@geceninleydisi0
|
Ayağımın altında bi' iskemle ve iskemlenin hizasına tavana bağlanmış bir halat... Ölüm, işte şimdi kalbimden bile daha yakındı bana. Derin bir nefes alıp verdim ve ayak parmaklarımın ucunda yükselerek halatı boynuma geçirdim. Ne kadar saçmaydı değil mi? Az sonra kendi nefesimi kendim kesecektim ama ben bunu yaparken bile kendimi cesaretlendirmek için nefes alıyordum. Bu yaptığıma histerik bir şekilde gülerken boynumdaki halatı ne kadar sıkabiliyorsam o kadar sıktım. Nefes alamıyordum. Bu iyi bir şeydi. İskemle ayaklarımın altında kayıp yere düşerken sağ gözümden bir damla yaş aktı. Böyle olsun istememiştim ama böyle olması gerekiyordu. Çünkü artık dayanamıyordum. *** Toprak... Toprak kokusu alıyordum. Burnumun direğini sızlatacak kadar toprak kokusu... Başarabilmiş miydim bu sefer? Ölmüş müydüm? Peki öldüysem neden hala nefes aldığımı hissediyordum? Boynumda bir baskı vardı. Halatın boynuma yaptığı sert baskı gibi değil aksine daha yumuşak bir baskı... Boynumdaki baskı azalırken aynı zamanda çok kısık çıkan bir öksürme sesi duymuştum. Boynuma değen soğuk bir şeyle kabullenmek istemediğim bir gerçeği yeni yeni idrak etmeye başlamıştım. Ölmemiştim. Başaramamıştım. Gözlerimi açmaya çalışıyordum ama, sanki göz kapaklarımın üstüne bal mumu damlatılmış gibi açamıyordum. Göz kapaklarımı olabildiğince zorlayarak yavaş yavaş açmaya çalıştım. Uzun bir uğraştan sonra gözümü açabildiğimde her taraf gereğinden fazla bulanıktı. Bir kaç kere gözlerimi kırpıştırıp bakışlarımı sadece bir noktaya sabitlediğimde bi' süre sonra görüş alanım netleşmeye başlamıştı ve gözüme değen ilk şey ise bir çift kehribar gözler olmuştu. Yabancısı olduğum bu gözler bana öyle bir bakıyordu ki... Sanki gözlerinde bir yakıcılık vardı ve bu yakıcılık küçük ateş parçacıkları olarak gözlerime sıçrıyordu. Gözleri gözlerimden sıyrıldığında boynumda ki soğuk şeyide almıştı. Boynumdaki ferahlık yavaş yavaş azalmaya başladığında, boynumda büyük bir yanma hissi hissettim. Acıyla inlerken gözlerini gözlerime çevirmesini bekledim. Ne konuşabilcek halim ne de hareket edecek mecalim vardı. Gözleri gözlerimi dakikalar sonra bulduğum ondan buzu geri koymasını istedim. Gözlerimle. Beni anladı, buzu koymak için tereddüt yaşadı fakat koymadı. Masaya eğildi ve bir merhem kutusu aldı eline. Merhemi eline sürüp boynuma masaj yaparak yaymaya başladığında, boynum merhemin etkisiyle daha da çok yanmaya başlamıştı. Ben acıya dair mırıltılar çıkarırken durmadı ve sürmeye devam etti. Sağ gözümden benden bağımsız bir şekilde yaş akarken kehribar rengi gözleri akan yaşı seyretti, ardından gözleri benim gözlerimi buldu. Bakışları gözlerimi yakıyordu ve ben göz kapaklarımın kapanmaması için büyük bir direnç gösteriyordum. Bu yakıcılığa daha fazla dayanmayan gözlerim, uykunun da getirdiği mahmurla kapandı. *** Su... Susamıştım. Aldığım nefes bile boğazıma yapışıyordu. Ama gözlerimi açıp su almak için bir girişimde bulanamıyordum. Halsizdim, uyuşmuş gibiydim. Felç geçirmiş gibi parmak ucumu dahi oynatamıyordum. Biraz zaman sonra susuzluğumla baş edemeyeceğimi anladığımda zorda olsa elimi hatırladığım kadarıyla yakınlarda olan masanın üstüne getirmeye çalıştım, fakat elim daha masaya bile gidemeden yattığım yerin boşluğuna savrulmuştu. “Ne yapıyorsun?" Tok, yabancı ve erkeksi çıkan bir ses kulaklarıma iliştiğinde irkildim. Boşluğa savrulan kolumu bir el tuttu ve karnımın üstüne koydu. Titrek bir nefes alıp verdim ve sadece "Su," diyebildim. Ağzının içinden homurdanırken, bardağa su doldurduğunu işittim. "Al." dedi, sert bir şekilde bardağı elime tutuştururken. Kolumu kaldırmaya halimin olmadığını görmüyor muydu? Nasıl içecektim? Gözümü dahi zar zor açamıyordum. Ben elimdeki bardakla hareket etmeden yatarken -ki bardağı bile doğru düzgün tutamıyordum- elimden bardağı geri aldı ve belimden tutup beni doğrulttu. Görüş alanıma hiç girmemişti. Bardağı aralık olan dudaklarıma yasladığında susuz olmama rağmen ancak birkaç yudum içebilmiştim. Beni geri yatırdığında alnımdan bir şey aldığını hissetmiştim. Daha sonra, yine alnıma ıslak bir bez koyduğunda neden halsiz olduğumu daha yeni anlamıştım. *** Uyanalı sayamayacağım kadar çok fazla dakika geçmişti ve ben duvarı izlemekten başka hiç bir şey yapmamıştım. Bi' de beklemekten başka. Dün o parmaklıkların arasından bi' şekilde kaçmıştım ama başarısız olmuştum. Yine ve yeniden amcamın eline geçmiştim. Şimdi ise onu bekliyordum. Çaresiz ve tükenmiş bir şekilde. Normalde uyandığımda hep yanımda biri veya birileri olurdu ancak bugün yoktu. Bu beni biraz telaşlandırıp meraklandırsada kafaya takmadım. Muhtemelen kapının önündelerdi. Bir mahkum, çok fazla gardiyan. Ve ayrıca normalden farklı bir yerde uyanmıştım. Bu normalde olmazdı. Olası durumlarda olurdu ki bugün burada uyanmamda olası bi' durumu teşkil ediyordu. Kalbim sıkıştı. Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Hayır, boşa panik yapıyordum. Öyle bir şey olmayacaktı. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışırken aynı zamanda gözlerimi odada gezdirdim. Ahşaptan ama beyaza boyanmış cam kenarında iki tane yan yana duran sallanan sandalye, yattığım yerin karşısında bulunan ahşaptan oymaları olan bir dolap, hemen yanında olan ayna ama kendime bakamayacağım kadar karamsar, ahşaptan sehpa ve yine ahşaptan olan bir vitrin. Dakikalardır tavana bakmaktan odayı fark edememiştim. Oda da her şey antikaydı ve buradan bile hepsinin bi' değeri olduğu belliydi. Benim burada ne işim vardı? Ayaklarımın yere tam basmasıyla beraber kapının açılması bir olduğunda yüreğim ağzıma geldi. "Uyanmışsın!" Kırklı yaşlarda, kısa boylu, hafif kilolu olan kadın elinde bir tepsiyle bana gülümseyerek bakıyordu. "Nasılsın?" Kim olduğunu anlamadığım kadın elinde ki tepsiyi orta sehpaya bırakıp elini alnıma götürdü. "Ateşinde düşmüş." Tanımadığım sevecen gözüken kadınının elini alnımdan uzaklaştırken, "Amcam nerede?" diye sordum. Muhtemelen işe yeni başlayan çalışanlardan biriydi. "Amcan mı? Bilmem ki.." diye beni cevapladığında bu kadınında diğer kadınlar gibi olduğuna kanaat getirdim. "Bi' kerede düzgün cevap verin." Diye sinirle soludum. Ne zaman bi' şey sorsam cevabını alamıyordum. "Neredeyiz biz?" "Isparta." Biraz yüksek sesle konuşmuş olmalıydım ki kadın anında cevap verdiğinde dudaklarım aralandı. "Isparta mı?" Benim burada ne işim vardı? "Amcam nerede?" Kadın başındaki yazmasını düzelttiğinde, "Kuzum ben bilmiyorum Pirhana sorarsın olur mu?" "Pirhan mı?" O da kimdi? Daha önce onu hiç duymamıştım. "O kim?" "Bu evin sahibi, seni buraya o getirdi." Kafam allak bullak olmuştu. Eğer beni buraya getiren Pirhansa, Pirhan amcamın adamı olmalıydı. Dudaklarımı aralayıp başka bir soru daha yönelticeğim sırada kapı açılmış ve üzerime gölge düşmüştü. Aralanmış olan dudaklarım geri kapanırken üzerime düşen gölgeyi takip ettim ve odaya girene baktım. Belirgin elmacık kemikleri, sert çehresi, kendini belli edecek kadar kalın dudaklara sahip olan biri kapının ağzında durmuş kadına bakıyordu. "Heh, Pirhanda geldi." Kafamı hafif yana yatırıp kapının önüne bakınmaya çalıştım. Eğer amcam buradaysa Ferit abide kesin kapının önünde olurdu. Ancak kapının ağzında ki yarı görüş alanımı kapatan adama rağmen gördüğüm kadarıyla kimse yoktu. Bırak Ferit abiyi başka bir adam bile yoktu. Bu normal miydi? Kalbim korktuğunu belli edercesine attığında sakinlemek istercesine nefes alıp verdim. Aklımdan geçen şey olmayacaktı. "Süreyya Sultan sen masayı hazırla bizde peşinden geliriz." Sinirli denilemiyecek kadar sakin bir ses tonu. Süreyya teyze getirdiği tespiyi eline geri alıp odadan çıktığında Pirhanda cam tarafına yönelmiş ve kapalı olan perdeyi açmaya başlamıştı. Açılan perdeden dolayı camdan süzülen gün ışığı milim milim yüzüme vurmaya başladığında bu bana iyi gelmişti. Stor sesi kesildi, cam açıldı ve ben temiz havayı sonuna kadar içime çektim. Nefes: Canlılık, hayat belirtisi. Eğer intihar edebilmiş olsaydım şuan hayat belirtisi gösteriyor olamıyacaktım. Bu nötrdü. Pirhan cam tarafından ayrılıp görüş alanıma girdiğinde, "Amcam nerede?" diye sordum. Bana hiç bakmadı, orta sehpaya eğildi ve üzerindeki dağınıklığı toplamaya başladı. "Kapıda ki adamlar nerede? Ferit abi falan." Sehpanın üzerinde ki her şeyi dizaynladığında bu sefer kolunu yanıma doğru uzattı ve hemen hemen bacağımın dibinde olan pikeyi alıp katladı. "Kalk, Süreyya Sultan masayı hazırlamıştır." Ben onun bana cevap vermesini beklerken o cevap verme tenezzülünde bile bulunmadan arkasını döndü ve odadan çıktı. Sabır. Bir kaç dakika daha bekleyip güneşi biraz daha hissettikten sonra ayaklarımın üstüne dikildim. Uyandığımdan beri neler olduğunu anlamadığımdan dolayı aşağıya inip etrafa bakınmak istiyordum. Odadan çıktığımda krem renk duvarları olan, koridorun sonunda bulanan merdivenlere doğru yürümeye başladım. Koridorda ahşaptan kapıları olan beş oda daha vardı. Ahşap merdivenleri inmeyi bitirdiğimde etrafıma kısaca bir göz gezdirmiştim ancak kimse yoktu. Bu adamlar neredeydi? Arkama dönüp dış kapı haricindeki diğer kapıya doğru ilerledim ve kapıdan içeriye girmemle beraber Pirhanın sırtıyla karşılaştım. "Heh geldin mi? Geç kızım sen masaya her şey hazır." Süreyya teyze elinde ki çay bardaklarını masaya koydu ve yanıma gelip beni masaya doğru yönlendirdi. Bu ilgide neyin nesiydi? Sandalyeye oturup öylece etrafıma bakındım. Masada her şey vardı. Benim yememem gereken her şey. Pirhan sigara içiyor olmalıydı ki kokusu burnuma kadar gelmişti. Koku daha çok yoğunlaştığında görüş alanıma girmişti. Elinde ki neredeyse bitmekte olan sigaradan bir kez daha çekip izmaritini masanın üstündeki küllüğe bıraktığında ona en başta sorduğum soruyu tekrardan sordum. "Amcam nerede?" Küllüğe bırakmış olduğu izmaritle oynarken kafasını çevirdi ve onu gördüğümden beri ilk kez gözlerini gözlerime sabitledi. Kehribar gözler... Bu gözleri anımsıyordum. "Amcanı bu kadar merak ediyorsan niye intihara kalkıştın?" Amcamın adamından da bunu beklerdim. Nedenini bildiği halde benimle dalga geçmek için mi bunu soruyordu? Onun bana cevap vermediği gibi bende onu kale bile almadım. "Siz kahvaltınızı yapın bende üst katta işlerimi halledeyim." Süreyya teyze mutfaktan çıktığında Pirhanda elindeki izmariti bıraktı ve çayından bir kaç yudum aldı. "Kahvaltını yap." Sandalyemi masaya yaklaştırmak yerine arkama doğru yaslandım. "Biz neden Ispartadayız?" Bana saliselik bir bakış attı. "Çünkü burada yaşıyorum." "Anlamadım." Bana tek gözünü kırparken, "Neyini anlamadın?" diye sordu. "Sen burada yaşıyorsun diye ben neden Ispartadayım?" "Nereye gitmek isterdin?" "Mezera." "Uçak kalkmadı, başka zamana artık." Onun bu tavrı sinirimi bozarken son bir kez daha amcamı sordum. Daha önce bu adamı bu kadar sorduğumu hatırlamıyordum. "Bilmiyorum, nereye bıraktıysan oradadır." Artık gerçekten sinirlenmiştim. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Kollarını kavuşturdu. "Yoo." "Geri zekalı." Sandalyemi geriye ittim ve ayağa kalkmak için hamlede bulundum. "Nereye?" Duyumsamadım. "Yine intihar etmeye mi gidiyorsun?" Ve o an sinirim taştığında elimin tersiyle önümde ki çayı üzerine doğru ittim. Refleks olarak sıçrasada çok canı yanmamış olmalı ki oturmaya devam etti. "Ne yapıyorsun?" Sinirlenmişti. "Ne yapıyor muşum?" Sabır çekercesine kafasını yana yatırdığında çenesiyle kalktığım sandalyeyi gösterdi. "Otur şuraya." "Oturmayacağım." Arkamı döndüm ve kapıya doğru ilerlemeye başladım. "Otur dedim." "Oturmayacağım dedim." Ben tam kapıdan çıkacakken, "Konuşacaklarımız var. İlk önce beni dinle sonra nereye gidiyorsan siktir olup gidersin." dedi dişlerinin arasından konuşarak. Normalde asla dediğini yapmaz ve mutfaktan çıkardım ama amcamın nerede olduğunu, beni nasıl bulduklarını, kapıdaki adamlara ne olduğunu ve neden Ispratada olduğumuzu falan merak ediyordum. "Eğer benimle 0-6 yaşındakiler gibi konu-" Lafımı kesti. "Otur, düzgünce konuşalım." Masaya geri döndüm ve sandalyeye oturdum. "Amcam nerede?" Arkasına yaslandı. "Bu soruya cevap vermiştim." Sinirli bi' şekilde soluğumu dışarıya bıraktım. "Vermedin." Kafasını yana yatırdı. "Bilmediğimi söyledim." "Nasıl bilmiyorsun ya? Beni buraya o getirmeni o söylemedi mi? Sende onun adamlarından biri değil misin?" Sesim olduğundan sert çıkmıştı. "Adamlarından biri?" Dudağının sol tarafı alayla havaya kalktı. "İyiymiş ama ben amcanın adamı falan değilim. Emir almaktan hoşlanmıyorumda." Kaşlarım kendiliğinden çatıldığında, "Nasıl?" diye sordum. "Nasıl adamı değilim? Kimin adamısın?" Kollarını kavuşturdu. "Kimsenin adamı falan değilim." Kafam karışmıştı. "O zaman ben Ispartaya nasıl geldim? Beni kim kurtardı?" "Ben." "Sen kimsin?" Kehribar irislerini mavi irislerime orantıladı. "Pirhan Kaygılar." "Baya açıklayıcı oldu." Kafama hiç bir şey yatmazken resmen salağa bağlamıştım. Kavuşturmuş olduğu kollarını çözdü ve elini cebine atıp sigara paketi çıkardı. "Neden intihar ettin?" Dedi sigarasını yakıp, dumanını çekerken. Bu soruyu sormasını bekliyordum ama burada asıl soru bu değil beni nasıl kurtarmasıydı. Sorusuna cevap vermeyip gözlerimi kısarak, "Sen, beni nasıl kurtardın?" diye sordum. "Gördüm ve kurtardım." "Bu kadar?" "Bu kadar." "Neden?" "İnsanlık." dedi sanki bu çok normal bir şeymiş gibi. Arkama yaslandım ve onunda önceden yaptığı gibi kollarımı kavuşturdum. "Şimdi beni amcam değil sen buldun ve amcamı tanımıyorsun öyle mi?" Beni onaylarasına kafasını hafif salladı. "Sende beni gördün, kurtardın ve Ispartaya getirdin. İnsanlık namına." "Öyle." Kollarımı çözdüm ve doğruldum. "O zaman ben gideyim?" Madem esir altında değildim, o zaman özgürdüm. "Otur." Sesi keskin ve netti. "Daha konuşacaklarımız bitmedi." Kaşlarımı havaya kaldırarak, "Tanımadığın bir insanla ne konuşacağın olabilir?" dedim kelimenin her birini bastırarak. Daha doğrusu ona gönderme yaptım, 'bana yalan mı söylüyorsun' dercesine. Sigarsından bir duman daha çekti ve sarkmakta olan külünü küllüğe sirkeledi. "Vücudunda çip olduğunu biliyor muydun?" Dediğini anlamayıp yüzüne bön bön baktığımda, "Yani," dedi daha açıklayıcı olarak. "Derinin altına çip yerleştirildiğinden haberin var mı?" Deri altı çipi? Benimle ne alakası vardı? Hala anlamadığımı gördüğünde sıkıntıyla konuştu. "Dün gece ateşlendiğin için terlemiştin, bende tişörtünü değiştirirken sırtında ve bel boşluğunda çip olduğunu fark ettim." Demesiyle donup kaldığımı hissettim. Çip? Bunuda mı yapmıştı? Neden şaşırıyorsam, zaten yapmasa garip olurdu. Demek o yüzden attığım her adımı biliyor, beni hemen buluyordu. Nefesimi tuttum. Eğer vücudumda çip varsa beni şimdide bulurdu. Titreyen mavi göz harelerimi, onun kehribar rengi gözlerine çevirdim. "Bunu göreli ne kadar zaman oldu?" Sigarasını küllüğe attı. "4-5 saat olmuştur." Yani beni bulması an meselesi diye mırıldandım korkuyla. Ne yapacaktım? "Daha değil." "Nasıl?" Benim anlamaz bakışlarım altında sandalyesini geriye doğru itti ve ayağa kalktı. "Çip şuan etkisiz bi' halde. Kesin değil ama şuan etkisiz. Yani kimden kaçıyorsan biraz daha kaçabilirsin." Bunu dalga geçermiş gibi söylesede şuan ona hiç takılmadım. Amcam yoktu. Ölmeyi başaramasamda bi' şekilde kaçabilmiştim. Oturduğum sandalyeden kalktım ve onun tam karşısına, ada tezgahının önüne geçtim. "Çipin etkisiz halde olduğunu nereden çıkardın?" Sol eliyle çenesinin sağ köşesini kaşıdı. "Ben etkisizleştirdim." Bunu beni o halde bulduğu için acıyıp mı yaptırmıştı bilmiyordum ama eğer bu doğruysa mutlu olmuştum. Ama bir şey daha vardı. Kesin etkisiz dememişti yani dahalık sevinmelik bir durum yoktu benim için. Her an bulunabilirdim. "B-bana yardım e-et, lütfen." Titreyen sesimi aldırmadan konuştuğumda belki ondan yardım isteyerek acizlik yapmıştım ama başka çarem yoktu. Bana baktı ardından titreyen ellerime, sonra tekrardan gözleri gözlerime tutunduğunda, "Hayır, gitmek istiyordun gidebilirsin." dedi. Ona cevap veremedim. O bana baktı ben ona. Haklıydı ama benim yerimde değildi. Eğer ki benim yerimde olsaydı şuan yardım istemeyi bile kırk kere düşünürdü. Çünkü güvenmezdi ve ne yapacağını bilemezdi. Aradan on dakika kadar bi' süre geçtiğinde ve ikimizde konuşmak yerine birbirimize sadece dik dik bakmakla yetindiğimizde Pirhan bu durumdan sıkılmış olmalı ki dudaklarını araladı. "Neden bu kadar çok korkuyorsun?" Korku: Gerçek bir tehlikenin ya da bir tehlike olasılığının, düşüncesinin uyandırdığı kaygı duygusu. "Korkmuyorum." Endişeleniyorum. Ellerini tezgaha yasladı. "Kaçıyorsun." Kimse haklı bir insana cevap vermezdi. "Yardım etmeyecek misin?" Gözlerine yakıcılık uğradı. "Gidecek misin?" Gidecektim, eğer yardım etmezse. Ona cevap vermeyip ondan cevap beklediğimde bu sefer, "Neden yardım edeyim?" diye sordu. "Çip'in olduğunu söyledin ve etkisizleştirdiğinide?" Dedim oradada yardım etiğini belirterek. "O zaman neden yardım ettin?" Omzunu silkti. "Öteki dünyaya hazırlık yapıyorum." Mavi irislerim kehribar irislerine sabitken, "Şimdide bunun için yardım edebilirsin." Dedim ve ardından hemen ekledim. "Gitmemi istiyorsanda giderim." Yüzümü baktı, incelemeye başladı. Uzun süre cevap vermeyip bana baktığında rahatsız olup gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Sesli bi' şekilde nefes alıp verdiğinde ve hala cevap vermeyince, pes edip arkamı döndüm. Zorlamanın anlamı yoktu. "Tamam." Sesi oldukça toktu. Arkama dönmeden kafamı çevirdim ve ciddi olup olmadığına baktım. Kafasını ağır ağır aşağı yukarı salladı ve dudaklarını yaladı. "Geç kahvaltını yap, halledeceğim." Ellerini ada tezgahından ayırdı ve mutfağın çıkışına doğru yürüdü. Peşinden adımladım. "Gerçekten mi?" "Gerçekten." Tam eşikten geçerken saniyelik omzunun üstünden bana baktı. "Sen sadece bekle ve kahvaltını yap." Daha fazla üstelemeyip kalktığım sandalyeye oturdum ve o da gözden kayboldu. Her zaman ki gibi yine ve yeniden endişeleniyordum. Endişe artık benim için alışı gelmiş bir şeydi. Birbirimize üvey kardeşlik yapıyorduk. Ezelden beri düşman ama aynı zamanda da ezelden beri kardeş gibi. Kaç dakika olmuştu bilmiyordum ama stresten dolayı elimle masaya ritim tutmaktan artık parmak uçlarım acıyordu. Ritim tutmayı bırakıp ayağa kalktım ve tezgâhın önüne geçerek bardağa su doldurdum. İçim yanıyordu. Bardaktaki suyu bi' diklemeye içtiğimde ve yetmediği için bir daha bardağa su dolduracağım zamanda kapı zilinin çalmasıyla yüreğim hopladı. Amcam mı gelmişti? Yavaşca bardağı tezgaha bırakıp çıkışa adımladım. Eğer ki amcam geldiyse ya Pirhan bana 'ben kimsenin adamı değilim' diyerek yalan söylemişti ya da çip etkin haldeydi. Ürkek adımlarla mutfaktan çıktığımda dış kapının önüne gelmiştim yalnız yerden kafamı kaldıramıyordum. Korkmuyordum ama ürküyordum."N'aber, Davut abi?" Pirhanın sesini duymamla ellerimi ovuşturarak başımı yavaşca kaldırdım."İyi, Pirhan. Senden ne haber? Uzun zamandır gelmiyorsun yanıma?" Kır saçlı, gözlüklü, ayva göbeği olan tanımadığım adam Pirhanla tokalaştı. Amcam değildi, onun adamlarından birine benzemiyordu. "İşler falan vardı, gelemedim." Pirhan adama cevap verirken aynı zamanda gözleri titremekte olan ellerimdeydi. "Abi ilk önce şu işi halledelim sonra konuşuruz." Adının Davut olduğunu öğrendiğim adam kafasını sallayıp bana kısa bi' bakış attı ve önden yürüyerek merdivenleri çıkmaya başladığında Pirhan da bana hadi diyerek önden yürümem için çenesiyle ileriyi gösterdi. Merdivenleri çıktığımızda Pirhan öne geçip benim sabah uyandığım odaya girdi. Bizde peşinden odaya girdiğimizde Davut abi hiç vakit kaybetmeden elinde getirmiş olduğu çantayı açtı ve içinden malzemelerini çıkarmaya başladı. "Yatağa yatsın." Üzerimdeki tişörtün eteklerini olabildiğince sıktığımda Pirhan, "Tişörtünü çıkar ve yüz üstü yatağa yat." diyerek Davut abiyi tekrarladı ancak yatmadım. Tamam belki yardım istemiştim ama hata mı yapmıştım? Ya Pirhan gerçekten amcamın tanıdığı adamlardan biriyse? Onlara şuan güvenemiyordum. Kendimi tehlikeye atıyormuş gibi hissediyordum. Pirhan korktuğumu anlamış olacak ki, "Bi' şey olmayacak, sadece sana yardım edeceğiz o kadar. Hastaneyede gidebirdik ama bi' şeyden kaçtığın oldukça belli olduğu için bu ihtimali eledim." dedi yatıştırıcı bi' sesle. Sesindeki o alay, sertlik gitmişti. Derin bi' nefes alıp verdim. Eğer amcamın adamıysa zaten tehlikedeydim ama değilse bu bi' kaçış yoluydu. Yatağa doğru yanaştım ve üzerimdeki tişörtü bir çırpıda çıkarım yatağa yüz üstü uzandım. Davut abi eline eldivenlerini taktı ve orta sehpaya oturup sırtımda bir kaç yere dokunmaya başladı. "Pirhan sırtındaki çipi kolay çıkarırız ancak bel boşluğunu ne kadar uyuşturursak uyuşturalım acı çekecektir. Oradaki çip baya derinde gözüküyor." Sıkıntılı bir nefes alış veriş. "Bayılt o zaman." "Hayır." diyerek hemen karşı çıktım. Böyle bir şeye izin veremezdim. Buraya yatmıştım ancak bayıltılmak kesinlikle istemiyordum. "Bayıltmanıza gerek yok, dayanabilirim." Davut abi kafasını iki yana salladı. "Zaten böyle bir şey mümkün değil. Hijyenik ve etik bir durum değil bir kere. Eğer çok isterseniz kliniğe gitmemiz gerek." Bana değil ona yönelik konuşmuştu. Pirhan kirli sakallarını birkaç kere kaşıdıktan sonra bana baktığında, "Ben dayanabilirim." dedim. Önce itiraz edecek gibi oldu ama sonra homurdanarak, "İyi," diye söylendi. "Çek acını." Pirhandan onayını alan Davut abi hazırlamış olduğu malzemeleri eline aldı. Kafamı yan bir şekilde dümdüz tutup karşımda kalan aynadan onları izlerken, ilk önce derin bir nefes almamı söyleyen Davut abi sırtımın iki yerine iğne vurarak uyuşturdu. Bu işlem tahmin ettiğim gibi canımı çok yakmamıştı. Bir iğne daha aldı eline ama bu seferki iğne daha büyük ve göz korkutucuydu. Sonra, daha ne olduğunu bile fark edemeden iğneyi sırtıma sapladığında ağızımdan bir çığlık firar etmişti. İğnenin hepsini soktuğunu hissetmişim ve çevirdiğini de. Acı tüm benliğimi esir almıştı. İğneyi daha da çok bastırıp döndürdüğünde, yumruk yapmış olduğum elimi daha da çok sıktım. Çipi çekmek için iğnenin şırıngasını yukarı doğru çektiğinde iliklerime kadar titredim. İğneyi batırdığı yerden çekip pamuk koyduğunda, bu sefer aynı şekilde sırtıma batırdı iğneyi. Acıdan dolayı ağlamak istedim ama gözümden yaş gelmedi. Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda gözlerim aynadan kaydı ve kehribar gözlerle kesişti. İfadesi hiç değişmeyen gözler yine her zaman ki gibi yakıcılığını koruyordu. İğnenin tekrar tekrar çevrildiğini hissettiğimde gözlerim kaydı ve karanlık beni selamladı.
|
0% |