@geceyazari
|
Tekrardan merhaba. Bu bölümle birlikte asıl olaylarımızın başlangıcına giriş yapmış bulunmaktayız. KEYİFLİ OKUMALAAAR!! İzim alarmla gözlerini açtı. Sonunda hafta sonuna gelmişlerdi. Bugün Cansel ve Efsa ile birlikte Kent Müzesine gideceklerdi. Arden Krallığına ilişkin en çok eser burada sergileniyordu. Sonrasında ise bir iki küçük müze ve yerleşim yeri daha vardı gidecekleri. Vakit kalmazsa ertesi gün de oralara gideceklerdi. Hafta içi müzelere gitmeden Arden Krallığına ilişkin araştırmasını da yapmıştı. Arden Krallığı’nın başında Kral Alparslan vardı. Eril bir toplum düzeni mevcuttu. Dünyanın çoğunluğuna hakim olduğu gibi bu krallıkta da hakimdi. Aslında Simurg Kraliyeti ile anlaşamasalar da Vargant’a karşı birleşme teklifini kabul etmek zorunda kalmıştı kral. Çünkü kraliçenin de bahsettiği gibi ikisinin de tek bir krallık olarak yasak büyüyle yönetilen Vargant Krallığına kafa tutması kendi krallıklarının sonunu getirebilirdi. Bu nedenle kral Kraliçe İlda’nın teklifi çok da düşünmeden kabul etmişti. Tabi yazılan tarihe göre tam olarak tek sebep bu da değildi. Alparslan’ın ilk andan İlda’dan etkilendiği yazıyordu kitaplarda. İzim bunu okuduğunda kim etkilenmezdi ki diye düşünmüştü. Kadın resmen başlı başına otoriteydi. Yazılanlara göre bunun yanında bir de güzelliği ile de meşhurdu. Arden Krallığı büyü gücünü kılıçtan alıyordu. Kılıcın da tıpkı taç gibi bir hikayesi vardı. Aslına bakılırsa bire bir aynı mantıkla çalışıyorlar da denilebilir. Tek farkı kılıç Asarkan soyuna bağlıydı. Kral Alparslan’ın geldiği soy. Kılıç da tıpkı taç gibi kimseyi kabul etmemişti. Saf büyüyü kontrol eden iki nesnenin de başka bir sahip kabul etmemesi saf büyünün zayıflarken yasak büyünün güçlenmesine sebep olmuştu. Bu da Arden ve Simurg’un günden güne zayıflamasına yol açmıştı. Bu nedenle kral ve kraliçeyi başka bir zamana hatta diyara gönderen kişiler yaptıklarından pişman olmuş onları bulmaları için bir grup büyücüyü görevlendirmişlerdi. İzim tüm bu bilgilerle birlikte şimdi de somut olarak krallıklara ait eşyaları ve cisimleri görmek istiyordu. Kitaplarda taç ve kılıcın bulunamadığı yazıyordu. Bunun sebebi olarak ise Vargant Kralı’nın ulaşamayacağı bir şekilde iki büyülü cismin de gizlendiği ve bu şekilde korunduğu bilgisine ulaşmıştı İzim. İzim kendi odasında , Cansel ise yan odada hazırlanırken kapı zili çaldı. Efsa her zamanki gibi erkenden gelmiş olmalı diye düşündü İzim. Koşarak kapıyı açmaya gittiğinde ise yanılmadığını gördü. Elinde pastane poşetleri ile Efsa kapıdaydı. “Ben geldiiim. Siz hazırlanana kadar çok beklememek için poğaça, börek, pizza falan aldım. Şimdi ben hepimize su kaynatıp bitki çayı yapıyorum, sonra hızlıca yiyip çıkıyoruz. Tamam mıdır?” Diye içeri girdi. O sırada Cansel de odasının kapısından çıkmış arkadaşının tavrına gülüyordu. İzim ile Cansel odalarına tekrar hazırlanmaya dönerken Efsa da mutfak masasına aldıklarını yerleştirip dediği gibi bitki çaylarını da yaptı. Onun hazırlığı ile kızlarınki aynı anda bitmişti. Hızlıca beraber bir kahvaltı ve ufak bir dedikodu seansından sonra evden çıktılar. Efsa arabasıyla gelmişti. Hep birlikte arabaya geçip müzeye doğru yol almaya başladılar. Efsa uzun zaman sonra eskilere dair bir şey görmeye gidiyordu. Hatta biraz fazla uzun bir zamandan sonra. Şu ana kadar hiç kendi geçmişini barındıran ve hatırlatan yerlere gitmedi desek daha doğru bile olabilirdi. İlda’yı bulmakla çok meşguldü ve eskiye dair her şey ona hala bulmaya en ufak bir adım bile yaklaşamadığını hatırlatıyordu. Sırf bu yüzden… Neyse uzun süre sonra ilk defa geçmişe dair bir şeyler görecekti. Bizzat dokunduğu hatta belki kendine ait şeyler bile olabilirdi gittikleri müzede. Dikkati arkadaşının cümlesiyle dağıldı. “Dünyadan Efsa’ya sana söylüyorum, döneceğimiz kavşağı kaçırdın.” Dedi İzim. Efsa elini anlına vurdu. “Dünkü seanslardan biri takıldı aklıma onu düşünmeye dalmışım. Kusura bakmayın hemen ilk kavşaktan geri dönüyorum.” Dediğini de yaptı. Müzeye gelmişlerdi. Arabayı otoparka park ettikten sonra inip müzeye doğru ilerlemeye başladılar. Müze oldukça büyük ve geniş bir alana yayılıyordu. 2 saatten önce gezmeyi bitiremeyecekleri açıktı. Dış cephesi antrasit kırık beyaz karışımı bir renge ve Siyah filtreli camlara sahipti. Bunun yanında bahçesi de geniş ve oldukça düzenli duruyordu. Birkaç oturma yeri, müzeye ait bir hediyelik eşya dükkanı ve küçük bir kafeterya da bu bahçeye dahildi. Sahile çok yakın bir yerdeydi. Bu nedenle hafif bir deniz meltemi esiyordu. Şanslarına yağmurlu bir haftadan sonra yazdan kalma güneşli bir hava vardı. Taşlı yoldan geçip müzenin girişinde giriş ücretini de ödedikten sonra içeri girdiler. Bir yandan camekanlar içindeki eşyalarından olduğu odalarda geziyor bir yandan da İzim’in anlattıklarını dinliyorlardı. İzim neredeyse her eserin önünde durup önce fotoğrafını sonra eserle ilgili yazının fotoğrafını çekiyor daha sonrasında ise konuyla ilgili bildiklerini Efsa ve Cansel’e anlatıyorlardı. Üç kız da tarihle baya ilgililerdi. Efsa bahsedilen tüm tarihi yakınen yaşadığı için kızların bildiklerini bilse de Cansel ve İzim’in tarihe merakı ta lise zamanından geliyordu. Üçü birlikte tarihi ve tarihten konuşmayı çok seviyordu. İzim anlatıyor bazı noktalarda ise Cansel ve Efsa da konuya ilişkin ekleme yapıyordu. Eğer İzim arkadaşlarının söylediği şeyi kendisi bir kaynakta görmemişse araştırmak üzere not alıyordu. Müze geniş birkaç avlunun birleşimi şeklinde tasarlanmıştı. Kraliyetin kuruluş ve ilk yükseliş döneminin eserleri ilk iki avluda sergileniyordu. En orta avlu kraliyetin en parlak döneminin eserlerini barındırıyordu. Son iki avlu ise duraklama ve çöküş dönemi eserleriydi. Avlulara birbiri içinden geçerek gidiliyordu. Kızlar kuruluşundan başlayarak tek tek avlular ve avluların içindeki odaları gezmeye başlamışlardı. Her avlunun ortasında o döneme ilişkin en dikkat çekici eser sergileniyordu. Kızlar sohbet ederek orta salonu gezmek için girdiler. Salonun en ortasında iki eser sergileniyordu. Bir taç ve bir kılıç. Taç altın rengi, ince bir tel üzerinde hale şeklinde yapraklardan oluşan, tam ortasında ise yakut renkli taş bulunduran bir taçtı. İnce altın işlemeciliği ve parıl parıl parlamasını sağlayan küçük taşları vardı. Kılıç ise gümüşi rengi ile parlıyordu. Simsiyah kabzası, görkemli desenler ile işlenmişti. Gümüş işlemeciliğinin güzel bir örneğiydi kılıç. Kral ve kraliçeden sonraki en rütbeli kişilerin savaşta kullandığı eşyalar olduğu yazıyordu bu eşyaların. Kızlar yavaşça kılıç ve taca doğru ilerledi. Normalde ortadaki esere en son diğer odaya geçmeden bakıyorlardı. Ama İzim kendini tutamamış doğrudan taca doğru yürümeye başlamıştı. Kızlar da onun peşinden. İzim taca yaklaştıkça etrafta bir ışık hüzmesi beliriyordu. Efsa önce etrafına baktı. Müzenin başka bir ışıklandırması var mı diye kontrol etti. Hayır yoktu. Ama gözle görebildiği bir gerçek vardı ki o da İzim taca yaklaştıkça aralarındaki ışık büyüyor ve belirginleşiyordu. Yanında yürüyen Cansel’e döndü. Durumu fark etmiş gibi durmuyordu. İzlediği kısa filmi anlatmaya devam ediyordu. Efsa yaşadığı anın gerçekliğini sorguluyordu beyninde. O kadar uzun zaman geçtikten sonra inanmakta zorluk çekiyordu çünkü. Tacın olduğu camekanın tam önünde durdular. İzim ve taç enerji bağıyla bağlıydı birbirine. Açıkça görüyordu Efsa. Büyüydü bu bağ. Bulmuştu. Yüzyıllar sonra kraliçe tam başucundaydı ve bunca zamandır fark etmemişti. Yaşadığı ve yanıldığı onca kişiden sonra daha ine detaylara bakmaya başlamıştı Efsa. Anlaşılan o ki bu sefer de ince detaylarda kaybolmuş ve gözünün önündekini görmemişti. Ama artık çok da bir önemi yoktu. İzim İlda’ydı. En yakın arkadaşı şimdi de en yakın arkadaşının bedeninde dönmüştü ona. İçi içine sığmıyordu Efsa’nın. İlda’yı bulmanın mutluluğuyla çığlık atmak , ona sarılmak, yıllardır yaşadıklarını oturup konuşmak istiyordu. Ama bir süre daha bu olmayacaktı. Ne yazık ki. İçinde yaşadığı bu karmaşanın biraz olsun farkındalığa dönüşmesiyle birlikte başka bir şey daha fark etti. Hadi ama bunun olma ihtimali yüzde kaçtır ki, diye geçirdi içinden Efsa. Anlaşılan hayat bugün onu şaşırtmaya kararlıydı. |
0% |