2. Bölüm

2.Bölüm: Kurtlar Yuvaya Dönüyor!

Gökçe kız
geceyekalanlar

'Her şeyi zamana bıraktık, zamanımız var mı bilmeden..'

~Özdemir Asaf

 

 

 

Denizli, Babadağ

 

7 Yıl Sonra;

 

 

 

“Güzel annem, bal annem! Yapma ne olursun böyle, çok üzüyorsunuz beni şu anda!” Mis kokulu canım annem yüzüne yüzüne sırnaşan kollarımı ittirip mutfağa kaçtı.

 

 

“Alışık olmadığım yerler değil ki anne! Hem ne kadar bekledim ben bu atamayı biliyor musun?” Babam açık televizyonun kumandasını alıp kapama düğmesine bastı. Yüzüme hem kızgınlık hem de bıkkınlıkla bakıyordu.

 

 

“Değiştirdin gece değil mi?” Gözlerimi hemen yüzünden çekip perdelere baktım. Güzel perde, babaannem fazla renkli birisiydi hakketten. Göz yorucu kırmızı ve varak desenli perdeleri yok saydım.

 

 

“Gitmeyeceksin Âla, burada kalıp özel okullardan birisine gidersin. Paraya da ihtiyacımız yok Allah’a şükür.”

 

 

“Bizim paraya ihtiyacımız yok ama oradaki çocukların bana ihtiyacı var baba. Kararım da kesin, size haberiniz olsun diye söylüyorum.” Koltuğa çöküp dik bakışlarla yüzüne baktım. Kaşları hemen çatılmıştı.

 

 

“Laflara bak laflara! Murattan mı öğreniyorsun sen bu asilikleri?! Benim yüreğim 20 sene hop oturup hop kalktı, verecek başka senem daha yok!” Olay birazcık babama kaymıştı ama caymak yok! Pes etmek yok!

 

 

“Aşk olsun Güzide yenge, tüm kötülükleri benden niye biliyorsun ya?! Her şeyi kızın yapıyor vallahi!” Murat deri ceketini çıkartıp koltuğa attı kendisini. Arkamdaki yastığı kaptığım gibi yüzüne fırlattım. Gülerek kaçarken geri fırlattı yastığı.

 

 

“Kızıma yastık fırlatma lan?!” Babam sinirlenip yanındaki yastığı kaptığı gibi Murat’ın yüzüne yapıştırdı. Eli birazcık ağırdı, Murat ne ara yastık yediğini unutmuştu bile.

 

 

“Önce o fırlattı amca! Ona niye kızmıyorsun?!”

 

 

“Ay yeter! Ocakta yemeğim var, yanacak sizin yüzünüzden. Âla, sende hiç bir yere gitmiyorsun anneciğim. Boşuna ümitlenme, ayrıca o bavulu da görmedim sanma. Hemen kıyafetlerini dolabına yerleştir, yanıma gel yardım et yemeğe.”

 

 

“Gideceğim! Göndermezseniz de kaçarım!” Hepsi bir an yüzüme baktı, sonra üçü de kahkaha atmaya başladı. Yüzüm daha çok düştü, bildiğimiz dalga geçiyorlardı benimle!

 

 

“Nereye kaçıcan?”

 

 

“Kocaya!” Hemen ardımı dönüp merdivenleri ikişer ikişer çıkıp odama kaçtım. Ardımdan babamın bağırışlarını duyabiliyordum. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp yatağa yüz üstü attım kendimi.

 

 

“Ne yapıyorsun?” Murat odaya paldır küldür girip yanıma attı kendisini.

 

“Niye geldin, yalnız kalmak istiyorum biraz.”

 

 

“Amcam sen kaçınca beni dövmeye kalkıştı, bir süre buraya sığınacağım.” Kahkaha attım, yani babam gibi sinirli ve kıskanç bir adama yapılmayacak bir şaka yapmıştım.

 

 

“Gidecek misin gerçekten kuzi? İyice düşün kızım, İzmir çeşmeye gitmiyorsun sonuçta.”

 

 

“Yabancı değilim Şırnak’a Murat. Küçüklüğüm doğuda geçti benim, alışığım.” Tavandaki bakışları yüzümü buldu, hem muziplik hem de hüzünle baktı.

 

 

“Yalan yok özleyeceğim seni, şimdi kiminle ev ahalisinin canını okuyacağım ben?!” Kara kara düşüncelere daldığında gerçekten bunu düşündüğünü anladım.

 

 

“Arada gelirim buraya, büyük bir kaos ortamı oluştururuz, tekrar gelene kadar o size yeter.” Kahkaha atıp saçlarımı hızlı hızlı karıştırdı.

 

 

“Aptal mısın ya?! Yapmasana be!” Ellerine hemen vurup kalktım yataktan. Sinirle saçlarımı tarayıp makyaj pufuma oturdum.

 

 

“Sensiz çok sıkıcı olacak bu ev kızım!

 

Resmen huzur evine dönecek, bende annemlerle birlikte örgü falan yaparım heralde.” Ne kadar dalga geçermiş gibi konuşsa da gerçekten beni özleyeceğini biliyordum.

 

 

Babam gazi olmadan önce arada sırada olan akraba buluşmalarında karşılaşırdık Murat’la, en başlarda birbirimizden çekiniriz sonra kırk yıllık dost gibi eğlenirdik. Biz buraya taşınınca tek dostum o olmuştu, dertlerimi dinleyen, her zaman yanımda olup beni mutlu etmeye çalışan kardeşim gibiydi.

 

 

“Ne güzel işte, bir işe yararsın. Bana da atkı falan ör, üşürüm şimdi oralarda.” Yüzü daha da düştü. Bundan sonra bu evde geçireceği sıkıcı günler gözünün önüne gelmiş olmalı.

 

 

“Kanka falan yaparsan hemen bana fotoğraflarını at. Bakayım ben bir sana uygun mu arkadaşlar diye.” Gözlerimi devirip kolundan tuttuğum gibi odamdan dışarıya attım.

 

 

“Âla! Duydun mu? Bana atacaksın, bakayım ben bir.”

 

 

“He canım he! Gelecekteki canım arkadaşlarımın başını senin gibi bir belaya bulaştıramam. Bir beddua daha almaya hiç niyetim yok!”

 

 

“Unutsana sen onu kızım! Gaye takıntılıydı bana, o yüzden etti sana beddua.” Okuldan arkadaşımdı Gaye, ilk başlarda iyi anlaşırdık. Sessiz sakin, kimsenin varına yoğuna karışmazdı. Sonra benim deccal kuzenimle tanıştı, bir yıl içinde kapımın dışındaki deccal kızı da kendisine benzetti. Murat ayrılmak isteyince kız büyü yaptı, bana da beddua etti. Allahtan tutmamıştı da paçayı yırtmıştı.

 

 

“Hadi git aşağıya bir bak ben orada mıyım.” Kapının kilidini çevirip yatağıma tekrardan oturdum. Murat kapıya bir kez vurup gitmişti, sessizlikte kafamı dinlemeye çalıştım.

 

 

Annem ve babamın kabul etmediği şeyi çok iyi anlıyordum. Korkuları, telaşları başıma bir şeyin gelmesiydi. Annem yıllar önce doğu şehirlerini ardımızda bırakıp Denizli’ye geldiğimize sevinirken benim planlarımdan habersizdi. Başımıza gelen olayların psikolojisiyle bir sene mezuna kalmıştım. Sınıf öğretmenliği okuyup iki sene atamamı beklemiştim ve sonunda istediğim olmuştu. Şırnak’ın Silopi ilçesi çıkmıştı.

 

 

Ne derece tehlikeli olduğunu görebiliyordum ancak bu benim hayalimdi. İlkokulda bile öğretmenime öyle özenirdim ki eve geldiğimde annemin elbiselerini giyer, takılarını takar yastıktan öğrencilerime ders anlatırdım. Hatta anlatırken tıkandığım yerde yastık öğrencilerime bağırır, kızardım.

 

 

 

 

1 Hafta Sonra;

 

 

Geçen günlerin sonunda annemi ikna etmiştim Şırnak’ta görev yapmama ancak babam bir türlü tamam diyememişti. Benim kararımdan vazgeçmeyeceğimi çok iyi bildiği için de sessiz kalmaya çalışmıştı. Bugün internetten bulduğum eve bakmaya gidecektik ancak babam tek bir istediği olduğunu söyleyip lojmanda kalmamı istedi. Onu kırıp gözünün arkada kalmasını istemediğim için kabul etmiştim. Kaldığım lojmanda babamın askerlik arkadaşı Erdal amca ve ailesi vardı. Yabancılık çekmeyeceğimi de dile getirip durmuştu.

 

 

Erdal amcanın oğlunu hatırlıyordum, Yiğit. Eskiden sürekli benimle uğraşıp dalga geçer, canımı sıkardı. Asker olmak gibi bir hayali vardı ancak annesi Derya teyze izin vermemişti. Şimdi hangi mesleği yapıyor, nerede hiç bilmiyordum.

 

 

“Âla!”

 

“Efendim anne?”

 

“Kışlıkları buraya koydum, salçaların da hepsini açma. Şimdi yorgun argın gelirsin işten, hazır yemekleri de poşetleyip buraya koydum annem.” Hızlı hızlı konuşup bir yandan da reçel kavanozlarını yerleştiriyordu.

 

 

Kollarımı beline dolayıp sırtına sıkıca sarıldım. İçinin buruk olduğunu, korktuğunu çok iyi biliyordum ancak bundan uzak kalamazdım.

 

 

“Biricik annem benim! Niye yoruyorsun kendini bu kadar? Kaç yaşına gelmiş kızım, senden öğrenmişimdir bir şeyler değil mi?”

 

 

“Geçen gün yaktığın yumurtaları söylememi ister misin?” Kafamı hızlıca iki yana salladım.

 

 

“Ya! Söyledim ya babaannemleri uyandırmaya gitmiştim! Murat’a emanet etmiştim ama çok yanlış kişiymiş de haberim yok!” Sıkı sıkı sardığım ellerimde bana doğru döndü, saçlarımı güzelce sevip anlımdan öptü.

 

 

“Hep arayacağım, soracağım, bıktıracağım o güzel canından seni. Âla’m..”

 

 

“Kendine çok dikkat et, bir canım hep burada olacak. Sana bir şey olursa, dayanamam. Ufacık bir tehlike sezsen bile hemen bize söyleyeceksin, baban gerekeni yapacak. Tamam mı annem?” Gözlerim dolsa da ağlamadım, ağlarsam ikimizi kimse durduramazdı.

 

 

“Hiç bir şey olmayacak bana, gönlünü ferah tut. Hem ben korkak bir kızım, tehlike sezmesem bile söyleyeceğim babama!” Gülerken sıkıca sardı beni tekrardan.

 

 

“Ooo aile saadeti ama ben yokum? Alındım, gücendim.” Şapşal Murat söylene söylene gelip annemle ikimize sıkıca sarıldı. Öyle sıkıyordu ki insan nefes alamazdı!

 

 

“Nefes alamıyorum çocuğum bıraksana!” Murat cıkcıklayıp omuzlarını silkeledi. Gerçekten salaktı bu çocuk, başka bir açıklama bulamıyorum!

 

 

“Karımla kızımı bir saniye içinde bırakmazsan topuklarına sıkacağım!” Babamın içeriden gelen bağırışıyla hızlıca bizden uzaklaştı. Babamdan bu derece korkması, şu anda yüzünün aldığı hal o kadar komikti ki insan gülmeden edemiyordu.

 

 

“Emir büyük yerden.” Ellerini teslim olurmuşçasına kaldırıp içeriye gitti. Babamla dalaşıp, kavga ettiklerini seslerden anlıyorduk. Normal halleri oldukları için artık şaşırmıyorduk.

 

 

“Derya çaya çağırdı, gitmeden bir uğrayın dedi. Bir kıyafetlerin kaldı, onu da sen halledersin. Bir gidelim, uzun zamandır görüşmüyoruz.” Annem ellerini yıkayıp babamın yanına gitti.

 

 

“Derya kim?” Murat salatalığı hayvan gibi yerken tek gözünü kırpıp sorgularcasına yüzüme baktı. Gözlerimi belertip yakamı silkeledim.

 

 

“Yuh be adam! Annen yaşında, annen!”

 

“O anlamda mı dedim kızım?! Kim anlamında sorduk Allah Allah. Adımız çıkmış dokuza inmez sekize.” Küskünce yüzüme bakıp cama çevirdi yüzünü. Gülerek koluna vurup yüzünü döndürmeye çalıştım.

 

 

“Tamam tamam, trip mi atıyorsun bir de? Askere de biz gidelim mi Murat?” Yeni nesil erkekler çok prenses yahu!

 

 

“Of benim bir de bedelli işi var! Babamlar hayatta o parayı vermezler bana.” Murat’ın babası Cemal amcam askerliğini 16 ay Hakkari’de yapmış bir adam, babam Gazi Yüzbaşı Cemil komutan iken sülalemizin yüz karası Murat utanmadan askerlikten kaçıyordu.

 

 

“Sen bu fikrini bir babamlara söyle de gör gününü, askerliğini uzatmak için ikisi de elinden ne geliyorsa yaparlar vallahi, demedi deme!” Oflaya puflaya salatasını yedi, benimle uğraşıp tadımı kaçırdı sonra gelip güldürdü. Dengesiz Deccal yeminle.

 

 

Annem en hızlı keklerinden birisini yapıp tabağa koydu güzelce. Murat keklere uzansa da kedi gibi annem düşmanı itinayla püskürttü. Derya teyzelerin kapısına gelip kapıyı çaldık. Apartmanda Allahtan asansör vardı, babamın onca sene geçmesine rağmen merdivenlere bile moralinin bozulduğunu biliyordum ve onun üzülmesini asla istemiyordum. Gözlerinde mutsuzluk gördüğümde içim parçalanıyordu.

 

 

“Hoşgeldiniz!” Derya teyzeyle Erdal amca mutlulukla karşılayıp kucakladı hepimizi. Babam eski dostunu görünce biraz duygulanmış olacak ki gözlerinin hafiften dolduğunu gördüm.

 

 

“Anne, kim gelmiş?” Oturma odasına geçerken sağımdaki kapı açıldı. Yıllar geçse bile hala o gıcık yüz ifadesini taşıyan Yiğit çıktı karşımıza. Gözleri ilk beni görünce şaşkınlığa düştü, sonra ailemi görünce mutluluğa dönüştü. Babamı görünce üzerindeki dağınık tişörtü saygıyla düzeltip hazırola geçti.

 

 

“Yiğit Yılmaz, Bursa, emredin komutanım!” Babam bile bu haline gülmeye başladı, bunları duymayı özlediğini biliyordum. Askerlik babam için bir meslek değildi çünkü, yaşam nefesiydi. Amacı, nedeni, kalbi, sevdasıydı. Bunları biliyordum çünkü beni de öyle yetiştirmişti.

 

 

“Şuna bak! Kocaman olmuş, yaşlanmışız biz Erdal!” Salona geçip sohbete devam ettik. Derya teyze çayları getirmeye gittiğinde yardım etmek istesem de şiddetle karşı çıkıp beni yerime oturtmuştu.

 

 

Yanımda oturan Murat etrafın yabancılığıyla çekingen çekingen oturuyor, uslu bir insana benziyordu. Sıkıldığını kulağımın dibinde öfleyip püflemesinden anlıyordum ve sağ böbreğine dirseğimi geçirdim.

 

 

“Âla, hayırlı olsun kızım. Buralarda öğretmenlik zordur diyeceğim ama Cemil’in kızına buralar tatil gelir sanırım!”

 

 

“Teşekkürler Erdal amca, yabancı değilim bu topraklara çok zorlanacağımı düşünmüyorum. İnşallah düşündüğüm gibi olur.” Herkes hep bir ağızdan dualarını etti.

 

 

“Yiğit, sen neler yapıyorsun oğlum?” Annem yanında oturan adamın dizine sevecenlikle vurup ona doğru döndü.

 

 

“Avukat oldum Zeynep teyze, büro açmayı düşünüyorum şimdi.” Murat kulağıma eğilip kimsenin duymayacağı şekilde fısıldadı.

 

 

“Bu mesleklerin arasında kendimi çok kötü hissettim. Keşke okusaydım, çok cahil kaldım ben şu anda!” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp kolunu cimcikledim.

 

 

“Yeğenin mi Zeynep?” Derya teyze Murat’ı gösterip sohbeti bize yöneltti. Annem’in gözlerinde Allah korusun ifadesi varken sırıtmaktan kendimi alamadım.

 

 

“Cemil’in yeğeni, Murat.” Deccal kuzenim efendilikle kafasını sallayıp merhaba efendim dedi. İçinden konunun mesleğe gelmemesi için dua ettiğine yemin edebilirdim!

 

 

Murat başı boş gezen yalnız bir kurttu. Amcamın paralarını ve dedemin emekli maaşını yemeğe bayılır, başını belaya sokması da hobisi olurdu.

 

 

Susadığım için ayağa kalkıp mutfağa gittim. Az önce Derya teyzeyi bardakların olduğu dolabı açtığında görmüştüm, orayı açıp su bardağını aldım.

 

 

“Bizim çocuk Âla büyümüş, bir de öğretmen olmuş ha? Bunu eskiden söyleselerdi aralıksız gülerdim sanırım.” Yiğit ardımdan gelmiş omzunu da dolaba yaslayıp benimle uğraşmaya başlamıştı.

 

 

“Bende diyorum nasıl dayandı şu saate kadar, neredeyse olgunlaşmışsın diyecektim Yiğit.” Gözlerimi devirip yanından geçecekken kolunu kapıya uzatıp çıkmama engel oldu.

 

 

“Aslında gelmen iyi oldu, canım sıkılıyordu. Seninle uğraşmayalı uzun zaman oldu.” Kapıda ki kolunu tüm gücümle ittirip kapıdan çıkıp ona döndüm.

 

 

“Kendine başka bir eğlence bul, seninle uğraşamam… çocuk.” Son söylediğimde yerinde dikleşip sinirle yüzüme baktı. Yüzünün bu hale gelmesi içimi soğuturken ona ardımı dönüp salona geri girdim.

 

 

Biraz daha oturup evime gitmiştik. Yiğit özür dileyip odasına çekildiğinde rahat bir nefes almıştım. Çoluk çocukla uğraşacak kafa yoktu bende, huzurlu sessiz sakin bir hayat istiyordum.

 

 

Saat gece yarısına geliyordu, annemlere salonda yatak açmıştım. Odama gidip bavullarımı açtım, o kadar çok eşya vardı ki sabaha kadar bunları katlamakla uğraşacaktım. Kazaklarımı güzelce çıkartıp dolaba yerleştirdim, askıya asılması gereken ceket ve elbiselerimi de yerleştirdim. Burada giyemeyeceğim mevsimlik kıyafetlerimi de bazamın altına koydum.

 

 

Odamdaki bir çok dağınıklık gitmiş, daha derli toplu duruyordu. Pantolon ve eşofmanlarımı da yerleştirip bavulları dolabın üstüne koydum. Makyaj malzemelerim ve takılarım kalmıştı sadece. Takılarımı koyduğum çantamı açıp aynalığın üstüne döktüm hepsini. Çantama atmadan önce kutulara yerleştirdiğim için çok dolanmamışlardı.

 

 

Gözlerim siyah kutuya takıldı, kadife kumaşı diğer kutuların içinde gayet göze çarpıyordu. Kutuyu avuçlarıma aldım, ağırca açılan kapağını açtım.

 

 

İçinde yalnızca bir kolye vardı. Etrafı demir sarmaşıklarla sarılmış, açık kahve renginde parıldayan bir taş vardı. Uzun zincir taşı tutuyordu. Kolyenin taşıyla aynı renk olan gözlerim bulanık görmeye başladı, anılar bir bir aklıma düşüverdi.

 

 

Flashback!

 

 

Lisenin 3.sınıfındaydım o zamanlar, doğum günümün üzerinden iki hafta üç gün geçmişti. Aile arasında bir pasta kessek de çevremdeki bir çok kişi doğum günümü kutlasa da beklediğim kişi kutlamamıştı, kutlayamamıştı.

 

 

Göreve gittiği için haber alamıyordum. Gerçi alabilsem bile doğum günümü kutlayacağını düşünmüyordum. O gün Elif’in yanına lojmana gitmiştim, gece bankta oturmuş onu beklerken onun sert postal sesini, kokusunu anımsamıştım.

 

 

Gözlerim olduğu yeri biliyormuş gibi hemen o tarafa dönmüştü. Gerçekten de ardımda bana doğru geliyordu, elinde siyah bir kutuyla. Mavi gözleri etrafta gezindi, tekrar bana döndüğünde ona baktığımı gördü.

 

 

“Hoşgeldin Alparslan.. abi.” Kafasını sessizce sallayıp teşekkür etti. Elindeki kutuyu bana doğru uzattı, şaşkın bakışlarım bu sefer ellerine düşmüştü.

 

 

“Bu ne?” Kutuyu sessizce ellerinden aldım, yanımdaki boşluğa oturup karşıya baktı. Bankta en uca oturması içimi yaksa da ses etmedim.

 

 

“Geçmiş doğum günü hediyesi.” Şaşkınlığım büyürken kocaman gülümsemiştim. Kollarım benden uzakta oturan adamın boynuna sıkıca sarıldı. Kalbimin ritmi göğsüne vuruyordu, emindim çünkü çok yakınındaydım.

 

 

İlk defa.

 

 

“Çok teşekkürler, düşünmen yeterdi.” Ne yaptığım yeni yeni aklıma gelirken kollarımı hemen çözdüm, eski yerime doğru kaydım. Heyecanım öyle büyüktü ki kalbim durmak bilmiyor maratona koşuyordu.

 

 

“Açmayacak mısın?” Kaşlarını kaldırmış yüzüme bakarken salaklığıma bir kez daha içimden küfür ettim. Bakışlarımı güzel mavilerinden alıp kutuya döndüm. Kadifemsi kumaşı içimi hoş etmişti. Kapağını açtığımda çok güzel bir kolyeyle karşılaşmıştım.

 

 

“Beğendin mi?” Kafasını hafifçe eğmiş yüzümü görmeye çalışıyordu. Ona doğru döndüğümde sırtını dikleştirip yüzünü karşıya dikti tekrardan.

 

 

“Çok beğendim, gözlerimin rengine benziyor bak!” Kolyeyi kutudan çıkartıp taşını gözlerimin yanına koymuştum. Karşıdaki bakışları ok gibi yüzümü bulmuştu. Mavi hareleri bir taşta bir gözlerimde gezindi, sessizce kafasını sallayıp beni onayladı.

 

 

Flashback son!

 

 

Kolyeyi taşından tutup kutudan çıkarttım. Geçmişin anıları tekrardan kapımı çalıyordu, karşıma tekrar çıkıyordu. O ipin koptuğu gün babama Denizli’ye gitmek istediğimi söylemiştim. Bir hafta içinde Tunceli’den hiç orada olmamışız gibi gitmiştik. Ne Elif’in yüzünü görmek istemiştim ne de onun. Söyledikleri kafamın içinde yıllarca yankılanıp kalbimin ortasına kor demiri bastırmıştı.

 

 

Şimdi ise canımı o kadar acıtmıyordu, zaman gerçekten her şeyin ilacı olabiliyordu. Yıllar geçtikçe yaralı yüreğim iyileşmiş, hayata tekrar dönmüştüm.

 

 

Boynumdaki kolyelerimin arasına avucumdakini de taktım. Zinciri uzun olduğu için soğuk taş göğüslerimin arasına düşmüştü, bir ürperti geçse de tenimden umursamayıp takılarımı ve makyaj malzemelerimi yerleştirdim.

 

 

Hava hafif hafif aydınlanırken yatmaktan vazgeçtim. Bugün annemler dönecekti Denizli’ye, şimdi uyursam akşama anca uyanırdım. Uykusuzluğa alışık olduğum için mutfağıma gidip güzel bir kahvaltı hazırladım.

 

 

“Ooo madem böyle şeylerin vardı niye söylemiyorsun köpek!” Kafamın arkasına inen silleyle Murat’ın geldiğini anlayabiliyorduk!

 

Tavadaki sigara böreğini ters çevirip masaya gömülmüş Deccal kuzenimin ensesine bir tane yapıştırdım.

 

 

“Sana da günaydın şeytanın asistanı!” Söylediklerime ağzındaki salatalıkla gülerken tiksinerek ondan uzaklaştım. Tam bir hayvandı, ne görgü bilirdi ne sofra saygısı.

 

 

“Denizli’de seni kaldıramıyorduk buraya gelince bir anda ev hanımı kesildin, gitmem buradan bak ha!” Korkarak kulağımı çekiştirip tahtaya vurdum.

 

 

“Allah korusun, Şırnak buna hazır değil.”

 

“Murat yemesene! Annemler uyandı mı?”

 

 

“Uyandık Âla’m uyandık, şunun sesinden uyanmayan kaldı mı ki?!” Babam sinirle mutfağa girip onun için ayırdığım masanın başına geçti.

 

 

“Amca bana niye üvey muamelesi yapıyorsun, kırılacağım artık ama bak!” Murat alınmış gibi göğsünü tutup bakışlarını cama çevirdi.

 

“Keşke üvey olsan, cami avlusuna bırakır giderdik seni de rahat ederdik ailecek!”

 

 

“Cami avlusu için biraz büyüdüm be amca.” Babam gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp susmayı tercih etti. Eğer güldüğünü Murat görürse daha çok şımarır, coşar diye çok yüz vermiyordu.

 

 

Annem de geldiğinde çayları koyup kahvaltımıza başlamıştık. Şeytanın asistanı olan Deccal kuzenim hayvan gibi kahvaltıya dalmasına artık şaşırmıyorduk. Çayını höpürdeterek içtiğinde babam ters ters Murat’a baktı.

 

 

“Birazdan yola çıkarız amca, hazırlanın siz de.”

 

 

“Zeynep, biz Murat’la dönelim sen biraz daha kalabilirsin istersen. Seni almaya tekrar geliriz.” Babam burada amcam olmadığı için zorlanıyor, gururundan da söyleyemiyordu. Annem ne kadar yardım etse de iri yarı bir babam vardı.

 

 

“23 saat nasıl gelip gideyim ben yine amca?! Yerleştirdik bunu zaten, bakar kendisine. Gidelim yengem demi?” Murat hışımla karşı çıkıp bağırdı bir anda. Babamın çatık kaşlı yüzünü görünce ağzını hemen kapatıp sessizliğe büründü.

 

 

“Bakma çocuğa Cemil, haklı. Geliriz yine şimdi gidelim.” Gitmelerine birazcık üzülsem de belli etmedim. Alışmalıydım yalnız yaşamaya, kaç yaşına gelmiştim canım!

 

 

Annemleri sıkı ve bol öğütlü bir yolculamadan sonra salonuma girdim. Evin sessizliği bana yabancıydı. Ne kadar görmezden gelsem de dedem ve babaannemin kavga etmelerini, yengem ve amcamın her dakika dip dibe durup hiç ayrılmamalarını, annemin sürekli beni koruyup kollamasını, babamın kendi sessizliğinde neler anlattığını anladığım anıları, Deccal Murat’la evden sürekli kaçıp dışarılarda gezip tozmayı özleyecektim.

 

 

Düşüncelerin arasında canımın şeftalili meyve suyu ve sufle çekmesiyle ayağa kalktım. Dolabımda ev yemeklerinden başka hiç bir atıştırmalık yoktu, markete gitmem gerekiyordu. Üzerime kabanımı geçirip cüzdanım ve telefonumu aldım. Buraya geldiğim zaman etrafı gezmiş, ne var ne yok öğrenmiştim çevreyi. Şu an tek istediğim bir marketti o da lojmanın dışındaydı.

 

 

Lojmanın olduğu sokaktan on dakika uzaklıktaydı, yürümek bana iyi gelirdi hem. Döndüğüm arayla marketin ışıklarını görmüştüm. Oraya doğru yürüyecekken önüme kırılan siyah bir jeeple durmak zorunda kaldım. İçinden tipleri hiç tekin olmayan iki adam indi, yüzüme bakarken pis pis gülüyorlardı.

 

 

Hiç düşünmeden ardımı dönüp lojmana koşmaya başladım. Beş dakika peşimdeki şerefsizlerden kaçabilmiştim, lojmanın olduğu sokağa dönmemle saçımı tutan sert eller beni geriye çekmişti.

 

 

“Selam güzellik!” Burnuma yediğim sert yumrukla kafam duvara çarptı, burnumun sızısına kafamın acısı da eklendi. En kötüsü de gözlerimin gittikçe kararmasıydı…

 

 

 

 

Yazardan;

 

 

Suriye, Azez

 

 

 

“Pençik 2, pençik 3 ses ver!”

 

 

“Komutanım Cengiz yerinde değil!”

 

 

“Kartal nerdesin?!”

 

 

Alparslan tetikteki parmağını bir kez daha hareket ettirdi. Yıkılmış duvarda korunduğunu sanan terörist kafasına yediği kurşunla yere yığıldı. Parmakları göğsündeki telsizin düğmesini açtı hızlıca.

 

 

“Tuğrul, koruyacağım seni git, cengiz’i bul! Çık!” Dirseğini koyduğu topraktan kaldırıp zikzak çizerek karşıdan gelecek tüm kurşunları engelledi, ardı ardına kurşun sıktı.

 

 

Deli Tuğrul son hızla koşarak Snaper olan Kartal Cengiz’in olduğu binaya girdi. Duvar dibinden tetikte giderken binanın merdivenlerinde elindeki keleşle etrafı kolaçan eden teröristi gördü.

 

 

“Orospu çocukları.” Fısıltısını yalnızca o ve tim duymuştu. Bacağındaki kemerden kasaturasını çıkartıp sessizce yaklaştı teröristin ardından. Tam arkasındayken elini saçına daldırıp kendine çekti, açılan boynuna kasaturanın keskin demirini geçirip sessizce yere bıraktı. Bıçağına bulaşan kanı umursamadan bacağına tekrar takıp merdivenlerden dikkatlice çıktı.

 

 

Cengiz diz çöktürülmüş bir şekilde üç teröristin karşısında duruyordu. Dik bakışları kansızların üzerinden ayırmazken karşılarındaki Türk askerinin onlara dalga geçermiş gibi bakması zorlarına gitmişti.

 

 

“Şimdi senin gırtlağını keseceğim, o zaman da böyle gülebilecek misin bakalım. Maho, videoyu başlat.” Tuğrul içinden edebileceği tüm küfürleri ederken ardını kontrol edip diğer bacağındaki Sar9 çıkarttı. Emniyetini sessizce açıp karşısında ki kansızlar daha ne olduğunu anlamadan alınlarına sıktı. Hepsi tek tek isabet etmişti.

 

 

“Aksiyon olsun diye bu kadar beklemiyorsan orospu çocuğuyum!” Cengiz ayağa kalkıp canından çok sevdiği silahını aldı. Yeleği ve kaskını hızlıca takarken Tuğrul’un güldüğünü duydu.

 

 

“Böyle daha heyecanlı oluyor aga!” Cengiz telsizini takıp silahını tekrar aldığında temkinli adımlarla aşağıya indiler.

 

 

“Pençik 3, pençik 2 Kartal yuvada.” Alparslan kurşun yağmurları arasında rahat bir nefes aldı. Tuğrul söylediklerinden sonra gülerek ardından gelen adama baktı.

 

 

“Pençik 6, Pençik 2 telefon var.” Alparslan gelen haberle duvarın arkasına tekrardan geçti, on metre uzağında duran Furkan’a baktı. Emrini bekliyor, yanına gelmesini emretmesini bekliyordu.

 

 

“Gel.” Alparslan verdiği emirle aynı anda ardını dönüp duvardan çıktı, Furkan’ı gelebilecek her türlü kurşundan korudu. Furkan zikzak çizerek Alparslan komutanının yanına gelmişti. Ardını dönerek oturdu, sırtındaki ağır çantada askeri telefon vardı.

 

 

“Oğuz, koru bizi.” Alparslan silahını yere bırakıp Furkan’a döndü. Elinde tuttuğu telefonu alıp kulağına dayadı.

 

 

“Üsteğmen Alparslan Özkurt, emredin komutanım.”

 

 

“Yarbay Erdal Kahraman, Suriye’de ki göreviniz bitti. Öğretmenlerimizden Âla Baltacı Şewran tarafından kaçırıldı, sizinle beraber bu adamın peşinde olacağız. Eve dönüyorsunuz çocuklar, Allah yardımcınız olsun!”

 

 

“Emredersiniz komutanım!” Telefon kesilirken Alparslan üzerindeki şaşkınlıkla telefonu yerine koydu. Bir anlık kulakları tıkandı savaş ortamına, kurşun seslerine.

 

 

Âla..

 

 

“Tim! Toparlanın, kurtlar yuvaya geri dönüyor!” Alparslan telsizinden son kez konuşup son mermisine kadar oyun oynadığı teröristleri tek tek indirmeye başlamıştı.

 

 

“Vallaha mı?!” Oğuz sevincini saklayamamıştı.

 

Kaç ay olmuştu buraya geleli? Kaç ay olmuştu normal insanlar gibi yaşamayalı?

 

 

“Ben şimdi bunların anasını sikmez miyim?!” Tuğrul deli lakabının yine hakkını vererek konuşuyordu telsize.

 

 

“Çocuklar var lan burada, azıcık terbiyeli ol!” Gökhan günlük hobisini yerine getirip hem Tuğrul’a hem de timin en küçüğü olan Furkan’a lafını atmıştı.

 

 

“Kulaklarını tıka Furki, yaşın yetmeyecek konuşacaklarıma.”

 

 

“Kapattım komutanım!”

 

 

“Aferin lan!” Tuğrul yaratıcı kulak sızlatan küfülerine başlayacakken Alparslan’ın sesi telsizde yankılandı.

 

 

“Oğuz, şunlara bir konfeti hazırla aslanım. Görüşürüz hediyemiz olsun.” Tüm tim hep bir ağızdan güldü, Oğuz sırtındaki çantadan malzemelerini çıkartıp komutanının dediği gibi büyük bir konfeti hazırladı.

 

 

“Sürprizi nereye koyayım komutanım?”

 

“Tanktakini indiriyorum.” Oğuz sessizce kafasını sallayıp hazırladığı bombayı dikkatlice tuttu. Komutanı Alparaslan’ın indirmesini beklerken tankın içinde ki kansızı tahrik ettiğini anladı. Akılsız terörist bir türlü vuramadığı askere sinir olup tankın korunaklı kalkanından çıktı. Yanındaki keleşe uzanamadan kafasının ortasına bir kurşun yemişti.

 

 

Oğuz saklandığı duvardan koşarak tanka ilerledi. Bombanın altına yapıştırdığı hamuru tanka yapıştırdı. Tankın içine girip biraz daha meydana doğru sürdü, şerefsizlerin çoğunluk olduğu bölge buradaydı, tank onlara ait olduğu için şüphelenmemişti hiç birisi.

 

 

“Turgut, Gökhan, Oğuz’u koruyun tanktan çıkacak. Kartal gözün orada olsun.” Herkes emredilen konuma geçti, Oğuz gelen emir ile tanktan bir anda çıktı. Teröristler daha ne olduğunu anlayamadan Oğuz, Alparslan komutanının olduğu yere gelmişti.

 

 

“Korunun gençler, konfetiyi patlatıyorum!” Oğuz elindeki kumandadaki düğmeye bastığı anda arkalarında büyük bir gürültü koptu. Ortam sis, toprağa bürünürken kurşun sesleri susmuştu.

 

 

“Ecdadının belasını sikeyim Oğuz! Götüme şarapnel saplandı lan!” Turgut poposunun üzerinde ki küçük parçaya bakıp daha çok yüzünü buruşturdu. Tim telsizden duyduklarıyla kahkahaya boğuldu. Alparslan silahının dürbününden ortamı iyice izledi. Görünürde kimse yoktu, sis olsa bile ellerinde ki silah özeldi. Dürbünü sis ve karanlığa özel üretilmişti.

 

 

“Görüş var mı Kartal?”

 

“Temiz komutanım, gidebiliriz.”

 

 

Bölüm : 22.11.2024 14:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...