Yeni Üyelik
42.
Bölüm
@gevezeyazar

Feda ettiğimiz aşk dayanılır kılar bu dünyayı...

 

Her gecenin bir sabahı vardı. Bu sabah en yakınım olan iki gencim hayatlarını sonsuza kadar birleştireceği gündü. Sevdiklerimizin heyecanına ortak olabiliyorsak bu gerçek sevgidir. Alarmın sesiyle uyanmış ertelemeden kendime gelmiştim. Soğuk bir duşun ardında koşturmaca içerisinde geçecek olan güne kendimi hazırlamıştım.

Bugün işe gitmeyecek olduğumdan eşofman altı ve rahat bir tişört giyerek günün yarısını böyle rahatça geçirebilirdim. Hafif ıslak bıraktığım saçlarımı kendi halinde kurumaya bırakarak odadan çıktım. Simay sonunda beklediğim heyecana ulaşmış hareketli müzik eşliğinde kahvaltı hazırlıyordu.

Kapının pervazına yaslanıp bir süre onu izledim ablamların düğün sabahını hatırladım bir an. Annemin neşeyle bizi uyandırdığını, huzur kokan evimi. Heyecandan eli ayağı birbirine dolanan ablamların yanında ailesi sevdikleri varken Simay için sadece ben vardım.

Üzüntüye yer yoktu bugün mutlu olma günüydü. Olabildiğince neşeli çıkarmaya çalıştığım ses tonuyla “Günaydın gelin hanım.” Diyerek mutfağa girdim. Hünerli elleriyle hazırlanabilecek en güzel kahvaltıyı hazırlamıştı. Trabzonlu biri olarak kuymak yapmayı bilmiyor olsam da iyi bir gurme olduğumdan eminim.

“Günaydın saat bir de kuaförde olacağız bu da benim sana sürprizim.” Birçok kadının saatlerini harcadığı kuaför salonları benim için işkenceden farksız sayılmazdı. El mecbur katlanmak zorunda olduğumdan itiraz edemedim.

Gitmek için bolca vaktimiz varken rahatlıkla kahvaltımızı yaptık. Tatil detaylarını anlattıktan sonra biletleri ve otel detaylarını içiren maili Simay’a gönderdim. Dün geceden sonra Dinçer ile hiç konuşmadığımı, kırgınca vedalaştığımızı hatırladığımda istemsizce elim telefona giderken ne arama vardı ne de bir mesaj. Kalbim sanki avuç içinde sıkılmış paramparça olmuş gibiydi.

Simay bavulunu hazırlayıp son hazırlıklarını yapmak için yanımdan ayrılırken bende kahvemi hazırlamıştım. Günlerdir uğramadığım balkonuma konuk oldum. Neredeyse beş yıldır bu evde yaşıyordum eşyalar aynı eşyalar balkon aynı balkondu ama hislerim farklıydı. Kısacık zamanda ne çok şey değiştirmişti Dinçer hayatımda.

Yaşadığım acılardan kaçıp bu şehre gelmişken kaçtığım her şey ile bu şehirde yüzleşmek zorunda kaldım. Bir kez daha anlıyorum ki insan ne kadar kaçarsa kaçsın kaderinden asla kaçamıyordu. Gözümden bir damla yaş firar ederken kendimi hızla toparladım. Yıkılmamayı güçlü durmayı öğreneli çokça seneler olmuştu. Şimdi incir çekirdeğini doldurmayacak sorun için üzülmek çok gereksizdi.

Neredeyse öğlen olmak üzereydi kuaförden eve gelerek hazırlanmaya vakit olmayacağından kıyafetlerimi hazırlayıp yanıma aldım. Haber verdiğim kişilere nikah salonun konumu attıktan sonra yapmam gereken bir işim kalmamıştı.

“Feza geldi hadi çıkalım.” Simay’ın yirmi üç nisan etkinliğinde görev alan çocuklar gibi heyecanlı olması içimizde hala ölmeyen umut ışıkları olması beni de keyiflendiriyordu.

Hazırladığım poşetleri, çantamı aldıktan sonra konsolun üzerinde duran arabamın anahtarını da almayı ihmal etmedim. Gelin arabalarında Damat ve Gelinin yalnız olması gerektiğini savunan biri olarak nikah salonunu onlarla gitmeyi doğru bulmadım.

Apartmandan çıktığımızda karşımda Dinçer’i görmeyi beklemiyordum. Bir yanım ona kırgın olsa da gördüğümde dizginleyemediğim heyecanım daha ağır geliyordu. Yavaş adımlarla yaklaştığımda kendimi toparlayabilmek için son birkaç adımım kalmıştı. En iyi bildiğimi yaparak duygularımı bastırmayı başardım ve sol yanağında her zaman öptüğüm gamzesine öpücüğümü kondurdum.

“Tahminen ne kadar sürer işiniz?” Feza merakla sorduğu sorunun cevabını beklerken Dinçer muzipçe gülümsüyordu.

“Sana ne kadar süre lazım.” Diye göz kırptığımda soruya soruyla cevap veren Trabzonlu damarım yine kabarmıştı.

“İki saate işimiz bitmiş olur.” Diye hemen cevap verdi Simay sevdiceğine kıyamayarak.

“Bildiğimiz iki saat mi?” Dinçer’in sorduğu soruyla afallayarak ona bakış atıp “Bilmediğimiz iki saat mi var?” diye anlamsızca sormuştum.

“Kadınlar beş dakikaya hazırım diyorsa bu en az bir saat demektir.” Sinirle hafifçe gülüp “Kaç kadını saatlerce beklediniz de şikayetçisiniz Dinçer Bey!” kendini savunmak için kelimeleri toparlamaya çalıştığını hissetsem de cevap vermesini istemedim. Alacağım herhangi bir cevap sakladığım öfkemin gün yüzüne çıkmasına engel olamazdı ve kavga etmek için doğru gün ve zamanda değildik.

Gideceğimiz yeri bilmediğimden Feza’ya dönerek sorun olmadığını göstermek istediğim ses tonumla “Önden gidin sizi takip edeyim.” Diyerek araba yöneldiğimde hemen arkasında Dinçer’in arabası park halindeydi.

Derin bir nefes alıp fevri karar vermemek için birkaç saniye gözlerimi kapattım. Ne olursa olsun sevdiğim adamdı anlatacağını söylediği şeyler için aramızda uçurumlar açmaya gerek yoktu. Sağ koltuğa geçip oturdum dışarıya baktığımda Dinçer’in hala aynı yerde beklediğini fark ettim. Bakışlarında kırgınlık vardı ama benim de kalbim kırıktı.

Kendi arabama değil de onun arabasına bindiğim için gizlemeye çalıştığı tebessümüyle gelip şoför koltuğuna oturdu. Sessizliğin hâkim olduğu arabada içim paramparça oluyordu. Sevmiyordum işte konuşarak çözebileceğimiz problemlerden kaçarak birbirimizden de uzak kalmayı sevmiyordum.

Elimi uzatsam dokunacağım ama uzatamıyorum. Sarılsam kokusu her şeyi unutturacak sarılamıyorum. Kırdığımız kadar mı kırılıyoruz yoksa kırıldığımız kadar mı kırıyoruz?

Arabayı çalıştırıp yola koyulduğumuz da sakladığım duygularım istemsizce gün yüzüne çıkmış hareketlerime de yansımıştı. Normal bir zaman diliminde olsaydık ilk yapacağım şey müzik açarak yola devam etmek olurken şimdi içimden gelmiyordu. İşin garip tarafı Dinçer sormuyordu. Belki de bildiğinden anlatmak istediği olayın zamanı gelmediğini düşündüğünden.

Koltuğu biraz geriye yaslayarak başımı yasladım yüzüm dışarıya dönüktü ama hissediyordum Dinçer’in ara ara gözlerinin üzerimde gezindiğini. Belli belirsiz ikimizin de içerisinde fırtınalar koptuğu belliydi dalgasız denizde herkes kaptandı. Peki ya fırtınanın şiddeti ne olursa olsun gemimiz limana ulaşabilecek miydi?

İçimi saran huzursuzlukla gözlerimi kapattım kısa bir süreliğine kayboluştu benim için. Karanlığın içerisinde yalnız kalmaya çalışmak içimdeki buhrandan kaçmak için verilmiş küçük bir çaba. Elimin üzerinde hissettiğim sıcacık el ile gözlerimi açtım. Önce eline takılı kaldı gözlerim sonra gözlerini buldu. Birkaç saniyelik bakışın ardından tekrar yola dikkatini verdiğinde gözlerindeki çaresizlik davranışlarımdan pişman olmama sebep olurken. En iyi bildiğimi bahanenin arkasına saklandım. Ertelemek.

Bir şey söylemek istiyordu ancak tereddütte ediyordu. Bu kadar uzak mıydık birbirimizden diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Oysa ben ona her zaman şeffaf olmayı seçmiştim. Her şeye, herkese rağmen aramızda sır olmasına izin vermemiş aşılmayacak duvarlar örmemiştim. Anlatsa anlardım.

“İlk gördüğüm andan beri çok seviyorum seni. Avucumun içerisinde bir kelebek gibisin uçup gideceksin her an seni kaybedeceğim korkusuyla yaşıyorum. Sonra gözlerine bakınca anlıyorum ne kadar yanlış düşündüğümü. Omzuna düşen saç telini atmaya kıyamazken uzak kalmak canımı yakıyor.” Kalbimin çarpıntısına daha fazla direnmek aşka saygısızlık olurdu. Tek eliyle araba kullanması kurallara aykırı ve hatalı olsa da bırakmak istemediğim elini daha sıkı tuttum. Baş parmağını elimin üzerinde gezdirerek incitmekten korkar gibi seviyordu. Bir şey söylemem gerekiyordu ama ne söyleyeceğimi bilmiyordum.

“Özür dilerim. Sana bunları hissettirmek istemezdim.” Verebileceğim en saçma en düz cevabı vermiş olsam da Dinçer beni anlar, ben söylemesem de hisseder düşüncelerime güvendim. Hala tutmaya devam ettiği elimi incitmeden daha sıkı tutmaya başladığında hissettiklerimin doğru olduğundan emin oldum.

Kısa süren yolculuğumuzun sonunda kuaför salonuna varmıştık. Beyler bizi bırakıp hazırlanmaya giderken Dinçer karşı koyamayacağım gülümsemesini öpücük yollayarak taçlandırdığında kalbimdeki kelebekler şehvetli dans etmeye başladı.

Varsayımlarla aklımı meşgul etmeme kararı alarak kendimi zamanın kollarına bıraktım. Tam olarak bildiğimiz iki saat dolmadan ikimizde hazırdık. İzledikçe gülümseyeceğimiz anılar biriktirmek için video kaydı başlatıp Feza’nın içeriye gelmesini bekledim. Her zaman olduğu gibi Simay’ı mutlu edebileceği tüm detayları düşünmüş gül buketiyle ağır adımlarla ve büyülenmiş bakışlarıyla içeriye girdi. Gelinin anlına öpücüğünü bıraktığında alkış tufanı beklediğimden fazlaydı neredeyse herkes heyecanlarına ortak oldu.

Zıt kutuplar birbirini çeker denilse de simsiyahlar içinde aynı kutup olarak fazlasıyla çekiciydik. Siyah ceketinin içerisine siyah bir gömlek giymiş karizmatik duruşuyla yaklaşırken yüzündeki gülümsemesi içimi ısıtıyordu. Gözlerindeki parıltı her zamankinden daha keskin daha manidardı. Kalbim hızla çarparken aramızdaki son adımlık mesafeyi de kapattı.

“Çok bekletmedik umarım Paşam.” Karşı konulmaz kokusu ciğerlerimi bayram ettirse de taş altında kalır laf altında kalamazdım.

“Beklediğim sen isen bir ömür beklemeye razıyım Sultanım.” Kalbim göğüs kafesime sığmayacak kadar hızla atarken bulunduğumuz konum sarılmamıza engel oluyordu. Koluna girmemi sağlayıp çıkışa doğru yöneldik.

Damat bey gelin hanımın arabaya binmesine yardım etmiş kendisi de sürücü koltuğuna çoktan oturmuştu. Bizde arabaya bindiğimizde kalabalık olmasa da iki kişilik konvoyumuzla takip etmeye devam ettik. Bir saatten fazla zamanımız olsa da çoğu yolda geçeceğinden zaman kaybetmeden yola koyulduk.

Mutlu olmaları kendimi iyi hissetmeme sebep olurken garip bir hüznün omuzlarımızda olması hayatın acı gerçeklerindendi. Bir an kendimi karışık duygularda bulduğumdan, duraksadım. Başımı sol tarafıma yaslayıp Dinçer’i izlemeye başladım. Zamanda geriye gitme şansım olsaydı eğer, bu yaşa gelmeyi durdurabilseydim ortaokul zamanlarımıza giderdim. Çocukluğuma sahip çıkabilseydim eğer yetişkinliğimde bu kadar acı çekmezdim. Belki daha erken kavuşurduk.

 

Nikahın yapılacağı salona geldiğimizde Simay ve Feza gelin odasına giderken bizde konukları ağırlamak için salona yöneldik. On dakikalık kalan zamanda neredeyse davet ettiğim herkes gelmişti. Uraz ve Beyza da yerlerini aldıklarında son olarak Demir geldi. Herkes yerini aldığında töreni başlatmak için organizasyon ekibinden Hazan Hanım programı başlattı.

Şahit olarak davet edildiğimizde heyecandan elim ayağım birbirine dolaşmış olsa da destekçim her zaman olduğu gibi yine sol yanımdaydı. Alkışlar eşliğinde gelin ve damatlar da yerini aldığında memur beyin gelmesiyle nihan töreni başladı.

Adınız soyadınız sorusuyla herkes kendini tanıttıktan sonra değişmeyen soruyu yöneltti. “Evet” cevaplarıyla imzalar atıldı. Her zaman olduğu gibi evlilik cüzdanı gelin hanıma taktim edildi. Kısa süren program ile artık resmi olarak evliliklerini belgelediler.

On beş dakikalık kısa süren bir imza töreni ile hayatlarını son nefeslerine kadar yan yana geçirmeleri umut ederek tebriklerimizi sunduk. Kalemin mürekkebinden dökülen küçük bir imzanın arkasındaki zorluklarla geçen yılları sadece ikisi biliyordu.

***

Güç olmasın diye geç olur bazı şeyler. Bizim için hem güçtü hem geç. Her şeye rağmen mutlu kadınlardık ve şimdi yanımızda mutlu olan adamlar vardı. Kaç hayal kurduk sonu hüsranla biten sayısını bile bilmiyorum. Ama bugün baktığımda sonunu getiremediğimiz mutsuz sonla biten hayallerimiz en güzel armağanlarını sunmuştu.

Demir aramızdaki tek yalnız olarak yemeğe katılmayacağını söyleyerek yanımızdan ayrılmıştı. Şimdi on kişilik masada beş çift olarak yerlerimizi almış siparişlerimizin gelmesini bekliyorduk.

Feza konuşma yapmak için söz istediğinde tüm gözler onu bulmuş dikkatle dinleme başlanmıştı. “Bu mutlu günümüzü bizimle paylaştığınız, geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Konuşma konusunda çok başarılı olamadığımın farkındayım bu yüzden sözü Dinçer kardeşime bırakıyorum.” Kısa zamanda kardeşim diyebilecek kadar yakın olmalarına şaşırmaktan öte söz hakkı vermesine daha fazla şaşırarak sorgulayıcı bakışlarım saniyesinde Dinçer’i buldu.

“Deren.” Dediğinde damarlarımdaki kan yarışa girmişçesine coşkuyla akmaya başladı. “Kadere inanır mısın?” soru cümlesiydi ama cevabımı beklemeye niyeti olmadan devam etti konuşmasına. “Ben seninle inanıyorum. Aşkın en güçlü dili duadır. Sen benim dualarımın en güzel cevabısın. Şimdi sana bir soru sorsam, benimle evlenir misin?”

 

 

"Nerede ne zaman kaç kere yaşadık

Nasıl bir sevdaysa eskitememiş yıllar

Bitirdiğimiz her şeye yeniden başladık

Dudaklarımızda birbirimizden mısralar."

Loading...
0%