Yeni Üyelik
41.
Bölüm
@gevezeyazar

Her insanın hayatında dönüm noktaları olduğu gibi benim de vardı hatta bir defa değil defalarca. Kafamdaki taşlar yerine oturmuyor parçalar eksikti.

İç sesimi susturamazken beynimin içerisinde dönen onlarca senaryo bir sarılmayla silinir miydi? Evet silindi kokusu diyorum azizim beni benden eden ruhuma huzur veren.

“Sen benim sen değerli hazinemsin sakın üzülme.” Kulağıma fısıldadığı kelimeler fevri davranmamı engelliyordu. Her şeyin bir sebebi vardır ve emin olduğum bir şey varsa oda Dinçer’in yalan söylemeyeceğidir.

Babam “bu hayatı kendin için yaşa vereceğin kararları kimsenin etkilemesine izin verme. Hataların dahi bir gün seni doğruya götürür.” Derdi. Şimdi daha iyi anlıyorum duyduklarımla hüküm verirsem doğrulardan uzak kalırdım.

“Akşam yemeği için üç kişilik rezervasyon yaptırdım Dinçer.” Sarılmamızdan rahatsız olduğu yüzünden belli olan süpürgesiz cadımız söyleyemediği için sinsice planını kişi sayısını belirterek açıkça istenmediğimi belli etti.

Dinçer’in kollarından ayrılırken en iyi bildiğim oyunu oynadım görmezden, duymazdan geldim. Bir insanı alt etmenin en iyi yolu onu yok saymaktır. Bende bunu yaptım Hanım diye hitap ettiğinde aralarına koyduğu mesafe benim için yeterliydi. Savaşacağım bir kadın değildi Selin.

Bir kişiyi tehdit etmek ya da haddini bildirmek için sözlerden çok gözlerin ve mimiklerin etkili olduğunu düşünmüşümdür. Saatlerce konuşursun anlatırsın karşındaki insan seni anlamaz ama tek bir hareketinle onlarca kelimenin anlamını hissettirirsin.

“Demircim yarın yakın bir arkadaşımızın Nikâhı var seni de aramızda görmek isterim.” Teklifine cevap alma fırsatı bırakmadığım Selin’in öfkesi benim keyiflenmem demekti.

“Memnuniyetle yengelerin bir tanesi.” Yenge kelimesi bu kadar anlamlı olabilir miydi? Evet şu an da benim için büyük anlamlar barındırıyordu. Bastıra bastıra söylediği kelimede biraz da nispet vardı.

“Yarın görüşürüz o halde bu günlük halletmem gereken işlerim var.” Muzip bir gülümsemeyle Dinçer’in tek gamzesi olan sol yanağına minik bir öpücük bırakıp odadan çıktım.

Aşk’ın gücüne her zaman inanmışımdır. Gerçek aşk bahanelere ev sahipliği yapmaz. Hatalara yer vermez. Kızacaksınız belki ama güvenmek istiyorum arkamı döndüğümde bana ihanet etmeyeceğinden emin olmak istiyorum. Bu yüzden Selin’in Dinçer’in odasında kalmasından rahatsız olmadım. Hayatında olmadığım yıllarda ihanet etmeyen adam varlığıma ihanet etmezdi biliyorum.

Benim ilişki anlayışım yan yana değilken de birbirine saygı duyarak hareket etmekten geçer. Bağımlı gibi takıntı yapmadan, içten ve sevgiyle gösterilen inceliklerden geçer. Hatayı telafi etmeyi bilinmesinden, aynı zamanda iki iyi arkadaş olmaktan ve arka plana atılmamaktan geçer.

Zihnimdeki düşünceleri bir kenara bırakıp Simay için elimden gelenin fazlasını yapmaya karar verdim. Lise yıllarımızda hayalini kurduğumuz düğünle aceleyle yapılacak olan nikahın uzaktan yakından hiçbir alakası yoktu. Hazzetmesem de Üniversite yıllarımızın Uraz’da bir parçası olduğundan onu da davet etmekte bir sakınca görmedim.

Uraz’ın odasına yaklaştığımda içeriden gelen sesler tartışmanın olduğunu gösterse de iki dakikalık bir zamanı olduğunu düşünerek kapıyı tıklattım. “Gel” diye çıkan gür sesle içeriye geçtim. Uraz tebessüm ederken Beyza öfkelenmişti. Muhtemelen aile tartışmalarını bölmüş olmamdan rahatsızlık duymuştu.

“Merhaba. Yarın saat dörtte Simay ve Feza’nın nihanı var ikinizi de aramızda görmek isteriz.” Teklifimde gayet samimiydim hiçbir art niyet gütmeksizin söylediğim cümle karşısında Beyza afallamıştı.

Uraz “geliriz” derken Beyza cevap verme gereksiniminde bulunmamıştı açıkçası benim içinde çok önemli değildi. “Görüşürüz” diyerek odadan çıktım. Tartışma kaldığı yerden devam ederken odama yöneldiğimde uyandığımda hissettiğim kötü his bir nebze olsun geçmişti.

Masama oturduğumda bırakılmış birkaç dosyaya gözüm çarpsa da incelemek için kendimi hazır hissetmiyordum. İhtiyacım olan kahvemi söyleyip başımı sandalyenin başlığına yasladım. Gözlerimi kapattığımda su gibi akıp giden zamanda minik parçalar film şeridi gibi gözümün önünden geçerken her şeye rağmen gülebildiğimi anımsadım.

Nazım Hikmet der ki;

“Küstürmeyin iyi insanları hayata.

Sonra her şeyden vazgeçiyorlar.

Bir dağ başında kalmayı,

Bir adada mahsur kalmayı,

Nerede bir yalnızlık varsa onu istiyorlar.

Küstürmeyin işte insanları…”

 

Küstüğüm hayatla barıştığımı hissettim. Öldürmeyen acı güçlendirir sözünü her zaman benimsemişimdir. Duvarlara çarpa çarpa güçlendim. Gücümü aşkla taçlandırdım. Hak etmiş miydim?

Gelen kahvemin keyfini sürerken kafamdaki düşünceleri bertaraf edip ortak tanıdıklarımız ve gelebileceğinin düşündüğüm arkadaşlarımıza haber verdim. Tahminimce on beş kişiye yakın bir davetli vardı. Hiç yoktan iyidir cümlesini benimseyerek eldeki imkanlarla yetinmekten zarar gelmezdi. Balayına yakışır tatil planını rezervasyonu yaptırmayı da ihmal etmedim.

Son olarak Simay’ı arayarak bir saat sonra alışveriş için buluşacağımız yeri söyleyerek yine geriye yaslandım. Gözlerimi kapatmadım bu defa kısa zamanda değişen hayatımı sorgulamak istemedim. Birkaç dakika daha zihnimdeki gel git ile boğuştuktan sonra dosyalara ufak bir göz gezdirdikten sonra imzaladım.

Muhtemelen Dinçer kardeşi ve Selin’le sohbetine devam ediyordu. Uraz’da biricik eşiyle tartışmasına devam ettiğini düşünüyordum en azından sesleri koridorlara taşacak kadar şiddetli değildi. Haber verme gereğinde bulunmadım yanından ayrılırken söylemiştim neticede. Durum bildirimi yapmak hoş olmazdı.

Toparlanarak otelden ayrıldım. Arabayı çalıştırdığımda düşünmeye son vermenin hazzıyla radyoyu açtım. Bu defa benim belirlediğim şarkı değil hayatın akışındaki şarkıyı dinlemeye karar verdim.

Slov Türk kanalına denk gelmiş reklam sunumlarına kulak vermiştim. Birkaç tatil reklamından sonra hava durumuna geçilmişti. Trabzon’un hava durumunu duyduğumda yüzümde tebessüm oluştu.

Neşet Ertaş’ın sesi derin bir nefes almamı sağladı camı açarak rüzgârın ahenkle yüzüme vurmasını sağladım. Sazın sesi yankılanırken “Gel sevelim sevileni seveni. Sevgisiz gönüller gülmüyor canım. Nice gördüm dizlerini döveni giden ömür geri gelmiyor canım.” Sözlerin uyumu sazın ahengi farklı dünyalara alıp götürmüştü. Kısa bir ses kaydı açıp nakaratı Dinçer’e sana armağan ediyorum diye kısa bir mesaj gönderdim.

Buluşma noktamıza yakın bir otoparka arabayı park edip Simay’ın bekleyeceği yere ilerledim. Aylar önce aynı caddede dolaşırken Arsen’in bir telefonuyla değişen hayatım aklıma geldi. Garipti yedi yıl boyunca rafa kaldırdığım tüm duygular gün yüzüne çıkmış mükafatı olarak Dinçer hayatımın merkezi olmuştu.

Karşımda Simay ve Feza’yı gördüğümde istemsizce kahkaha atmıştım. Seviyordum bu ikiliyi ayrı ayrı olarak da hayatım da önemli rolleri vardı. Fakat yan yana olduklarında daha değerliydi benim için.

“Nereden başlıyoruz?” şaşkın gözlerle bana bakarken geliş sebebimizi anlamamış olmaları evlenecek olsalar da bir yanlarının her zaman buruk kalacağını hissettirmişti.

“Yarın Nikahınız var farkında mısınız?” diye açıklama yapmak zorunda kalmıştım. Onlar heyecanlanmasa da ben heyecanlanırdım onlar adına gayet hakkımdı. En yakın iki dostum evleniyordu.

“Ne gerek var on dakika bile sürmeyecek bir imza atıp çıkacağız.” Diyen Simay’a bakabileceğim en sert bakışı atmış kınayan bakışlarımı ikisinin de üzerinde gezdirmeyi ihmal etmemiştim.

“Biraz değişiklikler yapmış olabilirim. On bilemedin on beş kişi davet etmiş olabilirim. Sonrasında bir yemek organizasyonu da yapmış olabilir. Hatta ufak bir balayı için rezervasyon yaptırmış bile olabilirim. Sormadım çünkü siz demek ben demek. Ben demek yine ben demek.” Hızlıca konuşup kafa karıştırmak istemiştim en iyi yaptığım şeylerden biri olduğunu söylemiş miydim?

“Teşekkür etmenize gerek yok kararlarınızı hızlı verin bana yeter.” Söz hakkı tanımadan hızla adımlarımı atmaya başladım. İlk bulduğum mağazaya girmek için yeltendiğimde el ele yürüyen çifte hayranlıkla bakmayı ihmal etmedim.

Üç bilemedin dört belki beşinci mağazada istediğimizi artık bulabilmiştik. Simay kayık yakası ile ayak bileğinde biten hafif kabarık inci detayları olan günün anlam ve önemini yansıtmaya yetecek beyaz bir elbise tercih etmişti.

Siyah benim rengimdi adete bütünleşmiştik. Renkleri sevmezdim siyaha aşıkken. Oysa şimdi gökkuşağı gibi bahar bahçeydi her yanım. Alışmış olduğum görüntümün dışına çıkmak zor geliyordu yine siyaha gitti gözlerim tüm asaletiyle yakışacağını düşündüğüm elbiseyi elime aldım kabine doğru ilerledim.

Çapraz kol askılı, abartısız sırt dekoltesi, diz kapağımın üzerinde biten yırtmacı, ışıltılı görüntüsüyle güçlü ve şık gösteren bir duruşu vardı. Son olarak damatlığı da seçerek mağazan ayrıldık.

Neredeyse iki saatten fazla zaman geçmişti. Telefonuma baktığım da arama görmediğim de biraz üzülsem de hissettiklerimi gizleme konusunda uzmanlığımı mecburiyetlerden geliştirmiştim.

Yel essin kokusu gelsin derler ya hani. Onca kalabalığın arasında sanki yel esti kokusu geldi. Aşinası olduğum kokuyu hissederken minik bir tebessüm peydah oldu yüzümde. Omuzumda hissettiğim kol yabancı değildi.

“Geç kaldın Dinçer Bey.” Gözlerim gözlerini bulduğum da neşesi yerindeydi. Gelmesi için teklifte bulunmamıştım ama açık kapı bırakmıştım. Nereye gittiğimi kimlerle olacağımı söylemiştim. Sevgi böyle bir şey değil miydi? Yanımda ol demenin bin bir çeşit hali.

“Yanındayken dahi özlediğim kadının da beni özlemesini bekledim.” Alnımın kenarına bıraktığı öpücükten daha etkili olan söyleri ruhumu okşamaya fazlasıyla yetmişti.

Cadde boyunca ellerimizi kenetleyerek yürüdük. Kalabalığın içinde zorlukla yürürken kendime sorduğum soru geldi aklıma. Acaba herkes kalbinde taşıdığının yanına gitse kaç kişi kalırdı burada. Belki de çoğu giderdi sevdiğinin yanına ve bende onlardan biriydim. Oysa kimse gidemiyor olduğu yere ait olmaya çalışıyordu. Artık belliydi cevabım sevdiğim, sevildiğim adamın yanındaydım.

Aldıklarımızı bagajlara yerleştirirken yorgunluk vücudumu esir almıştı. Hava kararmaya başlamış kalbimdeki kelebeklerin keyfi yerindeyken midem artık zil çalıyordu. Dışarıda yemek yemeye alışkın biri olarak teklif sunsam da Simay yemek yaptığını söylediği için eve gitme kararı almıştık. Benim için dört duvardan ibaret olan mutfağını çoğunlukla kahve içmek için kullandığım ev artık yuva olmaya başlamıştı.

Simay ve Feza otoparktan çıkarken biz kalmıştık. Dinçer’in arabasının farklı otoparkta olduğunu düşündüğümden yarın görüşürüz diyerek vedalaşırken “Taksiyle geldim beni burada mı bırakacaksın?” bırakır mıyım hiç hatta fanusun içerisine koyup saklayabilirim.

“Sen yemeğe davetli değil miydin?” ima dolu bakışımla sormadan duramadım. Evet gidebilirdi arkadaşlarıyla, akrabalarıyla tanıdığı her insanla yemek yemeye gidebilirdi. Beni yok sayıp kişi sayısı belirten bir kadınla gitmesini ister miydim orası biraz muammaydı.

“Gitseydim gelir miydin?” kaşlarını çatmış sorgulayıcı bakışları üzerimdeydi. Nasıl tepki vereceğimi bilmeden kısa bir süre yüzüne baktım. Beklediği cevap belki gelirdim dememdi. Ama gitmezdim bunu çok iyi biliyordum. Gel demeden gelen bir adam vardı ve belki de gel demeden gitmemi bekliyordu.

“Hayır.” Dedim sert çıkan sesimle mümkünmüş gibi kaşlarını daha fazla çatmıştı. “Gelmezdim ama senin de gitmeni istemezdim.” Diye sözlerime devam ettiğimde bakışları yumuşamış beklediği cevabı almış bir edası vardı.

Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatmış kollarının arasında yerimi almıştım. Başımı göğsüne yasladığımda kalbinin sesi duyduğum en güzel melodiydi. Bir eliyle belimi sararken bir eli saçlarımın üzerinde geziniyordu defalarca bıraktığı öpücükler kalbimin ritmini alışık olmadığı derece değiştiriyordu ilk gün olduğu gibi.

“Dinçer.” Diye seslendim mayışmış sesimle. “Efendim.” Dese de duruşunu hiç bozmamış saçlarımın üzerinden derin derin nefesler alıyordu.

“Neden bana anlatmadın? Neden ailenden işinden vazgeçtin?” konuşmak için bir otopark köşesini seçmek doğru değildi belki ama beynimi kemiren soruların cevabını bilmem gerekiyordu.

“Zamanı geldiğinde her şeyi en başından anlatacağım.” Yüzümü avuç içine almış, baş parmaklarıyla yüzümü okşarken gözlerinde hüzün vardı. Sebebini bilmiyorum ama duyacaklarım pek hayra alamet değilmiş gibi bir his çöktü üzerime. Üstelemek istemedim anlatmıyorsa bir sebebi vardır dedim sustum.

Çantamdan anahtarı çıkarıp Dinçer’e uzattım. Ben yolcu koltuğuna geçerken oda şoför koltuğuna geçti. İkimizde ayrı bir girdabın içindeymişiz gibi sessizce yola koluyduk. Camı aralamış rüzgârın ahenkle dans edişini yüzümde bıraktığı hafif soğukluğu hissederek dışarıyı izlemeye devam ettim. Ara ara Dinçer’in bakışlarını hissetsem de bakmadım sessizliğe gömülerek yolumuza devam ettik.

Kızgın mıydım? Bilmiyorum ama ertelemesi, geçiştirmesi hoşum gitmiyordu. Eve vardığımızda Simay masayı hazırlamış bizi bekliyordu. Hoş sohbetler ve keyifle yenilen akşam yemeği özlediğim masa sohbetleri bir nebze olsun hafifliyordu sanki. Ailemi ne kadar özlediğimi bir kez daha hatırladım kalbim sızladı.

Simay ve Feza için son vedalaştıkları gece olurken yarından itibaren yeni bir hayat onlara kucak açacaktı. Ve günün sonunda herkese her şeye rağmen yine aşk kazanmış olacaktı. Yorgun geçen günün ardından ruhumu uykunun kollarına bıraktım.

 

 

Bir savaşın ortasındayız. Hangimiz kazanacak bilmiyorum ama seven kazanacak...

Loading...
0%