Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5.Bölüm: ⁓Biçare⁓

@geceninleydisi0

Kaç saat uyumuştum bilmiyordum ama üstümdeki yorgunluğu hala atamadığımı hissediyordum. Vücudumun her yeri karış karış ağrıyordu. Lavaboya gidip kendime gelmek için elimi yüzümü yıkadıktan sonra üstümde ki dün gece giydiğim pijamalarla merdivenlerden aşağıya inmeye başladım.

Merdivenlerden inerken kulağıma Neva'nın şarkı söyleyen sesi geliyordu. Bir şeyler mırıldanıyordu ama tam olarak ne söylediğini anlamıyordum. Sesin geldiği yere, mutfağa girdiğimde Neva'nın kahvaltı hazırladığını gördüm. İngilizce şarkı söylüyordu ve sesi güzeldi.

Birkaç dakika sonra beni fark ettiğinde, "Günaydın." diyerek neşeyle bağırdı. Onun bu neşeli halleri tebessüm etmeme sebep oluyordu. "Günaydın." Dolaptan çıkardığı tabakları tezgâhın bir köşesine koydu. "Nasıl, rahat edebildin mi? Rahat uyudun mu?" Kafamı evet anlamında salladım. İlk defa bu kadar rahat uyumuştum.

Olduğum yerde dikilmeyi bırakıp yardım etmek için yanına gittim ve ne yapabileceğime bakınmaya başladım. Uzun süre bakınmış olacağım ki Neva elindeki bıçakla tezgâha koyduğu tabakları gösterdi. "İstersen tabak ve çatalları bahçedeki masaya götürebilirsin." Elinde tuttuğu bıçağa baktım ve refleks amaçlı ister istemez korkup kendimi birkaç adım geri aldım. Neva bu hareketimle bıçağı anında geri çekip tezgâhın üstüne bıraktı. "Ben sadece... Korkutmak istememiştim kusura bakma." Kafamı önemli değil anlamında salladım. Normal düşünemez hale gelmiştim.

Tabak ve çatalları alıp bahçeye çıktığımda havuzun yanında bulunan masaya doğru ilerledim. Tabakları masaya bırakıp masaya bir göz gezdirdiğimde gerçekten de bir kuş sütü eksik deyimini doğrular nitelikteydi. Anladığım kadarıyla Neva'nın eli bu işlere benim aksime yatkındı.

Mutfağa geri dönmek için arkamı döndüğümde gözümün önünden hızlı bir şekilde bir şey geçmesiyle olduğum yerde irkildim. Ne olduğunu anlamayıp birkaç adım attım ve neyin geçtiğine bakınmaya başladım. Birkaç saniye sonra ağacın arkasından bir şey üstüme doğru atladığında korkup yere düştüm.

Üstümde bir şeyler kımıldıyor, hareket ediyordu. Yattığım yerden beri kafamı eğip ne olduğuna baktım. Beyaz tüylü ve sadece kafasının üstünde kocaman siyah bir beneği olan tavşan olduğunu benzettiğim hayvan -ki kedi de olabilir- çünkü tavşan olamayacak kadar biraz fazla büyüktü ve dişleriyle üstümde ki tişörtü kemiriyordu.

Hızlı ama aynı zamanda da yavaş hareket etmeye çalışarak doğruldum ve Kedtav'ı üstemden alıp kenara bıraktım. O sırada Neva elinde tabakla mutfaktan çıktığında yanıma doğru geldi. "Aa, tanıştın mı oğlumla?" Oturduğum yerden ayağa kalktım ve Neva'nın paçalarına tutunmaya çalışan Kedtav'a baktım. "Oğlun?" Domates doğramış olduğu tabağı sağ eline aldı ve eğilip diğer eliyle yerdeki hayvanı aldı. "Evet," dedi ve Kedtav'ın burnunu öperek. "Tanıştırayım, Sarsak."

Kaşlarımı kaldırıp elinde ki Kedtav'a baktım. "Sarsak mı? Ben daha çok Kedtav diye düşünmüştüm." O'da benim gibi kaşlarını kaldırdığında, "Neden?" diye sordu. Alt dudağımı dışarıya doğru büktüm. "Bilmem, tavşana ama aynı zamanda da kediye çok benzediği için Kedtav diye düşündüm." Bunu demenle beraber Neva kocaman bir kahkaha attı. "Evet kabul ediyorum normal tavşanlardan biraz fazla büyük ama benim oğlum kedi değil."

Masaya oturduğumuzda Kedtav'ı da yan sandalyeye bıraktı. "Yalnız Kedtav'da fena isim değilmiş." dedi hala gülmeye devam ederken. O'nun bu kadar uzun süre gülmesi garibime gitmişti ama aynı zamanda da imrenmeme sebep olmuştu.

Bir süre ikimiz de konuşmayıp kahvaltımızı yaptık. Daha doğrusu sadece o yaptı çünkü benim yemek yemeğe iştahım yoktu. Başka zaman olsa bu masada ki her şeyi yemek için can atardım ama şimdi hepsi karşımdaydı yalnız iştahım yoktu.

"Beğenmedin mi?" Neva'nın konuşmasıyla kafamı kaldırıp ona baktım. "Neden yemiyorsun?" Tebessüm etmeye çalıştım. "Hayır hepsi çok güzel ama benim biraz iştahım yok." Üstelemedi ve kafasını peki anlamında salladı. "Ee, ne yapalım bugün? Bildiğim kadarıyla buraya daha önce gelmedin, istersen sana Isparta'yı gezdirebilirdim?"

"Şey, yanlış anlamazsan ben bugün biraz dinlenmek istiyorum." Kaşlarını çattı. "Saçmalama, neden yanlış anlayayım? Başka zaman gezeriz sen istediğin kadar dinlen." O'na minnettar bir ifadeyle baktım. Çok anlayışlı bir kızdı.

Önümde bulunan tabağı, çatalı ve bardağı elime alıp sandalyeden kalktım. "Bırak Ezgi, ben kalkınca toplarım hepsini." Kafamı gerek yok anlamında salladım ve elimdekileri mutfağa bıraktım.

Yavaş adımlarla merdiveni çıkıp odaya girdiğimde kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Biraz sert bırakmış olacağım ki sırtımda hafif sızlanmalar oldu ama umursamadım. Her seferinde aynı şeyler oluyordu ve ben her seferinde aynı şeyleri tekrardan yaşıyordum.

Bir süre belki de birkaç saat sadece tavanı izlemekle yetindim. Hayatım bir çıkmazdaydı ve ben bu çıkmazın içinde kayboluyordum. Amcam beni illa ki bulacaktı, benim bundan kaçışım yoktu bunu biliyordum ama aynı şeyleri bir daha yaşamaya gücüm var mıydı bunu bilmiyordum.

Korkuyordum.

Her seferinde aynı şeylerden daha fazla korkuyordum.

Yataktan kalkıp oda da bulunan balkona geçtim ve kendimi demirliklere yasladım. Gözlerimi kapatıp titrek bir nefes aldım. Hava hafif loştu, güneş batmak üzereydi ve ben bundan bi' an tedirgin oldum. Çünkü ne zaman güneş batmaya başlasa kabus başlardı.

Nereye bakarsam bakayım acı gerçeklerle karşılaşıyordum ve ben bundan bıkmıştım.

Kafamı aşağıya eğip bahçeye baktığımda Pirhanla göz göze geldim. Neva ile beraber bizim sabah kahvaltı yaptığımız masaya oturmuşlar sigara içiyordu. Sigarasından birkaç duman daha çektikten sonra bana bakmayı bırakıp Neva'yla konuşmaya başladı.

Neva, Pirhan ile konuşurken o kadar neşeliydi ki neşesinin başka bir insana bulaşmaması neredeyse imkansızdı. Ama Pirhan bu imkansızın içerisine giriyordu sanırım. Çünkü Neva ne kadar neşeliyse Pirhan o kadar tepkisiz ve duygusuzdu.

Onlara bakmayı bırakıp geri odaya girdim ve tekrardan yatağa yattım. Yorgundum. Kendime ne yaparsam yapayım yorgun hissediyordum. Ve eğer ben uyursam zaman dururdu ve yorgunluğum geçerdi. Yani en azından bana öyle geliyordu.

***

"Sen," dedi Neva tahminde bulunur gibi. "21 yaşındaydın değil mi?" Kafamı iki yana sallayıp, "20" diyerek diyerek düzelttim.

Dün bir tek ara ara vücudumda ki sızlanmalarım yüzünden uyanmam dışında yataktan kalkmamıştım. Sabah ise uyandığımda Neva yine bana kahvaltı hazırlamıştı ve ben bütün gün bunun mahcupluğuyla dolaşmıştım. Kıza her konuda yük oluyordum. Şimdi ise ikimiz bahçede oturmuş konuşuyorduk.

Kaşlarını havaya kaldırdı. "Ay aramızda 3 yaş falan ama 3 yaşlada abla olamayacağıma göre sorun yok." Hak verircesine kafamı salladım ve yasemin çayımdan bir kaç yudum içtim. "Ee, anlatsana lise zamanların nasıl geçti?"

"Ben okumak istiyorum."

"Ama ben okumanı istemiyorum."

Gözlerimi kaçırıp derin bir nefes aldım. Liseye sadece bir dönem gitmiştim ve o bir dönem yaşadığım o kadar şeye rağmen en güzel şeylerden biriydi. Kurduğum arkadaşlıklar, derslerle ilgilenmek o kadar iyi geliyordu ki en azından bir süre her şeyi unutabilip anda kalabiliyordum.

Tabi amcam yine bunun kâbusu olmuştu.

Yaşadığım her güzel sonun kâbusu oluyordu.

"Kötümü geçti?" Kafamı iki yana sallayıp zihnimdekilerden kurtulmaya çalışırken tebessüm ettim. "Hayır, normal geçti yani güzeldi. Senin...?" Bunu sormamı bekliyormuş gibi heyecanla oturduğu yerinde doğruldu. "Lise yıllarım hayatımın en güzel yıllarıydı gerçekten. Çok eğleniyorduk. Bir de ergenlik vardı tabi, işte o zamanlar sigara içmeyi falan bir şey sanıp okuldan, ailelerden kaçıp kaçıp içiyorduk. Ve şimdi konservatuar okuyorum, lise kadar olmasa da yine eğleniyorum." Masanın üzerinde bulunan sigara paketinden bir dal sigara alıp yaktı.

"Ama zaten ailemi kaybettikten sonra ne yaparsam yapayım hiçbir şey eskisi gibi olmuyor." Sigarasından birkaç duman çekip geri bıraktı. "Sen şu an ne okuyorsun ya da üniversite okuyor musun?" Anladığım kadarıyla kendisi hakkında üzücü şeyler konuşmayı sevmiyordu çünkü ara ara da olsa ne zaman ailesi aklına gelse hemen konuyu değiştiriyordu. "Ben üniversite okumuyorum."

"Olsun boş ver bu sene girersin sınavlara." Keşke girebilseydim. "İçeriye geçip film falan izleyelim mi? Hem havada biraz soğudu." Olur anlamında kafamı salladım ve elime yasemin çayını alıp ayağa kalktım. O'da sigarasından son dumanlarını çekip izmaritini küllüğe attı.

Beraber içeriye girip koltuklara oturduğumuzda Neva televizyonu açtı ve herhangi bir filme basıp başlattı. Şu an ikimizin de film izleyecek keyfi yoktu bunu ikimiz de biliyorduk ama yine de boş boş televizyona bakıyorduk. Neva ailesini çok özlüyordu ve bu oldukça belli olunuyordu.

***  

Bir gün... Bir gün daha geçmişti ve amcam beni hala bulamamıştı. Her geçen gün beni bulmasından daha çok beni bulamamasından korkuyordum. Çünkü bu normal değildi. Ya anlaşma yaptığı insanlar yüzünden başına bir şey gelmişti ya da... Diğer seçeneği aklıma bile getirmek istemiyordum.

'Çip yok seni nasıl bulsun?' İç sesime bir ihtimali hatırlattım. 'Beni bulması için illa çipe mi ihtiyacı var?' Ve o da bana bambaşka bir ihtimal sundu. 'Ya da çipden uzaklaşmaya.. Ya yakınlardaysa, etkisiz değilse?' Bu ihtimal o kadar korkunçtu ki nefesimi tutmak zorunda kaldım. Pirhan bana etkisiz hale getirdiğini söylemişti ve o an ona inanmaktan başka çarem yoktu ve halada yok.

Bugün, sabah Neva kahvaltıyı dışarı da yapmak için ısrar etmişti ve ben ne kadar dışarıya gitmemek istesem de iknacı tavrına itiraz edememiştim.

Yol kenarında bulunan cafe gibi bir yere geldiğimizde Neva arabayı otoparka park etti ve cafe'ye girdik. Cafe'nin içerisi oldukça şık ama sade bir şekilde dizayn edilmişti ve burada ki herkes oldukça elitti.

Neva duvar kenarında gözüne kestirdiği bir masaya doğru ilerlerken ben de peşinden gidiyordum. "Neva!" Birinin Nevaya seslenmesiyle Neva arkasını döndü ve ona seslenen kişiye baktı. Onunla beraber bende arkamı döndüğümde Peri ile göz göze geldim. Bana yapmacık bir şekilde gülümseyip göz kapaklarını kırpıştırdı. "Ahsen?" Neva'nın şaşkın ama aynı zamanda da samimiyetsiz çıkan sesiyle Peri'ye bakmayı kesip karşısında ki kıza baktım.

Sarışın küt saçlı, burnunda piercing’i olan hafif minyon tipli kadın onların yanına vardığımızda ayağa kalkıp Neva’ya sarıldı. En az 30 yaşında gibi duruyordu. Neva da adının Ahsen olduğunu öğrendiğim kadının sarılmasına karşılık verdikten sonra ayrıldığında Ahsen gülümseyerek bana döndü. “Merhaba, ben, Ahsen."

Yapmacık bir şekilde gülümsedim. “Ez-“ Daha ismimi söylemeden lafımı kesip konuştu. “Ah, evet biliyorum adını. Peri söylemişti, Ezgi değil mi?”

Kafamı sallayıp Peri’ye baktım. Her zaman ki gibi yapmacık bir şekilde gülümsüyordu. Tanrım, bu kızın neden her hareketleri yapmacıktı ve uyuz ediciydi?

“Sen ne zaman geldin buraya?” Soruyu soran Neva’ydı. “Dün geldim. Isparta’da birkaç işim vardı gelmişken Peri ile de buluşayım dedim.” Neva anladım anlamında kafasını sallayıp, “Neyse, o zaman size afiyet olsun bizde şu tarafa geçelim.” dedi ve çenesiyle duvar kenarında ki bir masayı gösterdi. “Bize katılın, bizde yeni geldik sayılır zaten.”

Neva yan tarafıma geçip koluma girdi. “Yok ya, biz şimdi sizi rahatsız etmeyelim başka zaman beraber geliriz.” Ahsen kafasını itiraz istemiyorum dercesine salladı ve bana döndü. “Hem Ezgi ile de tanışmış oluruz, değil mi?” Yapmacık bir şekilde gülümsedim. “Beni tanımanız gereken çok da bir şey yok aslında, zaten Perinin de size her şeyi anlattığını farz ediyorum.”

Bu dediğime karşılık Ahsen bana aynı yüz ifadesiyle bakarken Neva, “Tamam neyse oturalım, gel Ezgi.” deyip beni ve kendisini sandalyeye oturtturmuştu.

Garson gelip bizimde siparişlerimizi aldığında Neva iki kişinin yiyeceği yemekten ziyade daha fazlasını söylemişti ve bu durum ona mahcup olmamı sağlamıştı. Ne param vardı, ne kalacak bir yerim, ne de üstüme giyebileceğim birkaç parça kıyafetim.. hiçbir şeyim yoktu ve Neva bunları elinden geldiği kadar yapmaya çalışıyordu. Neva’ya gerçekten çok büyük bir borcum vardı. O, amcamın bana göstermediği şefkati bile gösteriyordu.

“Ezgicim alnına n’oldu?” dedi Ahsen endişeli bir tavırla. Yalandan endişelendiği o kadar belliydi ki yüz mimikleri bu kızda çok yapmacık duruyordu. Elim istemsizce alnıma giderken, “Küçük bir kaza.” Diye mırıldandım.

“Küçük bir kaza mı?” diye atıldı Peri. “Yani sen şimdi abim sırf sana acısın diye kendine zarar vermedin öyle mi?” Şok olmuş bir ifadeyle Periye baktım. Bu kız gerçekten iyi miydi? Çünkü bu kadar hayalperest olması iyi bir şey değildi.

“Peri saçmalıyorsun. Kız aynı anda hem kafa arkasını hem de alnını nasıl yarsın? Psikopat mı bu kız neden kendini yaralayıp acındırmak istesin?” dedi Neva sert bir ses tonuyla.

Peri baştan aşağıya beni süzüp Nevaya döndü. “Öyle mi, ne oldu peki bu kıza sen biliyor musun? Çünkü abime de sordum, ne olduğunu söylemek yerine beni geçiştirdi.”

“Bilmiyorum,” dedi Neva rahat bir tavırla. “Çünkü sorma gereği duymadım. Seni ilgilendirmediği gibi beni de ilgilendirmiyor.”

Neva’nın böyle demesiyle istemsizce tebessüm ettim. Düşününce Neva gerçekten de onunla ilk tanıştığımız zamandan beri bana benim hakkım da çok fazla bir şey sormamıştı. Böyle düşünmesi çok güzel bir şeydi.

Peri tam bir şey söylemek için dudaklarını araladığında garson siparişleri getirdiği için geri kapattı.

Kahvaltı boyunca Neva ve Ahsen havadan sudan konuşurken Peri ile ben sadece kahvaltımızı yapmıştık.

“Sıkıldıysan kalkabiliriz.” Dedi Neva bana doğru eğilip sadece benim duyabileceğim bir şekilde. Kafamı iki yana salladım. “Kahvenizi bitirin sonra kalkarız.”

“Ezgicim sen ne okuyorsun?” Biri şu kadına ‘Ezgicim’ dememesini söyleyebilir miydi? Zaten yeteri kadar ismimden nefret ediyordum bir de onun ismimi söylemesi giriyordu işin içine.

“Okumuyorum,” Kaşlarını çattı. “Nasıl?” Sırtımı yavaş bir şekilde sandalyeye yasladım. “Üniversite okumuyorum işte,” Kafasını sallayıp kahvesinden birkaç yudum aldı. “Sen hep böyle misindir?” Anlamayarak ona baktığımda konuşmaya devam etti. “Yani insanlara karşı hep sert misindir?” Gözlerimi kısıp gülümsedim. “Şuan sert sert olduğumu mu düşünüyorsun?”

“Değil misin?” diye Peri Ahsen’den önce atıldı. Gözlerimi devirdim. “Beni kendinle karıştırıyorsun Peri.”

“Kalkalım mı artık.” Dedi Neva aradaki gerilimi yok etmek için araya girerek. Kafamı olur anlamında salladığımda ayağa kalktım. Benimle beraber Ahsen’de ayağa kalktığında bana doğru yaklaşıp elini uzattı. “Ezgicim tanıştığıma çok memnun oldum.” Tebessüm etme gereğinde bile bulunmadım ve elini sıktım. Bu kadını hiç sevmemiştim.

Cafe’den çıktıktan sonra adımlarımı arabaya doğru yönelttiğimde Neva kolumdan tutup beni durdurdu. “Nereye?” Elimle arabanın olduğu tarafı gösterdim. “Arabaya,” Gülümseyip koluma girdi ve beni başka bir yöne doğru yürütmeye başladı. “Tamam ama önce birkaç işimiz var.” Ona bakıp, “Ne işimiz var?” diye sordum. Bana cevap vermeyip beni çekiştirmeye devam ettiğinde bir alışveriş merkezinin önünde durmuştuk.

“Neden geldik ki buraya?” Neva heyecanlı bir şekilde beni içeriye sürükledi. “Alışveriş yapacağız.” Kaşlarımı çattım. “Alışveriş mi?” Büyük bir hevesle kafasını salladı. “Evet,” Adımlarımı durdurup ona döndüm. Neva’nın bu hevesini kırmak istemiyordum ama zaten dışarıda fazlasıyla durmuştum ve daha fazla durmak istemiyordum. Tedirgin oluyordum. “Neva sen daha sonra yapsan alışverişini olur mu?”

“Bana alışveriş yapmayacağız ki sana yapacağız.” Çatık olan kaşlarımı daha fazla çattım. “Bana mı, neden?” Soruma yine cevap vermeyip, “Gel hadi,” diyerek beni tekrardan yürütmeye başladı. “Neva teşekkür ederim düşündüğün için ama buna gerçekten gerek yok.”

Bir mağazaya girdiğimizde Neva kolumdan çıktı ve kıyafetlere bakmaya başladı. Derin bir nefes alıp Neva’nın yanına gittim. “Neva gerçekten mahcup oluyorum bu kadarı fazla.” Beni duyumsamazlıktan gelip eline aldığı bir tişörtü üstüme doğru tuttu. “Neva,” dedim bıkkın bi’ ifadeyle. Elinden tişörtü indirip bana baktı. “Biliyorum kendini bu tarz durumlarda çok rahatsız hissediyorsun ama bunlar şuan sana lazım ve sakın mahcup olma. Hem bir günde sen de bana alırsın bir şeyler ödeşiriz. Olur mu?” Benim bir şey dememe izin vermeden eline başka tişört aldı ve tekrardan üstüme tuttu. “Olur, olur.”

Kaç saattir buradaydık bilmiyorum ama artık ayakta durmak istemediğimi biliyordum. Yorulmuştum. “Bu nasıl?” dedi Neva elinde tuttuğu saten kırmızı elbiseyle koşarak yanıma gelerek. Elbiseye bakıp yüzümü buruşturdum. “Elbise bu,” Kafasını salladı. “Evet,” Elbisenin köşesinden tutup iki karışımdan daha büyük olan kumaşa baktım. “Ne yapacağım ki ben bunu?” Gözlerini devirip elbiseyi üstüme tuttu. “Neva gece elbisesi bu,” Beni geçiştirircesine kafasını salladı. “Biliyorum.”

“Ee, o zaman ben nerede giyeceğim Neva bu elbiseyi? Hadi bırak da gidelim.” Neva bu dediğime karşılık kafasını iki yana salladı ve elimden tutarak beni kabin tarafına sürükledi. “Giyecek bir yer illa ki buluruz. Sen önce şu elbiseyi bir giy de bakalım sende nasıl duruyor. Gerçi fiziğin çok güzel olduğu için eminim bedeninde çok güzel duracaktır.”

“Neva denemesem olmaz mı çünkü gerçekten yoruldum.” Dedim bıkkın bi’ ifadeyle. “Tamam bu sefer son, bunu da dene sonra gideceğiz.” Dedi ve elime elbiseyi tutuşturup beni kabinin içine soktu.

Askıyı askılığa taktığımda birkaç dakika durup elbiseye baktım. Sırtı beline kadar açık, derin göğüs dekolteli ve derin yırtmaçlı kırmızı bir elbise. Bu tarz elbiselerin bana tek hissettirdiği şey mide bulandırıcı olmalarıydı. Elbiseleri sevmiyordum. Özellikle gece elbiselerini...

Elbiseyi giymekten vazgeçip kabinden çıktığımda Neva önce hevesle bana baktı sonra ise elbiseyi giymediğimi görünce kaşlarını çattı. “Neden giymedin, bedeni mi olmadı?”

“Neva,” dedim lütfen dercesine. “Gidelim mi artık?” Kaşları çatık bir şekilde beni incelemeye devam ettiğinde kafasını salladı.

Mağazadan çıkıp sonunda arabaya bindiğimizde kendimi en azından bir tık da olsa tehlikeden uzak hissetmiştim.

Durmadan diken üstünde durmaktan bıkmıştım ama şu an bu durumda olduğum için şükür edebilirdim. En azından amcam yanımda değildi. Ondan uzaktım, bu bana yeterdi.

Araba yavaşlayıp durduğunda Neva’nın evi yerine Pirhan’ın evine geldiğimizi fark ettim. “Yorgunsun biliyorum ama Pirhan bu akşam İstanbul’a gidecek, gitmeden onu bi’ görmek istedim.” Sorun değil anlamında gülümseyip arabadan aşağıya indiğimde Neva’da benimle beraber indi.

Zile basıp birkaç dakika beklediğimizde Neva sabırsızca iki üç kere daha zile bastı. “Geldim, geldim.” Kapının arkasından Süreyya teyzenin sinirli sesi duyulduğunda Neva bana bakıp gülerek “Biraz lavabom geldi de o yüzden,” dedi.

Süreyya teyze kaşları çatık bir şekilde kapıyı açıp bizi gördüğünde kaşlarını daha da fazla çattı. “Üst üste niye zile basıyorsunuz kız?” Neva, Süreyya teyzenin kolunun altından geçip koşarak içeriye girdiğinde Süreyya teyze, Neva’nın arkasından “Ayakkabılarını çıkar.” Diye bağırmıştı.

Sabır çekerek bana döndüğünde, “Bu kezban niye deli danalar gibi koşuyor kız?” diye sordu. Gülerek bende içeriye girdim. “Lavabosu gelmiş.” Dedim ayakkabılarımı çıkarıp kenara koyarken.

Süreyya teyzede benimle beraber güldüğünde, “Hoş geldin yavrum, nasılsın?” Kafamı sallayıp, “İyiyim, siz…?” diye sordum. Süreyya teyzeyi ilk gördüğüm anda ona biraz çıkışmıştım ve şimdi biraz mahçuptum. “Bende iyiyim yavrum. Pirhan oğlum oturma odasında istersen sende geç oturma odasına yalnız kalma.”

İlk baş oturma odasına gidip gitmemekle alakalı tereddütte kalsam da sonradan adımlarımı oturma odasına yönelttim. Nedenini bilmediğim bir şekilde Pirhan’dan bir tık da olsa çekiniyordum.

Oturma odasına girdiğimde Pirhan’ı arkası dönük bir şekilde telefonda konuşurken gördüm. Ya hep telefonla konuşuyordu ya da sigara içiyordu. Sessiz adımlarla tekli koltukların birine oturduğuma Pirhan arkasını dönmüştü. Beni görmeyi beklemiyor olacak ki ilk birkaç dakika kaşlarını çattı sonra ise tekrardan arkasını dönüp telefon ile konuşmaya devam etti.

Süreyya teyze kafasındaki çemberi kulağının arkasına sıkıştırarak oturma odasına girdiğinde, “Aç mısın yavrum?” diye sordu. Çemberi kulağının arkasına sıkıştırdığında o kadar komik olmuştu ki gülmemek için zor durmuştum. “Hayır Süreyya teyze acıkmadım.” Ellerini beline koydu. “O zaman ben size içecek bir şey getirim.” Arkasından, “Yok, hayır gerek yok.” desem de beni dinlemeyip oturma odasından çıktı.

“Dikişlerin nasıl?” Pirhan’nın konuşmasıyla kafamı ona çevirdim. Telefonla konuşmayı bitirmiş o da benim gibi diğer tekli koltuğa oturmuştu. “Ağrın ya da acın oluyor mu?” Hayır anlamında kafamı iki yana salladım. Bir şey demeyip ayağa kalktığında oturma odasından çıktı. Bir süre sonra elinde ilk yardım çantasıyla geri geldiğinde, “Gel,” deyip ikili koltuğa oturdu.

Ne yaptığına bakıp anlamaya çalıştığımda, “Gelsene,” dedi sert bir sesle.

“Neden?”

“Sargı bezini değiştireceğim.”

“Neden?”

Bana ters ters baktı. “Öylesine, canım doktorculuk oynamak istedi senin üstünde deneyim dedim."

Yapmacık bir şekilde gülümseyip ayağa kalktım ve koltuğun ucuna oturdum. İlk yardım çantasını açıp içinden sargı bezini falan çıkardığında ortada bulunan masanın üstüne bıraktı.

Önce eli alnımda ki sargı bezine gittiğinde bir an korkup kendimi geri çektim. Pirhan eli havada, kaşları çatık bir şekilde bana bakarken nefes alıp verip kendimi toparladım ve bezi çıkarmasını bekledim. Birkaç dakika bekledikten sonra bezi yavaş hareketlerle çıkardığında masanın üstünden temiz bezi alıp yapıştırdı. "Ben şimdi bunu burada mikrop kapmasın diye yapıştırdım ama eve gidince çıkar hava alsın. Dışarıya çıkarsan yenisini takarsın."

Aynı işlemi dikkatli hareketlerle kafamın arkasına da uyguladığında ayağa kalkmak için hareket ettim ama Pirhan kolumdan tutup beni geri oturtturdu. "Sırtında ki bezleri çıkarttın mı?" Kafamı salladım. Duş aldığım gün çıkartmıştım. Hafif eğildi masanın üstüne attığı ilk yardım çantasının içinden bir krem çıkardı. Elime sürdüğü krem… “Elinde ki yaralar tam iyileşmemiş bunu al sür. Sırtında ki yaralarada sürebilirsin.” İlgi.. Pirhan ve Nevayı balkonda gördüğüm o gün Pirhan bana ilaçlarımı getirmişti. İyileşmemi sağlıyordu.

Neva elinde bulunan tepsiyle oturma odasına girdiğinde içecekleri masaya bırakıp karşıda ki koltuğa oturdu. “Ne yapıyorsunuz?” Pirhan yanımdan kalkıp tekli koltuğa geri geçtiğinde Neva’ya cevap vermek yerine, “Aradığın elbiseyi Süreyya teyze bulmuş, verdi mi sana?” diye sordu. Neva gülerek kafasını salladı. “Evet verdi. Kaç gündür o elbiseyi arıyordum, sahnede giymek için. Eğer ki hala bulamasaydım yenisini alacaktım zaten ama o elbiseyi bir kere bile giymediğim için aklım o elbisedeydi.” Deyip bana bakarak devam etti. “Şu hafta içinde arkadaşımın yeni açtığı bir mekânda sahne alacam. Pirhan’da olmadığına göre biz Ezgi ile beraber gideriz.”

Bir şey demeyip ve elimdeki krem kutusuna baktım. İlgi.. Pirhan ve Nevayı balkonda gördüğüm o gün Pirhan bana ilaçlarımı getirmişti. İlk defa bir insan yaralarımı düşünüyordu. İlk defa bir insan yaralarımın iyileşmesi için çaba gösteriyordu. Ve bunun beni mutlu etmesi gerekiyordu ama ben mutlu olamıyordum. Çünkü yaralar benim bir bütünümdü ve ben bunun kabullenişini yaşamıştım, kabullenişini yaşadıktan sonra yaralarımın iyileşmesini bekleyemezdim.

“Ahsen gelmiş,” dedi Neva dik dik Pirhan’a bakarak. “Haberin var mıydı?” Pirhan masanın üstünde bulunan sigara paketinden bir dal sigara alıp yaktı. Gerçekten sigara içemeden duramıyordu. “Biliyorum, haberim var. Sen nerden biliyorsun?” Neva’da aynı paketten bir dal sigara alıp yaktı. “Ezgi ile kahvaltıya gittik orda gördüm. Peri’de vardı yanında.” Kaşlarını çattı. “Peri’de mi? O nereden biliyor Ahsen’in geldiğini?” Neva dudaklarını büzüp, tahminde bulunuyormuş gibi gözlerini kıstı. “Ahsen söylemiştir.”

Pirhan sinirle soluk alıp verdi. “Bu kıza kaç kere dedim Ahsen ile görüşmeyeceksin diye ama yine beni dinlemeyip görüşüyor.” Neva bacak bacak üstüne atıp sigarasının dumanını üfledi. “Ona özeniyor, onun gibi olmak istiyor.” Gözlerini devirdi. Uyuz olduğu şeyi kendisi yaptı. “Ahsen örnek alınacak bir kadın değil.” Ağrıyan bacaklarımı yukarıya kaldırıp başımı koltuğun başlığına dayadım. Uykum vardı. “Ama bu Peri için geçerli değil. Kardeşin resmen o kadını idol olarak görüyor.” Dedi alay edercesine ve ekledi. “Ah, tabi bir de yengesi olarak görmesi var.”

Pirhan sabır çekercesine kafasını yana yatırdığında kehribar gözleri mavi gözlerimi buldu. Gözlerinde ki yakıcılık uykumu ağırlaştırıyordu. Gözlerimi ayırmayıp sadece ona baktığımda gözlerini ayırdı ve elimde tuttuğum krem kutusuna odaklandı.

Daha fazla gözlerimi açık tutamayıp göz kapaklarımı kapattığımda Neva’nın tekrardan sesini duydum.

“Bugün çok yoruldu, uyuya kalması normal. Ben üstüne bir şey getireyim de üşümesin.” Kendimi çocuk gibi hissediyordum. Bana durmadan iyi davranıyorlardı ve bu benim alışık olduğum bir şey değildi.

“Peri,” diye bir bağırış sesi duyduğumda yerimden sıçrayarak uyandım. “Korkma, korkma sanırım Pirhan ve Peri kavga ediyor onların sesi.” Kafamı çevirip Neva’ya baktığımda onunda benim gibi karşı koltukta yatarak telefona baktığını gördüm. “Kavga mı ediyorlar? Neden, Ahsen yüzünden mi?” Neva beni onaylarcasına mırıltılar çıkardı. “Bi’de akşam Ahsen’i yemeğe çağırmış, Pirhan hep sinirlendi.” Kaşlarımı çattım. “Arkadaşı değil mi? Neden sinirlendi ki?” Elindeki telefonu bırakıp bana döndü. “Öyle ama Pirhan, Ahsen ve Peri’nin bu kadar sıkı fıkı olmasına karşı. Çünkü Ahsen insanları yoldan çıkarır Peride zaten yoldan çıkmaya müsait.” Anladım anlamında kafamı salladım.

Bir süre sonra yattığım yerden doğrulmak için ellerimi koltuğa yasladığımda avcuma bir şey battı. Ne olduğuna bakmak için elime baktığımda krem kutusunu hala tuttuğumu gördüm. Sanki biri alacakmış gibi o kadar çok sıkmışım ki krem kutusu elimde iz oluşturmuştu.

“Şu kızdan sıkıldım artık.” Peri’nin Pirhan’a yüksek sesle konuşmasıyla kafamı kaldırdım. Yine her zaman ki gibi bana bakarak söylüyordu. “Sen benim Ahsen ile konuşmamı istemiyorsun bende senin şu kızla konuşmanı istemiyorum.” Pirhan sert bir soluk aldı. “Abla diyeceksin Peri, senden yaşça büyük.” Peri kollarını göğsünde bağlayıp, “Ama o bana Ahsen dememe bir şey demiyor.” Dedi ve tekli koltuğa oturdu.

Terlemiş elimi dizime sürtüp oturur pozisyona geçtim. “Rahat edemediysen yukarıya çık uyu.” Pirhan’da diğer tekli koltuğa otururken bana yönelik ama bana bakmadan konuştu. Kafamı iki yana salladım. “Gerek yok.”

“Ee, nerde kaldı şu senin best friend’in? Acıktım ben.” Peri sinirle nefes alıp verdi. “Acıktıysan git ye Neva.” Neva uzandığı yerde doğrulup vücudunu Peri’ye tam çevirdi. “Aa yok, ben sensiz yemek yiyemem. Boğazımdan geçmez.” Peri yüzünü buruşturup gözlerini devirdi. “İyi ki varsın, yoksa sen olmasan ben ne yapardım?” Neva dişlerini göstererek sırıttı. “Değil mi yaa, benim için de aynı şey geçerli.”

Onların bu didişmeleri gülmeme sebep olurken zilin çalışıyla Peri ayağa kalkıp dış kapıya doğru yöneldi. “Koş, koş best friend’ini kapıda karşılamazsan sana çok darılır.” Peri arkasını dönmeden Neva’ya “Sinir!” diye bağırdığında Neva kahkaha atarak ayaklarını koltuktan indirdi.

Pirhan ayağa kalkıp Neva’ya döndü. “İşiniz gücünüz birbiriniz ile uğraşmak.” Neva gülmeye devam ediyordu. “Eğleniyoruz." Kafasını yana yatırınca boynu daha çok açığa çıkmıştı ve boynunda bir kaç tane kesik izleri gözlerimin önüne serilmişti. Acımış gibi duruyordu.

Kafasını eski haline getirdiğini kehribarı beni buldu. Bana bakmasıyla bakışlarımı kaçırıp oturma odasına doğru gelen Peri ve Ahsen'e çevirdim. Boynuna baktığımı anlamıştı.

"İyi akşamlar." Ahsen çiçekli pireli bir elbise ile bugünkü halinden epey uzak bir şekilde giyinmiş, hanım hanımcık bir kız olarak içeriye girdiğinde Pirhan'da bakışlarını benden çekti. "Hoş geldin." Ahsen gülümseyip hiç düşünmeden bir kaç adım atıp Pirhan'a sarıldı, Pirhan'da karşılık verdi. "Hoş buldum." Ahsen uzun boylu bir kadındı ve böyle olmasına rağmen ayağında ki topuklularıyla bile onunla arasında mesafe vardı.

Daha fazla oturmayıp ayağa kalktığım da Neva'da yalandan bir şekilde öksürerek yanımıza geldi. "Hoş geldin Ahsen ama sanırım Pirhan'a sarılma heyecanından ayakkabılarını çıkartmayı unuttun." Nevanın iması ile berabar Pirhan ve Ahsen sarılmayı bıktı ve Ahsen ayakkabılarına bakıp gülümsedi.

"Pirhan'ı uzun zamandır görmüyorum, özlemişim bu yüzden bi' an aklımdan çıkmış." Neva öyle mi dercesine kaşlarını havaya kaldırdı. "Siz bugün Pirhan ile buluşmadınız mı?" Ahsen ayakkabılarını çıkartmak için benim olduğum tarafa gelip koltuğa oturdu. "Hayır bugün işlerim vardı?" Neva gülümsedi. "İşlerin Peri miydi?" Peri araya girip Ahsen'den önce Neva'ya cevap verdi. "Bunlar seni neden ilgilendiriyor?" Neva cevap vermek için dudaklarını araladığın da Pirhan sinirle soludu. "Yemeğe geçelim, yeter."

Pirhan'ın bıkmış, sinirli sesi Neva'nın dudaklarının geri kapatılmasına sebep olmuştu. "Evet oğlum yemekler soğuyacak geçin hadi." Süreyya teyzenin sesiyle beraber onun da burada olduğunu yeni fark ediyordum.

Herkes daha da fazla konuşmayıp oturma odasından dışarıya çıktığında en son Pirhan ve ben kalmıştık. Kafasını çevirip bana baktı. Kehribar gözleri, mavi gözlerimi buldu ve sadece bir kaç salise gözlerime baktı. Ardından gözlerini kaçırıp salondan dışarıya çıktığında gözlerinde ki o yakıcılığı bir kaç salise içinde gözlerimin içinde bıraktığını hissettim.

Sanki gözlerinde bir yakıcılık vardı ve bu yakıcılık küçük ateş parçacıkları olarak gözlerime sıçrıyordu.

Göz kapaklarımı bir kaç kere kırpıştırıp bende oturma odasından çıktım. Mutfağa geçtiğimde mutfakta sadece Süreyya teyze vardı. "Masayı bahçeye hazırladım yavrum sende geç oraya, herkes oturdu." Anladım anlamında kafamı sallayıp tezgahın olduğu tarafa, yanına geçtim. "Yardım etmem gereken bir şeyler var mı?" Kafasındaki çemberi düzeltip eline iki tane tabak aldı. "Gerek yok kızım, hallediyorum ben."

"Olsun," deyip elindeki tabakları aldım. "En azından masaya götürülecekleri götüreyim, yorulmuşsunuzdur git gel yapmayın." Gülümseyip sırtımı sıvazladı. "Sağ ol yavrum." Gülümsemesine karşılık verdim. "Bunları götüreyim gelip diğerlerini alırım siz oturun."

Bahçeye geçip hızlı ama dikkatli hareketlerle masaya doğru ilerlemeye başladım. Pirhan masanın başına, Neva da onun çaprazına oturmuştu. Ahsen ise Pirhan'ın diğer çaprazındaydı ve yanında Peri vardı. Tam oturmaları gereken pozisyonu bulmuşlardı.

Elimdeki tabakları masaya bıraktığımda bütün gözler beni buldu. Onlara bakmayıp mutfaktan diğer tabakları almak için arkamı döndüğümde Neva bana doğru konuştu. "Otursana Ezgi, nereye gidiyorsun?" Arkamı geri döndüm. "Mutfak da bir kaç tabak daha kaldı onları getireceğim." Kafasını salladı. "Yardıma gelim mi?" Gerek yok anlamında kafamı sallayacağım zaman Peri direk atıldı. "Bence gerek yok Nevacığım. Baksana Ezgi tam olarak bu iş için doğmuş gibi. Acaba onu Süreyya teyzenin yanına mı alsak? Hem boşu boşuna durmamış olur."

Onun gülen yüzüne bakıp bir şey demek için dudaklarımı araladığım da Pirhan'ın sinirli, sert sesiyle istemsizce ürktüm. "Bencil bencil konuşma Peri. Senin yapman gereken şeyi Ezgi yapıyor. Seni bir kere bile Süreyya teyzeye yardım ederken görmedim." Peri suçlu moduna girip abisine baktı. Çok çabuk mod'a giriyordu. "Abi ama..." Pirhan kaşları çatık bir şekilde ters ters Peri'ye baktı. "Ne ama Peri? Sus ve oturup yemeğini ye. İnsanlara karışma işini bırak."

Peri sanki ben suçluymuşum gibi sinirle bana baktı. "Yemiyorum ben, size afiyet olsun." Bağırarak ayağa kalktı ve omzuma çarparak hızla gitti. Bir süre öylece durup bekledikten sonra derin bir nefes alıp verdim ve arkamı dönüp mutfağa doğru ilerledim. Her ne kadar Peri'nin dediklerini umursamamaya çalışsam da ister istemez dediği laflar canımı sıkıyordu.

Kapı tarafında, köşede bulunan tezgahın üzerinde ki salata tabağını elime alıp masada bulunan sürahiyeyi almak için bir hışımla arkamı döndüğümde birisine çarpmamla beraber elimde ki salata tabağı yere boylamıştı.

"Kusura bakma telefona bakıyordum görmedim seni." Kalbim korkuyla boğazımda atmaya başladığında çıkan erkek sesiyle beraber kafamı kaldırıp çarptığım kişiye baktım. Uzun boylu, kumral bir çocuk bana gülümseyerek bakıyordu. "Sen iyi misin?" Donuk bakışlarımı normal hale getirip kafamı salladım ve yere eğilip kıralan tabağın parçalarını toplamaya başladım. Salata ziyan olmuştu. Önce büyük parçaları avucumda biriktirmeye başladığımda görüş alanıma poşet girdi. "Buna koy." Çocuğun uzattığı poşeti alıp elimdekileri içine attığımda bu sefer görüş alanıma kendisi girmişti. Eline almış olduğu peçeteyle yerdeki salatayı toplamaya başladığında ayağa kalktım. Biraz fazla yakınıma girmişti.

O orayı topladığında ayağa kalktı ve "Süpürge getireyim ben." diyerek gözden kayboldu. Her şey neden beni bulurdu ki? Tezgah önüne geçip elimi tabaktan bulaşan yağ yüzünden yıkımaya başladım. "Getirdim," Elimi kurulayıp elinden süpürkeyi almak istediğimde izin vermedi. "Ben hallederim."

"Uzay," Pirhan'ın sesiyle beraber kafamı çevirip arkama baktım. Kaşları çatık bir şekilde adının Uzay olduğunu öğrendiğim çocukla bana bakıyordu. "Sen ne zaman geldin?" Uzay yeri süpürmeye devam ederken, "Yeni sayılır," dedi. Pirhan bize doğru yaklaşıp, yeri kastederek, "N'oldu?" diye sordu. Uzay gülümseyip bana baktı. "Küçük bir kaza ya," Uzay'ın bana bakmasıyla Pirhan'da bana bakmıştı. Her zaman ki gibi sert bakıyordu. "Süreyya teyze nerede?" Uzay süpürme işini bitirince süpürgeyi kenara bıraktı. "Peri çağırdığı için yanına çıktı."

"Biz tanışmadık," Uzay yakasını düzeltip sırıtarak bana döndü ve elini uzattı. "Uzay ben," Pirhan'a baktım aynı şekilde kaşları çatık, Uzay'ın eline bakıyordu. Karşılık olarak tebessüm ettim ve elini tam olmayacak şekilde tuttum. "Ezgi." Ellerimizi salladı. "Memnun oldum hanımefendi." Karşılık olarak sadece tebessümümü devam ettirdim.

"Ya sabır, ya mübarek." Pirhan'nın sabır çeken sesiyle beraber ellerimizi ayırıp geri çekildik. "Pirhan, siz Ezgi ile nereden tanışıyorsunuz?" Pirhan, elleri arkasında koğuş ağası gibi duruyordu. "Bir yerden işte, ne yapacaksın?" Beni nereden bulduğunu söylemeyince mutlu oldum. Gerçekten sadık bir insandı. İç sesim yanılıyordu. Bana, birisine söylemeyeceğim dememesine rağmen kimseye söylememişti.

"Lan yoksa sen iki gün içinde Neva'dan ayrıldın mı?" Kaşlarını çatıp bana döndü. "Yenge sende niye söylemiyorsun?" İrislerim kendiliğinden büyüdü. "Yenge mi?" Pirhan bir daha sabır çekip eliyle Uzay'ın omzuna vurdu. "Geri zekalı, ne yengesi? Yok öyle bir şey." Uzay omzunu tutup bize baktı. "Ne bileyim abi, sizi öyle görünce," deyip sustu. "Nasıl görünce aptal?"

"Birbirinize değişik bakıyorsunuz." demesiyle gözlerim istemsizce Pirhanı buldu. O'da bana bakıyordu. "Bak işte gördünüz mü? Değişik bakıyorsunuz." Pirhan sinirle soluyup gözlerini gözlerimden çekti ve Uzay'ın yakasından tutup geriye doğru itekledi. "Ulan seni değişik değişik sikerim. Saçma salak konuşup sinirlerimi bozma."

"Nerde kaldınız ya, Ahsen ile beraber kaldım masada." Neva sitemkar şekilde mutfağa doğru girdiğinde Uzay, "Hee ayrılmamışsınız." diye mırıldandı. "Uzay," Neva'nın sesinde şaşkınlık ve aynı zamanda heyecan vardı. Uzay tek kolunu tezgaha yaslayıp çaprazlama durdu. "Ne zaman geldin diye sorma, 15 dakika önce geldim." Neva heyecanla koşup Uzaya sarıldı. "Hoş geldin." Uzay sarılmasına karşılık verdi. "Kız beni bu kadar özlediğini bilseydim her gün sana gül cemaat yüzümün resmini atardım." Neva gülerek geri çekildi. "Özledim valla, ne zamandır görmüyorum seni."

"Hadi geçelim masaya, kadın tek başına kaldı masada." Uzay yüzünü buruşturdu. "Ahsen de mi burada?" Maalesef dercesine Neva ile ikimiz kafamızı salladığımızda Uzay güldü. Elime sürahiyeyi alıp masaya doğru geçtiğimizde Neva'nın yanına oturdum. "Uzaycığım, n'aber tatlım benim?" Ahsen Uzay'ı gördüğünde gülümseyerek ayağa kalktı. "Ah Ahsenciğim, iyidir senden?" Ahsen Uzaya sarıldığında Uzay'da gülümseyerek karşılık vermişti ancak sarıldıkları an gülümsemesi solmuş ve bize doğru Ahsen'in taklidini yapmaya başlamıştı. Neva ile ikimiz gülmeye başladığımızda Uzay taklit amaçlı dudağını Ahsen gibi büzdüğünde Neva kendini tutamamış ve kahkaha atmıştı.

"Neden gülüyorsunuz siz?" Pirhanın sesiyle beraber Ahsende Uzaydan kendini geri çektiğinde Uzay hemen yüz ifadesini düzeltip gülümsedi. Neva bununla beraber bir kahkaha daha attığında benimde gülümsemem büyümüştü.

"Uzay'ın saçları bir garip geldi de gözümüze." Neva, gülümsemesi yavaşlarken açıklamada bulundu. Ahsen kafasını çevirip Uzaya baktı. Uzay'da sırıtıyordu. "Garipsiniz," Neva oturduğu yerde doğruldu. "Öyleyizdir."

Herkes masaya oturduğunda yemek yemeye başlamıştı. Tabağıma biraz makarna alıp yemeye başladığımda Uzay'ın tabağıma karnıyarık bırakmasıyla kafamı kaldırdım. "Bundan da ye çok güzel. Kup kuru kalmışsın zaten." Gülümsedim. "Gerek yoktu, ben alırdım." Elini olsun dercesine salladı ve tabağıma üç tanede içli köfte koydu. Kaşlarımı kaldırdım. "Uzay, tamam yeter ben hepsini yiyemem." Ağzına bir tane içli köfte atıp yemeye başladı. "Yersin yer." Minnet dolu ifadeyle baktım. "Teşekkür ederim." Göz kırpıp içli köftenin diğer yarısını ağızına attı. Sanırım iyi insanları sonunda bulmuştum.

"Sen ne kadar kalacaksın Ahsen burada." diye sordu Uzay, Ahsen'e yönelik. "Ezgicim kadar uzun değil." Kafamı tabaktan kaldırıp Ahsen'e baktım. Bunları bana sırayla mı veriyorlardı? Tamam, haklılardı ama yüzüme vurmalarına gerek yoktu. Bencillerdi.

"E çünkü sen kalıcı değilsin." Uzayın benim yerime cevap vermesiyle beraber Neva, "İyi laf soktu diye." diye gülerek mırıldandı.

Ahsen masadakilerin bakışlar maruz kaldığında ve Uzayın ona söylediği laf zoruna gittiğinde toparlamak için gülümsedi. "Şaka, şaka yapıyorum Ezgicim biliyorsun." Oturduğum yerde daha fazla dikleştim ve onun gibi gülümsedim. "Tabiki de biliyorum Ahsen abla." O'na abla dememle yüzünde ki mimikler dondu. Neva ve Uzay masanın altından beri ayağıma vurduğunda Ahsen'in abla dememe sinir olduğunu anlamıştım ve bu beni mutlu etmişti.

"Abla mı, ne ablası Ezgicim? Bana abla demene gerek yok." Kaşlarımı havaya kaldırdım. "Yok yok ben, benden yaşca büyüklere saygı göstermeyi seviyorum." Masaya doğru eğildim, "Abla dediğime takılacak değilsin ya?" diye sordum abla kelimesinin üstüne basarak. Ahsen'in sağ gözünün seğirdiğini gördüm ve gülmemek için kendimi tuttum. Neva'da görmüş olacak ki alttan beri koluma vurdu.

Bir süre bana bir şey dememden ters ters baktıktan ayağa kalktı. "Ben bir Peri'ye bakayım sesi soluğu çıkmıyor. Masadan öylece ayrıldı."

Ahsen gözden tam kaybolduğunda Neva gülmeye başladı. "Küplere bindi." Gülerek bende arkama yaslandığımda Pirhan'a baktım. Hiç sesi soluğu çıkmıyordu. Masanın üstünde bulunan sigara paketinden bir dal sigara alıp yaktı. Bana bakmıyordu, salıncağa bakıyordu.

"Ahsen'in tipini öyle görünce keyfim yerine geldi valla." Uzay eline portakal suyu bardağını almış ve bardakta bulunan pipete üfleyerek köpürcükler çıkarırken Nevaya hak verdi.

Pirhan sigarasını bitirince ayağa kalkıp bir şey demeden içeriye gitti. "Tabağındakileri bitirsene Ezgi." Uzay'ın bana doğru konuşmasıyla önüme dönüp yarım bıraktığım makarnayı yemeye başladım. Süreyya teyzenin yemekleri çok güzeldi. Tatsız, tuzsuz değildi, gerçekten yediğim yemeğin tadını alabiliyordum. Isparta'ya geldiğimden beri hayatıma en azından küçük de olsa canlı renkler girmişti. Evet, hala amcama yakalanma korkusuyla yaşıyordum ama yanımda ki insanlara sanırım güveniyordum. Bu insanlarla yeni tanışmama rağmen amcamın adamları olabileceği yada iş birliği yaptığı insanlar olabileceğine ihtimal vermiyordum. 'İhtimal verdin.' dedi iç sesim. Tamam başta öyle düşünmüştüm -ki haklıydım- ama şuan öyle düşünmüyordum ama yanılmak da istemiyordum.

Makarnamı bitirip, içli köftenin de biraz tadına baktıktan sonra elimi peçeteyle silip ayağa kalktım. "Nereye?" Oturduğum sandalyeyi düzeltirken Neva'ya cevap verdim. "Az lavaboya kadar gidip geleceğim." Peki anlamında kafasını salladı ve gülümsedi.

Mutfaktan çıkıp merdivenleri çıkmak için bir kaç adım attıktan sonra duyduğum seslerle duraksadım. "Ne zamandır Antalya'ya gelmiyorsun." Ahsen'in sitemkar sesi buradan beri belli oluyordu. Pirhan ile ikisi balkonda pervaza yaslı bir şekilde duruyorlardı ve Ahsen, Pirhan'a çok yakındı. "İşlerim vardı gelemedim ama geleceğim."

"Ne zaman geleceksin? En son bir hafta önce geldin ve görmek istediğin şeyler geldi." Pirhan paketten bir dal sigara daha alıp yaktı. Daha demin içmişti zaten neden hemen peşine bir tane daha yakma ihtiyacı duyuyordu. "Bakarız şuan acelesi yok."

"Acelesi yok mu, nasıl yok? Bunları elimizde uzun süre bekletemeyiz." Pirhan umursamazcasına omzunu silkti. "O zaman sizde Sercan'a verin, o'da istiyordu zaten. Ben'de bir daha gelişinde alırım." Ahsen hayret edercesine Pirhan'a baktı. "Sercan'a vereyim? Senin uyuz olduğun Sercan'a?" Pirhan bıkarcasına nefesini verdi. "Evet Ahsen, neden bu kadar uzatıyorsun? Ver gitsin işte, bir bok hallettiğini sanır mutlu olur."

Ahsen kollarını göğsünün altına birleştirip benim olduğum tarafa doğru döndüğünde beni görecek korkusuyla kendimi geriye doğru çektim. "Hayır anlamıyorum ki, sende bir işler var ama anlayamadım." Pirhan gözlerini devirdi. Uyuz olduğu şeyi kendisi yaptı. "Saçma sapan konuşma Ahsen."

Ahsen öylemi dercesine kaşlarını havaya kaldırdı. "En son geldiğinde işlerim var geri geleceğim dedin ama gelmedin neden?" Pirhan sigarasının izmaritini balkondan aşağıya attı. Daha sigarası bitmemişti. "İşlerim vardı, bitmedi gelmedim."

Kaşlarımı çattım. Bahsettikleri gün benim intihar etmeye kalkıştığım gün olabilir miydi? Pirhan en son bir hafta önce Antalya'daymış ve bende intihar edeli sanırım bir hafta oluyordu.

Daha hazla merdivende durmayıp yukarıya çıktım ve lavaboya girdim. Boynumda ki morluklar sararmaya dönüşmüştü. Ayna'da izlerime bakarken aklıma Pirhan'ın izleri geldi. Boynunda ki ve bel boşluğunda ki... Ama onunkiler benim kadar kötü durmuyordu.

Kendime lanetler okuya okuya lavaboda işlerimi bitirdim ve kapının kilini açıp lavabodan çıktım. Sağ dönüp merdivenlerden ineceğim sırada önüme Pirhan'ın çıkmasıyla olduğum yerde sıçrayıp adımlarımı durdum.

"Ne yapıyorsun?" Ellerini cebine yerleştirdi. "Merdiven başında bizi dinlerken iyi miydi?" Kendimi bir adım geriye aldım. "Sen beni gördün mü? Ama olduğum tarafa hiç bakmadın?" Gözelerini kıstı. "Bakmadığım tarafı da görebiliyorum." Yapmacık bir şekilde gülümsedim. "Şakacı seni," Yüzünde ki sert ifade geri geldiğinde önümden çekildi.

"Sana bir şey soracağım, bahsettiğiniz gün intihara kalkıştığım gün müydü?" Gözlerime baktı. "Evet," O'na doğru bir adım attım. "Peki beni nasıl kurtardın? Yani intihar ettiğimi falan nasıl gördün?" Bunu gerçekten merak ediyordum. Dudağının sağ köşesi yukarıya doğru kıvrıldı. "Dediğim gibi, 'ben bakmadığım tarafı da görebiliyorum.' " Daha demin ki gibi yapmacık bir şekilde güldüm. "Komik,"

Arkasını tekrar dönüp gitmeye başladığında durdu ve bana tekrar döndü. "Bu arada eve gidince saçlarını yıka artık, bir şey olmaz dikişlerine." Elim istemsizce saçlarıma gitti. Aslında saçlarımı yıkamıştım ama köpükleyememiştim çünkü yaralarımın yanmasından korktum. "Sen benim saçlarıma pis mi diyorsun." Ellerini cebinden çıkardı. "Sen diyorsun." Gözlerimi devirmemek için zor durdum. "Haftaya da gelirsin dikişlerini aldırırız."

"Nerede alınacak, tekrar hastaneye mi gideceğiz?" Gözlerini gözlerimde gezdirdi. "Hastaneye gitmek istemiyorsan Davut abi gelir alır." Kafamı salladım ve alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. "Son bir şey soracağım," Bıkmış bir ifadeyle bana baktı. "Beni hastaneye götürdüğünde kimin kimliğiyle kayıt yaptırdın." O gün gitmemek için dirensemde beni götürmüştü ve halledeceğini söylemişti. Alt dudağını büzdü. "Bilmiyorum." Kaşlarımı çattım. "Ne demek bilmiyorum?"

"Yoldan geçen zibidi bir çocuğun kimliğini aldım." Anlamayarak ona baktım ve doğrular nitelercesine sordum. "Erkeğin?" Kafasını sallayıp beni doğruladığında sinirle soludum. "Erkeğe benzer bir halim mi var benim?" Bir şey demeyip öylece bana bakmaya devam edince sinirle konuşmaya devam ettim. "Ya çok merak ediyorum, buna hastanedekiler nasıl inandı?" Dudaklarının iki kenarı da kıvrıldı. "Cinsiyet değişikliği."

"Yapma ya, zeka küpü seni." Benimle dalga geçiyordu, bu çok belliydi.

Merdivenleri indiğimizde Neva'nın, Uzay ile beraber mutfak kapısının önünde durduklarını gördüm. Neva beni görünce Uzayla konuşmasını durdurdu ve bana seslendi. "Ezgi gidelim mi artık, sen de yorulmuştun." Olur anlamında kafamı salladım ve dış kapı tarafına doğru ilerledim. Ayakkabılarımızı giymeye başladığımızda aklıma Pirhan'ın bana elim için verdiği krem gelmişti. Oturma odasında unutmuştum.

Giydiğim ayakkabıları geri çıkarırken Neva'ya doğru konuştum. "İçeride bir şey unuttum, onu almam gerekiyor." Uzay, "Ne unuttun? Ben ayakkabılarımı giymedim alayım." diyerek beni durdurdu. Gerek yok anlamın da kafamı salladım ve oturma odasına doğru hızlı adımlarla ilerledim.

Yattığım koltuğun önüne gelip kreme bakındığımda görememiştim. Oturma odası toplanmıştı ve bıraktığım yerde krem yoktu.

"Bunu mu arıyorsun?" Pirhan'ın sesiyle kafamı çevirip Pirhan'a baktım. Elinde bana verdiği krem kutusunu tutuyordu.

Ben krem kutusuna bakmaya devam ederken, o yavaş adımlar atarak bana yaklaştı. Tam önümde durduğunda aramızda bir adımlık mesafe vardı.

Bileğimden tutup elimi yukarıya kaldırdığında avcumu açtı ve krem kutusunu avucumun içine bıraktı. "Sana verilen şeylere sahip çık."

Instragram/ panzehirofficial_

 

Loading...
0%