@gevezeyazar
|
Son kontrollerimi hızla yaparak dosyalarımı toparladım. Toplantı salonun bulunduğu kata çıkmak için asansöre yöneldiğimde acil çıkış kapsından gelen sesler dikkatimi çekti. Görmek istemediğim tablo karşımdaydı. Temizlik müdürü, kat görevlisini bağırmak dediğimiz düzeyden fazla olacak seste ikazda bulunuyordu.
Kendime şaşırsam da sabırla konuşmaları dinledim ve oradan ayrıldım. Tüm sinir hücrelerim arşa çıkmış öfkemi kontrol edemeyecek dereceye gelmiştim. Derin derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
Toplum olarak ne zaman bu kadar vicdanımızı kaybetmiştik. Kim bize bu hakkı veriyordu. Ağır adımlarla ilerlediğim toplantı odasının önünde saate baktığımda neredeyse on beş dakika geç kalmıştım.
Kafamda yankılan o sesi durduramıyordum. “Sen kendini ne sanıyorsun, sen kimsin de bana karşı geliyorsun.” Ellerimi ne kadar sıktığımı tırnaklarımın acısıyla fark edebilmiştim. Son kez derin bir nefes alarak içeriye girdim.
Herkes yerini almış beni bekliyordu. Dinçer ve Uraz karşılıklı oturmuş öldürücü bakışlarla dövüş içerisinde gibiydiler. Beyza biricik eşinin yanında gövde gösterisi yapma derdindeydi.
“Kusura bakmayın arkadaşlar geç kaldım.” On iki kişiden kimse cevap vermezken eşinden aldığı cesaretle Beyza cevap verme gafletinde bulundu.
“Şirket ortamında geç kalmak pek uygun bir davranış değil!” Alaylı gülümsemesi umurumda olmasa da cesaretini tebrik ediyordum doğrusu.
“Ben ortama uymam Beyza Hanım ortam bana uyar!” Kızaran yüzünü keyifle izleyerek arkama yaslandım.
Gelmesini beklediğim Ahmet Bey’in nefes nefese içeriye girmesiyle sesler yeniden beynimde yankılanmaya başladı.
“Herkes hazır olduğuna göre başlayabiliriz.” Diyerek konuya girmiş olsam da toplantının gidişatı benim için çoktan değişmişti. Kendimi kontrol etmekte zorlandığım nadir anlardan birini yaşıyordum.
Konu başlıklarını tek tek inceleyerek karara bağladıktan sonra neredeyse kırk dakika geçmişti. Sinirden kastığım vücudum artık ağrısını hissettirecek hale gelmişti. Sustukça içimdeki büyüyen öfkeyi atmamam için bir sebep kalmadığında gözlerimi nefretle Ahmet Bey’in üzerinde gezdirdim. Tavrım hoşuna gitmemiş olacak ki sorun varmış gibi üzerini kontrol etmeye başladı.
“Hepinize teşekkür ederim arkadaşlar çıkabilirsiniz.” Ayaklanmalar başladığında gözlerim hala aynı yerdeydi tedirginliği her halinden belli oluyordu. Bakışlarını kaçırmaya çalışması suçluluk psikolojisinde olduğunu ele veriyordu.
“Siz kalın Ahmet Bey konuşacaklarımız var.” Dediğimde işaret parmağıyla kendini göstererek cılız çıkan sesiyle ben mi diye sorabilmişti. Oysa bir kadına bağırırken gür çıkan sesi hala kulaklarımda çınlıyordu. Onaylamak için başımı aşağı yukarı hareket ettirdiğimde çaresizce oturdu.
Hoşuma gitmeyen üstlük altlık kavramlarını kullanmak zorunda bıraktığı için öfkem daha da artıyordu. Hiyerarşik yönetimin karşısında durup Holokrasi ile yönetmeye çalıştığım sistemde kabul edebileceğim son şey üsluba uygun olmayan ikaz tavırlarıydı.
“Ahmet Bey toplantıdan önce yaşanan problemle ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı?” kızaran yüzü mahcubiyetini gösteriyor olsa da yaptığı yanlışın telafisi değildi. Hafif bir öksürmeyle zaman kazanmaya çalışarak gözlerime baktığın da en ufak bir pişmanlık belirtisi görünmüyordu.
“Verdiğim görevleri yerine getirmediği için uyarmak durumunda kaldım.” Yaptığı yanlışın farkına varmadan kendini savunmaya çalışması trajikomik bir durumdu.
“Karşınız da bir kadın vardı Ahmet Bey! Üslubunuz doğru muydu? Üstü olmanız bir kadını hatta kimseyi aşağılama hakkını size vermez.” Ses tonuna şahit olmasaydım çok ince naif bir sesi var diyebilecek kadar cılız çıkıyordu sesi.
“Deren Hanım emirlerimin dışına çıktı. Verilen görevleri yapmadı bende uyardım.” Alaycı bakışları fazlasıyla öfkelenmeme sebep oluyordu. Daha fazla dayanamayarak yerimden kalktım.
“Sizde benim şartlarıma uymadınız Ahmet Bey! Benim olduğum yerde kimse kimseye üstünlük yapamaz bunu iyi biliyor olmanız gerekirdi. Hele bir kadına yapılan saygısızlığı şahsıma sayarım. Çıkış işlemlerinizi yapabilirsiniz sizinle yollarımız buraya kadardı.” Cevap vermesini dahi beklemeden odadan çıktım.
Böyle bir durumda olmaktan nefret etsem de hayat bizi istemediklerimizi yapmaya sürüklüyordu. İnsanlık olarak saygı duymayı bu kadar arka planda bırakmış olmak çok can yakıcı bir hal alıyor.
İçimdeki huzursuzlukla gideceğim yer belliydi artık. En acısından kahvelerimizi hazırlayıp kapıyı tıkladım. Gel demesiyle içeriye girdim.
“Ne oldu!” diyerek hızla yanıma yaklaştığından yüzümdeki hayal kırıklığını fark edilmeyecek gibi değildi.
“Biraz önce Ahmet Bey’in iş çıkışını vermek zorunda kaldım. Bu beni kötü biri yapar mı?” kollarını açtığında hemen göğsündeki yerimi aldım omzuna başımı yasladım.
“Hayır bu seni kötü biri yapmaz. Doğru kararı verdiğinden eminim kendini suçlu hissetme.” Yüzümü avuç içine aldığında sıcacık gülümsemesi ruhumu ferahlattı. Alnıma bıraktığı öpücükle karşılıklı kahvelerimizi içmeye başladık.
“Akşam için küçük bir organizasyon planı yaptım.” Tek kaşı havalanırken merakla bakmaya devam etti. “Simay ve Feza için kendi aramız da küçük bir nişan. Güzel olmaz mı?” kahvesinden bir yudum alıp geriye yaslandı keyifle.
“Olur tabi bizim için de alıştırma olur.” Bir gün nişanlanacağımın hayalini dahi kurmazken söylediğiyle kahvem boğazımda kaldı.
“Bizim mi?” şaşkınlıktan far görmüş tavşan gibi gözlerim açılmış olduğunu hissettim.
“Neyse rol çalmayalım bunu daha detaylı konuşuruz.” Diyerek yerinden kalktı telefonu ve anahtarını alıp kapıya yöneldiğinde ben hala duyduklarımın şokuyla şaşkınca bakmaya devam ediyordum.
Her genç kızın hayalidir diye başlayan cümle benim için sadece kabustu. Nişan, kına gecesi, düğün hayalini dahi kurmak canımı yakmıştı. Mutlu olduğumuz anılar silinmişti artık hafızamdan peki ya bıraktığı acılar neden silinmiyor.
“Hayalini hiç kurmamıştım.” Sanki sesim kısılmış gibi güçlükle çıkan sesle itirafta bulundum. Yanıma yaklaştığının hissediyordum ama gözlerine bakmaktan çekiniyordum. Çaresiz hissetmek vardır ya tam olarak öyleydi kanatlarım kırılmıştı sanki bir an da.
“Kurduğun hayalleri de kurmadığın hayalleri de baştan yazacağız.” Eğilip şakağımdan öptüğünde kokusu doldu yeniden ciğerlerime kirpiklerimde asılı kalan yaşı hissettirmeden sildim. Yanında mutlu olduğum adamın kokusu sözlerinden daha tesirliydi.
Hızla düşüncelerimden kurtulup oturduğum yerden kalktım. Çantamı alayım çıkalım diyerek yanından ayrıldım. Asansörlerin bulunduğu yerde bekliyordu. Yanına gittiğimde sadece gözlerimizle konuşmayla yetinip otelden çıktık.
Sessizliği şarkının ritmi bozdu. “Gün gelirde sende benden çekip gidersen gidip de bir daha dönmeyeceksen Al ömrümü koy ömrünün üstüne senden gelsin ölüm başım üstüne Yüreğini koy avcunun içine senden gelsin ölüm başım üstüne”
Tebessümle gözlerinin içine bakarken elimi kavranıp dudaklarına götürdüğünde avuç içimden öpmesinin anlamı benim için çok kıymetliydi.
İstediklerimi kolayca bulacağımız caddeye yakın arabayı park ederek yürümeye başladık. Anlam veremediğim duyguları bastırmaya çalışsam da ilk defa alışverişe çıkmıştık. Enteresan olanda nişan için gerekli malzemeleri alacak olmamızdı.
Zevklerimiz, isteklerimiz ortak yaşamak istediğimiz hayatta nasıl farklarımız vardı. Ben yazı severken ya kışı seviyorsa. Ben güneşi severken ya yağmuru seviyorsa. Farklılıklar hep varken ortak çözüm bulabilecek kadar tanıyor muyuz ruh eşlerimizi.
Nişan tepsisi almak için girdiğimiz mağazada internette baktığım listedeki her şey mevcuttu. Alternatiflerin çok olduğu durumda seçim yapmak oldukça zorken iki seçenek arasında kararsız kalmıştım. Tepsilerimi elime aldığım da Dinçer’in etrafa bakındığını gördüm.
“Sence hangisi?” diye sorduğum da fark etmez cevabını almak soracağım son soru olurdu. Sağ elimde beyaz pleksi üzerinde iki küçük yüzük kutusu, makas ve isimler yazıldığı sade ve şık bir tepsi. Sol elimde küçük bir çiçek buketi, minik çiçek detaylarıyla iki yüzük kutusu, bolca taşlı makas ve isim yazmak zorundayız gibi köşeye sıkıştırılmış isimler.
“Sol yanın.” Hiç düşünmeden verdiği cevapla hayal kırıklığım anında yüzüme yansımıştı. Anlamsızca gelen kahkaha sesiyle kaşlarımı çatarak dik dik bakmaya devam ettim.
“Çünkü sol yanımda kalp diye seni taşıyorum.” Birkaç adım yaklaşıp sağ elimdeki tepsiyi aldığında hayal kırıklığım yerini aşka bırakmıştı. Nişan tepsisi, kahve sunum tepsisi, ikramlıklar ve süslemelerle alışverişimizi tamamlayıp yeniden eve doğru yol aldık. Simay’ı aradığımda evde olduklarını öğrenmem planımızın en kolay yanı olmuştu.
Ellerimizde poşetlerle bizi gördüğünü şaşırsa da umursamadan selam vererek içeriye geçtim. “Sizi dışarı alalım Feza Bey çiçeğinizi çikolatanızı alıp gelirsiniz artık.” Resmen evden kovmuş olsam da neticede amacım hayırlı bir içindi.
Simay’ın kolundan tuttuğum gibi odaya sürükledim el mecbur ayak uydurmak zorunda kaldı. Bir taraftan paketleri açmakla uğraşırken bir taraftan detayları anlattım. Bir yanı eksikti kırgındı ama hiçbir şey bir gün gülerek hatırlayacağımız anılarımızın üzerine karabulutlar gezdirsin istemedim. Kırgınlıklarımızı bir kenara bırakarak makyajını tamamladık saçlarını da hafif dalgalandırdıktan sonra giyinmesi için yalnız bırakarak yanından ayrıldım.
Salondaki masanın üzerine ikramlıkları yerleştirdim. İkram edecek kimsemiz olmasa da her şey eksiksiz olsun istemiştim. Yüzükleri tepsideki kutularına yerleştirdikten sonra bende hazırlandığımda eğlenceye hazırdık artık. Zil çalmasıyla gece başladı. |
0% |