Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@girlthedragon

Güneş artık neredeyse tamamen batmıştı, tahta zeminli yoldan Denizci'ye girmek üzere ilerliyorduk. Yolda diğerleri de bize katılmıştı.


Denizci küçük bir bardı, tasarımı da çok hoşuma gidiyordu. Bütün detaylarına mavi ahşap ve porselen kullanılmıştı, malikane gibi görünüyordu.


İçeri girdiğimiz gibi üst kata çıktık. 8 kişilik bir masa seçtik, ben, Alya, Büşra, Melis L şeklindeki koltuk kısmına; Arda, Mete, Ali, ve Can da karşımızdaki bar taburelerine yerleştiler.


Sohbet etmeye başlamıştık ki daha önceden tanıdığımız Denizci'de barmen olarak çalışan Derin yanımıza geldi.


"Ooo, hoş geldiniz efendim. Bu ziyareti neye borçluyuz acaba?"


Ali söze girdi "Sabah maç yapamadık çok dertliyiz Derin, tahmin bile edemezsinn!" Elini alnına götürerek dramatik bir hava verdi.


Kuzguni siyah saçlarını dağınık bırakmıştı, en az saçları kadar koyu renk gözleri yuvarlak gözlüğü nedeniyle fazla dikkat çekmiyordu. Üzerine ise lacivert bol bir pantolon ve kırmızı bir tişört giymişti. İyi ve komik bir çocuk olmasına rağmen kasabadaki neredeyse bütün kızlarla flört etmiş bir arkadaşımızdı.


Derin kıkırdadı, kahverengi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı ve devam etti. "Ne alırsınız?"


Biraz konuştuktan sonra herkes bira içme kararı aldı. Derin ise siparişleri alıp yanımızdan ayrıldı.


İlk bardağım henüz bitmemişti, diğerleri rahat bir şekilde sohbete katılırken Mete ve Alya arasındaki gerginlik elle tutulur cinstendi.


Mete ne kadar umursamıyormuş gibi görünse de arada Alya ya kaçamak bakışlar attığını yakalamıştım.


Derin yanımıza gelip ikinci bardak biraları bıraktığında tuvalete gitme bahanesi ile Alya'yı Kolundan çekerek masadan uzaklaştırdım. Barın aşağı inen merdivenlerine ulaşmak için dar bir holden geçmemiz gerekiyordu. Önden ilerlerken bir yandan Alya'nın onu da çağırmam konusundaki şikayetlerini dinliyordum. Çünkü gayet iyi biliyordu tuvalette bir sorgu yaşanacağını. Tam merdivene yönelirken kafamda bir ten hissettim. Yavaşça başımı kaldırdığımda benden tahminen iki veya üç yaş büyük bir cocuğa çarpmış olduğumu gördüm. Oha, çocukta çocuktu yani...


Açık kumral sarımsı saçları dağınıktı ve bazı tutamları yüzüne dökülüyordu, zümrüt yeşili gözlerinde göz bebeğinin etrafından yayılan gei bir sis vardı ve kemikli yüzünde adeta parlıyordu. Üstelik çook şirin bir gülümsemesi vardı. Bir de yutkununca adem elması hafifçe belli oluyordu...


Vay anasını arkadaşlar, şu an karşımda tam anlamıyla bir "golden retriever boy" var sanırım.


Ama gerçeken bu kadarı delirmelik bir şirinlikti.


Gözlerimi çocuğun kıyafetinde gezdirdim, haki yeşili bir pantolon ve krem rengi bisiklet yaka kısa kollu bir tişört vardı üzerinde. Boynunda ise gümüş, Ay sembollu bir kolye...


"Güneş?" Diye bir mırıltı duydum, Alya'dan gelmeyen ve içimi sıcacık yapan bir mırıltı.


☀️


7 Ağustos 2000


Evlerinin önündeki bahçede topraktan şekiller yapıyordu Çağan, annesi görse "Üstünümü kirlettin yine?" der kızardı ona. Ama siniri hemen geçer onunla beraber oynardı. Çağan ise bugün başka birini bekliyordu onunla oynamaya.


Elindeki çamurdan tencereyi yapmaya daha çok odaklandı. Kulplarını, kapağını özenle yapıp kenara koydu. Sıkılmaya başlıyordu artık. Güneş nerede kalmıştı? Söz vermişti geç kalmayacağına oysa...


Kafasını gökyüzüne kaldırdığında etrafı haddinden fazla ısıtan Güneş ile göz göze geldi. "Nerede kaldın, geldiğinde küseceği sana." Durdu, Güneş çok üzülürdü küserse. "Şaka şaka, küsmem ben. Ama söz vermiştin yine geç kaldın." Ellerimi yeniden toprağın içine gömdü, özenle yuvarlak bir şekil yaptı. Tam simetrik olmamıştı ama güzel görünüyordu. Sonra çamur parçaları alıp onlardan küçük tırtıllar yaptı. Tırtılları yuvarlak şeklin etrafına yerleştirdi ve kırılmaması için biraz su ile yapıştırdı.


Güneş şekli yapmıştı...


Özenle kaldırdı Güneş'i minik elleri ile, onun için bu artık onun beklediği Güneş'ti.


Sahil tarafından Çağan’a doğru iki numara büyük terlikleri ile düşmeden koşmaya çalışan minik bir kız vardı bu sırada. Geç kalmıştı Güneş, ama annesi izin vermemişti sabah babası gidiyor diye. Kızardı, sinirlenip bağırırdı o buradayken beklemezse. Gitmesine sevinmişti zaten, doğum gününe 2 gün vardı babası burada olsa kutlayamazdı. Ama biliyordu, Çağan onu beklemişti. Yine de cesaret edip gelememişti, korkmuştu…


Tam da bu nedenden babası araba ile uzaklaştığı anda can havliyle üst kata çıkmış, adı Tuffy olan pelüş tavşanını bir kulağından kavrayıp koşarak Çağan’ın evine yönelmişti.


Ayakları birbirine dolaştı, dengesini sağlamayı başaramayınca kendini yerde buldu Güneş. Dizlerinin üzerine düşmüştü, elbisesinin altına giydiği pembe taytı hafifçe yırtılmıştı. Dizleri hem soyulmuştu hem de kanıyordu. Yetmezmiş gibi elbisesinin eteklerine çamur, taytına kan bulaşmıştı. Canı acıyordu, ağlamamak için dişlerini sıktı. Babası çok kızardı, canı acıyınca, korkunca ağlarsa çok kızardı ona.


Annesi öğretmişti ona, ağlamazdı babasının yanında. Ablası da istemezdi yaklaşmasını genellikle, ama annesinin yanında ağlayabilirdi. Sapsarı saçlarının altında gizlenirdi gözyaşları.


Gri tavşanın ayağında ve pembe kulağındaki çikolata lekelerinin üstüne bir de çamur lekeleri eklenmişti. Uzun süre yerde beklemedi,ayağa kalkıp dizlerine yapışan otları silkeledi. Sağ ayağındaki terlik ilerideki çukura girmişti, acele ile ablasının mavi terliklerini giyip çıkmıştı evden. Terliği almaya giderken yerdeki küçük taş parçaları ayağına batmıştı, giydi terliği. Biraz morali bozulmuştu aslında, pembe beyaz çiçekli, fırfırlı kolları olan ve dizlerinin hemen üstünde biten hafif tül detaylı yazlık bir elbise giymişti. Sarı saçlarını annesinin bütün ısrarlarına rağmen toplamamıştı, kahküllerini özenle tarayıp öyle evden çıkmıştı. Ancak şimdi saçları büsbütün birbirine karışmış, elbisesi ise çamurdan görünmeyecek haldeydi.


Canının acısına değil de elbisesinin durumuna ağlasa yeriydi. Annesi ile merkeze doğru gittiklerinde pazarda görmüş çok beğenmişti elbiseyi, günlerce ısrar etmişti alması için. Alır almaz Çağan görsün istemiş, halası için giymemekte diretmişti.


Yeniden yola koyuldu, koşmuyordu çünkü canı sıkılmıştı. Ama evlerinin bahçesinde pembe ortanca çalısının yanında çamurla oynayan Çağan’ı görünce neye üzüldüğünü bile unutmuş, koşmaya başlamıştı.


Yanına vardığında Çağan onu fark etmemişti, elindeki çamur parçasına yarıştırdığı son tırtıl düşmüştü, onu düzeltmek ile uğraşıyordu.


Güneş ne yaptığına baktı Çağan’ın, elindeki şekili bir şeye benzetemedi önce sonra ise “Çayann! Sen beni mi tutuyosun elindee?” diyerek bu durumda kurulabilecek en saçma cümlelerden birini kurdu.


Yanında dikilen kıza baktı Çağan, arkasında ışık saçlarına vurmuş zaten Güneş kadar parlak sarı saçlarını iyice parlatmıştı. Elbisesi yer yer çamur olmuştu, gözlerini biraz daha aşağı indirdiğinde kanayan dizlerini gördü. “Dizlerine ne oldu Güneş?” Telaşla ekledi, “Yine mi düştün? Her yeri kan olmuş pantolonunun.” umutsuz bir bakış attı kıza doğru. “Gel hadi.” Diyerek elini Güneş’e uzattı.


“Ya Çayannn, biseey olmadı ki. Hem pantolon deyil tayt o.” Göz devirdi Çağan, aynı şeydi işte! Güneş sürekli aynı konuda uyarıyordu onu, ayakkabı değil babet terlik, atlet değil bluzdu onun giydikleri. Güneş umursamadı göz devirmesini salına salına yanına oturdu.


“Cevap veymedin sen bana, o elindeki ben miyim?” Yanakları hafifçe kızardı Çağan’ın “Güneş’i yaptım ben, sen Güneş misin ki?” Kafası karışmıştı Güneş’in. “Ben Güneş değil miyim Çayan?” Sesi sitemkar ve üzgündü, o Güneş’ti. Çağan onun Güneş olmadığını mı söylemişti? Neden söylemişti ki bunu sanki! Güneş insanı mutlu ederdi ona göre, bu yüzden Güneş olmayı severdi, neşeli, parlak, sıcak bir Güneş…


“Güneş’sin sen, ama bak,” Parmağını gökyüzüne doğrulttu ve her yeri yarınlar yokmuşcasına kavuran Güneş’i işaret etti. “O başka, ben onu yaptım bi kere.” Başını utabınca kızaran yanaklarını ve burnunu gizlemek için hafifçe aşağı eğdi.


Güneş ise hala “o” Güneş olmadığını söylediği için kızgındı. “Niyemis Çayannn!” Dedi cırtlak bir sesi ile, “Ben bütün Güneşler olmak istiyom,” o da Çağan gibi Güneş’i işaret etti sonra da ayağa kalkıp yanında durdu, “Bak bana benziyo, dimi Çayan. Gözlerime benziyoy. Bak!”


Çağan cık diye bir ses çıkardı dudaklarından. “Nası’ bütün Güneşler olucan sen? Olamazsın Güneşş. O başka Güneş, belki başka Güneşler de vardır hem. Hepsi sen olamazsın ki.” Gökyüzünü izlemeyi, gezegenler ile ilgili bir şeyler öğrenmeyi çok severdi Çağan. Güneş de onunla beraber öğrenirdi, gezegenleri çok seviyordu küçük kız.


Alt dudağını sarkıttı Güneş, cilveli cilveli mırıldandı. “Şenin bütün Güneşlerin ben deyil miyim Cayan?” Ellerini önünde bağlamış hafifçe sallanıyordu bir yandan.


Kıza döndürdü bakışlarını, bal rengi dedikleri gözlerine baktı. Bir daha karar verdi, gözleri bal rengi değil Güneş’ti. Evet, tam olarak Güneş’ti. Minik kızın gözlerinin içinde Güneş saklıydı…


Yutkundu Çağan, biraz bekledikten sonra cevap verdi, “Bütün Güneşlerim sensin Güneş.”


Bu andan sonra minik kızın gözlerinin içinde Çağan’ın bütün güneşleri saklıydı…


~İlk iki bölümü üst üste yayınladığım için biraz zaman veriyorum, 20 okunmaya ulaştığımızda 3. Bölüm gelecek :)).


Ayrıca yazım dilimi beğendiyseniz


"Normania kitabıma göz atabilirsiniz.~


Loading...
0%