@gevezeyazar
|
Bir insanın geceler boyu, kendi kendine “Bunları hakettim mi?” Sorusunu sorduracak kadar ahını almayın yeter.
On dört yıl kimine göre kısacık bir zaman kimine göre bir ömrün yarısı. Bana sorarsanız bir ömrün tamamı der susarım. Hayat biz planlar yaparken karşımıza çıkan gerçeklerden ibaret değil mi? Herkes gibi benim de küçük bir dünyamın içerisinde bin bir çeşit hayallerim vardı. Söylendiği gibi toz pembe değildi gerçekleşmesi mümkünken gerçekleşemeyen kırıklıklarla doluydu. Ya da ben öyle hissediyordum. Belki de yıllar önce ihanetle yüzleşmemiş olsaydım içimdeki çocuğun yanında minik bir kızın annesi de olabilirdim. Ya da hiçbir zaman olamayacaktım! Ölümün gölgesinde kalan ihanetten sıyrılmış kendime yeni bir dünya kurmaya çalışmıştım. Acıyla yoğrulan kalbim, geçmişte tutsak kalan aklım başarmanın verdiği haz ile geri de kalmış küllerimden yeniden doğmuş gibi hissettirmişti. Şimdi ise geriye dönüp baktığımın da hayallerimden geriye kalan bir enkaz vardı vardı. Saniyeler içesinde film şeridi gibi geçmişti gözlerimin önünden bu şehre nasıl geldiğim nelerle mücadele ettiğim. Mutfak dışında tüm departmanlarda çalışmış yeri geldiğinde temizlik dahi yapmıştım. “Hayır Deren bugün bulunduğun konum sizin başarınızdı. Devran yerine bir başkası olsaydı da sen yine hayallerini gerçekleştirmek için elinden gelenin fazlasını yapmaya devam edecektin. Ve yine başaracaktın.” Haklıydı belki de sonuç değişmeyecekti ama içimdeki öfke dinmek bilmiyor aksine daha da harlanıyordu. İçimde kalan sessiz çığlıkların yıllanmış birikmesiyle kendime engel olmaya çalıştıkça gözlerimde öfke daha da büyüyordu. “Söylenmesi gerektiği yerde söylenmeyen gerçekler zamanla yalana dönüşür. Keşke zamanında söyleseydin.” Oturduğum yerden kalkıp karşısına dikildiğimde düşündüğüm tek şey vardı. Gitmek. “Özür dilerim. Telafi etmeyecek biliyorum ama seni sevmekten başka bir suçum yok. Yalan olan hiçbir şey yok sadece söyleyemedim.” Gözlerindeki çaresizlik aklımı tuzağa düşürüyordu bir yanım haklı olduğunu fısıldasa öfkem o sesten daha şiddetliydi. “Bu yalan dünyaya bir yalanda sen ekledin Dinçer Demirkan sorun değil ben bunu da atlatırım.” Aramızdaki mesafeyi kapattığında ne söyleyeceğini bilemez bir vaziyeti vardı. “Yapma güzelim beni seninle sınama.” Sesi acı çeker gibiydi. Canım yandı ama canı yansın da istedim. “Söylemedin sen bana Uraz’ın karşıma geçip alay eder gibi konuşmasına sen zemin hazırladın.” Söylemediklerinde ziyade bu gerçek daha çok yakıyordu canımı. Bileğimden tutup kendine çektiğinde buram buram kokusunu hissettim. Ama bu defa yeterli değildi kokusu dahi sakinleşmeme yetmiyordu. “Söylemeliydin Dinçer bana her şeyi sen anlatmalıydın.” Gözümden düşen yaşları görmeden sildim. Geriye doğru adımladım. Ağır adımlarla yanından geçip odama doğru ilerlediğimde biraz uzaklaşmanın ikimiz içinde iyi geleceğine karar verdim. Sakinleşmek için zamana ihtiyacım vardı. Doğru karar vererek en az hasarla atlatmamız gereken bir dönüm noktasındaydık belki de. Birkaç dakika sonra kapıya yöneldim Dinçer başını geriye yaslamış gözlerini kapatmış hareketsizce duruyordu. Fırsattan istifade ederek sessizce çantamı ve anahtarımı alarak dışarıya çıktım. Kırgınlık mıydı yaşadığım kızgınlık mıydı? Susması suç değil miydi? Beni bu kadar sevmeseydi onu bu kadar sevebilir miydim bilmiyorum. Küçükken annemin dizlerine başımı koyup arkadaşlarımı şikâyet ettiğimde “deve bir kere düşmeyle boynunu kırmaz” derdi. Şimdi daha iyi anlıyorum ne demek istediğini bir hatayla insanlara küsülmez sırt dönülmezdi. Arabayı çalıştırdığımda nereye gideceğime henüz karar vermemiştim. Hava kararmış sokaklar sessizliğe bürünmeye başlamıştı. Feza’nın sürekli gitti mekâna gitmeye karar vererek rotamı çevirdim. Neden bu işkenceyi kendime yaptığımı bilmiyorum ama düşünmek isterken düşünmekten kaçtığımın farkındaydım. Mekâna geldiğimde en ücra köşedeki boş masaya geçtiğimde neyi sipariş edeceğimi bile bilmiyordum. “Ne içersiniz?” diye sorulduğunda boş gözlerle bir süre baktım. “Rakı olsun.” İlk deneyimimden memnun olmasam da ikinci kez şansımı denemek istedim. Şarap mutluluğu paylaşmak için rakı yarım kalan hikayeler için içilir derlerdi. Yarım mı kalacaktı bizim hikayemiz? İçince unutuluyormuş acılardan kaçılabiliyormuş. Daha ilk bardak bitmeden başım dönmeye başlamıştı. İkinci bardak bitmeden vücudumda sıcaklık hissetmeye başladım. Üçüncü bardakta sanki herkesi çift görmeye başladım. Etrafımdaki herkes dönüyordu ya da uçuşlardaydım. Halüsinasyon görmeye de başlamış olabilirdim ya da gerçekten karşımda Dinçer vardı. İkisi arasındaki ayrımı yapamayacak kadar başım dönüyordu. “Sen gerçek misin?” bir kez daha anladım ki içki şişe de durduğu gibi durmuyordu. “Bence hayalsin hatta zihnimin bana oynadığı bir oyunsun.” Sabah uyandığım da pişman olarak uyanacağımı bilmeden nasıl göründüğüm hakkında da hiçbir fikrim yoktu. “Git buradan seninle konuşmak istemiyorum.” Aklım git diyor kalbim gitme. “Gidemem.” Kısılan gözlerimle gerçekle hayali ayırt etmeye çalışsam da gerçekliğinden şüphem yoktu artık. Hayal olsa bile bu kadar anlamlı bakması karşı koyamayacağım kadar güzeldi. “Gitmelisin çünkü ben sana kızgınım.” Gözlerim kapanmak üzereydi. “Biliyorum güzelim haklısın ama gidemem.” “Hayır gitmelisin seninle konuşmuyorum Dinçer!” “Gitmeyeceğim çünkü benim yanım senin yanın, senin yanın benim yanım.” Güzel bir şey söylemiş olabilir ama şu an bunu algılayabilecek bilinçte değildim. Galiba tamamen sarhoş olmuştum hayattan aldığım en büyük derslerden biri de bu olabilir içmeyi bilmiyorsan içmeyeceksin. Sarhoşken insan doğruları söylüyordu değil mi? Öyle olması gerekiyor çünkü söylemek istemediğim her şeyi söylemek durumunda kaldığımı fark ediyorum. Ama bu haksızlık çünkü ben kırgınım… “Seninle konuşmuyorum ama sana sarılmak istiyorum.” umarım sabah uyandığımda pişman olacağım şeyler söylemiş olmam. Sessizce kalktı karşımdan yanımdaki sandalyeyi çekip oturduğunda kısılan gözlerimle baktım gözlerinin harelerine hüzün çökmüştü. Sol göğsüne yasladım başımı soluklanmak istedim kokusunda. Fark ettim ki kaçışım yok müptelası olduğum kokusundan uzakta nefes almak bile yarım. “Beni bırakıp gideceksin bir sabah uyandığımda seni bir daha bulamayacağım diye aklım çıkıyor. Sen benden gittin mi benden geriye hiçbir şey kalmaz Deren.” Ses tonu canımı yaktı nabzım hızlandı. Hiçbir alkol böylesine sarhoş etmezdi. “Gitmem Dinçer ben aslında hiç gitmedim. Ama herkes gittim sanıyor.” Derin derin birkaç nefes aldım göğsünde yer edindiğim yuvamdan kaldırdım başımı. Bir kadeh daha doldurdum içimdeki sessiz çığlıklar son bulsun istedim. Alkolün etkisi tüm hücrelerimi uyuşturmaya başlamıştı kendime dahi itiraf edemediğim tüm sözcükler dökülsün istedim. “Ben sevdiklerimden kaçmadım kendimden kaçtım ama herkes Uraz yüzünden kaçıp geldiğimi düşünüyor. Çünkü ben öyle istedim avazım çıktığı kadar çığlık çığlığa bağırmak istedim “İhaneti hak edecek ne yaptım” kaç defa sordum bu soruyu biliyor musun? Kaç gece yüzleştim basit bir soruyla. Kendimi suçladım bahaneler aradım. Beynimi susturmaya unutmaya çalıştım kaç gece onu affetmek için kendime ihanet ettim. Kim aldatıldığı için kendini suçlar ben suçladım sevildiğini hissettiremedim eksik kaldı dedim. Gururumu yok saydım bana ihanet eden adamı her gece affettim sabah kalktığım da nefret ettim. İşte bu yüzden kaçıp geldim İstanbul’a ben kendimden kaçtım. Kimse görsün istemedim sessiz çığlıklarımı.” Kafamın içinde dönen o kadar çok soru vardı ki her an her yerde müzik dinlememin en acı kahveyi içmenin en büyük sebebi bu. Şarkılar kafamdaki sesleri susturmaya yetmedi, kahvenin acısı yüreğimin acısını bastırmaya yetmedi. Kendime cezayken kimseye ödül olmazdım. “Yaşadığım her şeye rağmen hep güçlü olmak zorunda kaldım. Güçlü duruşumun altında ezilen yıkılışı kimse hissetmedi. Daha yirmi iki yaşında aşkta kaybettim en büyük en acımasız darbeyle. Kaybettiğim her şeyin boşluğunu işimle doldurmak istedim.” kesik kesik kurduğum cümleler hançer gibi saplanıyordu yüreğine. “Yıllarca tüm sesleri susturmak için çırpındım ama sen konuş anlat istedim. Sende geç kaldın ama artık kızmıyorum sana neden yaptığını anladım Dinçer hissettim.” Artık oluk oluk kanayan yaralarımızın durma vaktiydi. Geçmişim matemi son bulmalı yolumuza devam etmeliydik. “İhtimal olmadan sevdim ben seni Deren engel olamadım kendime. Sen beni görmesen bilmesen de ben seni hep uzaktan sevdim. Nasıl sevmem ki seni bir gülüşün vardı insanın ömrüne ömür katan. Başkalarınaydı hep gülüşlerin olsun dedim yeter ki gülsün. Sinirlendiğinde çattığın kaşların, asla ödün vermediğin dik duruşun. Savurduğun saçların her bir zerrene ayrı ayrı aşıktım.” Sesinde yorgunluk vardı tıpkı benim gibi yılların yorgunluğu kamburu olmuştu sırtına. Çocukluğum. Tek bir kelime anlatmaya yetiyordu bizi. Kirli dünyanın en masumları değil mi çocuklar? Keşke hep çocuk kalsaydım da kanayan dizimi en büyük acım sansaydım. Değildim ama duvarlara çarpa çarpa, düşe kalka büyüdüm. İçimdeki çocuk hala büyümese de masum değildi. Canımı yakanın canını yakmak hakkım sanıyordum. Oysa canım dediğim adamın canını yakmanın canımı yakmak olduğu anlamam uzun sürmemişti. Evet, tam olarak böyleydi Dinçer’in canı yansın istedim en az benim kadar üzülsün yaptıklarına pişman olsun istedim. Vaz geçtim bize yakışan sadece Aşk. “Gitmek istiyorum.” Kaşlarını çattığında söylediğimi yanlış anladığını fark etsem de artık alkolün esiriydim hareketlerim de konuşmalarım da yavaşlamıştı. “Sensiz kalmak nasıl bir duygu biliyor musun? Yaşıyorsun ama nefes alamıyorsun.” Duygusal konuşmaya devam etmek istesem de midem buna izin verebilecek durumda değildi. “Eve gitmek istiyorum Dinçer! Beni eve götürür müsün?” ağlamaklı çıkan sesimle kolumu masaya uzatıp başımı üzerine koydum. Göz kapaklarım artık kapanmak üzereydi. Bir daha alkol reyonu önünden dahi geçmeyeceğim. Kötü değilim iyi hiç belirsiz bir kargaşanın içerisindeyim arafta kaldım. Kalbiniz kırıldığın da nereye gidersiniz? Ya da canınız yandığını hissettiğiniz de nereye gidersiniz? Gidebilecek birçok seçeneğiniz varken hiçbir yere gidememek daha çok acıtır canınızı. İşte ben tam olarak bu noktadayım kalbim git diyor aklım gidemezsin. Soğuktan değil hissizlikten buz tutmuştu yüreğim. Acıyla yoğrulan kalbim yorgundu artık. Vaz mı geçmeliydim? İhanet etmiş olmaz mıydım aşka hem de bu kadar masum ve safken duygular. Kaçmaya çalıştığım savaşın tam ortasındayım artık. En son hatırladığım arabanın camını açmış şarkı söylüyordum. Söylüyordum değil de haykırıyordum demek daha doğru da olabilirdi. ***** Hissettiğim şiddetli baş ağrısına inat gözlerimi araladım birkaç saniye nerede olduğumu hatırlamaya çalıştım. Ne yazık ki kesik kesik hatırladığım anlar arasında bulunduğum odanın neresi olduğunu hatırlamıyorum. Soluduğum koku da saçlarımda gezinen elde yabancı değildi. Soluma döndüğümde sırtını yatak başlığına yaslayıp oturan Dinçer’i görünce tebessüm ettim. “Günaydın. Neden buradayım diye sormak istemiyorum.” Umarım rezillik çıkarmamışımdır. “Günaydın nefesim kahvaltı hazır.” Sessindeki masumiyet ve hazır olduğunu söylediği kahvaltı kalbimi fethetmiş olsa da affetmiş değildim ya da affetmiştim bilmiyorum. Odadan çıkmasıyla yataktan kalktım. Etrafı incelediğimde bulunduğum odanın Dinçer’e ait olduğunu anlamak zor değildi. Parfüm kokusu dahil olmak üzere her detay ona ait olduğunu belli ediyordu. Banyodaki işlerimi halledip üzerimi toparladım kıyafetlerim hala alkol koktuğu için Dinçer’in parfüm kokusuyla bastırmaya çalıştım. Kafamın içinde deli gibi dönüp duran uğultular birazcık dinmiş olsa da etkisini hala sürdürmeye devam ediyordu. Ağır adımlarla odadan çıkarak mutfağı bulmaya çalışıyordum. Kulağıma ilişen seslerden yalnız olmadığını anlasam da seslerin kime ait olduğunu anlayamamıştım. İçeriye girdiğimde Demir’in sıcak gülümsemesi hoşuma gitse de Selin’in yüzünden düşün bin parça olduğunu göstermekten de çekinmemişti. “Daha sıcak bir karşılaşma bekliyordum ama mühim değil bu da olur.” Selin’in buz gibi bakışlarını üzerimde hissetsem de sorun değildi çünkü en bildiğim şey birini alt etmek istiyorsan onu yok saymaktı. Tam olarak da onu yok sayıyordum. “Günaydın yengem.” İşte beklediğim karşıma Demir tarafından gelmişti ve bu beni mutlu etmeye yeterdi. “Günaydın.” Diyerek aynı samimiyetle karşılık verdiğimde Dinçer’in benim için çektiği sandalyeye oturdum. Saçlarımın üzerine kondurduğu öpücükten sonra kendi için sandalye çekmişti ki. “Dinçercim çay alabilir miyim?” diyen Selin benim sabrımla oynuyordu tiz sesini duymak bile kulaklarımı kanatıyordu ama katlana bilirdim. “Alabilirsin tabi Selincim bak çay orada.” Kaşlarımla ocağı işaret ettiğimde ocakta yanan ateş sanki yüzün yanıyormuş gibi kızarmaya başladı. Neticede bunlar iyi günleri benimle ne kadar uğraşırsa yol su olarak kendisine geriye döneceğini idrak etmek zorundaydı. “Hazır kalkmışken hepimize çay dökebilirsin değil mi Selincim.” Dostunu yakın tut düşmanını daha yakın ya da ikisi de değil sevmediğin kişileri hayatında tutma neyse onun gibi cümleler. Dinçer ve Demir’in kıkırdaması aramızdaki savaşı harlamaya yetmiş gibiydi. “Dinçer davete üç gün kaldığının farkında mısın?” gözlerini devirerek konuşması intikamını almaya çalıştığını belli ediyordu. Başarılı olmuştu. “Farkındayım.” Düz bir sesle göz teması kurmadan verdiği cevapla Demir’in de gerildiğini hissettim ve benim bu davetten haberim yoktu. Olmalı mıydı? “Geleceksin değil mi?” daha önce babasıyla davete katılmıştı sorunun ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyordum. Saklayamadığı gerginliği tüm yüz hatlarına yansıyordu. “Gelmemesi için ne gibi bir sebep olabilir?” evet ben ve merakın sabır konusunda da kendimi biraz geliştirmem gerektiğine kesin karar vermiş bulunmaktayım. “Gözde.” Demesiyle gözlerim Demir’i buldu. Kimdi bu Gözde. Bir anda hayatımı sorguladım son zamanlarda hayatım evlilikler ve kadın didişmeleriyle geçmeye başlamıştı. Oysa benim sakin kendi halinde bir hayatım vardı. “Kim diye sormalı mıyım?” bunuma kötü kokular geliyordu. Selin bitmeden Gözde başlıyor olamaz değil mi? “Babamın iş ortağının kızı.” Dinçer’in verdiği cevapla sinirden gerilen vücudunu hissettim. Belki de konuşmak için doğru zaman olmadığını düşünüyordu. Umarım söylememek gibi bir hata yapmaz. “Benim bilmediğim ve sizin bildiğiniz detayı öğrenebilir miyim?” İstem dışı bir sessizlik vardı. Garip olan Selin de sessizdi oysa sinirlerimle oynayabileceği iyi bir fırsatı vardı. “Abimi etkilemek için her şeyi yapabilecek biri.” Tek kaşım istemsizce hareket ettiğinde Demir’in yüzündeki kinayeli gülümseme biraz da eğlendiğini gösteriyordu. Peki ya Selin neden susuyordu bu durumdan keyif alması gerekmez miydi? “Hayatım Demir’e söyler misin daha acısız intihar yöntemleri biliyorum?” elimdeki çatalı fırlatmamak için kendimi zor tutuyor olduğum kaçınılmaz bir gerçek. Dinçer’in kahkahası kulaklarıma iliştiğinde hedefimi ona doğrulttuğum doğrudur. “Beni etkileyecek tek kadın sol yanımda. Seni bu hayatta her şeyden daha çok seviyorum.” Sözlerine gerek yoktu gözlerinden de anlaşılıyordu sevgisi ama duymak kalbimi sıcacık ediyordu. “Bende seni seviyorum ama konumuz bu değil.” Omuz silkerek tekrar Demir’e döndüm. Sinsice gülüşlerinin altında kesinlikle beni bekleyen bir macera vardı. “Tam olarak Gözde kim?” evet tek merak ettiğim şey bu kim ve ne kadar ileriye gidebilir hayatında biri olan insana duygu besleyecek kadar gözünü karartabilir miydi? |
0% |