Yeni Üyelik
44.
Bölüm
@gevezeyazar

Hani derler ya;

Ben sensiz yaşayamam diye,

İşte ben onlardan değilim.

Ben sensiz de yaşarım ama;

Seninle bir başka Yaşarım...

Nazım Hikmet RAN

 

Ne garip değil mi başrolü olduğunu sandığım hayatımda sadece bir figüranmışım. Kafamın içinde birbirine karışan seslerin gürültüsünden kalbimin sesi duyamayacak kadar kapanmıştı sanki şuurum. Göz pınarlarımın doluluk oranı arşa çıkmış akmak için saniyelerle yarışıyordu. Alışkanlıktan mıdır bilmiyorum ama ayaklarım beni yine Dinçer’in odasına götürdü. Sanki yürüdüğüm yolların sonu hep ona çıkıyor gibi.

Karşılıklı oturup kahvemizi yudumladığımız koltuklara gitti önce gözlerim sonra tam sarıldığımız noktada sabitlendi. Kısacık zamanda ne çok şey yaşamıştık. Masasına geçip oturdum sakinleşmek istedim kollarımı masanın üzerinde birleştirip başımı yasladım. Gözlerimi kapattığımda beynimdeki sesleri susturmak düşünmek istedim sadece. Ne yapmam gerekiyor?

Birkaç dakika düşündüm başımı kaldırdığım da dikkatimi çeken çerçeveye gitti elim yeniydi yoksa daha önce kesin görmüş olurdum. Üniversite okuduğum dönemlerde okul bahçesindeki çınar ağacının altındaki fotoğrafım vardı. Habersiz çekilmiş fotoğrafta en içten gülüşüm vardı. Acılarla yüzleşmediğim gerçekten mutlu olduğum günlerden geriye kalmış son bir anı.

Masanın üzerinden bir bloknot kâğıdı aldım.

“Ben hayatın cehenneminde kavrulurken sen uzaktan seyre dalmışsın. Yıkılmadığım için mi yıkılana kadar sarsılmayı hak ettim bilmiyorum ama geç kaldın Dinçer Demirkan.”

Yazdığım notu fotoğrafın önüne iliştirip odasından çıktım. Birkaç gün olmayacağımı şehir dışına çıkacağımın haberini vererek otelden ayrıldım. Otelden uzaklaştığım da yol kenarında durdum zihnimde dönen cevapsız sorulara cevap aradım. Sakinleşmeli ve kafamı toparlamalıydım. Anlık karar verip büyük pişmanlıklar yaşamaktan korkuyordum.

Ne yapmam gerektiğine karar vermekte zorlanıyordum. Kafam uyuşmuştu sanki sesler birbirine karışmış gürültüden kalbimin sesini dinleyemiyordum. Tekrar çalıştırdım arabayı bu defa evime sürdüm. Eve geldiğimde sanki duvarlar üzerime üzerime geliyor birisi boğazımı sıkıyordu. Nefesim yetmiyordu ciğerlerime, boğulduğumu hissettim. Üzerimi değiştirip eşofmanlarımı giydim telefonumu ve kulaklığımı alıp çıktım evden. Belki de defalarca aranmış, mesajlar almıştım ulaşılabilir olsaydım. Arayanlar bant kaydı aradığınız kişiye ulaşılamıyor dediğinde belki şarjı bitti ya da toplantıdadır diye düşünebilirdi. Oysa şu an ben dahi kendime ulaşamıyordum.

Bir yanım yüzleşmek isterken bir yanım kaçmak istiyordu. Oysa aynı hatayı yapmak yine kendime ihanet olurdu. Ertelemek değildi bu defa amacım sadece sakinleşmekti. Arabayı sahile yakın bir yerde otoparkta bıraktım. Kalabalığın arasına karıştım yine. Kalabalığın içerisinde yalnız kalmayı başarabilenlerdenim. Etraftaki sesleri bastıracak kadar yoğundu kafamın içindeki sesler arı kovanı gibi gürültülü.

Sarhoş gibi yürümeye başladım. İçmeden sarhoş olabilene de helal olsun. Denizi seyrettim bir süre benden daha sakindi. Yavaş yavaş vuruyordu dalgalar sahile oysa hırçın olmalıydı bir dalga karaya vurmadan diğer dalga takip etmeliydi ahenkle.

Özgürce uçan kuşları seyre daldım bir süre. Duymasını bile çok şey söyler kuşlar hızlı atan kalplerinin yanı sıra en yaygın özellikleri mutluluk ve eğlenceleridir. Bir kuş gibi özgürlüğe koşmaya başladım. Aklımdaki sesleri bastırmak için son ses açtığım müziğe kulak verdim.

“Hani en sevdiğini kaybettiğinde

İçin yanar yanar yanar yanar ya

Ben de seni kaybettim ağlarım şimdi

İçim yanar yanar yanar yanar yanar ah

İçim yanar yanar yanar yanar yanar

Canım yanar yanar yanar yanar yanar”

 

Koştukça koşasım geldi tıpkı on bir yaşında başladığım antrenmandaymış gibi hissettim kendimi. Hızla atan kalbim, ısısı yükselen vücudum düzensizleşmeye başlayan nefesime rağmen huzur kaplıyordu bedenimi. İliklerime kadar hissedebiliyordum özgürlüğü. Terden sırılsıklam olmuş vücudum esen ılık rüzgarla serinliyordu.

 

“Ben senin hasretine alışamadım

İçimdeki kavgamla barışamadım

Uçup gitti mutluluk kavuşamadım

İçim yanar yanar yanar yanar yanar ah

İçim yanar yanar yanar yanar yanar

Canım yanar yanar yanar yanar yanar”

 

Yandım, yaktık, yanıldık. Şarkılar değişti, duygular değişti, bulunduğum yer değişti ama bir türlü varamadım istediğim yere. Durdum nefesim düzene girene kadar yürümeye başladım. Hava kararmaya başlamış kalabalık daha da artmıştı. Gözlerimi kapatıp başımı gökyüzüne kaldırdım. Saatlerdir aklımı susturmaya çalışıyordum ama başarılı olamamıştım. Acaba bıraktığım notu bulmuş mudur?

Telefonumu uçak modundan çıkardığımda beklediğimden farklı bir manzarayla karşılaştım. Birkaç arama dışında hiçbir şey yoktu. Belki de hala hiçbir şeyin farkında değildir diye düşünerek arabaya doğru ilerledim.

Güvendiğim dağlara kar yağdı derler hani benim güvendiğim dağlar kayak merkezi oldu Uraz’a eğlence çıktı. Hatta ve hatta güvendiğim dağlar başıma yıkıldı sanki.

Apartmandan içeriye girerken biriken gözyaşlarımı daha fazla tutamadım göz pınarlarımda. Yüreğimde fırtınalar koparken sessizce ağladım. Asansörün kapısını açtığımda beklediğim adam yine karşımdaydı. Kapının önünde oturmuş dizlerini kendine çekmiş kollarını dizlerinin üzerine uzatmış başını kapının pervazına yaslamış gözleri kapalı halde bekliyordu.

Umursamazlıktan gelerek cebimden anahtarı çıkardım. Titreyen ellerimde anahtar deliğini bulmaya çalışırken bir yanda da kapıyı sarsıyordum. Dinçer sanki yokmuşum gibi öylece durmaya devam ediyordu. Kapıyı açtığımda sendeledi kendini hızla toparlayarak düşmekten kurtardı kendini.

Kalbimin bir yanı ona sarılmak için çırpınırken bir yanım buna engel oluyordu. Yaşadığımız ayrılık mıydı bilmiyorum ama anlamsız gelmeye başlamıştı. Konuşabilirdik en azından bir kere dinleyebilirdim. Tozpembe hayallerini yıkmak istemiyorum diyen Uraz değil miydi dünyayı başıma yıkan. Şimdi onun pervasızca söyledikleri haddi olmayan her şeye karışmış olması yıkabilir miydi bizi?

Ayakkabılarımı çıkarıp içeriye geçtiğimde Dinçer oturduğu yerden kalkıp karşımda durdu. Kapının eşiğinde durmuş kapatmakla kapatmamak arasında gidip geliyordum. Sevgim daha ağır bastı bu defa duymak istedim.

“Neden geldin? Beklediğin zaman doldu mu? Bilmediğim kaç yanın var?” sakin kalmak zordu öfkem hesap sormak istiyordu ama buna engel oldum sadece dinlemek istedim.

“Geç kaldım biliyorum ama telefi etmeme izin verir misin?” Kızaran gözleri ağladığını belli ediyordu. Erkekler ağlamaz derler ya hani bence ağlamalı seven adam merhameti olan adam ağlamalı.

Sessizce kapının önünden çekildim içeriye girmesi için yol açtım hızla içeriye geçti. Kokusu geldi burun kemiklerim sızladı. Oysa sarılınca geçmez miydi? Hatırlıyorum çocukken düştüğümde annem sarılınca geçerdi. İzi kalırdı ama acısı geçerdi. Geçsin istedim bu defa ne yara olsun ne izi kalsın. Sadece geçip gitsin hayallerim inci taneleri gibi saçılmasın etrafa. Yeniden düşersem kanatlarım kılırsa bu defa taşıyamaz ruhumu bedenimi.

Sarılamazdım aramızda görünmeyen duvarlar vardı. Kendi elleriyle ördüğü duvarları kendi elleriyle kırmalıydı. “Bu defa değil, bu defa değil kaçma. Kaçmak yok ertelemek hiç yok.” İç sesim kaç defa tekrar etti bu cümleleri bilmiyorum ama en az benim kadar perişan olmuştu Dinçer.

Tekli berjere oturmuş gözlerini anlamsızca halının üzerinde bir yere sabitlemiş öylece durmaya devam ediyordu. Galiba aşk, karşındakine incitebilme ayrıcalığı tanıyordu. Kırılmış bir kalp neresinden başlanırsa onarılmaya oradan başlamalıydık.

“Sizi dinliyorum Dinçer Bey.” Evet bey diye hitap etmeme alışkındı aramıza mesafe koymak için değil sevdiğim için söylediğimi bilirdi. Yeri gelir nazlanmak istediğimde babama dahi Osman Bey derdim. Bu da benim kendimce sevgi belirtimdi. Bey diye hitap etmeme takılmasa da sizi dememe takılmıştı. Gözleri yuvalarından çıkacak kadar açıldığında hissettim.

“Bağır, kır dök ama ne olur bana öyle bakma.” Gözlerinde kırgınlık içimi paramparça etse de kızgınlığımı bertaraf edecek cümleler bunlar değildi.

“Nasıl bakıyorum.” Düz tutmaya çalıştığım sesimle karşısına geçip oturdum.

“Nefret eder gibi.” Konuşmasına devam edecekti belki ama duymak istediklerim bunlar değildi sözünü keserek konuşmaya devam ettim. Bir an bile sesimin titrememesi için çok dirensem de başarı oldum.

“Nefret en büyük duygudur Dinçer. Öfkeyle nefret arasında en ince çizgideyim nasıl baktığımın nasıl davrandığım önemi yok. Konuşmayacak, sessiz kalmaya devam edeceksen hiç nefesini tüketme. Kapının yolunu biliyorsun.” Kovmak ya da rest çekmek değildi amacım artık konuşsun istiyordum sustukça arkasında bıraktığı enkazdan haberi yoktu.

Bir süre acıyla kıvranır gibi baktı yüzüme sonra dirseklerini dizlerine koydu. Başını ellerinin arasına alarak konuşmasına devam etti. Yüzüme bakamayacak kadar ne vardı tahmin edemiyordum doğrusu.

“Hatalıyım biliyorum. Gömleğimin düğmelerini kapatırken sonuna gelmeden anlayamadım yanlış iliklediğimi. Tıpkı sana geç kaldığım gibi hatalarımın farkına da geç vardım.” Derin bir iç çekti gözleri tek bir noktada takılı kalmıştı. Bu defa ben sustum konuşsun eteğindeki tüm taşları döksün gerekirse beraber taş altında kalalım yaralarımızı beraber saralım. Ama artık yeter ki konuşsundu.

“Hep uzaktan izledim seni ilk gördüğümde on üç yaşındaydın. Erkenden okula gider heyecanla senin gelişini beklerdim. Sen gelince yeniden doğardı güneşim bir gülüşüne bin bir hayal sığdırdım. Hayat doluydun etrafına neşe saçardın bir kere de bana gül istedim. Ama bana öfkenden bir kuple nasip oldu.” Sesindeki çaresizlik yüreğimiz parçalanmasına sebep olsa da ben de suçsuzdum bilmediğim tanımadığım bir kalbi kırmak benim suçum olabilir miydi?

Derin bir nefes çekti ellerini saçında gezdirdi bir süre gözleri aynı noktada takılıydı gözlerimin içine bakamayacak kadar çok yanıyordu canı belli oluyordu ama ben de kırgındım.

“O günden sonra karşına çıkmaya cesaret edemedim ama uzaktan uzağa hep sevdim seni. Gözden uzak olan gönülden ırak olur derler ama ben seni unutamadım. Yeniden karşına çıkabilecek cesareti bulmak için kendi içimde çok mücadele verdim. Tam üç yıl sonra aklımın ucundan geçirmeye korktuğum gerçekle yüzleştim. Yanında artık Uraz vardı.” Çatallaşan seni ile güçlükle konuşmaya başlamıştı. Sanki o anı tekrar yaşıyormuş gibi göz kapaklarını hızla açık kapatıyordu. Kötü bir kâbus gördüğümüzde gözlerimi kapatmaya kokarız ya işte tam da öyleydi.

“Belki de seni en iyi ben anlarım Dinçer. Ama benim bir suçum yoktu. Aylar öncesine kadar ben seni hatırlamıyordum. Okulda karşılaştığım herkes gibi sadece simanı hatırlıyordum.” Sevdiğin adamı sevdiği kadınla görmenin ne demek olduğunu iyi biliyordum yarası yarama denkti ama ben bile isteye yara olmadım.

“Başkasını seviyordun artık gülüşün onun yüzüne değiyordu. Vazgeçmek istedim unutmak istedim. Ne aklıma söz geçirebildim ne kalbime. Başaramadım Deren seni sevmekten vazgeçemedim. Kalbin başkasına aitti biliyordum ama senden gidemedim. Döndüm dolaştım yine sana geldim. Kendimden nefret ettim hep mutlu ol diye dua ettim. Ama sonra kendime yenildim imkansızdık biz geç kalmıştım.” Kızaran gözleri gözlerime değdiğinde sarılmak artık yanındayım demek istedim ama yapamadım.

Oturduğum koltukta yok olmak istedim. Yaşadığım duyguları yaşatmanın altında ezildim. Lal olmuştu dilim konuşmaya tek kelime etmeye gücüm yoktu sadece dinledim sonucun nereye varacağını koşulsuz şartsız seven adamın bizi bu hale nasıl getirdiğini bilmek istedim.

“Yedi yıl mutlu olduğunu izledim Uraz’dan ne kadar nefret ettiğimi onu kıskanmaya başladığımda anladım. Üniversite sınavını ilk kazandığında ben mezuna kaldım. Çünkü sen nereye gidersen bende oraya gelecektim. Biliyorum yaptığım şerefsizlikti başkasını seven bir kadını sevmeye hakkım yoktu ama kalbime söz geçiremedim. Nereye gidersen gideyim yolun sonu hep sana çıktı.”

“Ailem İzmir’e taşındığında bende onlarla gittim uzakta olursam unuturum kendime yeni bir hayat kurarım dedim ama yaz tatilinin bitmesini iple çektim. Mezun olduktan sonra evleneceğinizi öğrendiğimde yaşayan bir ölüden farksız sayılmazdım.” Anlattıkça canı yanıyordu sanki yeniden yaşıyormuş gibi kelimeler boğazına diziliyordu.

“Evlenmişte olabilirdik Dinçer o zaman ne olacaktı.” Derin bir sessizliğe büründü kendine defalarca cevabını vermişti belki de ama bana verebileceği bir cevap yine yoktu.

“Ben seni ihmal olmadan sevdim Deren kabullenmek istemedim yıllarca ama evlenebilme ihtimalinizle yüzleşince dayanamadım İzmir’e döndüm.” Kaçmanın çözüm olduğunu düşünmek ikimiz için de acı bir deneyim olduğunu fark ettiğimde gözümden süzülen yaşlara engel olamadım.

“Ayrıldık biz Dinçer hem de en kötü şekilde yıllarca acı çektim. Neredeydin peki bunca yıl neden bekledin, neden gelmedin.” Dile kolay ama yaşayana zordu anlattıklarının üzerinden yedi yıl geçmişti.

“Korktum Deren yaralıydın kalbin kırıktı sana kavuşamadan seni yeniden kaybetmekten korktum. Hataydı biliyorum hep geç kaldım sana ama gelemedim. Uraz’ın seni hiçbir zaman hak etmediğini anladım. Hayatımda ilk kez haksız olmak için dua ettim. Dediğin gibi sen hayatın cehenneminde kavrulmaya başlamıştın. Koşup sarılmak istedim yaralarını sarmak istedim ama yapamadım yine uzaktan izlemekle yetindim.” Galiba ikimizde varamamıştık bir türlü istediğimiz yere bundandı çaresizliğimiz.

“Sonra ne oldu ne değişti de korkmaktan vazgeçtin. Neden yıllar sonra geldin!” toz pembe hayallerimin içerisinde ne olduğuna dair hala bir cevap vermemişti.

“Ben senden hiç gitmedim gidemedim. Acıyla yoğrulan kalbin sana memleketini terk ettirecek kadar güçlüydü. Kalbinin Uraz’a ait olduğunu ondan vazgeçmediğini düşündüm hep. Bu yüzden de gelemedim. En iyi bildiğimi yaptım uzaktan sevdim seni bir an olsun bile vazgeçmedim.” Yokluğuma dahi ihanet etmemiş adama kızmak gelmiyordu içimden öfkem dinmiş hüzün kaplamıştı dört bir yanımı oysa bunları anlatsa ben anlardım.

“Bu durumda olmamıza sebep olan bunlar olmamalı Dinçer bilmediğim daha neler var?” fırtınan şiddetli eseceği yeniden gözlerini kaçırmasından belli oluyordu. Başını öne eğdiğinde titreyen kirpiklerinden söyleyeceklerinden korktuğu belli oluyordu.

“İstanbul’a geldikten sonra otelde çalışmaya başladın ama senin hayalin çalışan olmak değil yöneten olmaktı biliyordum. Sana yaklaşamadım karşına çıkamadım ama uzak kalmakta istemedim. En güvendiğim kişiyle ortak olmanı sağladım.” Son cümlesiyle beklenen fırtına esti ama serinlemedim aksine yanmadan kül oldum.

“O kişi de Devran değil mi? Ben yıllarca başarımla övünürken ailem benimle gurur duyarken sen bana hayallerimi senin inşa ettiğini söylüyorsun farkında mısın?” hayal kırıklığın altında ezilmenin ne demek olduğunu o an anladım.

 

 

Ben geldimmm...

İyi okumalar sizleri seviyorum 🫶🫶🫶

Yorumlarda buluşalım...

Beklediğiniz ve istediğiniz detaylar varsa memnuniyetle anlatmaya çalıışırım...

 

Loading...
0%