Yeni Üyelik
17.
Bölüm
@geceyazar

 

 

 

 

 

 

 

Bade'nin çarpıp çıktığı kapı Anıl'ın yüzüne vurmuştu sanki. Oturduğu yerden kalkamadı belli bir süre. Kendisini aradığını söylüyordu. Belli ki kendini ifade etmesi gereken durumlar vardı. Peki "Neden izin vermedim?" diye düşündü kendi kendine. Cevabını biliyordu. " Aramızda bişey var, varla yok arasında, imkanla imkansızlık arasında birşey. Belki de bunu bitirmek istediğini söyleyecekti" diye düşünüyordu. Kalbini kırmıştı. Şimdi üzülse bile ilerde kırgınlığı geçince anlayabileceğini, aslında bu yaptığıyla ilerde ki üzüntülerine son verdiğini sanıyordu. Oysa Bade'nin konuşacaklarını dinleseydi ikisi de bu kadar kırgın ve önyargılı olmayacaklardı. İnsan yine kibre kapılmıştı. Karşısındakine fırsat bile vermeden, aklına ilk gelen şeyi yaptı. Ama büyük yanılmıştı.

 

 

 

 

 

Anıl nasıl bana bu şekilde davranmıştı bir türlü aklım almıyor. Ağzımı bile açmama fırsat vermeden belki de en büyük gerçeği çarpmıştı yüzüme. O benim öğretmenim. Ben onun öğrencisiydim. Belki de haklıydı. Bazı şeylere fazla anlam yüklüyordum. Evet, evet başka ne olacaktı ki. Sonuçta bana deli gibi aşık değil. Beni hergün görmek için can atmıyor. Benimle konuşurken eli ayağına dolanmıyor. Ama neden öyle bakıyor? Neden bana bakarken gözlerinin içinde kendi yansımamı görüyorum. Herşeyi geçtim, neden bana dokunurken ruhu bedenini terk edecek gibi derin derin nefes alıp veriyor? Peki ben, ben neden saydığım bütün bunları yaşıyorum. Neden sabah uyandığımda ilk aklıma gelen, gece uyumadan önce aklımda ki son şey O. Onun sözleri, gözleri, dokunduğumda deli gibi çarpan kalbi. Bunlar inkar edilecek cinsten şeyler değildi benim gözümde.

 

 

 

 

 

Evet Selim'i sevgilim sanıyor olabilir. Kalbi kırılmış, yüreği kanamış olabilir. Kendini ölecekmiş kadar kötü hissediyor da olabilir. Bunların hepsini anlarım. Asla anlamadığım, anlamak istemediğim şey şu; Aşk yaşadığımız acıların aynısını karşı tarafa da yaşatmak istemek mi? Bana bu şekilde davranması, konuşması sırf bu yüzden mi? Eğer aşk böyle birşeyse ben istemiyorum. Ben bana bilerek acı çektirecek aşkı istemiyorum. Aşığı da.

 

 

 

 

Melisa yine kapının önünde beni bekliyor belli. Yine aynı heyecan var gözlerinde. Duyacakları onu hiç memnun etmeyecek çünkü beni de etmedi.

-Nihayet geldin. Ne yaptın anlat hemen.

-Konuştum Melisa. Ama şimdiden söylüyorum duyacakların seni memnun etmeyebilir.

-Ay o ne demek öyle ne oldu?

-Gel hadi evde konuşalım.

Ağır adımlarla eve doğru yürüdük. İçeri girdiğimiz de saat altı olmuştu. Demek ki ben eve gelene kadar yolumun üzerinde olmayan heryere gitmiştim. Farkında bile değilim.

-Hadi anlat Bade artık. Çatlatma insanı.
-Melisa tahmin ettiğin gibi Hiçbirşey olmadı.
Ağzımı açmama fırsat bile vermedi. Selim benim sevgilim değil diyemedim yani.

-Delirdin mi adamla konuştun ama nasıl söyleyemedin bunu? Sen bunu konuşmak istemiyormuydun zaten?

-Melisa adam konuşmama fırsat vermedi diyorum. İşim var dedi seninle oturup sevgilini konuşamam dedi. Tamam gayet yakışmışsınız ama kendi işlerimle uğraşmam gerekiyor dedi.

-Neee!
-Evet aynen bunları söyledi.
-Ya Anıl hala senin başkasının sevgilisi olduğunu düşünüyor o yüzden. Trip gibi düşün.

-Anıl'ın bana trip attığını sanmıyorum artık. Bana "Galiba sen bazı şeylere çok anlam yüklüyorsun" dedi

-Şaka mı? Sen ciddi misin benimle dalga mı geçiyorsun.

-Şaka falan değil gayet ciddiyim ben. Bütün öğrencilerinin sevgililierini oturup dinleyemezmiş çok meşgulmüş. Kütüphanedeydik ya bana Çıkar mısın dedi. Kovdu resmen beni.

-Ay inanmıyorum. Şoklardayım resmen. Bir insan iki günde nasıl bu kadar değişebilir? Yemin ederim şirazem yandı.

-Doğru söylüyor Melisa biz bazı şeylere çok anlam yüklüyoruz belki de. Resmen had bildirici modundaydı bugün. Payıma düşeni alıp öyle geldim.

- Ben inanmıyorum. Deli gibi kıskandığı için böyle yapıyor. Dinlemek bile istemiyor. Seninde Selimi sevdiğinden korkuyor çünkü.

-Lütfen şöyle söyleyip beni de doldurma.

-Kızım aptallık etme. Dün sana nasıl baktığını, dokunduğunu, konuştuğu herşeyi anlatmadın mı bana? Ben daha adamı görmeden sana olan hisleri gözümün önüne geliyor. Bir insan bir gece de bu kadar değişemez.

-Neden değişmesin. Sevgilim olduğunu düşündü. İçinde ki hisler birden uçtu gitti belkide. Ya da o kadar içinde his falan yoktu. Sadece küçük bir hevesti. Bitti gitti.

-Ya bana bunları anlatma lütfen kim inanır buna.

-Öyle bile olsa, "Ben sizin normal bir öğrenciniz miyim?" dedim o da bana "Evet başka ne olacaktı, sen ne zannetmiştin" dedi. En ufak şeyde beni anlayıp dinlemeden vazgeçti. Kalbimi en çok kıran cümle buydu herhalde.

-Haklısın. Kötü olmuş ama onun tarafından düşün. Eğer gerçekten sana karşı çok büyük şeyler besliyorsa, ki kesinlikle öyle. Geçirdiğiniz güzel bir günün ardından ellerinde çiçeklerle seni kapının önünde bekleyen birini görmesi nasıl ağırdır kim bilir.

-Çekip gitmeseydi, bir kez olsun beni dinleseydi mesele buralara gelmezdi.
Ama o da Selim gibi benimle konuşmaya tenezzül dahi etmeden çıkıp gitti. Arkasın da bıraktığının bir önemi yokmuş gibi.

-Bak şöyle yapalım, sen evini biliyorsun git konuş. Kapıyı açar açmaz bağır; Selim benim sevgilim falan değil, sen yanlış anladın diye.

-Yok daha neler. Asla gitmem.

-Bilmiyorum arakadaşım. Karar senin ama bence o hala senin başkasıyla birlikte olduğunu düşündüğü için böyle davrandı. Bir nevi kendinden uzaklaştırmak istedi. Kendini de senden.

- Ne istiyorsa onu yapmakta özgür. Kapatalım konuyu. Herşey olacağına varır. Demek ki ortada olacak pek bişey de yokmuş.

-Hadi dışardan yemek söyleyip film faln izleyelim olmaz mı? Kafamız dağılsın.

-Olur. Ara iste bişeyler. Ben üzerimi değiştirip geliyorum.

 

 

 

 

 

Bi kaç saat birlikte vakit geçirdik. Melisayı yolcu ettikten sonra kahve yapıp balkona çıktım. Aklımda hala Anıl vardı. Telefonumu karıştırıyordum. Birden içimden ona mesaj atmak geldi. Sosyal medyası var mı bilmiyordum. Daha önce hiç bakmak aklıma gelmemişti.
Biraz karıştırdım. Evet varmış. Hemde profili herkese açık. Görmesini istediği birileri olmalı. Çok fazla fotoğrafı yok ama biri var ki dünyanın bütün fotoğraflarıyla yarışsa, ikinci kim sorusunu sorduracak kadar güzel. Fazla kullanmadığı belli. Tam bir İstanbul beyendisi. Ekran resmini aldığım fotoğrafını büyütüp yüzünün her detayını inceledim. Bilmediğim bir yüz değildi. Ama bana yabancı gibi bakıyordu sanki. Tıpkı bugün ki gibi.
Yine başım ağrımaya başlamıştı. Hiç ders çalışamamıştım bugün. Kalkıp bir iki saatte tekrar yapıp uyumak istiyorum. Yoksa sabaha kadar düşüneceğim belli.

 

 

 

 

 

Anıl Bade kadar şanslı değildi. Onun konuşup dertleşeceği hiç kimse yoktu yanında. Bütün ailesi, arakadaşları. Hiçbiri yanında değildi. Dertlerinin içinde boğuluyordu. Bir yandan Bade bir yandan içine attığı başka şeyler. Hepsi çok zordu Anıl için. Bugün Badeyle olan konuşması geldi aklına. "Bir insanı iki kez tanırmışsınız, ben sizi üç kez tanıdım. Umarım son olur." Bu cümlenin ağırlığı altında eziliyordu. "Ben seni tanıdığıma memnun olmuştum Bade. Beni kötü bil. Ben kötü olmaya razıyım sen iyi ol yeter bana" diye geçirdi içinden. Bizim için en iyisi bu. İnsan daha büyük acılar yaşamaktansa küçüklerine kanaat etmeli." Ben seninle kurduğum hayallerimden vazgeçmeliyim. Bunun sonunda benden nefret etsen de razıyım. Hayatında başka biri var. Seninde gönlün benden yana değil zaten. Küçük bir hevesle yaşadığın güzel şeyi bozmanı istemem." Anıl Bade'nin kendisini sevmediğini sadece imkansızlığın çekiciliğine kapılacağını düşünüyordu. Hayatında olan adam Bade'ye Anıl'ın veremeyeceği çok şey verecekti belki de. Kendisini böyle avutuyordu. Unutmak sözcüğünü kullanıyor ama daha cümlesini bitiremeden unutmak istediği şey gelip yüreğinin taa orta yerine oturuyordu. Hem bu kadar zor, hem bu kadar can yakan, hem de insana insan olduğunu hatırlatan bir çok duyguyu hatırlatan şeyi terk etmek o kadar kolay olmayacak. Hiç kimse için olmadı. Ne demişti şair;

 

Aklımdan geçen binbir düşünce

Hepsi gidiyor sıra sana gelince

Diyar diyar dağıttım kendimi

En ufak mesafe gidemedim ki

Hasretin alev gibi topluyor beni

Unutmak ne mümkün sevdiğim seni.

Jan Adige

 

 

 

 

 

 

 

Yine sabah oldu. İkisi de bu sabah ötüşlerini kaybetmiş kuşlar gibi sessizdiler.
Dün özenle hazırlandığı okula içinde gram istek olmadan gidiyordu Bade bugün. İyi veya kötü artık evden çıkmıştı. Ağır adımlarla okula ilerledi. Bu kez Anıl okulun bahçesine ilk varandı. Bahçe de öğrencilerle konuşup gülüşüyordu.

 

 

 

 

 

Bunu nasıl yapabiliyor. Ben burda kendi kendimi yerken o nasıl etrafa gülücükler saçabiliyor. Bu ne yüzsüzlük böyle. Bu ne kadar güzel bakmak böyle. Nasıl güzel gülmek nasıl? Nasıl böyle Hiçbirşey yokmuş gibi başkalarına güzel bakabilir nasıl gülebilir. Doğruya onlarda benim gibi öğrencileriydi. Bana dediği gibi, ben ne sanıyordum ki? Ne olacak sanıyorum. Onun yüzüne bile bakmayacağım. Nasıl olsa o bakacak çok yüz bulur.
İçimde ki kırgınlıkla sınıfa girdim. Bugün Anıl'la dersimiz var. Hiç umrumda bile değil. Bundan sonra diğer Öğretmenlerimden farkı yok benim için. Hiç olmamalıydı zaten.
bir, iki, üç ders derken son derse gelmiştik bile. Uğraşacak bişeyler olması insanı dğşüncelerinden az da olsa uzaklaştırıyor. Ama bu bizim için geçerli değil tabi ki. Uzaklaştığım düşünceler birazdan sınıf kapısından içeri girip tam karşıma oturacaktı. Bugün hiç çıkmadım sınıftan. Anıl'ı görmek istemiyordum çünkü. Ama şimdi mecburdum buna. Kapı açıldı. Bütün heybetiyle gelip tam karşıma oturdu. Yüzüne bakmıyordum. Bakarsam...

 

 

 

 

 

Başladı dersini anlatmaya. Edebiyat benim en sevdiğim dersti. Bunun Anıl'la alakası yok. Ben şiir seviyordum. Sabaha kadar dinlesem bıkmazdım. Yüzüme bakmıyordu hiç. Hissediyordum. Anlattı,anlattı, anlattı...

 

 

 

 

 

Arka sıralardan bir erkek öğrenci parmağını kaldırdı, söz hakkı istiyordu. Anıl;

 

-Evet?
-Hocam size birşey sormak istiyorum?

-Sor bakalım.

-Hocam şimdi benim hoşlandığım bir kız var. Açılmak istiyorum bir türlü cesaret edemiyorum. Bana güzel bir şiir önerir misiniz? Yazıp kitabının arasına koyacağım.

- Niye bu kadar boş işlerle uğraşıyorsunuz acaba siz? Çok merak ediyorum.
-Hocam boş değil valla. Çok seviyorum ya. Aşk boş mu şimdi?

-Aşk, meşk bunlar boş işler. Bırakın bunları geleceğinizle ilgilenin. O kadar kafayı derslerinize yorsanız keşke.

-Hocam lütfen ısrar ediyorum. Önereceğiniz bir şiir yok mu şimdi?

-Teneffüste konuşalım.

 

 

 

 

 

Bu arada sınıfta bir uğultu hakimdi. Herkes arasında aşkın gerçek mi yoksa heves mi olduğu tartışılıyordu?

 

 

 

 

 

hemen atlayıp;

 

-Bir soru da ben sormak istiyorum.

Anlamsız gözlerle bana bakıyordu. izin vermesini beklemeden sözüme devam ettim

-Aşkın boş bi duygu olduğu kanısına ne zaman vardınız?

Herkes susmuş bizi dinliyordu;

-Sizin yaşlarınızda sadece heves olduğunu düşünüyorum. Söylemek istediğim şey bu.

-Öyle mi? O zaman bizim yaşlarımızdayken yaşadığınız şeyin aslında aşk değilde bir heves olduğunu bizzat yaşayarak öğrendiniz diyebilir miyiz?

-Diyemeyiz. Bu sınıfta ki herkes niye kendi arasında aşkın ne olduğu hakkında konuşuyor. Çok meraklısınız böyle şeylere ama bunun yeri şu an değil.

Bana bakarak oturmamı istercesine bir hareket yaptı.
Benim oturmaya hiç niyetim yok; sözlerime devam ettim

-Ayrıca sizin yaşlarınız diye yaptığınız genelleme biraz saçma olmadı mı? Kendim için konuşmak istiyorum burda, aramız da sadece altı yaş var ve sizin bunu buradakilere söyleyebilmeniz için kırk yaşında olmanız gerekiyor.

 

 

 

 

 

Yüzündeki şaşkınlık herkesçe fark ediliyordu. Sınıfta çıt çıkmıyordu. Olduğum sıraya yaklaştı tam anlamıyla göz göze duruyorduk. Bunu beklemiyordum.

-Ne duymak istiyorsun Bade. Anlayamıyorum.

Gözlerim dudaklarına kaydı. O hala gözlerime bakıyordu. Yutkundum. Gözlerimi dudaklarından gözlerine çevirdim. O an aklıma bankta oturduğumuz gece bana söyledikleri geldi. Hemen cevap verdim;

-Eğer aşk diye birşey yoksa, hevesse, ya da ima ettiğiniz gibi yalansa, Bütün şairler yalancı mı?

 

 

 

 

 

Bunun kendi cümlesi olduğunu biliyordu. Yüzünde küçük bir tebessüm oldu. Belli ki söylediklerini unutmamış olmam hoşuna gitmişti. Birden sınıftan bir alkış sesi koptu. Benim cümlemi daha doğrusu Anıl'ın cümlesi beğenmiş olmalılar ki alkışlıyorlardı. Anıl gözlerini benden ayırmıyordu. Herkes "Hocam cevap vermeyecek misiniz?" diye soruyordu.

 

-Eğer aşk gerçek bir aşksa şiirler değil destanlar yazılmalı. Hissedilen şeylerin yoğunluğu her zaman baki kalmayabilir. Buna da aşk demek gerçekten aşıklara haksızlık olur. Hayatınızda biri varsa eğer, aşk sandığınız şey için, onu harcamayın.

 

 

 

 

 

Sözleri beni dumura uğratmıştı. Bunları bizzat bana söylediğinden o kadar emindim ki. Benim hislerim ona heves gibi gelmişti. Demek ki aklında ki şey buydu. Selim olduğu için ona sadece hevesle yaklaştığımı düşünüyordu. Yüzüne artık bakmak istemiyordum. Bi an önce burdan uzaklaşmazsam daha kötü şeyler söyleyecektim. Ani bir hareketle defter ve kitaplarımı toplamaya başladım.
Anıl kaşlarını çatmış beni izliyordu.

-Ne yapıyorsun Bade? Dersimiz daha bitmedi?
-Benim için bitti . Özür dilerim ben çıkmak istiyorum.
-Otur yerine izin vermiyorum.
-Yok yazarsınız.
-Bade beni sinirlendirme yerine otur.

 

 

 

 

 

Söylediklerine aldırış etmeden sınıf kapısına doğru ilerledim. Arkamdan bana bakıyordu, herkes bana bakıyordu. Tam kapıya elimi atıp çıkacağım sıra da ilk soruyu soran arkada ki öğrenciye döndüm. Yüksek bir sesle;

-Bu arada bence sen şiir yazma açılmak için. Gizlice bir resmini çiz. Sonra o resmi kendi kitabının arasında sakla. Olurda birgün aşık olduğun kız kitabının arasında kendi resmini görür de sana sorarsa, inkar edersin. Yalan söylersin. Sonrası zaten sırayla geliyor merak etme.

 

 

 

 

 

Kapıyı çekip çıktım sınıftan. Eminim kimse ne demek istediğimi anlamamıştır. Ama anlaması gereken tek kişi herşeyin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Tuvalete gidip elimi yüzümü yıkamak istedim. Ayna da kendimi görüyordum. Yüzüm bembeyaz kesilmişti. Tekrar yüzüme su vurmak için eğildim. Kafa mı tekrar aynaya doğru kaldırdığımda Anıl tam arkam da dikiliyordu. Aynadaki yansımasına bakıyordum. Üstüme doğru ilerlemeye başladı. Kolumdan tutup çekiştiriyordu. Biri dersten çıkıp bizi görse ne olurdu bilmiyorum. Hala çekiştirmeye devam ediyor. Kütüphaneye kadar getirdi beni kolumu bıraktı. Önce kendisi girdi içerde kimsenin var olup olmadığını kontrol etti. Kimse yoktu. Sonra bana içeri gir diye emir verdi. Bu beni daha da deli ediyordu.

-Girmek istemiyorum. Siz niye benim peşimden geliyorsunuz.

 

 

 

Sözümü bitirmeme yine müsaade etmedi bu kez elimden turarak beni içeri soktu. Elimi bıraktı. Karşısında resmen kendimi büyük bir suç işlemiş gibi hissediyordum o an.

-Sen ne yapamaya çalışıyorsun? Neydi o söylediklerin? Kendinde misin sen?

-Hiç olmadığım kadar kendimdeyim merak etmeyin HOCAM. Sizi bu kadar sinirlendiren şey ne? Haklı olmam mı sınıftan çıkmam mı?

-Bade haklı falan değilsin. Bu yaptığın en çok bana saygısızlık. Nasıl izin vermediğim halde sınıfı terk edersin.

-İzin verseydiniz o zaman sizde.

-Bak Bade senin derdin ne bilmiyorum ama bu yaptığın şey çok ayıp. Ben senin diğerleri gibi bir öğretmeninim başka kimseye bu şekilde davranmazdın eminim.

-Evet davranmazdım. Sizde başka kimseye bana davrandığınız gibi davranmıyorsunuz değil mi ? Farkı var mı?

-Diğerlerine nasıl davranıyorsam sana da aynı öyle davranıyorum. Benim için hiç bir farkın yok.

-Öyle mi?
-Aynen öyle.

 

 

 

Bu sözleri beni dünden daha fazla kırmıştı. Bilerek acı çekmemi istiyor gibi bakıyordu bana öyle uzak, öyle yabancı. Madem benim bir farkım yok o zaman;

 

 

 

Yavaşça üzerine doğru ilerledim. Bir iki adım sonra burnunun önüne kadar gelmiştim. İyice yaklaştım yüzüne. Bu kez o ne olduğunu anlamayarak geri geri adım atmaya başladı. Kitaplık ve benim aramda kalmıştı. Olduğu yerden çokta memnun görünmüyordu. Yakınlaşabildiğim kadar yakınlaşmıştım. Göğüslerimiz birbirine değiyordu. Nefes alışverişleri hızlanıyordu. Dudaklarımı dudaklarına değdirmek üzereydim. Ama bunu yapmayacaktım. Rengi kıpkırmızı oluyordu. Terlemeye başladı. Hiçbirşey yapmıyordu. Dudaklarım dudaklarına değmek üzere gözlerine baktım kapalıydı.

- O zaman niye terliyorsun, rengin kıpkırmızı oldu, Hızlı nefes alıp vermeye başladın, gözlerin neden kapalı?

 

 

 

Dedim fısıldar bir sesle.

-Yapma bunu bana Bade.
-Neyi yapma? Birşey yapmıyorum.
- Uzaklaş benden.
-Bütün öğrencileriniz size yaklaşınca bu hale mi geliyorsunuz.
-Öğrencilerim bana niye yaklaşsın Bade ne diyorsun sen.
-Ben yaklaşıyorum ama.
-Sen...

-Ben ne? Ben de bir öğrenciyim niye bana engel olmuyorsunuz?
-Senin amacın ne?
-Amacım söylediklerinizin gerçek olmadığını size göstermek.
-Söylediğim herşey gerçek. Biz seninle...

 

 

 

 

Ondan uzaklaştım. Söyleceği şeyi büyük bir merakla bekledim.

-Biz seninle en fazla iki iyi arkadaş olabiliriz. Sen beni yanlış anladın herhalde. Ya da ben sana kendimi yanlış anlattım. Bundan sonra aramızda bu tarz konular olmasını istemiyorum. Lütfen bunu okul hayatına da yansıtma. Şimdiye kadar aramızda geçen herşeyi unutalım.

 

 

Sözleri yüreğimi paramparça etmişti. Ruhum sözleriyle boğulmaya başlamıştı. Kendimi yerin en dibinde hissediyordum. Aklım başımda değildi. Ellerim yine yanıyordu. Gözümden engel olamadığım bir iki damla yaş süzüldü. Zamanı gelince konuşacaktı hani benimle? Demek ki konuşacak birşeyi yokmuş. Yalan söylemiş. Belki de benimle sadece gönlünü eğlendirmek istedi sonra vicdan azabı çekip bu arzusundan vazgeçti. Hiçbirşey bilmiyorum. Bildiğim tek birşey var;

 

 

İnsan değer verdiği, değer gördüğü kişiden, beklemediği şeyleri duyunca daha da kırılıyormuş. Bu da benim hayattan aldığım derslerden biri olsun.

Anıl'a yaklaştım tekrar, gözlerinin içine bakarak;

 

-Merak etmeyin. Bir daha olmayacak bundan bende sizin kadar eminim.

-Şimdi sınıfa dönelim mi?
-Hayır ben sevgilimle gideceğim. Gelir birazdan. Size iyi dersler.

-Onu çok mu seviyorsun?

-Evet seviyorum. Niye sordunuz?
-Hiç.

 

 

Arkasına bile bakmadan çıktı Kütüphaneden. Bende tuvalette kalan çantamı alıp okuldan çıktım. Niye öyle birşey söyledim bilmiyorum ama iyi ki söyledim. Madem benimle dalga geçtin. Cezasını sadece ben çekmeyeceğim.

 

 

"Kül olur kalbinde ki zamanla"

 

 

 

 

 

 


 

Loading...
0%