Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm

@geceyazari

Tekrardan herkese merhaba!! Bölüm öncesi ufak bir açıklama yapmak istedim. Bir kaç bölüm bir fantastik kitaptan beklentinize göre birazcık yavaş geçecek. Bunun sebebi ilk bölümlerin aslında 3 kitap olmasını planladığım bir serinin giriş bölümleri olması. Yaklaşık ilk 10 bölüm bahsettiğim şekilde olacak. Ama bu nedenle de bu giriş bölümleri günde 1 bölüm ya da 2 bölüm şeklinde yayınlanacak. Olaylar başladıktan sonra ise haftada 1 bölüm şeklinde yayınlamayı düşünüyorum. Bölümleri okurken kafanızda oluşan ama bölümde cevap alamadığınız sorular olursa yorumlara bekliyorum. Şimdiden keyifli okumalarr!!

 

BÖLÜM 2

Kızlar şehre taşınalı 1 hafta olmuştu. Okul ve evle ilgili işleri halletmiş rahat bir nefes almışlardı. Güne erken başlamıştı Efsa. Şu bir haftada kızlarla birlikte o da yorulmuştu. İşine ara verdiği 1 haftadan sonra doğal olarak seansları da bu hafta yoğundu. Yaşadığı her yüzyılda farklı bir meslek yapmayı tercih etmişti. Dönemine göre deneyimlemek istediği şeyleri sırayla yapıyordu. Efsa yüzyıllardır yaşayan, Kraliçe İlda’yı arayan eski büyücülerden biriydi. Her seferinde yaklaştım zannediyordu hedefine ama henüz kraliçeyi bulamamıştı. İçinden bir ses eski Arden Krallığının başkentine dönmesi gerektiğini söylüyordu son zamanlarda. Bu yüzden üniversite tercihini Samira’da yapmıştı. Her ne kadar arkadaşları üniversite bittikten sonra tekrar Amasis’e dönmeleri gerektiğini söylese de dönememişti. Buralarda bir yerdeydi kraliçesi. Bunu hissediyordu. Çok yakınında olduğunu biliyordu. Normalde büyüyle belirlediği yaşı ve görünümü kendi kendine ilerlemeye başlamıştı. O zaman anlamıştı kraliçeye çok yaklaştığını. O kadar uzun zamandır kraliçeyi arıyordu ki büyü olmaksızın yaşının ilerlemesinin kraliçeye yaklaştığını kanıtladığını anlaması biraz zaman almıştı. Taç ve kılıç bu şehirdeydi. Kraliçenin taca çekileceğini biliyordu. O kadar büyük bir büyü gücü yadsınamazdı. Taç barındırdığı ruhun, aşkın ve anıların sahibini kendine çekmek isteyecekti elbette. Kendi sahibine kavuşmak isteyecekti. Bunu hiçbir büyü değiştiremez ve yok edemezdi. En başından beri biliyordu bunu.

Eski zamanı hatırladı bir an. Kehanetin yanlış anlaşılmaya müsait olduğunu, İlda’ya bunu yapamayacaklarını, hata yaptıklarını savunduğu o zamanı. Kadim büyücülerin hiçbiri kulak asmamıştı ona. Olması gerekenin bu olduğunu , genç bir büyücüden moiraların kehanetleri ile ilgili ders almayacaklarını söyleyip durmuşlardı. En yakın arkadaşını bilinmeyen bir zamana göndermişlerdi. İlda da onlara inanmak istemese de dediklerini yapmak zorunda kalmıştı. Çünkü herkese göre kehanet açıktı. Kral ve kraliçe birlikte olursa doğacak çocuk dünyanın sonunu getirecekti. Efsa koca bir saçmalık diye geçirdi içinden tekrar ve tekrar. Çünkü moiraların bahsettiği çocuk İlda ve Alp’in değil, Kral Azat ve Kraliçe Lara’nın çocuğuydu. Şimdiki Vargant Kralı Yaman. Kadim büyücüler her zaman haklı olduklarını düşünseler de hiçbir zaman haklı değillerdi işte. Korktukları başına gelmişti. Azat’tan kurtulduklarını sanmışlardı, İlda ve Alp gidince tüm sorunlar çözüldü sanmışlardı. Ama bu sanrıları sadece 20 yıl sürmüştü. Saf büyü gün geçtikçe zayıflamış, Kraliçe Lara oğlu Yaman’ı saf nefret ve yasak büyülerle büyütmüştü. Sonrasında ise olanlar olmuştu. Taç ve kılıç ; İlda ve Alp’ten başkasını kabul etmemiş, Yaman ve yasak büyü güçlendikçe saf büyü zayıflamıştı. Uzun yıllardır bu durum böyle devam ediyordu. Efsa en çok da en yakın arkadaşını özlemişti. Yüzyıllardır bir sürü insan girmişti hayatına. Ama eninde sonunda hep İlda’yı özlüyordu. Hiçbiri onun arkadaşlığına yaklaşamamıştı bu güne kadar. İzim ve Cansel hariç. Onlarda anlamlandıramadığı bir şey vardı. Büyülü bir şey. Sanki İlda burada olsa dördü çok iyi arkadaş olur gibi geliyordu. Ama burada değildi. Keşke diyordu bazen Efsa, keşke İlda onu dinleyip kaçsaydı ülkeden. Taç ona aitti, kılıç Alp’e. İkisi bir aradayken kimse onları bulamazdı. Kadim büyücüler hatalarını anladığında rahatça geri dönerlerdi. Ama onlar öyle yapmamıştı. Kraliyetlerini ; kendilerinin ve aşklarının önüne koymuşlardı.

Efsa, sinirle kafasını iki yana sallayarak içinde boğulduğu düşüncelerin dışına çıktı. Biraz daha düşünürse kafayı yiyecekti. İlda’yı o bulmak istiyordu. Bunun efsanelerdeki görkemli büyücü olmakla alakası da yoktu. O zaman da sadece o inanmıştı çünkü İlda’ya. O zamanlarda da İlda istese seve seve canını bile verirdi. En yakın arkadaşını kaybetmek. En çok da o üzmüştü Efsa’yı. Bu yüzden İlda’yı bulmanın kendi hakkı olduğunu düşünüyordu.

Efsa ne kadar düşüncelerinden uzaklaşmaya çalışsa da tekrar tekrar içine çekiliyordu ki telefon sesi onu bu durumdan kurtardı. Arayanın İzim olduğunu görünce büyük bir neşeyle

“Çiçeğiiim, Ne yapıyorsuunn?” diye açtı telefonu. İzim onun enerjisine güldü.

“Kızım sesin soluğun çıkmıyor saatlerdir. Nerdesin sen? Akşam yemeğe gelecektin, kalacaktın. Sözde sana da oda yaptık beraber daha çok kalırız diye sen yoksun.”

“Balım son bir seansım kaldı. O da hallolduktan sonra koşarak geliyorum sana. Alınacak eksik bir şey olursa yazarsın bana olur mu?” O İzim ile konuşurken kapı çalmıştı. “Zil çaldı. Ben kapatıyorum, hemen seansa gireyim daha çabuk geleyim.” Dedi gülerek. İzim , Efsa onu görmese de başını salladı. “Tamam , çabuk gel ama çok güzel yemek hazırladım. Cansel de yoldaymış zaten. Öpüyorum kocaman.” Diyerek kapadı telefonu.

Efsa , seansa girdikten sonra hızlıca toparlanıp arabasına bindi. Yolda yine düşüncelere dalmıştı. Ama bu seferki düşünceleri biraz daha günümüze ilişkindi. İzim ve Cansel’e hayatıyla ilgili bir çok yalan söylediği geldi aklına. Bu durum elinde olmasa da onu çok üzüyordu. Çünkü gerçekten ikisine de yalan söylemek canını sıkıyordu. Bazen ne olur ki her şeyi anlatsam diye düşündükten sonra çok hoş şeyler olmayacağı sonucuna varıp vazgeçiyordu. Efsa; Cansel ve İzim’e yüzyıllardır yaşayan ve kraliçeyi arayan büyücü olduğunu söyleyemediği için anne ve babasının küçük yaşta öldüğünü , kendisinin teyzesinin himayesine verildiğini ve bu nedenle onun yanına taşındığını söylemişti. Kısa bir süre sonra liseye geçtiğinde ise kendi isteği ve biraz da teyzesinin umursamazlığı sebebi ile ailesinin Amasis’teki evine yerleştiğini ve tek başına yaşamaya başladığını söylemiş ve zamanla bu konuda konuşmaktan ne kadar rahatsız olduğunu dile getirerek bunu tavırlarına da yansıtmıştı. Bu nedenle kızlar bir süre sonra bu olayı sormayı bırakmış hatta konusunun dahi açılmasına izin vermemişlerdi. Efsa, İzim’e ve Cansel’e yalan söylemiş olmaktan – hele ki böyle bir konuda- hoşlanmasa da gerçekleri öğrendiklerinde kendine hak vereceklerini biliyordu. En azından bu kendini rahatlatma şekliydi. Gerçi bu durumu tüm gerçekliği öğreneklerinden pek de emin değildi ama… Eve geldiğini görünce bunları düşünme işini sonraya bıraktı. Evin yakınındaki markete uğrayıp 3 kutu dondurma ve biraz da abur cubur aldı. Güzel bir kız gecesi geçirebilirlerdi.

Aldıklarını poşetledikten sonra kızların oturduğu apartmana girdi. Kapıyı Cansel açmıştı. 40 yıldır görüşmemiş gibi birbirlerine sarıldıktan sonra içeri geçti. Elindekileri mutfağa bıraktı, odasına geçip üstünü değiştirdi. Kızların hazırladığı masaya oturup sohbet ederek yemek yemeye başladılar. Cansel’in seminer dönemi başlamıştı ve bugün ilk günüydü. Yorulmuş şekilde gelse de ilk günün ve yeni bir işin yeni bir başlangıcın verdiği heyecanla gününü anlatıyordu.

“Müdür o kadar değişik bir tip ki size anlatamam. Dünyanın en rahat ve en itici insanı olabilir. Çok kavga edecekmişiz gibi hissediyorum. Ya bir insan kocaman odası varken okulun çay ocağında takılır mı ya?”

Kızlar Cansel’in isyanıyla ufak bir gülme krizine girdi. İlk günden biraz maceralı geçmişti anlaşılan.

“Ay ama iyi şeyler de var. Benim gibi yeni atanan birkaç öğretmen daha var. Biri Türkçe öğretmeni, biri Sosyal Bilgiler öğretmeni biri de Bilgisayar Öğretmeni. Türkçe öğretmeni kıza pek ısınamadım ama Sosyal Bilgiler dersine girecek kadına bayıldım. İnanılmaz enerjik birisi. Bizim lisedeki Şule Hoca’ya benziyor. Disiplinli biri gibi ama eğlenceli de. Ama kızlar Bilgisayar Öğretmeni olan çocuk. O kadar hoşuma gitti ki. Hayır öğrenemedim de bekar mı değil mi? Sevgilisi falan var mı? Yoktur değil mi ama? Umarım yoktur.”

Efsa arkadaşının bu haline kahkaha attı.

“Arkadaşım yoktur tabi niye olsun? Sen bir dene şansını. Konuştukça anlarsın zaten var mı yok mu. Baktın ki yok, tam gaz devam.”

“Hayır bugün sohbet de edemedik ki. Yeni geldik diye herkes bir taraftan, bir sürü sorular, sohbete girme çabaları. İşte okulu anlatan mı dersin, öğrencilerden dert yanan mı. Kendi aralarındaki dedikoduları bile anlatan oldu ya. Ben daha bugün gelmişim, sen bana ne ara güvendin de benimle dedikodu yapıyorsun? Gidip söylesem ne olacak mesela. Bir de zaten 2-3 ay sonra herkes bize, orda olmamıza alışınca bizim de arkamızdan bunlar yeni, tecrübesiz diye birbirinizle bizim dedikodumuzu yapacaksınız. Neyse sakinim. Sonuçta artık beraber çalışıyoruz. Umarım kafa dengi ve tabi ki bekar biridir. Sonunda aradığımı bulmuşumdur bence.” Dedi Cansel neredeyse tek nefeste.

“E çocuğu anlatsana kızım okul yerine. Çocuğun adı ne nasıl biri?” dedi İzim kendine su doldururken.

“Zaten dedim ya Bilgisayar Öğretmeni. İlk izlenimime göre zeki birine benziyor. Cümleleri ve tavrından anladığım kadarıyla. Benden uzun, kumral, gözlüklü, kahverengi gözleri, uzun kirpikleri var. Saçları da kahverengi ,küçük de bir gamzesi var. Gülünce de gözleri kısılıyor. O kadar tatlı ki size anlatamam. İşi bilgisayar olmasına rağmen fiziği falan da baya iyi. Spor yapıyormuş zaten. Öyle işte. Daha fazla da bilgim yok. Benden 2 yaş büyük olduğunu biliyorum bir de. Başka da bir bilgim yok. Çünkü hepimizi ayrı ayrı birileri lafa tuttu. Adı Ege bir de bak onu söylemeyi unuttum. En şanssızımız da oydu bugün. Çünkü 4 yeni öğretmen arasından tek erkek o olduğu için müdür yakasından düşmedi çocuğun. En son suratından kaçmak için fırsat kolladığını anladım.”

“ E tam o anda müdahale etseydin, Ege hocam size bir şey danışacağım bir bakabilir misiniz diye.” Dedi Efsa.

“İstedim ama benden önce Alya Hanım gitti.” Dedi gözlerini devirerek. İzim onun bu haline güldü.

“Galiba Alya Türkçe öğretmeni olan değil mi?” dedi. Cansel arkadaşına bakıp başıyla onaylayınca İzim ve Efsa küçük bir gülme krizine daha girdiler. Cansel biraz daha ilk gününü ve okuldaki öğrendiği dedikoduları anlattıktan sonra İzim konuşmaya başladı.

“Kızlar hatırlıyor musunuz benim lisede sürekli gördüğüm bir rüya vardı.”

“Evet, hayatının aşkı olduğunu düşündüğümüz çocukla karşılaştığın ve her seferinde tanışamadan uyandığın rüya değil mi?”

“Evet o. Bayadır görmüyordum, buraya taşındığımızdan beri her gün aynı rüyayı görüyorum.” Dedi İzim.

“Belki de kaderdir bebeğim, belki de yakın zamanda tanışırsınız” dedi Cansel ağzına kocaman bir patates atarken.

Şehirdeki ilk haftalarını detaylıca konuştuktan sonra kucaklarına dondurmalarını alıp bir animasyon filmi açtılar. Liseden beri yapmayı en sevdikleri şey buydu.

Şu an hepsi çok huzurluydu. Yakın zamanda hepsinin hayatında olacak o büyük değişiklikleri hiçbiri şu anda tahmin edemezdi. Tek tahmin edebilecekleri şey şu andaki gibi o zaman da ve her zaman da yan yana olacaklarıydı. Biliyorlardı ki sırt sırta verdiklerinde her şeyin üstesinden gelebilirlerdi. Birbirlerine olan sevgileri ve güvenleri her şeye bedeldi.

Loading...
0%