Yeni Üyelik
40.
Bölüm

Kötü Tesadüf

@gevezeyazar

(Bölüm silindiği için tekrar yüklemek durumunda kaldım.)

Bazı hayatlar zaman içerisinde bağlanır birbirine. Çağlar içinde yankı bulan, eski bir çare ile bağlıdır birbirine. Eskimişti artık bizim hikayemiz kara kabuklu defterin yırtılan, yok olmuş sayfalarıydık biz. Hatta biz diye bir şey yoktu onlar vardı.

 

Geçmişin geçmeyen izi değildi artık Uraz, sadece geçmişten ibaretti. Beni hayata yeniden bağlayan Dinçer’di. Damarlarımdaki kan onu gördüğünde yarışa girmişçesine coşarak akmaya başlıyor kokusunu hissettiğim her an yeniden hayat buluyordum. Pamuk ipliğine bağlı değildi sevgimiz gerçekti.

 

Bahaneyle indiğim restoranda ne yapacağımı bilmez bir halde sadece yürüyordum. Anlık kararla mutfağa girdiğimde tüm gözler şaşkınlıkla bana bakıyordu. Mutfak beni sevmiyor ben mutfağı.

 

“Kolay gelsin Tuğba Hanım yardımınıza ihtiyacım var.” Becerikli ustamızın yanına giderek eteğimdeki taşları döktüğümde masumane yaklaşımım karşısında gülmeden duramadı.

 

“Hangi tatlıyı yapalım Deren Hanım.” Tatlı ve kahve aşığı olduğum neredeyse herkes tarafından bilinse de bu defa niyetim tatlı yiyelim tatlı konuşalım atasözümüzün hakkını vermekti. Neticede istemeden de olsa biraz nabız yükseltmiş olabilirim.

 

“Frambuazlı Cheesecake.” Her zaman hazır olarak yediğim tatlının ne kadar zahmetli olduğunu neredeyse iki saat süren yapım aşamasından anlayabilmiştim. Bekleyecek o kadar vaktim de yoktu çünkü zihnimin bir köşesinde Dinçer’in misafirleri vardı.

 

Hazırda bulunan tatlılardan iki tanesini servis tabaklarına alarak güzelce süsledim. Emek emektir neticede bolca sevgimi ve aşkımı kattım. Tepsiyi alarak koşar adımlarla mutfaktan çıktım heyecanla çalışmaktan çok sarılmak için kullandığımız odasına gittim.

 

“Hande Hanım, Dinçer Bey odasında mı?” amacım misafirlerinin gidip gitmediğini öğrenmekti. Bilgi işlem odasına gittiğini söylediğinde odanın boş olduğunu düşünerek içeriye girdiğimde. Sürpriz nidalarını duymak istesem de korku filmi çanları çalmaya başlamıştı.

 

“Bir kahveyi getirmek bu kadar zor mu?” acaba bir köşede uyuyakaldım da kâbus mu görüyorum. Bu cılız ses, baştan aşağıya pembe kombinle pamuk şeker gibi olması gerekirken neden süpürgesiz cadı olmayı tercih ediyor.

 

Tabiri caizse eğer şu an hissettiğim freni patlamış kamyon gibi son hızla rampa aşağıya gitmekte olan bir aracım. Duvara çarpmadan ya da uçurumdan düşmeden ki son çıkışım. Gözlerimi bir iki defa hızla açıp kapatsam da gördüğüm kişiler değişmedi. Gencecik yaşında pembe cadıya maruz kalan Demir Bey ve Disneyland güzeli karşımda oturuyordu.

 

“Bu kadarı biraz fazla değil mi Hanımefendi.” Evren sabrımı sınıyor olabilir miydi? Genç delikanlı gözlerini dikmiş beni izlediğini fark etsem de anlam veremediğim şekilde bıyık altından gülümsüyor sessiz kalmakla yetiniyordu.

 

“Sen kendini ne sanıyorsun haddini bil.” Sakin davranmaya çalışsam da davranamayacağım açıkça ortadaydı. Sıkıca tuttuğum tepsiyi fark ettiğimde garson olduğumu düşünme ihtimali aklıma gelse de hiçbir sonuç üslubunu haklı çıkarmazdı.

 

“Kusura bakma kendimi tanıtmayı unuttum Deren Sancaktar ben.” Kafasında bir şeyler canlanmış gibi gözlerini Demir Bey’e çevirmiş olsa da neden burada olduklarını kim olduklarını merak etmekten kendimi alıkoyamıyordum.

 

“Ben de seni arıyordum.” Diyerek hızla içeriye giren Dinçer her zaman olduğu gibi tam zamanında olması gereken yerdeydi. “Tanıştınız mı? Kardeşim Demir ve Selin Hanım.” Saniyede aklımda geçen düşüncelere engel olamasam da Hanım diyerek mesafesini koruması hanesine artı bir puan ekledi.

 

“Tesadüfün böylesi sabah çarptığım araç Demir Bey’in aracıydı.” Biraz mahcup olsam da en azından yabancı değilmiş. Yapmacık gülümsemesiyle elini ilk uzatan pembe cadımız Selin oldu.

 

“Memnun oldum Selin Hanım.” Yapmacık gülümsemelerimizle aramızdaki iletişim kutuplar kadar soğuktu. Hislerinde yanılmayan biri olarak da aramızdaki soğuk savaş umarım uzun soluklu olmaz zira içimde bastırdığım psikopat tarafımın gün yüzüne çıkması an meselesi olabilir.

 

“Bende çok memnun oldum biricik yengem.” Belki de milyonlarca kez duyduğum kelime ilk defa duyuyormuş gibi kalbimi ferahlattı. Benimsenmiştim daha önce hiç tanışmadığım birisi tarafından nasıl anlatıldıysam abisine eş olabilecek kadar yakın görmesi iyi anlaşacağımızın habercisiydi.

 

Üç kişi olarak neşemiz yerinde olsa da Selin’in gür çıkan sesiyle dikkatleri üzerine çekmeye çalışması cıvık sesini bastırmaya yeterli değildi.

 

“Güne kazayla başladık üzerine tatlı iyi gider.” Unuttuğum tatlılarımda gözü kalmış olduğunu anlasam da paylaşmaya hiç niyetim yoktu tıpkı Dinçer’i paylaşamayacağım gibi sevdiğim tatlıyı da paylaşamazdım.

 

“Tabi Selin Hanım restoranımızda sizi ağırlamaktan mutluluk duyarız.” Alayla söylediğim sözler pembe kıyafetinin aksine kızaran yüzüne engel olmadı. Aramızdaki istemsiz soğuk savaş başlamış oldu.

 

“Görünce daha iyi anladım seni abi.” Dediğinde şaşkınlıkla gözlerimi Demir’e çevirsem de gözlerinin içi ışıl ışıl Dinçer’e bakması garip bir his bıraktı içimde.

 

“Neyi anladın?” diye sordum pat diye merakıma yenik düşerek. Utançtan dudağımı ısırsam da söz ağızdan çıkmıştı bir kere.

 

“Her şeyi bırakıp otelciliğe geçmesinin sebebini.” Kıkırdayarak gülmesine karşılık herhangi bir tepki veremedim. İç sesimle boğuşmaya başladım. Benim hakkımda neredeyse her şeyi bilen adamın hayatıyla ilgili hiçbir şey bilmiyor olmak canımı yaktı kalbim sızladı.

 

“Nerede çalışıyordu ki.” Güçlükle çıkan sesimle sormaya devam ettiğim de Selin’in iğneleyici bakışlarını dahi umursamadım.

 

“Babamın şirketinde çalışıyordu her şeyi bana bırakıp kaçtı.” Halinden memnun olduğu kahkahasından belli olsa da böylesine radikal bir karar almasına sebep olmamayı isterdim. Üzerimde kara bulutlar gezinmeye başlamış şiddetli şimşekler çakıyordu, sanki zaman durdu.

 

Dinçer verdiğim tepkiler karşısında meraklı gözlerle bana baksa da şu an da istediğim tek şey bulunduğum ortamı terk etmekti. İç çektim ama iç çekişim içten değildi derttendi. Bunun hesabını sonra sormaya karar vererek konuyu daha fazla uzatmadım.

 

“Sizi buraya hangi rüzgâr attı.” Diyerek konuyu değiştirmeye çalışsa da benim odak noktam hala aynıydı. Hayatını değiştirmesine ben mi sebep olmuştum. Ailesini arkasında bırakması ne kadar doğruydu. Bu hatayı yapmış biri olarak iki taraf içinde ne kadar zor bir durum olduğunu en iyi bilen kişiydim.

 

“Şirketin 20. Yıl davetini unutmuş olamazsın Dinçer!” ağzını yayarak konuşan Selin’in kulak tırmalayan sesi dahi önemini yitirmişti benim için. Zihnimde geçen sorularla boğuşuyordum.

 

“Hayatım.” Diye bir ses duydum ama algılarım kapalıydı gözlerim bir noktada takılı kalmıştı. Kötü bir şaka olsun istedim ailesine benim yüzümden yüz çevirmiş olmamasını istedim.

 

“Deren.” Diye sözünü yenileyerek yanıma yaklaştı diz çöktüğünde gözlerimiz buluştu. Gözlerimde hissettiğim acı kızardıklarını belli ettiğini düşünsem de kalbimdeki acı daha fazlaydı. Tüm geçmişimi bilirken her şeyde şeffaf olmaya ondan gizlememeye çalışırken böylesine bir karardan bana bahsetmemesi üzücüydü. Belki abartıyorum kendi kararlarını verebilecek yaşta olan bir kişi için fevri davranıyorum ama elimde değil. Yaptığım hatayı yapmış olmasını diledim.

 

“Şaka mı? Yoksa Rüyamı?” Onlarca kelime arasından ağzımdan çıkan en saçma kelime bu olsa gerek.

 

“Sen ne şakasın ne de rüya.” Masum bakışları kıyamayacak derindi ama kalbim sızlıyordu. “Her şeyi anlatacağım sana zamanı geldiğinde.” Yalnız konuşmamızın daha doğru olduğunu düşündüğümden hafif tebessüm ederek oturduğum yerden kalktım.

 

“Tekrar tanıştığımıza memnun oldum. Görüşmek üzere.” Diyerek odadan çıkmaya yeltensem de Dinçer’in elimi tutup sarılmasıyla gidemeyeceğimi anladım.

Loading...
0%