Yağmur.
Yüzümde hissettiğim bir serinlikten ibaretti. Soğuk ve sinsice içime işleyen bir serinlik. Karanlık bir sokağın içindeydim. Gözlerim açıktı ama sanki önümü göremiyordum. Ayaklarım… Çıplak, çamura bulanmış ayaklarım. Koşuyordum. Neden koştuğumu bilmiyordum. Koşmak değildi sanki bu yaptığım. Kaçmaktı. Kaçıyordum.
Üzerimde okul üniformam vardı. Beyaz gömleğim çamur lekeleri içindeydi. Vücuduma yapışmış, ağırlaştıkça hareketlerimi daha da zorlaştırıyordu. Her adımda neden burada olduğumu hatırlamaya çalışıyordum. Neden bu kadar korkuyordum? Neden kaçıyordum? İçimdeki bu boğucu panik neydi?
Bomboş bir sokak. Yalnızdım ve nefesim tükenene kadar koşuyordum. Tek duyduğum şey kendi nefesim ve kalp atışlarımdı. Her nefesimde ciğerlerim acıyor ama duramıyordum. Her adımda su birikintilerine basıyordum. Çıplak ayaklarım yerdeki soğuk sulara değdikçe uyuşuyordu. Bastıran yağmurla birlikte bir şimşek çaktı. Bir anlığına etraf aydınlanmıştı.
Öyle sessizdi ki sokak, bu kadar ıssız bir yerde neden olduğumu düşünmeye bile vaktim yoktu. Yağmurun şiddeti arttıkça gözlerimi açık tutmak zorlaşıyordu. Sırılsıklam olmuş saçlarım yüzüme yapışmıştı. Her şey bulanıktı. Benimle birlikte koşan bir sis gibi. Ayak seslerim boş sokakta yankılanıyordu.
Ve sonra… bir patlama sesi. İrkildim. Dünya bir anlığına durdu. Sanki bütün gece, yağmur, koştuğum o sokak hepsi aynı anda sessizliğe bürünmüştü. Sonra bedenimde bir sıcaklık hissettim. Yağmurun soğuk dokunuşundan farklıydı. Ciğerlerimde bir yangın varmış gibi nefes alamayacağım türdendi. O an kim olduğumu, nerede olduğumu, neden kaçtığımı bile unutmuştum.
Arkamı dönüp bakmak istedim. Bakamadım. Dizlerimin üzerine düşerken sırtımdaki kurşunun varlığını iliklerime kadar hissediyordum. O an gölgeler beni yutuyordu. Sonsuz bir karanlık gözlerimin önüne gelmeden önce dayanamayan dizlerimle yere devrildim.
Ve sokak, yağmur damlalarıyla birlikte kızıl kanıma bulanmıştı.
Acı yoktu. Sadece boşluktaydım ve karanlığa doğru yol alıyordum.
🦋
Şimdi anlıyordum. Bazı yaralar kapanmıyor; sadece gölgelerin arasında yaşıyordu. Çünkü bazı yaralar vardı, unuttuğunu sansan bile gölgelerin arasından sızıp seni bulurdu. Bu yüzden bu yaralarla yaşamak zorundaydık. Geçmişi kabul etmek zorundaydık. Geçmişin gölgelerinde kaybolmuş biri olarak yaşamak bazen bir hatırayı silmeye çalışmaktan çok daha kolaydı.
Aynanın karşısında dururken gözlerim saçlarımın önündeki birkaç beyaz tele takılmıştı. Her biri yaşanmış bir yılın, atlatılmış bir fırtınanın sessiz bir izi gibi görünüyordu. Zamana yenik düştüğümün değil, onunla birlikte dönüşerek büyüdüğümün izleriydi. Derin bir nefes alarak parmaklarımı dikkatlice saçlarımın arasından geçirirken aynadaki gözlerime yansıyan görüntüm yorgunluğun vücut bulmuş hali gibiydi. Yüzümde kırık bir gülümseme belirmişti. Saçlarımdaki beyaz teller bana zamanın sessizce nasıl geçip gittiğini hatırlatıyordu.
"Daha otuz yaşındayım." diye avutmaya çalıştım kendimi.
Yaşlanmanın ağırlığı, ince ince içimi doldurmaya başlamıştı. Zamana karşı hissettiğim bu mücadele aynadaki yansımama bakarken daha da derinleşmişti. Yıllar önce geleceğin sonsuz olduğunu düşündüğüm zamanlar artık geride kalmıştı. Şimdi yüzümdeki her yeni çizgi, saçımdaki her beyaz tel bana hayatın hızla akıp gittiğini fısıldıyordu.
"Yaşlanıyorsun Karla ama en azından ruhun genç." muzipçe mırıldandığımda rafa koyduğum saç boyalarından birini kapmıştım. Dip boyam çoktan gelmişti ve saçlarımın önlerinde belirginleşen bir tutam beyaz teli kapamam gerekiyordu. Boyayı hazırlarken bu sırada yükselen zil sesi beni düşüncelerimden çekip almıştı. Telefonumu koyduğum yerden alarak ekrana baktığımda arayanın Ada olduğunu görmüştüm. Hafif bir gülümsemeyle telefonu heyecanla açtığımda enerjik sesi kulaklarımı doldurdu. Telefonu hoparlöre alırken boyayı karıştırmakla meşguldüm.
"Kiminle görüşüyorum acaba?" dedi Ada, gülerek.
"Karla Akgül ile görüşüyorsunuz Ada Hanım." Gülerek cevap verdiğimde uzun bir sürenin ardından Ada'nın sesini duymanın bana ne kadar iyi geldiğini hissettim. Yıllar içinde ne çok şey değişmişti ama onun sesini duyduğumda her şeyin aynı kaldığını hissediyordum.
"Kar!" "Nasılsın? Napıyorsun?"
Kar... Gözlerimi devirerek gülümsedim. Lisedeyken bana hep bu şekilde seslenirdi. İsmimi kısaltmaktan hiç vazgeçmeyeceğini biliyordum.
"İyiyim ama şu beyazlarımı kapatabilirsem daha iyi olacağım Ada."
Ada'nın sırıtışı telefondan kulaklarımı doldururken suratımdaki gülümseme büyümüştü.
"Daha çıtırken beyazlarımızın çıktığına inanamıyorum."
Sorma. Buna bende inanamıyordum.
"Bu arada," dedi aniden, sesinde biraz heyecan vardı. "Yarın ki mezunlar buluşmasına geleceksin değil mi?"
Bir an sessiz kalmıştım. Boğazıma hemen bir düğümün yerleşmesi geç olmamıştı. İstemsizce o geceyi hatırladığımı farkındaydım. Sağanak yağmur altında bomboş sokakta çıplak ayaklarımla koştuğumu, vurulduğum anı, her şeyin nasıl bulanıklaştığını, bir daha asla tam olarak hatırlayamadığım o korku dolu anları… Bu yüzden yıllardır eski okulumun yakınından bile geçmemiştim. Sırtımdaki o yara iziyle yaşamayı öğrenmeye çalışmıştım. O gün olanları hatırlamıyordum. Sadece delicesine koştuğum ve vurulduğum an anılarımdaydı. Olanların okulumla belki bir ilgisi yoktu fakat o gün üzerimde okul üniformasının oluşu bana o günü hatırlatmak için yeterliydi.
"Zor değil mi?" diye devam etti Ada, yumuşak bir sesle. "Biliyorum. O olaydan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Senin için çok daha zor olduğunu tahmin edebiliyorum. Ama belki de bazı yaraları hafifletmenin zamanı gelmiştir? Orada eski dostlarımızla anılarımızı yad ederiz. O günleri hatırlamak iyi gelir belki."
Sesi o kadar içten geliyordu ki gözlerim doluyordu ve ne diyeceğimi bilemiyordum.
“Ada,” dedim titrek bir sesle. “Bunu yapabileceğimden emin değilim. O kadar yıl geçti ama bazen sanki aynı gecede o sokakta kalmış gibi hissediyorum. O karanlık, o yağmur…” Cümlem yarıda kalmıştı. Boğazım düğüm düğüm oluyordu.
"O geceyi geri getiremem," dedi Ada. "Ama sen hala buradasın. Hala hepimizin yanında..."
Telefonun diğer ucunda Ada'nın bekleyişini hissediyordum. Belki haklıydı. Belki de kendimden ve geçmişimden bu kadar kaçmamam gerekiyordu. Kafamda düşünceler volta atarken mezunlar buluşmasına katılmamın sadece anılarımı değil kendimle de yüzleşmem için bir fırsat olur belki diye geçirdim içimden.
“Tamam.” dedim sonunda sesimde beliren ani bir kararlılıkla. “Geliyorum.”
Bu kadar kolay kabul edeceğimi hiç düşünmemiştim ve bu doğru bir karar mıydı bilmiyordum fakat eski yılları yad etmek Ada'nın da dediği gibi iyi gelebilirdi.
"Tamam o zaman. Yarın saat 2'de okulda olacağız. Sakıp Hoca'da geliyor."
Göz bebeklerim büyürken şaşırmadan edemedim.
"Ne!?"
"Duyunca bende aynı tepkiyi verdim. Bizim derslerimize girerken zaten yaşlıydı. Şimdi ki halini düşünemiyorum."
Aynı şeyi tam olarak bende düşünüyordum. O zamanlar emekli olduğu halde derslerimize giriyordu ve çok iyi bir matematik hocasıydı. Onu tekrardan görecek olmak bir nebze de olsun beni gülümsetmişti.
"Emektar." diye mırıldandım.
"Gerçekten öyle."
Ortam sessizleşirken Ada boğazını temizledi ve bu sessizliğe başlamadan son vermişti.
"Neyse seni daha fazla bölmeyeyim Kar. Saçlarını boya ve yarın için hazırlık yap. Öpüyorum. Yarın görüşürüz o halde." dedi yumuşak bir sesle.
Gülümsedim ve karşılık verdim.
"Bende seni öpüyorum Ada. Yarın görüşürüz o zaman."
Kısa bir vedanın ardından telefonu kapattığımda aynadaki yansımamla göz göze geldiğimde verdiğim kararın doğruluğunu sorgulamayı bırakmıştım. Nereye kadar kaçacaktım bilmiyordum. Kaçmanın bana bir faydası olduğunu görmemiştim. Bazen yüzleşmek gerekirdi. Yüzleşmek belki de çok daha iyiydi. Bazı anılar ruhuna öyle derin kazınırdı ki silmeye çalışmak onları daha da belirgin kılardı. O geceyi unutmaya çalışmayı bırakacaktım. Bırakacaktım ki hayatın akışıyla yaşamayı öğrenecektim. Belki böylesi daha iyiydi.
Düşüncelerimden sıyrılmaya çalışarak ilk fırçayı saçımın köklerine sürdüm. Boyanın kokusu banyonun içinde yayılırken bu benim için her zaman ki tanıdık hislerden biriydi. Boya fırçasını kaydırdıkça iyi hissediyordum. Aynaya tekrar baktım. Henüz bitmemişti ama bu daha iyi göründüğümü hissettiriyordu.
Biraz uğraşın ardından duşa girdim. Sıcak suyun saçlarımın üzerinden akıp gidişini hissederken boyanın son kalıntıları da yavaşça arınıyordu. Su, tenimde ve saçlarımda bıraktığı sıcaklıkla beni sarmalarken ellerimle saçlarımı tarar gibi yapıp rahatlamıştım.
Duşun ardından yumuşak havluyla kendimi sardım ve biraz kurulanmanın ardından lacivert pijamalarımı üzerime geçirip banyo ışıklarını kapatıp yatağıma doğru yürüdüm. Oda hafif loştu ve dışarıdaki ay ışığı ince bir çizgi gibi pencereden süzülüyordu. Uykum gelmişti ve yarın benim için yoğun bir gün olacaktı. Daha fazla oyalanmadan yorganın altına girdiğimde yatağımın yumuşaklığına gömülerek huzurla iç geçirdim. Islak saçlarım yastığa değdiğinde sanki tüm günün yorgunluğu, yerini bir dinginliğe bırakıyordu. Gözlerimi kapattım. Elimle yastığıma sarılırken kendimi uykunun kollarına teslim ettim.
🦋
Alarmımın ısrarla çalışına zorlukla uyanıp yatağımdan istemeyerek de olsa kalkmayı başarmıştım.Dolabımın aynasının karşısına geçerek saç rengime şöyle bir göz attım. Kumraldı. Öncekiyle tamamen aynıydı fakat artık daha canlı görünüyordu ve tabi ki de beyazlar kapanmıştı.
Derin bir nefes alarak dolabı açtığımda bugünün farklı bir gün olacağını şimdiden hissediyordum. Mezunlar buluşması.
Onca yıl sonra eski arkadaşlarımla, öğretmenlerimle tekrar karşılaşacak olmak bana garip bir heyecan veriyordu. Dolaptan giyeceğim kıyafetleri seçerken kendi kendime gülümsedim. Nasıl giyineceğimi dahi bilmiyordum. Blazer ceket? Çok mu resmi kaçardı? Başımı iki yana salladım ve istemsizce dudağımı ısırdım. Dolabın içine boş bakışlar atarak düşünürken şık bir bluz giymenin daha iyi olacağını düşünüyordum. Siyah bluzumu ve bol paçalı kot pantolonumu dolaptan çıkarırken yatağa gelişi güzelce fırlattım. İlk önce banyoya giderek yüzümü yıkamam daha sonra da makyajımı yapmam gerekiyordu.
Bütün işlerimi halledip son hazırlıklarımı da yapıp evden çıkarken Ada'ya yola çıktığıma dair mesajımı attım. Caddenin önünden geçen ilk taksiye binerken içimdeki tatlı heyecana engel olamıyordum. Bir sürelik yolun ardından tanıdık gelmeye başlayan sokaklarda ilerlerken hafif bir melankoliyle karışık eskiye dair bir sıcaklık doldurdu içimi. Okulun çevresinden geçerken, geçmişte attığım her adım, yaşadığım her an, şimdi bana eşlik ediyor gibi geliyordu. Eskiden yorularak yürüdüğüm bu yolların tanıdık görüntüsünü hissetmek içimde tuhaf bir hüzün uyandırmıştı. Bazen insan geçmişini geride bıraktığını düşünürken onunla yaşamayı öğreniyordu.
Saat neredeyse 2'ye gelmişti. Taksi beni sokağın köşesinde indirdiğinde hızlı adımlarla okulun kapısına doğru geldim. Okulun bekçisi kapının önündeyken yüzünün tanıdık olmayışı Bekçi Bekir Abi'nin çoktan işi bıraktığını anlamamı sağlamıştı. Bekçiye başımla hafifçe selam verirken okulun bahçesine adımımı attığımda gözlerim eski yüzleri, tanıdık simaları aradı. Bahçeye baktığımda mezun olduğum senedeki insanları görmüştüm. Herkes bir arada toplanmıştı ve sohbet ediyor, gülüşüyorlardı. Öğretmenlerimiz de oradaydı. Sanki zaman hiç geçmemiş gibi, yıllar önce bıraktığım o anıların ortasında duruyorlardı. Sakıp Hoca da oradaydı. Elinde bastonuyla ve başındaki şapkasıyla eski öğrencilerine elini öptürüyordu. Hepsini uzaktan izlerken yüreğime hem bir sıcaklık hem de geçmişin tatlı bir acısı dolmuştu.
Bir an gözlerimin önündeki hoş sahneye dalmışken arkamdan tanıdık bir ses duydum. Döndüğümde Ada'nın bana doğru yürüdüğünü gördüm. Gözlerimiz buluştuğu an, yılların araya girmiş olduğunu unutmuştuk. Sıcak bir gülümsemeyle bana doğru koştu. Biz birbirimize sarılırken aniden bütün geçen o yıllar kaybolmuş gibi hissettim. Ada'nın sarılması, o yılların içindeki eski samimiyeti o kaybolmamış dostluğu bana yeniden hatırlatmıştı. Sıcaklığını bedenimde hissederken sımsıkı sarılışı bana birçok şeyi anlatıyordu. Mezun olalı on iki sene geçmiş olmasına rağmen biz sadece dört yıl birbirimizden ayrı kalmıştık fakat bu on iki yıla bedel olmuştu.
“Hala aynısın.” dedi gülerek. “Hiçbir şey değişmemiş gibi.”
Kıkırdadım. “Hayır, asıl sen hala aynısın.” dedim gözlerim dolarken.
Sesim biraz kısılmıştı. Onun sıcacık sarılışında tüm geçmişin izleri, gençlik anıları, okul günlerinin hafifliği içime doldu. Birkaç saniye süren bu kucaklaşma tüm araya giren yıllara inat dostluğumuzun hala eskisi gibi sağlam kaldığını kanıtlıyordu. Geri çekildiğimizde Ada’nın gözlerinde de tıpkı benimkiler gibi hafif bir buğu vardı. Gözlerimizle birbirimize bakarken o sarılışın sadece bir selamlaşma değil, yıllardır her şeyi paylaşan, geçmişin tüm izlerini kabullenmiş bir sarılış olduğunu biliyorduk.
Ada’yla yavaşça yürümeye başlayıp mezunların arasına doğru giderken etrafımıza bakınıyorduk. Kalabalığın arasında gözüm eski öğretmenimiz Sakıp Hoca'yı gördü. Ada'da oraya bakıyor olacaktı ki birbirimize gülümseyip yanına doğru ilerlemeye başladık. Hala o babacan tavrıyla ve sıcak gülümsemesiyle bizi karşıladı.
“Hocam,” dedik ve tıpkı herkes gibi eline uzanmıştık. O da kibarca elini uzattı ve bunun üzerine öptük.
“Kızlar, yıllar sonra böyle görmek ne güzel sizi.” dedi Sakıp Hoca. Gözleri gururla parlıyordu.
“Nasıl gidiyor hayat?”
“İyiyiz hocam.” dedim. “Sizi gördük çok daha iyi olduk." diye ekledim, hafifçe gülümseyerek.
“Ah, ah! Gençlik... İnsan yaşlandıkça o günleri daha da özlüyor.” diyerek derin bir iç çekti ve gözleriyle kalabalık grubu işaret etti.
“Hadi bakalım, arkadaşlarınıza katılın. Hepinizi bir arada görmek bana iyi geliyor.”
Gülümseyerek kısa bir selamlaşmanın ardından Sakıp Hoca'yla vedalaştıktan sonra gözlerimiz diğer sınıf arkadaşlarımızı aradı. Az ileride sınıftan birkaç kişiyi görünce Ada’yla yanlarına gidip selamlaşmıştık. Kısa bir sohbet ettik. Herkes yıllar sonra birbirlerini görmenin şaşkınlığıyla yüzlerine yerleşen sıcaklıkla gülümsüyorlardı. Tam o sırada, kalabalığın içinde Derin’i fark ettik. Uzakta duruyordu ve eskiden olduğu gibi gülüşünde o yapmacık samimiyetsizlikten izler vardı. Yıllar geçmişti ama onun tavırları hiç değişmemiş gibi görünüyordu. Derin’in abartılı hareketlerine bakarken Ada’yla göz göze geldik ve hafifçe güldük.
“Bizi hiç sevmezdi, değil mi?” diye sordum. Yüzümde eski anıların bıraktığı hafif bir tebessüm vardı.
“Evet, asla anlam veremezdim neden böyle davrandığına.” dedi Ada.
“Bu arada, hala Gencer’le birlikteler mi sence?” diye sordum merakıma yenik düşerek. Okulda Gencer'le onun sallantılı aşkını bilmeyen yoktu.
Ada hafifçe kıkırdadı. “Yok canım, çoktan ayrıldılar. Zaten sürekli tartışıp duruyorlardı. Derin şıpsevdi biliyorsun işte. İlişkilerinde uzun süreli biri hiç olamadı.” dedi gözlerini devirmeden edemeyerek.
Onu izlerken geçmişin bir parçasını aramızda yeniden yaşar gibi hissettiğimize emindim. Derin bizden uzak bir dünyada kalmış gibiydi. Hala başkalarının dikkatini çekmeye çalışan o sinir bozucu haliyle etrafta dolaşıyordu. Yıllar geçse de bazı şeylerin hiç değişmediğini görmek biraz tuhaf ama aynı zamanda eğlenceliydi. Ada’yla birbirimize bakıp hafifçe başımızı salladık. Ada, Derin’in uzaktaki abartılı tavırlarına bir bakış atıp gözlerini devirdi.
Sonra yüzüne bir merak ifadesi yerleştirip, "Peki, Gencer nerede? Gelmedi mi?" diye sordu.
Kafamı çevirdim. Biraz etrafa baktıktan sonra kalabalığın hemen ilerisindeki bankta oturan Gencer’i gördüm. “Bak orada oturuyor,” dedim gülümseyerek. “Muhtemelen Derin’i görmemek için en uzak köşeye geçmiş olmalı.” diye devam ettim.
Ada hafif bir kahkaha attı. “Kim onun 'Drama Queen' havasına dayanabilir ki?” diye ekledi göz kırparak.
Tam o anda bir gölge gibi önümüzde belirdi Derin. Yapmacık bir gülümsemeyle yanımıza geldiğinde kollarını iki yana açtı.
“Kimleri görüyorum, Ada ve Karla. Bingo! Süper ikili yıllar sonra yine bir arada. Gerçekten sizi gördüğüme sevindim.” dedi o sahte tatlılıkla. Ses tonundaki ima hala aynıydı.
“Merhaba Derin.” dedim yüzümde hafif bir tebessümle. Ada da nezaketi elden bırakmamaya çalışarak ona hafifçe başını salladı.
Bir süre okuldan ve eski günlerden bahsettik. Herkes gergin bir kibarlıkla konuşuyordu. Geçmişin küçük rekabetleri ve gerginlikleri hala aramızda hissediliyordu. Derin’in yapmacık ilgisi gittikçe daha fazla rahatsız edici hale gelmişti. Gözlerini üstümde gezdirdiğini fark edince rahatsız oldum ama belli etmemeye çalıştım.
Sonra aniden yüzünden alaycı bir parıltı geçti.
“Sahi Karla,” dedi. “Son sınıftayken başına talihsiz bir olay gelmişti, değil mi? Kaza falan… çok üzücüydü tabii.”
Yüzünü hüzünlü göstermeye çalışıp oldukça sinsi görünen gülümsemesi, ağzından dökülen sözlerin masum olmadığını fazlasıyla belli ediyordu.
İçim donmuştu. O an, üstü kapalı yaralar gibi bir anda aklımın içinde patlamıştı. Boğazım düğümlenmişti ve ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerimi kaçırdım. Nefesim kesiliyormuş gibi hissediyordum. Bu sorunun elbet geleceğini biliyor olmam gerekiyordu. Sakin kalmaya çalıştım.
Yanımda duran Ada’nın sert bakışını hissediyordum. Yüzüme bakıp halimi anlayınca gözlerini Derin’e dikti.
"İnsanların bu tür konularla rahatsız edilmemesi gerektiğini bilmiyor musun Derin?" dedi. Sesi buz gibiydi. Derin bir an duraksadı ama o sahte gülümsemesini korudu.
“Ama ne var canım sadece geçmişten konuşuyorduk. Arkadaşlar arasında böyle şeyler konuşulmaz mı?” dedi fakat sesi biraz titremişti.
Ada gözlerini kısmış, sesini alçaltmıştı. “Belki konuşulur Derin'cim fakat bu durum saygı çerçevesinde yapanlar için geçerli.”
Derin'in yüzündeki sırıtış sönmeye başladı. Ne diyeceğini bilemeyen bir ifadeyle etrafına bakındı. Aramızda gerilen sessizlik uzadıkça buradan ayrılmak için bahaneler arayacağı belliydi. Öyle de oldu. Sonunda hafif bir kahkaha atarak,
“Neyse. Selen beni çağırıyor sanırım. Gitmem gerek.” dedi ve hızla bulunduğumuz yerden uzaklaştı.
Onun gidişini izlerken Ada hafifçe omzuma dokundu.
“Sakın canını sıkma.” dedi fısıltıyla.
“Bazı insanlar asla değişmez. Onun bu eski oyunlarına izin vermeyeceğiz.”
Gözlerimi ona çevirdim. Minnetle gülümsedim.
“Biliyorum,” dedim. “Yanımda olduğun için teşekkür ederim.”
Bir kez daha anlamıştım. Ada iyi ki vardı.
Derin bir nefes aldım. Bir yüzümü yıkasam belki kendime gelirdim. “Ada. Ben bir tuvalete gideyim.” dedim.
Ada'nın endişeli bakışını kısa bir anlığına hissetmiştim fakat sorun yok dercesine omzuna dokundum. Gülümsemeye çalıştım ve ondan onaylar bakışını aldıktan sonra kalabalıktan sıyrılıp okulun içine doğru ilerledim. Okulun içine girdiğimde çok üstünde durmamaya çalıştım fakat okulun loş ve karanlık koridorlarına adım attığımda içimde hafif bir ürperti belirmişti. Yıllar sonra bu boş binaya girmek hem tanıdık hem de tuhaf bir his veriyordu. Koridorun ışıkları kısık bir şekilde yanıyordu. Kalbim gerginlikle biraz hızlanmıştı ama bir şekilde tuvaletin yolunu hatırlıyordum. Loş ışıkların altında koridorda ilerlerken adımlarım yankılanıyordu. Bir an için her şey o kadar sessizleşmişti ki nefes alış verişim bile kulağıma fazla yüksek geliyordu.
“Karla!”
Aniden boş koridorun derinliklerinden gelen bir ses duydum ya da duyduğumu sandım. Kaşlarım çatılırken adımın yankılandığını sanıyordum fakat hemen ardından tekrar tekrar çağırıldığımı fark ettim. Ses uzaktan geliyordu ve tanımadığım bir sesti. Ses tonunu anlayamıyordum oldukça bulanıktı fakat bir erkek sesine daha çok benziyordu. Sese kulak kesildiğim anda gözümün önünden siyah kanatlı lacivert çizgileriyle parıldayan bir kelebek geçti. Kaşlarım havaya kalkarken kelebeğin nereden çıktığını anlayamadım. Karanlığın içinde parlayan kanatlarının büyüleyiciliğinden gözlerimi alamıyordum. Bir an kelebeğe bakakaldım. Sanki kelebek sesin geldiği yöne doğru uçuyordu. Ne yaptığımı bilmeden istemsizce onun peşine düşmeye başlamıştım.
Kelebeği istemsizce takip ederken zarifçe süzülüyordu ve ben adeta büyülenmiş gibi arkasından yürüyordum. Karanlık koridorda ilerledikçe sanki kelebek beni sese götürüyor gibiydi ve yine de ses oldukça bulanıktı. Kelebeğin çizdiği yolu izlerken ayaklarımın beni eski sınıfım 12-D’nin kapısına getirdiğini fark ettim. Kelebek aralık olan kapıdan zarifçe içeri süzüldü ve sanki sınıfın içinde kaybolmuştu.
Ve ses, o an kesilmişti.
Bir an tereddüt ettim ama kelebek girdikten sonra bende girmek için hareketlendim. Kalbim göğüs kafesimi deliyorcasına çarparken güçlükle kapıdan içeri adımımı attım. Sınıf bomboştu. Hafif toz kokusu ve o eski, tanıdık tahta sıraların dizilişi… Her şey sanki olduğu gibi bırakılmıştı. Gözlerim kelebeği ararken burada olmadığını fark ettim. Pencereler açık değildi. Bir yere konmuş olmalı diye geçirdim içimden. Gözlerimle etrafa bakarken bir anda büyük bir gürültüyle arkamdaki kapının kapanma sesi bütün koridorda yankılanmıştı. Yerimden sıçrayarak hızla arkama döndüm ve kapıya baktım. Gözlerimin önünde bir anlık kararma oldu. Dünya bir anlığına siyah beyaza döndü ve her şey bulanıklaştı. Dengemi kaybetmiş gibi gözlerimi sıkıca kapadım. Yer ayağımın altından kayıyordu. Korkarak ağzımdan bir çığlık firar ettiğinde sımsıkı kapadığım gözlerimi açtım.
Gözlerim dehşetle açılırken bedenim az önce olduğum yerde değildi.
Ve kendimi… eski sıramda otururken buldum. Aynı sırada, yıllar önce bıraktığım gibi. Şaşkınlıkla gözlerimin önündeki görüntüye baktım. Arkadaşlarım yanımdaydı ve sınıftaki herkes buradaydı. Hepsi 12 yıl önceki gibi sınıfta yerlerini almışlardı. Kıyafetleri, saçları, yüzleri gençleşmişti.
Derin bir nefes aldım ve etrafıma bakarken ellerim titremeye başlamıştı. Az önce ne olmuştu? Az önce kesinlikle bir şey olmuştu. Sanki az önce bir yarık açılmış ve ben o yarığın içine çekilmiştim.
Sınıf gürültülüydü. Sesler kulağıma yavaşça dolmaya başlamıştı. Herkes heyecan içinde konuşuyor, gülüşüyordu. Benden başka kimse bu anın garipliğini fark etmiyormuş gibi görünüyordu.
"Geçmişte olamam değil mi? Böyle bir şey gerçek olamaz." Kendi kendime istemsizce mırıldandığımda bu zihnimin bana oynadığı bir oyun mu diye düşünüyordum.
Hayır. Her şey çok canlıydı. Ellerimin altındaki tahta sıra ve şu an fark ettiğim üzerimdeki tanıdık üniforma...
Yutkundum.
Gözlerimin önünde gördüğüm kelebek tekrar belirirken bu sefer parıltısını kaybetmiş bir şekilde önümden geçerek süzülmüştü. Kaşlarımı çatarak olduğum yerde gözlerimle onu takip ederken arkama doğru süzüldü. Süzüldü ve süzüldü...
Ve daha sonra birinin eline kondu.
Nefesimi istemsizce tutmuştum ve bunu yeni fark ediyordum. Gözlerim elin sahibine doğru giderken nabzım kulaklarımdaydı. Bakışlarım elin sahibine vardığında göz bebeklerim istemsizce büyümüştü.
Tüm bu tanıdık görüntünün içinde gördüğüm elin sahibi, kesinlikle tanıdık değildi.
🦋
🦋
🦋
Kelebeğin Telaşı