Yeni Üyelik
48.
Bölüm

Elveda İstanbul

@gevezeyazar

 

Ver ellini yürüyelim.

 

sol yanın, son yolum olsun...

 

 

Geçmişi yakıp kül ederken harladığım ateşte Dinçer’i de yakacağımı biliyordum. Yaktım, yandı belki de yandık. Oysa hissetmesi gerekmez miydi küllerimizden yeniden doğmak istediğimi. Bakışlarımdan anlamaz mıydı ne kadar sevdiği mi? Anlamıştı belki de ama öfkesi bu defa ona da ağır gelmişti. Yenik düşmüş gözleri mutluluktan değil öfkeden parlıyordu bu defa.

Dakikalardır baktığı kağıtlarda Yeniden Doğuş Otel’ine ait tüm haklarımı devrettiğim yazıyordu. Elim titremeden altına attığım imzayla söz hakkı bile vermemiştim Dinçer’e. Ama asıl öfkesi imzamın hemen yanında olan imzasıydı bilmeden attığı imza ile tüm haklarımı kabul ettiğinin kanıtıydı.

Öfkesi ikimizi de yakmaya yetecek kadar keskindi. Sıktığı yumruklarının şiddeti parmak boğumlarının beyazlığından belli oluyordu. Şiddetli derin derin aldığı nefeslerle öfkesini bastırmaya çalışsa da başarılı olamadığı ortadaydı.

“Bana bunu neden yaptın!” diye kükrediğinde öfkesi gerçekleri göremeyecek kadar kör etmişti karşımda Dinçer değil de bir başkası vardı sanki.

Yılların verdiği esaretten kurtulmanın en güzel planını yapmıştım kendimce. Yıllar önce kaçarcasına geldiğim memleketime başım dik dönecektim. Nasıl anılarımı bir bavula sığdırıp geldiysem bir bavula da sığdırıp geriye dönecektim.

“Gitmek istiyorum. Daha fazla bu şehirde kalmak istemiyorum.” Tüm cesaretimi toplayarak gözlerinin içine baka baka neyi neden yaptığımı anlatmak istedim. Yanlış zamandı belki ama istediğim sadece her şeyi ardımda bırakarak gitmekti. Dinçer dışında.

“Gitmek istiyorsun?” öfkesi yerini şaşkınlığa bırakırken bulunduğumuz durumdan bende pek memnun değildim. Firar etmeyi dört gözle bekleyen mahkumlar gibi göz pınarlarımda toplanan yaşları geri göndermek için birkaç saniye gözlerimi kapattım.

Gözlerimi açarak birkaç adım ileriye gittim aramızdaki mesafeyi kapatmak için “Evet gitmek istiyorum.” Diye tekrarladığımda üzüntüyle çıkan sesimi neredeyse ben zor duymuştum.

 

Yaşamak böyle bir şey değil miydi? Bazen kayıplar bazen ayrılıklar. Her şeyin bir çaresi bulunurdu elbet ölüm dışında. Bir tek ölüme çare bulunmamıştı yer yüzünde. Gidenlerin ardın da birkaç fotoğraf karesi kalırdı. Geri de kalanlar nefes almaya yaşamaya devam ederdi. Bitirmek istiyordum bende içimdeki yası geride bırakmak zihnimin en arka köşesine itelediğim duyguları sonuna kadar yaşamak istiyorum. Çok mu şey istiyorum?

Tüm ezberlerim bozulmuş bir gün de hayatım elimden alınmıştı. Yarım kalan yıllarım eksik kalan yanımla koskoca şehirde küçüldükçe küçülmüş kendime küçük bir dünya kurmaya çalışmıştım. Hiç suçum yokken en büyük cezayı kendime kesmiştim. Bir günde değiştirdiğim hayatımda içimde kalan tüm keşkelerin yerine iyi ki yapmışım demeyi bırakacağım günler artık gelmişti. Ertelemekte neyin nesiydi.

 

Söylenecek çok şey vardı belki ama susmayı tercih etti. Bastırmaya çalıştığımız öfkemizin zehrinden korktuk belki de. Kalp kırmayı sevmezdim ama dilinde kemiği yoktu öfke dökülen cümlelerin altında ezilmekten belki de ilk defa korktum. Özenle seçmeye çalıştım kelimelerini ne kadar yeterli olurdu bilmiyorum ama canım dediğim adamın canını yakmak istemiyordum.

 

“Git o zaman Deren. Madem gitmek istiyorsun Git!” arkasını dönüp gittiğinde şaşkınlıktan bakmaktan daha ilerisine gidemedim bir süre. Sertçe kapanan kapı ile kendime geldim. Olduğum yere çakılıp kalmıştım sanki ne bir adım ileriye gidebiliyordum ne de geriye.

Nasıl bir olayın içine düştüm ben der gibi bakan Ahmet Bey’in ifadesine bakılırsa pek de memnun değildi halinden. Hak veriyorum tabi bende istemezdim amaçsız tartışmaya tanıklık yapmasını ama el mecbur olayı kurtarmaya çalışmalıydım.

“Kusura bakmayın Ahmet Bey konuştuğumuz gibi en kısa sürede tüm yasal süreci tamamlarsanız sevinirim.” Cevap verme tenezzülünde dahi bulunmadı adam haklı olarak evraklarını toplarken başıyla onaylamaktan ileriye gitmedi. Sessizce kapattığı kapı ardında artık yalnızlığım ve ben baş başa kaldık. Oflaya oflaya geçip oturdum bir köşe sakinleşmek için.

Kendimi ifade etmekte biraz eksik kalmış olabilirim de bunu da hak etmedik ben hayat yine yalnız kaldık iyi mi? Oysa basitti olay Uraz ve Beyza ikilisinden kurtulmak sevdiğim adamla hayatıma yeniden başlamak. Lakin gidiş yolum yanlış olunca doğru sonuca puan vermeden üzerini çizen eğitimcilerden farkı yoktu Dinçer Beyimizin.

Engel olmadığım iç sesimle amaçsız bir muhasebe içerisindeydim resmen. Bir yanım kendime gaz vermekle meşgulken bir yanım hatalısın otur oturduğun yerde diyordu. ‘Nasıl git diyebilir’ diyen sese anında beynimin solundan cevap geliyordu. ‘Gitmek istiyorum diyen sensin’. Beynimin sol lobu da doğru söylüyor sağ lobu da. Sonuç olarak hatalı olan ben isem hatamı telefi etmesi gerekende bendim.

Savaşta da aşkta da her şey mübahtır cümlesini benimseyerek derin nefes egzersizleri eşliğinde kendime son gaz cesareti vererek tıpış tıpış Dinçer Beyciğimin odasına doğru yol almanın vaktiydi. Nihayetinde sevgili kontenjanından faydalanarak birazcık naz birazcık da duygu sömürüsü yaparak problemleri fırsata çevirmenin kimseye zararı olmazdı.

Hüdaverdi’ye hak vereceğim hiç aklıma gelmezdi ama madeni bir parayı havaya atarak yazı gelirse içeriye gireceğim tura gelirce içeri gitmeyeceğim diyerek parayı bir daha bulamayacağım bir yere savurarak içeriye girmek gibi küçük bir senaryo düşünmeden edemedim. Hadi bir cesaret diyerek duyulması zor olan bir tıkırtıyla kapıyı tıkladım.

Birkaç saniye beklediğimde ses gelmedi. Çalışmadığım yerden soru çıkmıştı resmen oysa düşüncelerim arasında bu sahne yoktu. Gel diye bir ses duyacaktım sonra minik adımlarla boynum bükük gözlerim hafif yaşlı masum masum yanına gidecektim. Tekrar şansımı denemek için tıkladım. Yine cevap gelmedi aman be ne olursa olsun diyerek son cesaretimi toplayarak bir hışımla kapıyı açtım.

Son bir saattir yaşanan her şey rüya mıydı? Odanın içerisinde şöyle bir göz gezdirdiğimde hayal ettiğim senaryo yine yoktu. Neden böyle oluyordu nerede yanlış yapıyordum. Karşılaştığım manzarayla karşılaşacağımı düşündüğüm manzara arasında dağlar kadar fark vardı.

Hayal ettiğim Dinçer odasına geldiğinde öfkeden tüm odayı dağıtmış, kırmış, dökmüş olarak patlamaya hazır bir bomba gibi sinir nöbetleri geçirmesiydi. Karşılaştığım manzara ise rahat rahat arkasına yaslanmış keyifle kahvesini yudumlayan sevdiğim bir Bey Efendi. Bu kadarı biraz haksızlık gibi sağ gösterip sol vurmakta neyin nesi.

 

 

“Sen az önce bana git mi dedin?” evet saçmalama modumu açmış bulunuyorum. Neticede planladığım gibi gitmiyordu hiçbir şey gelişine yaşamak lazım.

“Gitmek istiyordun ben de git dedim.” Acaba sabrımı mı sınıyordu ya da yürek falan mı yedi. İkinci seçenek daha makul gelse de birazcık suçluluk hissettiğimden bir tık sakin kalabilirdim. Ama bu kadar da rahatlık olmazdı. Olmamalıydı değil mi?

“Eve gitmek istiyorum demedim Dinçer Trabzon’a dönmek istiyorum dedim!” sol ayağımı kaldırıp şiddetle yere vurduğumda topuğumun kırılmaması için masum bir dua etmiş olmamın bir sakıncası yoktu.

“Biliyorum Deren farkındayım.” Rahatlık seviyesi sinir kat sayımı son noktaya gelmek üzereydi veya gelmişti. Etrafım bakınıp taş yok mu taş diye göz gezdirmem bunun kanıtı olabilirdi. Ah bir taş olsaydı kafasına atı verseydim birazcık rahatlardım.

“İnsan bir gitme der, beni bırakıp nereye gideceksin der.” Karşına geçip neden gitme demiyorsun diye sorduğum adam keyifle kahvesinden bir yudum daha aldı. Merakla hareketlerini takip etmeye devam ettiğim gülüşüne denk geldim.

“Memleketine geri döneceksin Deren bunu biliyorum neden sormalıyım?” bakışlarım donup kaldı. Konuşmayı unuttum sanki lal oldu dilim. Bir karar vermiştim giymek istiyordum doğru ama bu denli umursamaz davranmasını beklemiyordum. En azından ne hissettiğimi neden böylesi radikal bir karar aldığımı sormasını beklerdim.

“Hoşça kal.” Diyebildim sadece. Oysa Deren’dim ben. Derleyen toplayan demekti ismimi anlamıyla değil de zıt anlamıyla taşıyordum sanki. Toplamak hak getire her zaman dağıtıyordum.

Kalbimde hissettim sızıyla arkamı döndüm sevdiğim adama. Boğazımda bir yumru vardı sanki yutkunamadım. Ciğerlerim oksijensiz kaldı nefes almadım. Yapabildiğim tek şey firar etmek isteyen göz yaşlarımı göz pınarlarımda saklı tutmak oldu. Gelişim kararlıydı gidişim hüsran. Birkaç adım attım tam kapıdan çıkmak üzereyken çarptığım bedenle duraksadım.

“Bensiz gidebileceğini mi düşünüyorsun?” gözlerimiz kesiştiğinde keyiften dört köşe olmak deyiminin hakkını verecek derece gülüyordu. Baya baya gülüyordu. Saniyeler önce kendimi karton kutu içerinde ormana bırakılmış kedi yavrusu gibi hissederken adam utanmadan karşıma geçmiş gülüyordu.

“Evet!” diyerek son kükrememi gerçekleştirmiş bulunmaktaydım. Bir adım geriye atarak yanından geçmeye çalıştım tekrar kırılmıştı sanki her yanım. “Tek başıma geldim. Tek başıma dönerim.” Son cümlemi söylemiş olmanın rahatlığıyla kapının kolunu açmak için hareketlendiğimde bileğimden tutmasıyla durmak zorunda kaldım.

Karadeniz’ime gitmek istiyorum hırçın dalgalarında huzur bulmaya. Sert mizacı olarak bilinen insanlarının kalbinde sakladığı merhamete. Yeşilin her tonunu barındıran doğal güzelliğine. Dik yamaçlarındaki eşsiz manzara gitmek istiyorum. Çocukluğum geçtiği sokaklarda yeniden yürümeye, yirmili yaşların başında yarım bıraktığım gençliğime otuz yaşımda kaldığım yerden devam etmeye gitmek istiyorum.

“Böyle bir ihtimale gerçekten inanıyor musun?” keyfimizden inanmadık herhalde karşıma geçip git diye defalarca tekrarlamıştı. İnandık diye suçlu mu oluyorduk.

“Evet.” Diye homurdandım sakince. İncitmekten korkar gibi yavaşça kendine çektiğinde burnuma dolan kokusuyla nefes aldığımı hissettim. Bir eliyle belimden kavrarken bir eliyle yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Gözleri gözlerimi bulduğunda öfke değil aşk vardı yine elalarında.

 

“Senin yanın benim yanım Deren. Gitmek istiyorum değil de gidelim demen gerekmiyor muydu?” küçük çaplı şovunun sebebi belli olmuştu. Kalbim bir tık kırılmış olsa da sonuç tüm kırgınlıkları silmeye yetecek güçteydi.

Gidelim demediğim için git dediğini idrak etmem birkaç saniyemi almıştı. Ruhumun üzerindeki ölü toprak anında savurmuştu kendini. Söylediği cümlenin hakkını veriyordu aslına bakarsak ‘Günün sonun da sarıldığın bensem affedemeyeceğim hiçbir şey yok.’ Dediğinde tam olarak bahsettiği bu andı.

Rahatlamanın verdiği huzurla başımı kalbinin üzerine yasladım. Saçlarımda hissettiğim eli narince incitmeden saçlarımı okşarken gözlerimi kapattım. Kulağıma gelen kalbinin sesi en güzel melodimdi.

İnsanın sevdiğine sarılmak için bahaneye ihtiyacı yoktur aslında. Özlediğimizde, korktuğumuz da ya da kavuştuğumuzda sarılmamalıyız fikrimce. Sevgiyi hissetmek istediğimiz her an fırsatımız varken sarılmalıyız. Tam olarak öyle bir andaydım kırgınlıkları yok etme bahanesiyle sıkıca sarılmış oksijen sadece kokusundaymış gibi tüm hücrelerimi kokusuyla doldurmuştum.

“Gidelim.” Dediğinde bir öpücük bıraktı saçlarıma durmadan devam etti sözlerine “nerede mutlu olacaksan orada filizlenelim.” Bir kez daha öptü saçlarımdan sonra usulca kulağıma fısıldadı “seni seviyorum” diye.

*****

Hayatı satranç oyununa benzetmek gerekirse eğer şah mat demiştim ve oyunu bitmişti. Geriye tek bir hamle dahi kalmamıştı. Rakibime fırsat vermeden önce atını, sonra fillerini sonra kalesini tarumar etmiştim. Tam anlamıyla tüm kamburlarımdan kurtulmuştum. Geriye tek bir şey kalmıştı. Yarım kalan hikayemi ait olduğum yerde tamamlamak.

Aradan geçen bir hafta da her şey rayına oturmuştu. Yeniden Doğuş Otel’i artık sadece gerçek kurucularının kontrolündeydi. Dinçer Demirkan ve Devran Akabey.

Ben ise küllerimden yeniden doğmaya gidiyordum. Yolumuz uzundu ama aşılmayacak gibi değildi. Çünkü yan yana isek tüm engelleri aşardık.

Sağ şeritten yavaş demeye yakın hızla yolu takip ederken beni takip eden sevdiğim bey de kendi aracındaydı. Gönül isterdi ki yan yana gidelim ama bu defa ayrı ayrı aynı yolda gitmek düştü kaderimize.

 

“Sırа sırа aşklar vаrdur, bu bаşkаdur yâr
Ben bağırsam burdаn sanа dağlar da duyar
Sırа sırа aşklar vаrdur, bu bаşkаdur yâr
Ben bağırsam burdаn sanа dağlar da duyar

At desem atma, sat desem satma
Başka aşk bakma sonsuza kadar
Sevdamı yakma, hâlimi anla
Bаşkа aşk bakma sonsuza kadar

Gel yаnumа tut elumi, bilmez misun kıymetumi?
Bаktuğum her yerde seni görüyorum yâr
Gel yаnumа tut elumi, çıktum yola dönmem geri
İstanbul’dan memlekete geliyorum yâr
İstanbul’dan memlekete geliyorum yâr

Gidişimizi en güzel özetleyen şarkı eşliğinde hızla devam ediyordu yolculuğumuz maceramıza sayılı saatler kalmıştı. Yeni bir güne merhaba dediğimizde adresimiz Trabzon olarak güncellenecekti.

 

 

O zaman ne diyoruz Macera Başlasın…

Loading...
0%