@gezegeninenguzelye
|
Ertesi gün, akşamüstüne doğru hava biraz serinlemişti. İçimde dün Mert'le yaşadığım anın yankıları hala devam ediyordu. Bu hissi tam olarak tarif etmek güçtü; ne tam anlamıyla bir çekim ne de yalnızca bir merak. İkisi arasında gidip gelen, içten içe beni bir adım daha atmaya teşvik eden bir şeyler vardı. Aklım sürekli Mert’e dönüp duruyordu, her ne kadar mantığım bunu ertelemeye çalışsa da. Onunla konuşmak, o bakışlarının ardında neler sakladığını anlamak için içimde büyüyen bir istekle uyanmıştım bu sabah. Ama gün ilerledikçe kendimi durdurmam gerektiğini düşündüm. "Neden bu kadar düşünüyorsun?" dedim kendi kendime, belki de biraz uzak durmak en iyisiydi. Fakat, içimdeki bu çelişkili duygulara rağmen kendimi dışarı çıkarken buldum. Adımlarım bir kez daha o tarafa yöneliyordu. Sokakta yürürken karşılaştığımız birkaç komşuya selam verdim, ama zihnim tamamen meşguldü. Mert'in yüzündeki ifadeleri tekrar tekrar gözümde canlandırıyordum. Kendi kendime bir kaçış ararken fark ettim ki, her ne kadar geri çekilmek istesem de, içimde onun dünyasına adım atma arzusuyla savaşan bir parçam vardı. İşte tam bu düşünceler arasında kaybolmuşken, aniden telefonum çaldı. Ekranda bir mesaj belirdi. Gönderen Mert’ti. Bu, her şeyin hızlandığı o andı. “Bu akşamüstü biraz vaktin varsa, bahçede bir şeyler içelim mi?” yazıyordu mesajda. Basit bir soru, ama benim için cevaplamak karmaşık. Evet mi? Hayır mı? Neden bu kadar zorlanıyordum ki? İçimdeki sesler arasında bir uzlaşı bulmaya çalışarak, derin bir nefes aldım ve kısa bir süre düşündüm. Cevabım basit oldu: “Olur.” Mesajı gönderdiğimde kalbim hızla atıyordu. Heyecan mı, tedirginlik mi? Belki de ikisi birden. Akşamüstü Mert’in bahçesine giderken adımlarım yine kendi kendine hızlanıyordu. Giriş kapısından geçtiğimde, o sessiz bahçenin içinde oturmuş beni bekliyordu. Yine aynı rahat ama gizemli duruşu vardı. Bahçe, hafifçe serinleyen hava ile sonbaharın gelişini karşılıyordu. Mert’in yanına oturdum ve derin bir nefes aldım. İçimde yükselen bir şeyler vardı, ama ne olduğunu tam olarak adlandıramıyordum. “Madem bahçene maceraya davet ettin, geldim,” dedim, bir gülümseme ile. O da aynı sıcaklıkla karşılık verdi, “Sanırım bu, uzun zamandır beklediğim bir macera olabilir.” Sesinde bir derinlik, bir ağırlık vardı. Gözlerime kısa bir an bakıp uzaklara çevirdi. Kısa bir süre sessiz kaldık. Sanki ikimiz de birbirimize karşı açık olmanın ne kadar zor olduğunu hissediyorduk. Fakat bu sessizlik, beni garip bir şekilde rahatlatıyordu. Mert, bahçesine bakarak, “Biliyor musun, buraya yeni taşındım ama bu bahçe benim için her zaman kaçış noktası oldu” dedi. “Kaçış mı?” dedim, ilgilenerek. Bu basit bahçe, Mert için nasıl bir anlam taşıyordu? Evet, dedi. “Hayat çok karmaşık olabiliyor bazen. Sahip olduğun her şey göz önünde, ama gerçek seni gören çok az insan var. Sanırım bu yüzden, böylesi anlar benim için kıymetli. Biraz sessizlik, biraz huzur.” Onun bu sözleri, içimde bir yerlere dokundu. Ben de bazen kendimi o kadar anlaşılmamış hissediyordum ki. Bu bahçenin onun için bir kaçış olduğuna inanmak zor değildi. Yine de, onun hakkında bilmediğim ne kadar çok şey olduğunu fark ettim. “Gerçek seni kaç kişi görüyor peki?” diye sordum, ona dönerek. Gözlerinde kısa bir an derin bir düşünce belirdi. Sonra başını hafifçe sallayarak, “Sayısı az,” dedi. “Ama belki de zamanla bu değişir.” Bu belirsiz cevabı duymak beni hem düşündürdü hem de meraklandırdı. Bu adamın hayatının arkasındaki gerçekler neydi?
Günler geçmişti, ama Mert’le bahçede geçirdiğimiz o akşam, zihnimde bir türlü kaybolmuyordu. Kendi hayatıma geri dönmeye çalışıyordum, günlük işlerime, sorumluluklarıma odaklanmak için çaba gösteriyordum. Ancak, ne zaman biraz boş kalsam, düşüncelerim Mert’e kayıyordu. Onunla geçirdiğim anlar sanki derinlerde bir yerlere dokunmuştu. Sadece sözleri değil, sessizliği bile bana bir şeyler söylüyordu. Bir gün akşamüstü, işten dönerken bir karar verdim. Onunla daha fazla zaman geçirmek istiyordum. Ama bu sadece bir merak mıydı, yoksa daha fazlası mı? Bu düşüncelerle kapısının önünde buldum kendimi. Bahçe kapısı aralıktı, tıpkı zihnimdeki soru işaretleri gibi. İçeri adım attığımda, Mert yine bahçedeydi, bu kez küçük bir masa kurmuş, birkaç eski kitabı yanına almıştı. Kitapların yanı başında bir bardak çay duruyordu. Yüzünde, beni görünce oluşan hafif gülümseme ile gözlerim buluştu. “Yine bir maceracı bahçeme adım atmış,” dedi. Alaycı, ama sıcak bir tonla. Gözlerim masadaki kitaplara takıldı. “Bu defa macera kitaplardan mı gelecek?” diye sordum. “Bazen en büyük maceralar, satır aralarında saklıdır” dedi, bakışlarını masadaki kitaplara kaydırarak. Bu cümleyle bana bir şey mi anlatmaya çalışıyordu, yoksa sadece eski bir dosttan bahseder gibi mi konuşuyordu, emin olamıyordum. Masaya otururken ona doğru baktım. “Peki bu akşam hangi satırlarda kaybolacağız?” |
0% |