürüdüm.

Soğuktu ve aynı zamanda rüzgar olmasına rağmen o kadar üşümemiştim. Gözlerimi kapatıp rüzgarın yüzüme çarpmasına izin verirken burnuma yağmur yağdığından olsa gerek toprak kokusu geliyordu.

Toprak kokusunu içime çekebildiğim kadar çekip nefesimi geri verdiğimde, "Hava soğuk, ne yapıyorsun burada?" diye ses duyduğumda gözlerimi açmam bir oldu. Pirhan elleri cebinde, karşımda durmuş bir şekilde bana bakarken onun ne zaman geldiğini algılayamadım.

Aramızda bir adımlık mesafe olduğunda dolayı kendimi bir adım geriye aldım. Ona ne kadar güvendiğimi hissetsem bile kafamdaki çelişkilerden kurtulamıyordum. "Yağmur yağıyor içeriye geç." Emredercesine konuşmasına rağmen sesinde emir kipi yoktu.

"Yağmur bir tek bana yağmur yağmıyor ya, sana da yağıyor. Sen niye bekliyorsun?" Sol dudağının üst kısmı havaya doğru kalktığında kafasını hafif bir şekilde yere eğdi. Bu yaptığı tekrar garip hissetmeme sebep olduğunda bir adım daha geriye gittim.

Kafasını geri kaldırdığında kehribarları direk sahte saçlarımı buldu. Uzun süre sahte saçlarıma baktıktan sonra bana cevap vermek yerine konuyu apayrı bir yere sürükledi.

"Kahküller iyiydi, neden yine peruk taktın?" Sorduğu soruyla kaşlarım havaya kalkerken, "Nasıl yani?" diye sordum.

"Kahküller," dedi gözlerini kısarak. "Yakışmıştı neden tekrardan peruk taktın?"

İlk defa bana iltifatta bulunduğu için kalbim tekledi. Ama ben yine de kendimi tutamadım ve, "Ama sana hiç yakışmamış." diye mırıldandım.

Kaşları çatıldığında ne diye soracakken ondan önce davranıp, "İhanet." dedim.

 

Bölüm : 07.12.2024 21:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...