Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Yıldızlar Şahit

@geceyazar

 

 

 

 

 

 

 

 

Aklımdan çıkaramıyorum sözlerini. Demek ki herşey yalanmış. Dokunuşu, dokunurken heyecandan titreyen kalbi, daha başlamadan bitti aramızdaki herşey. Tam da hislerimden emin olmuşken. Tam da kalbimin sesini dinlemeye karar vermişken. Hiçbirşey değilmişiz biz. Birbirimiz için birşey ifade etmiyormuşuz. Bir daha böyle konular konuşmak istemiyormuş benimle. Benim yüreğim daralıyor. Benim Anıl'la yine konuşmam gerekiyor. Kendi kendimi yemektense gidip herşeyi konuşmak içinde ne olduğunu gerçekten öğrenmek istiyorum bu kez sakin konuşacağım. Ne yapmaya çalıştığını neden böyle davrandığını sormam lazım. Okul ortamı konuşmak için ideal bir yer değil. Nasıl konuşacağım arasam mı?
hayır yüzüne bakarak konuşmak istiyorum derdi herneyse gözlerimin içine bakarak söylesin. Melisa'nın dediği gibi evine gideceğim. Hem ne kaybederim bugünki söylediklerinden daha ağırlarını söyleyemez ya. Daha ağır ne kaldı ki.
Yatağımdan fırladım. Saat gece yarısı olmuş bile. Nasıl gidecektim bu saatte? Nasıl gideceğimin hiçbir önemi yok. 2 gün geçti son konuşmamaızın üstünden. Okulda birbirimizin yüzüne bakamayacak haldeyiz. Bu böyle devam edemez. Uyuyamıyorum, yemek yiyemiyorum.
Onun da yüzü solmuş gibi. İyi değil görebiliyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bunları düşünürken yolu bitirmiştim bile. Binanın önündeydim. Acaba kötü bir fikir mi diye kendimi sorguladım dakikalarca. Gelmiştim artık. Geri dönemezdim bu saatten sonra. Yukarı doğru çıkmaya başladım. Kapıyı çaldım. Kimse açmadı tekrar çaldım. Anıl açtı sonunda.
üst tarafı tamamen çıplaktı. Saçları darmadağınık belli ki yatıyordu. Yüzümde küçük bir tebessüm oluşmuştu. Bana şaşkınlıkla bakıyordu. Ne olduğunu anlaması biraz uzun sürdü belli ki. Onunda gözleri ışıldıyordu.

-Ne işin var burda? Birşey mi oldu bu saatte?
- Evet çok şey oldu. Konuşmamız gerek.

-Bade korkutma beni noldu? Gece yarısında ne işin var burda?

-İçeri davet etmeyecek misin?

-Hayır. Bu saate uygun olmaz. Ben dışarı gelsem daha iyi olur.

 

 

 

 

 

 

 

 

Ellerimle göğsüne dokundum. İki elimde çıplak bedenine temas ediyordu artık. İçeri ittim. Ardından bende girdim. Kapıyı kapattım.


-Burdan konuşmadan gitmeyeceğim. Sen de beni paşa paşa dinleyeceksin. Sakın benim sözümü bölme.

-Bade ne yapıyorsun Allah aşkına. Aklımı iyice şaşırdım.

-Asıl sen ne yapıyorsun?
-Ne yapıyorum ben. Hiçbişey yapmıyorum. Evime gelen sensin buyur konuş dinliyorum.

-Sen nasıl bana önce kendimi dünyanın en şanslı insanı gibi hisssettirip sonra hiçbişey yokmuş gibi hayatına devam edersin?

-Bak Bade yine aynı konuları konuşmaya gelmişsin belli. Benim hiç niyetim yok. Hem senin sevgilin yok mu tartışmak istiyorsan gidip onunla tartışsana.

-Sen varya bana deli gibi Aşıksın Anıl. Kıskançlıktan gerçekleri göremeyecek kadar kör olmuşsun.

 

 

 

 

Yüzüme bakıyordu sadece cevap vermedi.
sonra sözüne devam etti.

 

-Evet Aşığım. Deli gibi seni istiyorum. Yaptığım herşey de bunun için. Kıskandım seni Manyak gibi kıskandım.

-Anıl... Bende Seni seviyorum...

 

 

 

 

 

Gözlerimi açtığımda dilimde ki cümle buydu. Bu nasıl bir rüya böyle. Rüya değil kabus resmen. Kaç gün geçmişti son konuşmamızın üstünden. İyi olmadığımı biliyordum. Ama bu kadar kötü olduğumu da bilmiyordum. Artık rüyalarımda da rahat yoktu belli ki.
Saat gerçekten de gece yarısı olmak üzereydi. Bu uykularımın ilk bölünüşü değil. Tam üç gündür böyleyim. Gözüme uyku girmiyor. Okulda sınıfın dışına bile çıkmıyorum. Nefes alacak alanım çok daraldı. Birbirimizi görünce hemen yolumuzu değiştirtiyoruz. Derste birbirimizin yüzüne bile bakmıyoruz. Anıl'da iyi değil belli. Sanki yüzü solmuş gibi. Yavaş yavaş eriyoruz. İkimizde. Son söylediğim onu daha beter acılara sürüklemişti. Sevgilim gelecek demiştim. İnanmıştı. Beni diğer öğrencilerden farklı görmüyordu ki inansa ne olur inanmasa ne olur. Sevgilim olması olmaması onu etkileyecek birşey değil ne de olsa. Yerimden kalkmak kendimi Sahil kenarına atmak istiyordum. Saat geç farkındayım ama deniz havasını içime çekmek istiyorum. Yarın okulun son günü içimden hiç gitmek gelmiyor. Belki gitmem o yüzden geç saate kadar oturmamın bi önemi yok.
Yerimden kalkıp hazırlanmaya başladım. İnce bişeyler giydim biraz esiyordu. Üzerime hırka alıp evden çıktım.

 

 

 

 

 

 

 

 

Anılın da Bade'den farkı yoktu. Yemiyor içmiyor, sadece uyuyordu. Ha birde Alkol alıyordu. Onunda tüm dengesi bozulmuştu. Bütün rutinlerini bırakmış sadece kafasını toplamayı amaçlıyordu. Her akşam Aynı yere gidip gece yarısını geçene kadar içiyordu. Sonra eve gelip uyuyor, sabah kalkıp okuluna gidiyordu. Hayatı sadece bu kadarcık kalmıştı. Hayat denirse tabii. O kadar acizdi ki, kendini kurtarmak istediği şeye bulanmıştı heryeri. Demek ki kaçıp kurtulmak o kadar da kolay değilmiş. Yine aynı yerde oturuyor. Yanında bir kaç alkol şişesi. Dışardan gören ayyaş zanneder. Oturduğu bankta gözleri kapalı iki kolu bankın sırt kısmını tutar halde açık. Kafasını geriye doğru yaslamış. Ve elinde Badenin kalemi. Kalem değil sanki paslı hançer. Yüreğine batıyor, battıkça kanatıyor, kanadıkça, canı eksiliyor. Denizin esintisi saçlarına doluyor.
Karşısında kollarını bağlamış onu seyrediyordu Bade'nin düşü. Yüzünde hafif bir gülümseme oluşmuştu. Yine hayal olduğunu biliyordu. Gülümsemesini büyük bir kahkahayla destekledi.

-Aaa biliyorum birazdan kaybolacaksın. Ama yine de seni karşımda görmek güzel.

Elini karşısında ki hayale doğru uzattı. O da ne? Elini uzattığı hayal elini tuttu birde gelip yanına oturdu.

 

 

 

 

 

Bu hayal değil Bade'nin ta kendisiydi. Ne işi vardı burda. İyice delirmişmiydi yoksa?

-Hocam siz burda ne yapıyorsunuz böyle?
-Sen gerçek misin?
-O ne demek? Gerçeğim tabi ki.
-Hayalsin, yine beni kandırıyorsun.
-Hayır. Ne kandırması. Bu haliniz ne kör kütük sarhoşsunuz.
-Kör kütük olduğum doğru. Ama sarhoş muyum bilmiyorum.
-Niye bu haldesiniz siz? Niye bu kadar içiyorsunuz?
-Sana ne? Sen gidip sevgilinle ilgilensene.

 

 

 

Kızmıştı bana sesini yükseltmeye başladı.

 

-Hadi kalkın evinize gidin hava çok serinledi. Üşüteceksiniz.
-Bişey olmaz bana. Sen niye bu saatte sokaklardasın?
-Sokaklarda değilim. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Sahile gelmek istedim. Oldu mu?
-Oldu. Oldu. En azından bu oldu.

 

 

 

Tekrar Elinden tutup çekiştiriyordum. Çok sarhoştu. Kalkmıyordu. İnat ediyordu.

-Hadi nolur. Korkuyorum bakın. Bişey olacak şimdi. İnsan bu kadar içer mi hiç?
-İçer, daha da çok içer. Derdi olan adam içer.
-Ne derdiniz var bu kadar büyük?
-Çok derdim var Bade.

 

 

 

 

 

Elini yüzüme düşen saçlarıma götürdü. Kulağımın arkasına sıkıştırdı.
Aynı zaman da şunları söylüyordu;


Zülüf dökülmüş yüze,

Kaşlar yakışmış göze,

Usandım bu canımdan.

Dert ile geze geze.

Neşet Ertaş

 

 

 

 

 

 

Bu durumdayken bile yüzümü gülümsetmişti. Karşımda oturup böyle güzel konuşsa hiçbir problemimiz kalmayacaktı aslında ama biz konuşmayı bilmiyoruz birbirimizle. Kırıyoruz, incitiyoruz.
Yine başını geriye yasladı. Derin derin nefes alıyordu. Gözüm diğer elinde ki kaleme takılmıştı o an. Bu benim kalemimdi. Ama nerden buldu onu?
Tabii yaa. Onlara gittiğimde saçımda takılı olan kalem bu. Evinde düşürdüm demek ki. Elinde buralara kadar getirmiş. Bana yüz vermiyor ama saçımda ki kalemi elinde taşıyor.
Bu yüzümü biraz daha güldürmüştü.

-Hocam.
-Hocam, hocam, hocam efendim Bade söyle.
-Siz Ne zamandan beri buradasınız.
-Niye sordun? Saate bakıp beni eve mi göndereceksin?
-Hayır. Elleriniz buz gibi .
-Seninde. Ellerin buz gibi.
-Evet o yüzden hadi kalkın gidelim.
-Kızım sen gitmek istiyorsan git ben buradayım daha.
-Birincisi bana bir daha kızım demeyin. İkincisi yarın okul var sabah nasıl uyanacaksınız?
-Benim yarın dersim yok. Rahat bırak beni.
-Bırakamam. Böyle bırakıp gidemem sizi. Ben de otururum burda sabaha kadar o zaman.
-Sen benim karşıma nerden çıktın? Niye çıktın?
-Asıl siz benim karşıma çıktınız unuttunuz mu? Çarptınız ya bana.
-Sen, seni ilk defa orda mı gördüm zannediyorsun?

 

 

 

 

Şaşırmıştım. Beni daha önce gördüğünü söylüyor. Bu nasıl olur? Söyleyeceklerini merak ediyorum.

 

-Nerde gördünüz peki?

Parmağıyla karşı kıyıyı gösteriyordu.

-İşte Orda. Bundan aylar önce. Okul başlamadan aylar önce.

 

 

 

 

 

Sanki bir arkadaşına anılarını anlatır gibi başladı anlatmaya.

 

- Yeni gelmiştim buraya okul açılmadan ev işini faln halledeyim diyordum. Ne bileyim hayatımın... Neyse geç buraları. İşlerimi hallediyorum oturdum bi banka. Baktım, Çimenlerin üstüne oturmuş bir gözleri ahu. Elinde kitap, dizine kadar uçuşan yeşil bir elbise. Saçları oturduğu yere değiyor. Biraz seyrettim. Gözleri sanki bu dünyadan değilmiş gibiydi. Ulan dedim belkide hayatında ilkkez kendin için güzel bişey olacak kaçırma bu fırsatı. sonra Hiç ses etmedim. Yanına mendil satan bir kaç çocuk geldi. Üstleri başları harap. Gözleri doldu çocukları öyle görünce. Belli sadece güzellik yüzünde değil, kalbi kendinden de güzeldi. Saçını parmaklarıyla kulağının arkasına sıkıştırdı sonra. Aldım elime kalemi mi. Elimde ki küçük not kağıdına yüzünü çizmek istedim. Çocuklarla hem konuşuyor, hemde elinde cebinde ne varsa veriyordu. Öyle güzel gülüyordu ki. Gülümsemesiyle bütün dünya güzelleşiyordu. O an içime bi ateş düştü. Boynunda ki kolyeye kadar çizdim. Bitince yanına gidip resmi verip tanışacaktım. Kâğıda dalmışım herhalde. Başımı bir kaldırdım yok. Gitmiş. Hemen etrafa bakındım. Sanki yer yarılmış içine girmiş. Bir anda kaybolmuştu. Elimde ki kâğıtla kalakaldım oracıkta. Belki günlerce, hergün aynı yere gittim saatlerce bekledim. Tekrar gelir, görürüm diye. Gelmedi. O gelmedi, ben gidemedim. Sonra bir gün okuldayım. İşlerim çok yoğun, elimde bir sürü dosya çay almaya gidiyorum, çay ya çay. En fazla ne olur ki. Birden birine çarptım elimizde ki herşey yerlere saçıldı. O hengamenin için de Koca gözleriyle bana bakıyordu. Hem bakıyor hem bana kızıyordu. Ayağa kalktı gözlerimin içine baktı. İçimden " Tamam Allahım ben buradaki vazifemi bitirdim. Şu an beni al yanına" dedim. Elim ayağım birbirine dolandı. Ha birde şaşkınlıkla Kalbini kırdım. Aptal kafam. Ne kadar üzülmüştü. Sonra...

Sonrası yok, sonra buradayız işte.

 

 

 

Anlattıkları karşısında kanım çekilmişti. Hem sevindim , hem üzüldüm, hem kendimi dünyanın gerçekten en şanslı insanı gibi hissettmiştim. Bu adam bana binbir türlü duyguyu aynı anda yaşatıyordu. Tekrar dönüp gözlerine baktım. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Benim de öyle. Meğer ne çok şey varmış içinde. Beni gerçekten çok sevmiş. Öğrencisi değilken istemiş beni. Anlattığı günü daha dün gibi hatırlıyorum. Birinin beni izlediğinden ne kadar da habersizmişim. Meğer ne kadar saf bir sevgisi varmış. Ağlayan gözlerine baktım tekrar. Elini tuttum.

-Beni bu kadar çok mu seviyorsun?
-Sevsem ne olacak. O herifi bırakıp kollarımamı koşacaksın?
-Hangi herifi?
-Selim denen Lavuğu.
-Selim benim sevilim....

-Biliyorum sevgilin. Lütfen hatırlatma. Sende artık eve git. Bak hasta olacaksın.
-Gidemem sizi bırakamam dedim ya hadi birlikte gidelim.
-Ben biraz daha buradayım.

-O zaman bende buradayım.
-Bade git hadi. Çok yorgunum, çok uykusuzum, bitik bi haldeyim. Beni böyle görmeni istemiyorum.
-Gözüme şu an olduğundan daha hoş gözükemezsiniz emin olun.
-Çok komiksin. Ama benim gülecek halim yok.
-Komik birşey söylemedim.

 

 

 

Elleri yine saçlarıma gitti. Bir tutamını baş parmağıyla okşuyordu. Başını göğe kaldırdı, yıldızlara baktı.

 

-Saçlarına yıldızlardan taç yapmak isterdim. Dedi. Yutkundu.
- Neden yapmıyorsunuz o zaman?
-Yapamıyorum, gücüm yetmiyor.
- Gidelim uyuyun. Güç toplayın o zaman.

 

 

 

Gözlerimin içine yine aynı bakıyordu. Kıpkırmıydı gözleri. Onu bu hale getirenin ben olduğunu düşündükçe, delirecek gibi oluyordum. Belki de söylediklerini sabaha unutacak. Ama ben hiçbirini. Hafızamdan silmeyeceğim. Çok üşüyordum. İyice soğumuştu hava. Saat iki olmuştu. Etrafta kimseler yoktu. Koca şehirde bir tek onunla ben varmışız gibi geliyordu.

-Ne zamana kadar oturacağız burda?

-Sonsuza kadar demeyi dilerdim.
-İnanın sonsuzluğa çabuk kavuşuruz gibi, çünkü ben donmak üzereyim.
-Yaklaş o zaman.

 

 

 

Ne demek istediğini algılamakta güçlük çekiyordum. Yaklaşmak. Ne kadar yakın?
Aramızda ki alkol şişelerini yere bıraktı. Sonra iyice sokuldu. Dibime kadar gelmişti. Elini omzuma attı, kafamı kendi omzuna yerleştirdi. Artık sarılarak oturuyorduk. Başını başımın üstüne koydu. Olduğumuz halden çok memnundum. Elinde ki kalemi bir an olsun bırakmıyordu. Saçlarımdan öpüyordu. Daha iki saat önce ne haldeydik şimdi ne haldeyiz. Aklım fikrim darmadağınık. Birden eliyle çenemi tutup kendine çevirdi. Yüzümüz birbirine değecek neredeyse, gözünden yine yaşlar süzülüyor. Gözleri dudaklarıma kayıyor. Git gide yaklaştı. Öpmek üzere beni. Şu an bunun için çok yanlış bir zaman. Sarhoşken bunu yaparsa sonra pişman olabilir. Elleri yine titriyor. Derin derin nefes alıp veriyor. Beni iyice kendine doğru yaklaştırdı. Engel olmalıyım buna yoksa yine pişman olacağımız şeyler yapacağız.
Sesimde ki cılız bir o kadar titrek tınıyla, fısıldayarak

 

-Yapmayın. Sonra pişman olacağımız şeyleri yapmak istemiyorum.

 

 

 

Cümlemin bitmesiyle dudaklarını dudaklarımdan uzaklaştırdı. Alnını alnıma dayadı.

-Bu kadar yakınken, bu kadar uzak olmak çok yakıyor canımı görmüyor musun?

-Benimde yanıyor canım. Ama siz sabah uyandığınız da bunları hatırlamayacaksınız. Anlatsam belki de inanmayacaksınız. O yüzden yapmayalım.

-Çok yorgunum!
-Dizime yatmak ister misiniz?

-Dünyanın en rahat yeri olmalı.
-Deneyin o zaman.

 

 

 

Bankın en ucuna oturdum. Dizlerime yattı. Dizlerini karnına kadar çekti. Hava soğuktu ama hissetmiyorduk artık. Saçlarını karıştırıyorum, yüzünün her santimini inceliyorum. Sakalları sanki birer ok gibi yüreğime saplanıyor. Karşı koyamıyorum. Elimi tuttu tam avcumun içinden öptü. Ben nasıl unuturum bunu. Ölsem unutamam. Biz nasıl olmalıyız bilmiyorum ama böyle olmamalıyız. Ruhumuz çok kez aynı yastığa baş koymuş bizden habersiz. Şimdi dizlerimde tıpkı bir bebek gibi uyuyor. Manzaram ne kadar şahane olsa da benim de gözlerim kapanıyor artık. Hissediyorum.

Gözlerimden öptü,

Ellerimden öptü, ellerimden.

Avuç içlerimden öptü.

Unutabilir misin şimdi?

Ben ölsem unutmam.

Sabahattin Ali.

 

Loading...
0%