@gevezeyazar
|
Bazı anlar vardır kelimelerin kifayetsiz kaldığı tam olarak böyle bir andı benim için. Karşımda sevdiğim adam onun için delirircesine atan kalbim. Gözlerimizden aşk akıyor, kalplerimiz aşkla çarpıyordu. Böyle bir teklife hazır mıydım bilmiyorum bir süre boş gözlerle bakmakla yetindim. “Cevap vermeyecek misin?” masum bakışlarına kıyamayarak hemen toparladım kendimi. “Birlikte yaşayacağımız her an bir öncekinden daha güzel olsun.” Söylediğim cümleyle beklediği cevabı almanın verdiği mutlulukla alnıma bıraktığı derin öpücükle bu defa alkışlar bizim için ritim tuttu. Yaşayamadığımız geçmişi değil yaşayabileceğimiz geleceği birleştirmede attığımız adımla artık bir olmak istiyorduk. Hislerimizin karşılık bulmasıydı aşk. “İyi ki hayatımdasın, iyi ki hayatımın bir parçasısın.” Dinçer’in gözlerinde hüzün vardı. Geç kalmıştık belki çok zaman kaybetmiş, çok kayıplar vermiştik ama bugün dönüp ardımıza baktığımız da iyi ki diyebiliyorsak bizim için hala bir umut var demekti. “İyi ki sen, iyi ki geldin.” Bir yuvaya yerleşir gibi sarıldım. Kalbinin ritmini hissetmek anne karnındaki bebeğin ilk defa kalp atışlarını duyması gibi sonsuz mutluluktu. Unutmak yok saymak istediğim tüm kötü anıların yerini güzelliklerle donatıyorduk. Esiri olduğumuz geçmiş özgürlüğün karşısında yenik düşmeye mahkûm gibiydi. Saçları dahi kırılan kadınların kalbini kırmak insanoğluna yakışır mı? Paylaştıkça çoğalan mutluluğumuza masadaki herkes ortak olsa da öfkeli olan tek kişi Uraz değildi. En az onun kadar öfke doluydu Beyza’nın gözleri oysa kendi tercihleri getirmişti onları karşıma. Ait olmadığımız yerde aitlik kazanmak hiçlikten ileriye gitmez. Sürpriz yapmak isterken parmağımdaki yüzük benim sürprizim olmuştu. Yemekler yenmiş sohbetler devam ediyordu. Her güzel şeyin sonu olduğu gibi artık bu geceyi sonlandırmanın da vakti gelmişti. Öfkesini ve Beyza’yı alarak masadan ilk ayrılan Uraz oldu. Tahmin etseydim böyle bir an yaşayacağımı ortak olmasını istemezdim. Bir yanım yaşattığını yaşadı dese de bir yanım keşke mutluluğuma şahit olmasaydı diyor. Hayat biz planlar yaparken bize yaşattıklarından ibarettir gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmiş bulundum. Vedalar acıtır yürek yakar ama bu defa vedalar huzur verdi, gözyaşları mutluluk bahşetti. Yorgun geçen günün ardından evli çiftimizi yeni hayatıyla baş başa bıraktık. Evlilik yolunda attığımız ilk adımla minik balkonumda kahve eşliğinde Dinçer’in kollarında olmak ona sarılmak sanki zamanı durdurmaya eşdeğerdi. “Neden bilmiyorum ama içimde kötü bir his, korku var.” Anı bozmak istemiyordum ama günlerdir yaşadığım girdaptan tekrar haberi olsun istedim. “Korkmanı gerektirecek bir durum yok sevgilim. Her zaman yanındayım, her zamanda yanında kalacağım. Bu masal hiç bitmeyecek.” Mümkünmüş gibi biraz daha sıkı sarıldım. Dakikalarca kalbinin sesini dinledim. Gözlerindeki sevgiyi hissettim. Ara ara parmağımdaki yüzüğü izledim. Günün yorgunluğuna artık esir düşmüş göz kapaklarım benden bağımsız kapanıyordu. Uyku mahmuru halimle son hissettiğim Dinçer’in kollarında olduğum yerden havalandığımdı. Başım yumuşacık yastığı bulduğunda ruhum uykuya teslim olmuştu sonrası koca bir karanlık. *** Uyandığımda Dinçer yanımda yoktu. Baş ucumda duran telefona baktığımda saat neredeyse on olmak üzereydi. Günler sonra yalnız kaldığım evim eskisinden daha ıssız daha soğuk hissettirmişti. Kısacık zamanda alışmıştım Simay’a özlediğim aile sıcaklığı burun kemiğimi sızlattı. Yataktan kalkıp hızla banyoya gittim. Siyah kumaş palazzo pantolon üzerine beyaz askılı kol bluz giydim. Saçlarımı alışık olduğu özgürlüğüne bırakıp hafif bir makyajla güne hazırdım. Kahvaltının yerini kahvenin aldığı günlere hoş geldin diyerek. Sabah kahvemi hazırlayıp keyifle içtim. Çantamı anahtarımı alıp evden çıktım. Otelin önüne geldiğimde derin bir nefes alarak ağır adımlarla içeriye girdim. Sanki herkes bana bakıyor minik bir çocuğun içerisindeki bayram sevincini görüyor gibiydi. Evet bayram arifesinde yeni aldığı kıyafetleri giymek için sabırsızla sabah olmasını bekleyen çocuklar gibi heyecanlıydım. Parmağımda Dinçer’e ait olan yüzük vardı ve ben henüz ailemle paylaşmamıştım. En kısa zamanda Trabzon’a giderek tüm sevdiklerimle heyecanımı paylaşmayı aklımın bir köşesine not ederek odama geçtim. Yapılması gereken rutin kontrollerimi hallettikten sonra sabah karşılaşması için beni beklemeyen Dinçer Bey’in odasına gitmek için elime de birkaç bahane dosyası aldım. Tam kapıyı tıklatacakken mesaj sesiyle duraksadım. Ekrana baktığımda Dinçer olduğunu gördüm. Otelde değildi ve bu saatte kadar haber dahi vermemişti. Durum değerlendirmesi yaparsam eğer ikimizde aynı şartlardaydık bende bu saate kadar aramamış haber vermemiştim.
Dinçer Demirkan: Demir’le halletmemiz gereken işlerimiz var bir iki saate kadar gelmiş olurum.
İçimdeki küçük çocuk neşesiyle odama geri döndüm. Pencereden ne kadar görünebilirse gökyüzü o kadar gördüm. Uzun uzun baktım aynı gökyüzü altında yaşayan milyarlarca insan, milyonlarca dert olduğunu düşündüm. Bulutlar dahi gökyüzünde ahenkle ilerliyor kimse kimseye düşman olmuyorken insanlar neden kötülüklere doymuyor?
Bir parça bulutun gülümsediğini hissettim. O gülüş dedeme aitti sanki ak düşmüş saçları, beyazlamış sakalları küçücük göz çukurları içindeki masmavi gözleri ile güldü yeniden. Kalbimin acıdığını, yokluğuna alışamadığımı hissettim sanki hala beni bekliyordu. Gitmemişti hiç odasında elinde kumandası akşam haberlerini izlediğinde hızla açtığım kapının ardında beni bekliyordu. “En sevdiğin torunun geldi dedem” diye boynuna sarıldığım günleri hissettim. Kapının tıklanmasıyla irkildim. Gözümden akan yaşları elimin tersiyle silerek hızla kendimi toparladım. Gel diye seslenerek masama geçip oturdum. Gelen Uraz’dı. “Sevgilin gelmediğine göre bana ayıracak vaktin vardır diye düşünüyorum.” Alay eder gibi söylediği sözleri karşısında zor da olsa sakinliğimi korumak zorundaydım istediği fırsatı altın tepsiyle ona sunmayacaktım. “Buyurun Uraz Bey sizi dinliyorum.” Bakışlarımı bir an olsun üzerinden çekmemeye özen göstererek konuştum. İki yabancıydık artık ama bir farkla birbirini en iyi tanıyan iki yabancı. Hayattan aldığım en büyük derslerden bir tanesi zaaflardı. Aklımın bir köşesinde kendime sürekli hatırlattığım minik bir detay. İnsanlara ne kadar güvenirsen güven, bir gün ters düştüğünde sana ilk darbeyi zaaflarından vuracaktır. “Merak ettiğim birkaç soru var?” hal ve tavırları sinsice bir planı olduğunu belli edecek kadar keskindi. Başımı olumlu anlamda sallarken ayağa kalkıp karşımda dikildi. Birkaç adımı attıktan sonra yine aynı noktaya gelerek işaret parmağını havaya kaldırıp tereddütte kalmış gibi biraz daha düşündükten sonra tüm zehrini akıtmaya başladı. “Merak ediyorum her zaman kuralları olan, sınırlarının aşılmasına izin vermeyen, özgürlüğü için herkesi karşısına alan Deren Sancaktar. Ne oldu sana sevmek bu kadar mı kör etti?” daha önce hiç şahit olmadığım bakışında isyan eder gibi bir hali vardı. “Açık konuş Uraz!” yüksek çıkan sesime engel olamadım hatta olmakta istemedim. Kim duyarsa duysundu artık bulunduğum konum umurumda dahi değildi. Sabrımın raf ömrü buraya kadardı. “Dinçer’i ne kadar tanıyorsun ne kadar güveniyorsun da düşünmeden teklifini kabul ettin!” kuyruk acısını belli etmeye başlamış olsa da asıl niyeti bu değildi. Canımı yakmaya beni köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu minik aklıyla. “Yeri geliyor yıllarımızı yan yana geçirdiğimiz kişiyi tanımıyoruz Uraz. Sen değil miydin beni yıllarca bir masala inandıran sonra da her masalın mutlu sonla bitmediğini kanıtlayan. Şimdi bir masal değil de gerçekleri yaşıyor olduğumdan mı bu pervasızca hareketlerin.” Bir an sadece bir an pişmanlık görmek istedim gözlerinde “Ben seni çok sevdim hala çok seviyorum. Bu yüzden hata yapmana izin vermeyeceğim.” Histerik bir gülüş yayıldı yüzüme istemsizce. Ayağa kalkıp bende karşısına dikildim. “Sen sevgiden mi bahsediyorsun Uraz! Paramparça bırakıp gideni değil de yaralarımı saran her anımda yanımda olan sevgisini göstermekten asla çekinmeyen adamı tercih ettiğim için mi hata yapmış oluyorum? Eğer öyleyse yaptığımın hataların en güzeli.” Eli ensesine gittiğinde sinirinden elleri titremeye başlamıştı belki de ilk defa dilimizdeki zehri akıtıyorduk. “O çok sevdiğini sandığın adam seni kandırıyor. Seni de sevgini de hak etmiyor Deren!” dilin kemiği yoktur ya tam da böyle bir andı benim için yıllarca bastırdığım öfkemi durdurmaya gücüm yoktu. İhanet eden kendisi değilmiş gibi hayatımın en büyük darbesini kendisi yapmamış gibi korumaya çalışıyordu. “Ben aylarca acı çektim, uykularım kabusa döndü, kalbim kanadı lan benim. Sen başka bedenlerde teselli bulurken ben senin yüzünden memleketimi terk ettim. Kimi seveceğimi kimden nefret edeceğimi sana soracak değilim Uraz. Haddini bil!” çene kaslarından dişlerini ne kadar sıktığını anlayabileceğim kadar öfkeliydi. Duyduklarını hazmedemeyeceğini düşünsem de yaşattıkları yaşayacaklarının teminatı dahi olamazdı. “Sor o zaman Deren. Kariyer yapma bahanesiyle geldiğin İstanbul’da senin için hazırlanan planları çok sevdiğini söylediğin Dinçer’e sor! Hiçbir şey bilmeden yalan dünyanın içinde yaşayıp duruyorsun.” Zehrini akıtmanın verdiği rahatlıkla yüzündeki alaylı gülüş içimdeki volkanların patlamasına sebep olsa da susmak zorunda hissettim kendimi. Nasıl bir plandı nasıl bir oyun oynanıyordu bilmiyorum ama taş üstünde taş kalmayacağı belliydi. “Ne planından bahsediyorsun sen!” etraf sıcaktan kavrulurken buz tuttu yüreğim. Yazın ortasında parmak uçlarım soğuktan hissizleşti. Çaresizlikten sesim titredi son nefesimmiş gibi boğazım acıyla sızladı. “Tesadüfen karşılaştığını sandığın Devran ne tesadüftür ki Dinçer’in en yakın arkadaşı.” Elini alnına koyup birkaç saniye düşünür gibi gözlerini kapattı. Aklına bir fikir gelmiş gibi parmağını şıklatıp öfkesini kusmaya devam etti. “Hatta biliyor musun? Sırf sana yakın olabilmek için Devran ile ortak olmanı sağlamış. Üzgünüm toz pembe hayallerini yıkmak istemem ama gerçekler acıdır.” Pişkin pişkin gülmesine daha fazla dayanamayarak yıllar önce içimde kalan tokadın pat sesini duyduğumda söylemeye çalıştığı tüm seslere sağır oldum. Beni ben yapan yaşanmışlıkların başında vazgeçtiklerim geliyor. Cesaret ile esaret arasında tek bir harf var. İhanetin acısı kasıp kavururken dört bir yanımı ben dik durmayı seçtim. Acıların esiri olmadım. Özgürlüğe koştum bir kişinin hatasının bedelini tüm sevdiklerimden uzak kalarak ödedim. Tartışa bilirdik hatta kavga da edebilirdik. Hayatta başıma gelmez dediğimiz ne varsa başımıza da gelebilirdi. Ertelemek benim acılarımdan kaçmak için kullandığım tek zayıf yönümdü. Bunu dahi bir yere kadar tolere edebilirken defalarca fırsat sunduğum halde zamanı var diyerek geçiştirdiği her şey gün yüzüne çıkmıştı. Haklıydı belki de ama bende haklıydım. Aramızda sır olmamasına özen göstermiş her konuda şeffaf olmuşken hayatımız ile ilgili bilmem gerekenleri Uraz’ın böbürlenerek anlatmasına hak veremezdim. Öfkeliydim. En nefret ettiğin huyun nedir diye sorsalar öfkeliyken söylediklerim derdim. Çünkü, insan öfkeliyken son söylenecek kelimeyi ilk söyler oysa ben öfkeliyken hiç söylenmemesi gerekenleri ilk söylerim. Sabrım ve sınırlarım aşıldığında öfkem tüm hücrelerimi esir alıyor dilim pervasızca söylememesi gerekenleri sıralıyordu. Sabırla bekledim söyleyemediği gerçekleri söylemesini sırtındaki kamburundan kurtulmasını bekledim. Dert değil derman olmak istedim. Dinçer sustu ben sustum. Sustuklarımız büyüdükçe büyüdü dağ oldu. Şimdi o dağın yamacında uçurumun kenarındayız. Uçurumun kenarındaki çiçeğin hikayesi gibi. O çiçeği koparmak, düşüp vücudumuzun tüm kemiklerinin kırılmasına hatta ölümümüze sebep olsa o çiçeği koparır mıydık?
Önce olacak gibi olur, sonra biraz olur Tam oldu zannederken olan sadece sana olur… |
0% |