@geceninleydisi0
|
Sabah Neva'nın gürültüsüyle uyanmıştım. Dünden beri, bugün alacağı sahne için oradan oraya koşturuyor beni de yanında sürüklüyordu. Bu durumdan çok fazla şikayetçi değildim çünkü işleri genelde yakın çevrede oluyordu ve çok da fazla tehlike arz etmiyordu ama beni alacağı sahnenin olduğu yere götürmesinden şikayetçiydim. Korkuyordum, yalnız bunu onlara söyleyemiyordum. Bir hafta geçmişti. Bir hafta içinde de yaptığım tek şey; uyanmak, yemek yemek, arada Neva ile vakit geçirmek ve uyumaktı. Günlerim bundan ibaretti ve ben bundan memnundum. "Ezgi eşyalarımı nereye koyduğumu bulamıyorum, sen gördün mü?" Neva'nın telaşlı sesiyle oturduğum yerden kalktım. "Odan da ya da misafir odasında yok mu?" Merdivenleri çıkıp, yanına gittiğimde "Yok," diye sinirle bağırdı. "Hiç bir yerde yok. Kafayı yiyeceğim en sonunda." "Tamam sakin ol. Kilere bak birde, sen koyuyorsun bazen oraya eşyalarını." Söylene söylene merdivenlerden aşağıya inerken, bende peşinden gidiyordum. Saçı başı hep dağılmış, kendini çok fazla strese sokmuştu. Kilerin kapısını açtığında etrafa göz gezdirdi ve aradığı eşyaları köşede görünce sinirle soludu. "Hayır yani anlamıyorum ki, bir insan neden eşyalarını kilere bırakır? Neyin kafası bu?" Neva'nın bu halleri sabahtan beri gülümsememe sebep oluyordu. Heyecanlıydı ve bu heyecanlılık onu çok tatlı yapıyordu. "E, hadisene geç kalıyoruz." Homurdandım. "Ben gelmesem?" Merdivenleri çıkacakken durup bana döndü. "Neden sabahtan beri aynı şeyleri söyleyip duruyorsun?" Nefes alıp verdim. "Sadece gelmek istemiyorum." "Ama beni yalnız mı bırakacaksın?" dedi hüzünlü gibi davranarak. "Tek başıma gitmek istemiyorum." Diyecek bir şey bulamayıp ona bakmaya devam ettim. Sabahtan beri gelmek istemediğimi söylüyordum ama beni dinlemiyor gelmem için sürekli ısrar ediyordu. "Anlaştığımıza göre yukarıya çıkıp üstümü giyiyorum, sende hazırlan hemen çıkalım çünkü geç kalacağız." Oflayarak Neva'nın arkasından baktım ve yavaş adımlarla odama çıkmaya başladım. Dolabın önüne geçip kapağını açtığımda Neva'nın bana aldığı çeşit çeşit, farklı renklerde ki kıyafetler bana bakıyordu. Gereğinden fazla kıyafetlerin arasından bir tane bol kesim jean ve beyaz renk tişört alıp giydim. Odadan çıkıp aşağıya indiğimde oturma odasına geçtim ve Neva'yı beklemeye başladım. Yaklaşık yarım saat sonra Neva'da aşağıya indiğinde yanıma geldi. Derin göğüs dekoltesi olan, belden yukarısı ful pırıltılı taşlarla süslenmiş bej elbisesi kalçasının biraz aşağısında bitiyordu. Dalgalandırmış olduğu saçlarıyla ve yaptığı hafif makyajla cidden çok hoş duruyordu. "Niye hazırlanmadın?" Sol kulağına küpesini takarken, kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Üzerimi göstererek, "Hazırlandım ya," dedim. "Sana o kadar elbise aldık, giyseydin ya onlardan birini." Ona sadece bakmakla yetindiğimde ellerini havaya kaldırdı. "Peki ama en azından saçlarını yapalım." "Neva gerek yok." Beni dinlemeyip arkama geçtiğinde dikişlerime dikkat ederek yapmış olduğum topuzumu bozdu ve at kuyruğu yaptı. "Tamam şimdi çıkabiliriz." Evden çıkıp arabaya bindiğimizde Neva'nın ilk yaptığı iş klimayı açmak olmuştu. "Çok sıcak," Gülümsedim, heyecanı elle tutulur değerdeydi. "Bildiğim kadarıyla ilk sahne alışın değil, neden bu kadar heyecanlanıyorsun?" Kafasını sallayarak beni onayladı. "Evet öyle ama zaten ben her sahnemde heyecanlanırım. Bi' de bu sahne benim için biraz önemli, onun etkisi de var tabi." "Doğum günü olan çocuk senin arkadaşın mı?" Beni onaylarcasına mırıltılar çıkardı ve daha konuşmadık. Araba kalabalık bir sokağa girdiğinde Neva arabayı yavaşlattı ve bir park yeri bulduğunda arabayı park etti. Arabadan indiğimizde etrafa bakınmaya başladım. Bu gerilmeme sebep olmuştu çünkü geldiğimiz yer bir gece kulübüydü. "Burada mı sahne alacaksın?" Neva heyecanla kafasını salladı ve koluma girerek beni mekanın girişine kadar yürütmeye başladı. Adımlarım geri geri gitmek isterken Neva'dan dolayı ileriye doğru gidiyordu. Mekanın girişine geldiğimizde Neva'nın çekiştirmesine rağmen adımlarımı durdurdum. Tedirgin olumuşum. Böyle yerler çok iğrençti. Neva sabırsızlıkla kolumu sarktı. "Ezgi hadi, neden durdun?" Kafamı sallayarak kendimi bir adım geriye aldım. "Ben istemiyorum." Sesim titriyordu. "Neyi istemiyorsun?" Cevap vermedim ve öylece baktım. "Ezgi iyi misin? Hadi girmemiz lazım, geç kalıyoruz." Yine benden cevap alamayınca devam etti. "Bak, Uzay'da içeridedir. Eğer çok istiyorsun o seni eve götürür ama şuan buraya girmemiz gerekiyor." "Ben burada beklesem?" Etrafa baktı. "Sen gerçekten burada durmak istediğinden emin misin? Etrafa baksana zibidi kaynıyor?" Titrek bir nefes aldım. "Ama içerisinin de buradan bir farkı yoktur." "Normalde öyle evet ama bugün burayı Berk doğum günüsü için kapattırdı. Yani belli kişiler girebiliyor, en azından bu kadar zibidi yoktur içeride." dedi Neva bıkkınlıkla. "Sen bundan mı korkuyorsun? Merak etme yanında ben olacağım bir şey olmayacak." Doğruluk payını sorguladım. Etrafa bakınca dışarıda tek başıma durmak korkunç geliyordu ama içeriye her ne kadar belli kişilerde girse içerinin dışarısı gibi olmayacağının kanıtı yoktu. "Neva," Yanımıza orta boylarda sarışın bir kız geldiğinde kaşlarını çatarak bize bakmaya başladı. "Niye burada bekliyorsunuz? Girsenize içeriye." Neva kolumu bırakıp, kıza cevap vermek yerine gülümseyip sarıldı. "Herkes geldi mi?" Kız sarılmasına karşılık verdikten sonra ikisi de geri çekildi. "Evet, herkes içeride. Hadi bizde geçelim." Neva tekrardan koluma girdi ve bana daha bir şey demeden beni içeriye doğru sürüklemeye başladı. İstemiyordum. Dışarıda kalsam da, içeride dursam da tehlikedeydim ve bu çıkmaz yollar beni daha da çok çıkmaza sürüklüyordu. Bundan nefret ediyordum. Mekandan içeriye girdiğimizde yüksek seste ki müzik kulaklarımı tırmalıyordu. Aynalı, uzun kolidordan geçip orta alana geldiğimizde Neva adımlarını durdurup etrafına bakınmaya başladı. Burası düşündüğümden daha kalabalıktı. Bu gerilmeme sebep oldu. Bir doğum günü partisinin bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim. Neva etrafına bakınmayı kesip sabit bir yere bakmaya başladığında, bende kafamı Neva'nın baktığı tarafa çevirdim. Sarışın, uzun boylu bir çocuk yüzünde ki gülümsemesiyle bize doğru geliyordu. Neva kolumu bırakıp hevesle çocuğun önüne doğru yürümeye başladığında kalabalığın içinde tek başıma kalmıştım. Üstümdeki tişörtün eteklerini tuttum ve etrafıma bakındım. İğrenç, bir sürü iğrenç gülüşlerle doluydu her yer. Derin bir nefes alıp kimseye çarpmamaya çalışarak Neva'nın olduğu tarafa doğru yürümeye başladım. Nevaya yaklaşmaya başladıkça, Neva sarışın çocuğun koluna girdi ve ileriye doğru yürümeye başladılar. Adımlarımı hızlandırdım. Hızlı ama temkinli adımlar atıp Neva'ya yetişmeye çalışırken omzum yanımdan hızlı adımlarla geçen birisine çarptı ve korkuyla olduğum yerde zedelendim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Bir şey yoktu, alt tarafı çarpıp geçmişti. Korkmama gerek yoktu. Korkmayacaktım. Bugün burada bir şey olmayacaktı. Göz kapaklarımı açtım ve olduğum yerde durmayı bırakıp Neva'nın gittiği tarafa doğru adımlamaya başladım. Görünürde Neva yoktu ama yine de o tarafa doğru gitmeye başladım. Neva'yı hiç bir şekilde bulamayınca bar tezgahının en dip köşesine oturdum. İçimi panik kaplamıştı, burada tek başıma kalmak istemiyordum. "Merhaba, ben Cem. Buranın en çok sevilen tek barmeni. Ne alırdınız?" Kulağımın dibinde birisinin bağırmasıyla sıçrayıp arkamı döndüm. Kıvırcık siyah saçlı ve kolları ful dövmeli olan çocuk bar tezgahının üstüne, bana doğru eğilmiş bir şekilde sırıtarak bakıyordu. Kendimi biraz geriye çekip, "Hiç bir şey." dedim, düz bir sesle. Geri çekilmemle kendisini geriye çekti. "Oo, depresif miyiz biraz?" "Hayır." Depresif kelimesi, bana çok uzak gibi geliyordu. "Sana votka verme mi ister misin, iyi gelir." Sıkıntılı bir nefes aldım. "Hayır ve beni rahat bırakır mısın?" Ellerini teslim olurmuşçasına havaya kaldırdı. "Peki ben sana bir bardak su vereyim o zaman, için ferahlar." Arkasına dönüp bana bir bardak su uzattığında elinden almadım ve yan tarafa döndüm. İstemediğim şekilde üstelemeleri sinirimi bozuyordu. Stresli bir şekilde tırnak diplerimle oynuyorken, aynı zamanda etrafa bakınarak Neva'yı arıyordum. Bu kız arkasına bakmadan, beni burada bırakıp nereye gitmişti? Üstelik ben buraya gireyim diye yanımda olacağına dair laflar ediyordu. Her seferinde aynı şeyleri yaşamak zorunda mıydım? İnsanlar bana onların dediklerini yapayım diye güvenceler veriyorlardı, sonra dediklerini yaptığımda güvenceleri bir yalan oluyordu. Kafamı iki yana salladım. Hayır, Neva'yı o insanlarla bir tutmak saçma olurdu. Sonuçta kız durmadan benimle ilgilenecek diye bir şey yoktu. Buraya arkadaşının doğum günü için gelmişti, tabiki de eğlenecek, arkadaşlarıyla takılacaktı. Durmadan benim yanımda durmasını istemem haksızlık olurdu. Benim artık bununla başa çıkmam gerekiyordu. Korkularımla yüzleşmem gerekiyordu. Sırf korktuğum için yanımda bir güvence aramamam gerekiyordu. Kendi güveni mi kendim de verebilirdim. Müzik sesinden dolayı başım ağrımaya başladığı için tırnak diplerimle oynamayı bırakıp şakaklarımı ovuşturacağım zaman birisinin gözümü kapatmasıyla biran da irkilip ayağa kalkmaya çalıştım ama beceremedim. "Selam güzellik," Kalın, robot gibi çıkan bir ses duyduğumda korktum ve elimi kaldırıp gözümü kapatan kişinin ellerini çekmeye çalıştım. "Saçların ne kadarda hoşmuş." Ellerini çekemediğim sırada kolumla bileğine vurdum. "Bırak," Gözlerimi kapatan kişi elini çektiğinde arkamı döndüm ve kim olduğuna baktım. Uzay kaşlarını bir aşağıya bir yukarıya kaldırarak sırıtıyordu. "N'aber," Kaşlarımı çatıp, koluna vurdum. "N'apıyorsun geri zekalı, korktum." Gülerek bilmiş bir tavır sergiledi. "Farkettim." "Çok komik." Gülmeye devam ederken bar sandalyesine oturdu. "Sende çok korkakmışsın be güzellik." Aynı robot sesi ile konuştuğunda, sesi genzinden çıkardığını anladım. Ona ters ters bakıp kendimi dizginledim. "Neva nerede?" Uzayın sorusuyla dudaklarımı büzüp, bilmiyorum anlamında kafamı salladım. "Arkadaşlarıyla takılıyordur büyük ihtimal." Uzay gülerek beni onayladı. "Çok fazla arkadaş canlısıdır." Bende gülümsedim. "Evet öyle." Bir süre ikimizde susup, otururken artık burada durmaktan darlanma geldiği için Uzay'a döndüm. "Sen ne zamandır buradasın?" İçkisinden bir kaç yudum aldı. "Yarım saat falan anca olmuştur." dediğinde kafamı salladım. Eğer yeni gelmemiş olsaydı ondan beni eve bırakmasını rica edecektim ama daha yeni geldiği için keyfini bölmek istemiyordum. Yüzüme bakıp, elinde ki içkisini kenara koydu. "Sıkıldın değil mi?" Beni anladığını görünce tebessüm ettim. "Biraz," Güldü. "Birazdan fazla sıkılmış gibisin ama." Tebessüm etmeye devam ederek onu onayladım. "Evet öyle." dedim ve baş parmağımla işaret parmağımı alnıma götürüp ovuşturdum. "Müzik sesinden başım çatlayacak." "Haklısın çok fazla ses var." dedi ve elini cebine götürüp, araba anahtarı çıkartarak havada salladı. "İstersen seni bundan kurtarabilirim." dediğini bir an yanlış anlayıp kaşlarımı çattım. Bunu yapmamla beraber Uzay yanağımdan makas alıp haylazca sırıttı. "Korkma kız, seni eve atacak değilim." Kaşlarımı eski haline getirirken eline vurdum ve bi' an korksam bile tersini söyledim. "Korkmadım." Ağzına çerez atarken he he der gibi kafasını salladı. "Neva gelsin gideriz." Somurttum. "O kayıplara karıştı, nerededir Allah bilir." bunu dememle beraber arkamızdan, "Buradayım." diye ses geldiğinde arkamızı döndük. Neva tek elini beline koymuş sırıtarak bize bakıyordu. Yanında mekana girdiğimizde bizi karşılayan sarışın çocuk ve kumral bir çocuk vardı. "Hiç gelmeseydin." dedi Uzay sitem edercesine. Neva Uzay'ı takmayıp bana döndü. "Ay, Ezgi kusura bakma. Seni yalnız bırakmayacaktım ama bir kaç arkadaşımı görünce onlarla takılmak zorunda kaldım." Gülümseyip, "Sorun değil." diyerek mırıldandım ve Uzay'a döndüm. "Gidelim mi artık?" "Nereye?" Neva meraklı bir şekilde sorduğunda, Uzay onu cevapladı. "Sen bizimle takılmayınca bizde bizimle takılacak başka birilerini bulmaya." Neva gözlerini devirerek Uzaya baktı. "Seni benden başka kimse arkadaşlığa kabul etmez." Uzay yüzünü buruşturarak ona baktı. "Öyle mi canım?" Neva'da aynı şekilde yüzünü buruşturarak onu taklit etti. "Öyle canım." Uzay yüzünü eski haline getirip tek kaşını havaya kaldırıp, "Ama Pirhan etti. Hemde senden bile daha çok seviyor beni." dediğinde Neva sinirlenmiş ve biraz bozguna uğramış gibiydi. Şakalaşmalarına rağmen neden böyle bir tepki verdiğini ise anlayamamıştım. Bakışlarım Nevayla Uzay arasında mekik dokurken gözüm Nevanın arkasındaki kumral çocuğa takıldı. Uygunsuz bir şekilde bana bakıyordu. Bakışlarından rahatsız olup oturduğum yerde kıpırdanırken Neva, "Bakın, hiç bir yere gidemezsiniz, daha ben sahneye bile çıkmadım." diyerek hayıflandı. "Ezgi çok mu sıkıldın?" Çok sıkılmıştım ama Neva'nın hayıflandığını görünce biraz daha kalmaya karar verdim. "Hayır, sahneye çıkmanı beklerim." Bunu dememle beraber Neva ellerini birbirine çırpıp, bana yanaşıp sarıldı. "Zaten bi' 5-10 dakikaya çıkacağım sahneye. Çok beklememiş olursun." Kafamı sallayarak sarılmasına karşılık verdim. Kumral çocuk hala bana bakıyordu ve artık cidden rahatsız olmuştum. Neva benden ayrılıp yanımızdan ayrıldığında, yanında ki çocuklarda onunla beraber gitmişti. Kumral çocuğunda gitmesiyle derin bir nefes aldım ve barmene döndüm. "Bana bir bardak su verir misin?" Buraya ilk oturduğumda bana su veren fakat elinden bardağı almadığım barmen sırıtarak bana su bardağını uzattı. "Diyorum, diyorum ama inanmıyorsunuz. Herkes bir gün Cem'in sözüne gelir." Gözlerimi devirip elinden su bardağını aldım ve bir kaç yudum içtim. "Şimdi bu kız ingilizce şarkılar söyler." dedi Uzay yakınarak. Bardağı bar tezgahına bırakıp, "Ne söylemesini isterdin?" diye sordum. Bacak bacak üstüne attı. "Şebnem Farahın şarkılarından söylese fena olmaz aslında." Kaşlarımı havaya kaldırdım. "Şebnem Farah mı?" Şaşırmıştım. Kafasını salladı. "Hele Mayın Tarlasını söylese tadından yenmez." Mayın tarlasında bir adam sevmiştim aşk sanıpta. "Sen aşk acısı mı çekiyo.." Bunu dışımdan sorduğumu fark ettiğimde anında sustum ve utandım. Bananeydi yani, neden soruyorsam? Beni duymasına rağmen duyumsamazlıktan gelip koluma dokunarak sahneyi gösterdi. Konuyu kapatıp odağımı farklı bir yere çekmeye çalıştığında gerçekten utanmıştım. Pot kırmıştım. Uzay düz bir ifadeyle sahneye bakarken bende arkamı döndüm ve sahneye baktım. Neva sahneye çıkmış ve eline mikrofonu almıştı. Arkasında ki grup orkestralarını hazırlarken Neva bana baktı ve sıcak bir ifadeyle gülümsedi. Aynı şekilde bende ona gülümsediğimde arkadan fon müzik çalmaya başladı ve Neva bilmeğim bir ingilizce şarkıyı söylemeye başladı. Onu dinlerken sesinin ve kendisinin gerçekten tam sahnelik olduğunu anladım. Söylediği parçayı bitirip, başka soft bir parça söylemeye başladığında ayağa kalktım. Lavabom gelmişti ve resmen bir iki saattir burada tek başıma bir yere giderken başıma bir şey geleceğinden korktuğumdan dolayı lavaboya gitmiyordum ama artık daha fazla dayanamayacaktım. Ayağa kalkmamla beraber Uzay'ın bakışları bana döndüğünde, "Lavaboya gideceğim." diyerek açıklamada bulundum ve yanından ayrıldım. Kolidora çıkıp etrafta lavabo var mı diye aramaya başladığımda bu katta olmadığına kanaat getirip bir üst kata çıktım ve katta lavabo var mı diye dolaşmaya başladım. Kolidorun sonunda WC yazısını gördüğümde adımlarımı o tarafa yönelttim ve içeriye girdim. Tıklım tıklım olan lavaboda kendime bir köşe buldum ve tuvalet sırası beklemeye başladım. Ayna'nın karşısında makyaj yapanlar, kapı tarafında sigara içenler ve yere oturup bira içenler, o kadar tam buranın insanları gibi duruyorlardı ki.. Midemi bulandırıyorlardı. Bir süre sonra tuvalet sırası bana geldiğinde işimi halledip lavabodan çıktım. Merdivenlerden aşağıya inip Uzay'ın yanına geçeceğim zamanda birinin kolundan tutması ile irkilip hızla arkamı döndüm. Yarım saat önce Neva'nın yanında duran ve bakışlarından rahatsız olduğum çocuk kolumu tutmuş ve sırıtarak bana bakıyordu. Hızla kolumu elinden kurtardığımda elini havaya kaldırdı ve daha çok sırıttı. "Korkuttum mu?" Ona ters ters bakıp, "Ne yapıyorsun?" diyerek çıkıştım. Korkmuştum. "Sana seslendim ama duymadın bende kolundan tuttum." dedi elini havadan indirip duvara yaslanarak. "Neden?" "Sadece canının sıkıldığını fark ettim ve biraz eğleniriz diye düşümdüm." Anlayamayarak ona baktım. Şaka mı yapıyordu, yoksa ciddi miydi? "Anlayamadım?" Sırıtmasına sırıtma kattı ve bu iğrenç gözüktü. "Neyini anlayamadın? Sıkıldığın bariz bir şekilde belli ve bende bu durumdan seni kurtarmak istiyorum." Sabır dilercesine kafamı yana çevirdim. "Gerçekten seninle uğraşamayacağım." Ona arkamı dönüp bir kaç adım attığımda tekrardan kolumu tuttu. "Ne uzattın, alt tarafı takılacağız." Sinirle tekrardan kolumu kolundan çektim. "Takılacak başka birilerini bul." Beni kaale almayıp, "Ne yani tek başıma mı eğleneyim? Gerçekten sıkıcısın." Ona cevap vermek için dudaklarımı aralamamla kapatmam bir oldu. "Çok eğlenmek istiyorsan, ben seninle oynarım merak etme. Hem sıkılmamışta olursun. Senin için baya hareketli bir eğlence olur." Pirhan, tam karşımda ki çocuğun ensesinin dibinde bitmiş kaşları çatık bir şekilde ona bakıyordu. Ne ara gelmişti? İstanbuldan yarın gelecekti. Çocuk arkasına dönüp Pirhan'a baktığında bir adım geriye attı. "Pirhan n'aber?" "Ahmet, hayırdır?" dedi Pirhan, tek elini Ahmet dediği çocuğun sol omzuna koyarak. Pirhan, Ahmet'in omzunu sıkıyor olmalı ki Ahmet biraz sol tarafa doğru eğildi. "Hiç, hiç bir şey arkadaş lavabonun nerede olduğunu bulamamış da nerede olduğunu gösteriyordum." Sanırsın daha demin bana asılmıyormuş gibi yalanladı. Pirhan dişlerinin arasından, "Gösterme." dedi ve omzunu iteklercesine bıraktı. Ahmet kafasını hızlı sallayıp yanımızdan ayrıldığında Pirhan bana döndü. Çok sert bakıyordu. "Neden tek başınasın, Neva nerede?" Sesi buz gibiydi. "Sahnede," Sesim buz gibi çıkmıştı. Kafasını salladı ve çenesiyle çıkış kapısının olduğu tarafı gösterdi. "Geç, daha fazla burada durma." "Olmaz." dedim ve onun tersine kalabalık alanı gösterdim. "Uzay beni bekliyor olmalı." Tek elini üstünde ki siyah pantolonun cebine soktu. "Uzay daha demin gitti." "Neden?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Beni bırakıp gitmesini beklemiyordum. Gözlerini devirdi, bunu sormamı bekliyormuş gibi. "İşi vardı ve gitmesi gerekiyordu, şimdi hadi gidelim. Neva'nın burada işi uzun sürer." dedi çıkışa doğru yürümeye başlayarak. Onunla beraber bende arkasından gitmeye başladım. Çıkışa geldiğimizde adımlarını durdurdu ve önüne geçmem için çenesiyle işaret yaptı. Neden önüne geçmemi istediğini anlayamayıp ona baktığımda etrafı süzdüğünü gördüm. Dışarısı içersinden daha kalabalıktı ve muhtemelen bu yüzden önüne geçmemi istemişti. Birşey demeyip önüne geçtiğimde yürümeye başladım. Bir süre sonra Pirhan da arkamdan gelmek yerine yan tarafıma geçti. Adımlarını çok sakin ama aynı zamanda da sert atıyordu. Arabasının yanına geldiğimizde kilidi açtı ve şoför koltuğuna oturup kapısını kapattığında bende arabanın etrafını dönüp yan koltuğa oturdum. Motoru çalıştırmadan öylece bana baktığında ne var anlamında kafamı salladım. "Kemerini tak." Dedi düz bir sesle. Onun kemerini takıp takmadığına baktım. "Sen de takmamışsın." "Sen tak." Dedi ona dediğimi geçiştirerek ve arabanın motorunu çalıştırdı. Beni geçiştirdiği gibi bende onu geçiştirdim ve kemerimi takmadım. Zaten normalde de takmazdım. Hayat güvencesi veren her şey benim çıkış kapımı bulmamı engelliyordu. Arabada düşündüğümden daha kısa yolculuk yaptığımızda etrafıma bakındım. Lüks denilebilecek kadar gösterişli, beyaz bir binanın önünde durmuştuk. Pirhan arabadan indiğinde, herhalde bi' işi var diye inmeyip beklemeye başladım. Pirhan ilerlemeyip arabanın ön camından dik dik bana baktığında bende aynı şekilde ona baktım. Niye bana bakıyordu bu? Hala bana bakmaya devam edince gözlerimi devirdim ve ona bakmayı kestim. Midem bulanıyordu. Bugün çok fazla strese girmiştim ve buda mideme vurmuştu. Kafamı kapıya yaslayıp geçmesini beklediğimde kapının bi' an da açılmasıyla düşer gibi oldum. Tek elimde koltuğun köşesini tutup düşmekten kurtulduğumda kafamı yana çevirdim. Pirhan'ın kolumu tutuğunu yeni fark ediyordum. Elleri benim aksime sıcacıktı. Buz gibi olan tenimin sadece koluma dokunmasıyla bütün vücuduma sıcaklığını aktardığını fark ettim. Bir an da elini kolumdan çekmesiyle vücuduma gelen sıcaklıkların geri çekildiğini hissettim. Kendime gelip boğazımı temizlediğimde Pirhan'a, "Ne yapıyorsun?" diye çıkıştım. Benden çektiği elini arabanın üstüne koyduğunda sinirle bana baktı. "Arabadan niye inmiyorsun?" "Neden ineyim?" Kapının önünden çekilip bana inmem için alan yarattı ve, "Dikişlerini aldıracağız." dedi her zaman ki gibi düz sesiyle. Anlayamayarak ona baktım. "Şu an mı, neden?" Sabır çekercesine kafasını yana yatırdı. "Evet şu an, in arabadan ve bana bir daha neden diye bir soru yöneltme." Arabadan indiğimde beni beklemeyip önden önden yürümeye başlamıştı. Durmadan emirler vermesi sinirlerimi bozuyordu. Arabasının kapısını sertçe kapattığımda arkasını dönüp kaşları çatık bir şekilde bana bakmaya başladı. Bana bakmasıyla tebessüm edip onun önüne geçtim ve beyaz binadan içeriye girdim. Ben merdivenleri çıkana kadar yanıma geldiğinde merdivenleri çıkmak yerine asansöre yöneldi. Onun yaptığını yapıp bende o tarafa yöneldiğimde asansöre bindik ve 5. kata çıktık. Kliniğin kapısının önüne geldiğimizde Pirhan kapıya vurdu. Kapıyı genç bir kız güler yüzüyle açtığında, "Hoş geldiniz." diyerek bizi içeriye davet etti. Gece burası niye açıktı? İçeriye geçtiğimizde kız önümüze geçti ve yürümeye başladı. Pirhan kızı takip ederken bende Pirhan'ı takip ediyordum. Ofis gibi olan bir odaya girdiğimizde Davut abi ayakta durmuş bir şekilde bizi bekliyordu. Pirhan ve Davut abi selamlaştıktan sonra Davut abi bana bakıp tebessüm ederek sedyeyi gösterdi. Yavaş hareketlerle sedyeye ilerleyip oturduğumda Davut abi hiç beklemeden yanıma gelip eldivenlerini takarak sargı bezini çıkardı. Derin bir nefes aldım. Korkmuyordum ama Pirhan sanki ben korkuyormuşum gibi bana şefkatle bakarken pek emin olamıyordum. Alt tarafı bir dikiş alınacaktı ve Pirhan bana şefkatle bakıyordu. Garipti. Çip alınırken bana böyle bakmamıştı. O zaman gözlerinde ki yakıcılık gözlerimi yakıyordu şimdi ise gözlerinde ki şefkat beni mayıştırıyordu. *** Dışarıda yağan yağmurun her cama vurup yere doğru süzülüşüyle huzuru hissediyordum. Yalnız huzurun bana çok uzak olduğunu unutuyordum. İnsan uzak olduğu bir kavramı nasıl hissedebilirdi ki? Gözlerimi kapattım. Acaba amcam şuan korktuğum şeyi yapıyor muydu? Aklıma gelen ihtimallerle kafamı iki yana salladım. Hayır, hayır öyle bir şey olmayacaktı. O şuan beni arıyordu, düşündüğüm ihtimali yapmıyordu. Titrek bir nefes aldım. Pirhan'ın beni kurtardığına lanet edecek durumdaydım. Eğer ölseydim bu kadar çok ihtimale girecek olmayacaktım. En azından o zaman öldüğüm için bundan vazgeçebilirdi. Kapadığım gözlerimi geri açtım. Ah, kimi kandırıyordum ki? O adam hiç bir zaman hedeflerinden şaşmazdı. Ne yaparsam yapayım uçurum tarafında oluyordum. Dün gece Neva geç geleceğini söylediği için Pirhan'ın evinde kalmak zorunda kalmıştım. Şimdi ise oturma odasında oturmuş camdan dışarıyı izliyordum. Pirhan evdeydi yalnız Peri evde yoktu. Bu benim işime gelmişti çünkü Peri ile uğraşmak en son isteyeceğim şeylerden biri bile değildi. Önümde ki bardaktan bir kaç yudum vişne suyu içtikten sonra ayağa kalktım. Pirhan'ı bulup, Neva'nın ne zaman geleceğini soracaktım. Neva'nın evine gidip duş aldıktan sonra uyumak istiyordum. Dün gece Pirhan ile evde tekiz diye diken üstünde uyumuştum. Her ne kadar onlara güvensem de kendimi serbest bırakamıyordum. Ne olur, ne olmazdı. Olduğum katı gezinip olup olmadığına baktım. Bu katta yoktu. Yukarı kata çıkıp resim odası olan oda haricinde diğer odalara da tek tek baktım. Bu katta da yoktu. Son çare belki bir üst kattadır diye merdiven başına geçtiğimde adımlarımı durdum. Daha önce o kata hiç çıkmamıştım. Kızabilirdi ama yani sırf onu aramak için bir üst kata çıktım diye kızacak hali yoktu herhalde. Yavaş hareketlerle merdivenleri çıkıp lavabo haricinde o katta bulunan tek odanın kapısını açtım. Beyaz.. Duvarların rengi, masanın, tekli koltuğun, perdelerin, gardıropun, yatağın, hatta çarşafın rengi bile bembeyazdı. Tam anlamıyla ruhsuzluğun içine düşmüş gibiydim. Oda'ya tek renk katan şey, yarım bir şekilde duran perdenin ardından süzülen gün ışığıydı. Karamsar gün ışığı beyazlığı siliklemeye çalışıyordu. Ağır adımlarla odanın içine girdiğimde etrafı daha çok incelemeye çalıştım ama pek mümkün değildi. Her şey beyazdı ve göz yoruyordu. Bir kaç adım daha atıp odanın ortasına geldiğimde gözüm yatağın başında ki komedin de duran çerçevede ki fotoğrafa takıldı. Oda da bulunan tek çerçeve oydu. Olduğum yerden çerçevede ki fotoğrafı tam seçemediğim için biraz yaklaştım. Üç tane küçük çocuk... İki kız, bir erkek küçük çocuklar... Orta da bulunan ve en somurtkan olan çocuk Pirhan olmalıydı. Sol tarafında bulunan ise muhtemelen Peri'ydi ama Pirhan'ın diğer tarafında bulunan, Pirhan'ın en yakın durduğu ve ikisinden büyük gözüken kız çocuğu kimdi? Kaşlarımı çattım. Pirhan'ın başka bir kız kardeşi daha da mı vardı? E, ama hiç görmemiştim. Üstelik bu kız diğerlerine nazaran sarışındı ve onlara hiç benzemiyordu. Kıza daha dikkatli bakabilmek için çerçeveyi elime aldığımda çerçevede ki fotoğraf yere düştü. Elimde ki çerçeveyi yatağın üstüne bırakıp fotoğrafı almak için yere eğildiğimde çatık olan kaşlarımı daha çok çattım. Fotoğraf arkası dönüp bir şekilde yere düşmüşte ve arkasında bir şey yazıyordu. 01/01/2017 Her günün bu gün olması dileğiyle... Cümleyi bir kez daha aklımda zikrettim. Her günün bu gün olması dileğiyle derken ne anlama geliyordu? Fotoğrafta Pirhan hariç iki kızda tebessüm ediyordu ama bu tebessümleri buruk bir tebessümdü. Yürek burkan bir gülümsemedendi. Sorulara kendimce cevap bulmaya çalıştım ama olmadı kafam çok karışmıştı. Pirhan'ın geçmişte bir şey yaşamış olma ihtimali hal ve hareketlerine bakılırsa vardı. Ama işte ne yaşamıştı da bu kadar karamsardı, bu kadar sigara içiyordu ya da bu kadar asabi ve düşünceliydi? Ah, bir çok ihtimal vardı, her şey olmuş olabilirdi. Ve bunu Pirhan'a sormak çok isterdim, merak etmiştim. Ama Pirhan'a bunu sorarsam bana sinirli çıkış yapabilirdi. Aslında sinirli çıkış yapabilirdi değil, net yapardı. Elimdeki fotoğrafı çerçeveye dikkatli bir şekilde yerleştirip geri komedinin üstüne koydum. Ne yaşadıysa, yaşamıştı. Beni ilgilendirmiyordu. Pirhan eğer gelip beni odasında yakalarsa kızardı ve bu yüzden odasından çıkmalıydım. Çıkmadan önce odasında ki perdeyi biraz daha açmak için cam tarafına yöneldim. Odası çok ruhsuzdu en azından perdeyi biraz daha açıp dışarıdaki ışığı boğucu odaya davet edebilirdim. Perdeyi kendime doğru çekerken, Pirhan'ı dışarıda yağmurun altında oturmuş sigara içerken gördüm. Hiç şaşırmamıştım. Zaten önce evin içine bakmam hataydı. Camın önünden çekilip odadan çıktım. Aşağıya inip, mutfaktan arka bahçeye açılan kapının önüne geldiğimde adımlarımı durdurdum. Yağmur hala yağıyordu ve hava çok soğuk olmasa da esiyordu. Pirhan benim geldiğimi anlamış olmalı ki kafasını yavaşca kaldırıp bana baktı. Bakışları boştu. Kafama hırkanın kapşonunu geçirip yanına doğru adım atmaya başladım. "N'apıyorsun burada?" Sigarsından bir duman daha çekti. "Oturuyorum." Gözlerimi devirdim. Yapma ya, görmüyordum sanki ne yaptığını. N'apıyorsun derken, yağmurun altında neden oturduğunu kast etmiştim. Ve kast ettiğimi anlamasına rağmen tersine cevap veriyordu. Yanına vardığımda oturmak yerine ayakta dikildim. "Yağmur yağıyor." Bana bakmayı kesip, sigarasını yere fırlattı ve yağmurun ateşi söndürmesine izin verdi. "Yani?" Sabır dilercesine oflayıp, "Ne halin varsa gör geri zekalı." diye kendi kendime mırıldandım. Mırıldanmamı duymuş olmalı ki kaşları çatık bir şekilde anında kafasını bana çevirdi ama umursamadım. "Ne dedin?" Omzumu silktim. "Ne halin varsa gör, dedim." Gözlerini kıstı. "Başka bir şey daha dedin." Ona cevap vermeyip kafama geçirdiğim kapşonlumu öne doğru çekiştirdim. Yağmur şiddetini biraz daha arttırmıştı ve Pirhan yağmur yağmıyormuş gibi, güneşlenircesine oturduğu yere yayılmıştı. Pirhan böyle davrandıkça geçmişte ne yaşadığını merek ediyordum. Onun bu dengiz halleri, sürekli sigara içmeleri yaşadıklarından dolayı mıydı ki? Ne kadar sert baksa da gözünde ki bir yerlerde hep hüzün vardı. Bunu hissedebiliyor, fark edebiliyordum. Ya da ben her şeyi çok dramatize ediyor da olabilirdim. Ama, yalnız fotoğrafta bulunan çocuk Pirhan'ın yüzünde ki hüzün bu düşüncelerimin hepsini doğrular nitelikteydi. Sanki bir şeyler olmuştu ve bu bir şeyler büyük bir çöküşe sebep olmuştu. Bakışlarımı ayak ucumdan çekip Pirhana baktığımda hala bana baktığını gördüm. Kehribar gözlerde ki yakıcılık her zaman ki gibi yerini koruyordu. Gözlerimi gözlerinden çektim ve boğazımı temizleyip, "Neva'nın ne zaman geleceğinden haberin var mı?" diye sordum. Oturduğu yerden ayağa kalkıp, "Gelir birazdan." dedi ve yanımdan geçip gitti. ⁓ Instragram/ panzehirofficial_ Yeni bölümü ınstragramdan takip edebilirsiniz🌸 |
0% |