@girlthedragon
|
~Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfenn. Saatlerdir düşünüyordum ve en sonunda bir karara varmıştım. Bu balo bittikten sonra saraydan kaçacaktım, herkes fazlasıyla yorulmuş olacağı için sorun çıkmayacağından NEREDEYSE emindim. Gece yarısına 3 saatten biraz daha az vakit kaldığı için hazırlanmaya başladım. Sabah dolabımda bulduğum elbiseyi giyecektim. Saçlarımın iki tarafından tutamlar aldım, bu sefer sabah yaptığımın aksine örmeye başladım ve kafamın arkasında topladım. Elbiseyi üstüme geçirdikten sonra uyumlu takılar seçtim. Siyah renkli yakut ve kristaller ile süslenmiş bir taç-hizmetçilerimden özel olarak istemiştim- ve benzeri yakut bir küpe-kolye setini takmaya karar verdim. Aynaya baktığımda saat çoktan gece yarısı olmuştu. Hızlıca elbisemi düzelttim. Merdivenlerden koşarak avluya indim. Henüz kimse gelmemişti, annem ve babam beni sarayın kapısının önünde bekliyorlardı. Benimle karşılaştıklarında ikisi de önce kıyafetlerimi süzdüler. İlk ağzını açan babam oldu. "Bu elbise de ne böyle, bunları nerden buldun?" onları babamın gönderdiğini sanıyordum. "Sen göndermedin mi? Dolabımdaydı." "Hayır Gloria, hemen üstünü değiştir." aslında benim için çok fark etmezdi ama onu dinlemeyi sevmediğimi zaten biliyorsunuz, ayrıca elbise çok güzeldi ve değiştirmeye niyetim yoktu. "Neden? Bence çok güzel." dudaklarımı birbirine bastırıp sırıttım ve etrafımda hafifçe döndüm. "Hemen, Gloria." sesi çok sertti, ama geç kalmıştı. Soleria çoktan kapıya varmıştı. Prens Seith altın işlemeli açık sarı ve beyaz karşımı, yaz mevsimini anımsatan bir takım giymişti. Kıyafetlerinin işlemeleri neredeyse beyaz at arabasının altın detayları ile aynıydı. At arabasından iner inmez yanıma doğru yürüdü. Yüzünde kaybettiği oyuncağını bulmuş gibi çocuksu bir gülümseme vardı. Yanıma vardığında elimi tuttu ve dudaklarını hafifçe üstüne bastırdı. "Prens Seith, hoş geldiniz." bu bizim oyunlarımızdan biriydi, birbirimize aramızda olmayan bir resmiyet ile davranıyorduk. O bu oyundan her zaman biraz rahatsız olmasına rağmen beni kırmamış ve sürdürmüştü. "Merhabalar Prenses Gloria." karşılıklı reverans yaptıktan sonra ailesini de selamladım. Ben ve babam diğer krallıkları karşılamak için orada beklerken hizmetçiler ve annem onlara inciler ve ay motifleri ile süslenmiş balo salonuna kadar eşlik ettiler. Soleria'dan sonra Terrae, Icyverl,Warenty, Natea, Ainalyin ve Heaveinera Krallıkları geldi. Kısa sürede bir sürü varis, kral ve kraliçe ile tanışmıştım. Sadece Helliernne ve Firhesr Krallığı gelmemişti. Helliernne'in şu an yaşayan bir varisi olmadığına dair dedikodular vardı ama kimse emin olamıyordu, diğer ismi Cehennem Krallığı olan Helliernne içine kapanık bir krallıktı. Tarihle ilgili elimden geldiği kadar çok kitap okumuştum ama hiçbirinde Helliernne ile ilgili detaylı bilgi yazmıyordu. Kütüphane görevlisi ve arkadaşım olarak gördüğüm, Aleesia –o bir elf- yardım etmek isteyeceğini fakat babamın bana bilgi verilmesini tamamen yasakladığını söylemişti. Ben yine de araştırmaya devam etmiştim, ne yazık ki kayda değer bir bilgiye ulaşamamıştım. At kişnemeleri duydum, Fireshr Krallığı geliyordu. Ateş Krallığı'nın at arabası tıpkı diğer şeyleri gibi farklıydı. Aslında bir at arabası olduğu söylenemezdi, daha çok simsiyah, toynaklarının bastığı her yeri yakan iki atın çektiği bir ateş topuydu. Araba yaklaştığında içinden üç kişi indi; Kral Grant, Kraliçe Layana ve varisleri, Drake... Prens Drake siyah kırmızı bir takım giymişti, daha önce kimsede onunki gibi bir kıyafet görmemiştim. Üzerinde siyah bir pelerin, pelerinin altında kırmızı ve beş tane düğmesini iliklemediği rahat bir gömlek vardı. Pantolonu deriydi fakat oldukça rahat görünüyordu. Gömleği, kuzguni siyah saçının arasındaki kırmızı tutamlar ve tek kırmızı göz- Ne!? Tek kırmızı göz mü? Prensi dikkatlice incelemeye başladım. Bana çok benziyordu, ama neden? Bir gözü kırmızı ve bir gözü benimki gibi lacivertti, saçındaki kırmızı tutamlar da... O sıradan bir varis olamazdı, benim gibiydi. Garip bir şey hissediyordum, sanki yıllardır yarım kalmıştım ve şu an tamamlanıyordum. Ruhum bedenimden kaçmak istiyordu, onun ruhunu hissediyordum. Benimdi, onun ruhu benimdi... Babam müdahale etti, "Hoş geldiniz, buyurun balo salonuna geçin. Diğer krallıklar çoktan geldi. Prens Drake'in gözleri önce babamı, sonra beni buldu. Ve bende takılı kaldı. İrkildim, alev alıyor gibiydim. Drake'in gözlerinde ateşi görüyordum, aynı anda özlem, korku ve şaşkınlık yaşıyordu. Bana doğru bir adım attı. Ruhunu daha net hissediyordum, fazla yaklaşırsam beni yakardı. Biliyordum, nasıl bildiğime dair hiçbir fikrim yoktu. Sadece biliyordum ve inanıyordum. Ona dokunmak için can çekişiyordum. "Merhaba Prenses." Onu tanıdığıma yemin edebilirdim, sanki o benden bir parçayı taşıyordu. Cevap veremiyordum, babam lafa girdi "Buyrun Prens Drake." Eli ile girişi işaret etti. Prens alev alev yanan gözlerini son bir kez üzerimde gezdirdi, dudaklarını büzdü ve babamı takip eden ailesiyle beraber balo salonuna yöneldi. Görüş açılarından çıktıktan sonra ellerimin titrediğini daha net bir şekilde hissetmeye başladım, onu gördüğüm andaki çekim kesinlikle normal değildi. Olamazdı. Kendime gelmeliydim, çarpılmış gibi hissediyordum ama belki de ömrümde hiç bu kadar huzurlu olmamıştım. Dokuz varisi de karşılamıştım fakat hiç biri böyle hissetmeme sebep olamamıştı. Ondan hiç kimseden korkmadığım kadar korktum ama ona hiç kimseye karşı hissetmediğim kadar ait hissettim. Annem yanıma doğru geliyordu "Gloria! Herkes seni bekliyor, gelmelisin!" çok sinirli görünüyordu. "Geliyorum anneee!" beni kolumdan tuttu ve söylene söylene balo salonuna götürdü. Düşünmeye ihtiyacım vardı ama annem buna izin vermiyordu. Aklımda tek bir soru yankılanıyordu "Drake kim?" anneme sesli bir şekilde sormuştum. Cevap alamasam bile şansımı denemeliydim. Annem bana döndü, ne cevap vereceğini bilmediği belliydi. "Geç kaldın, hadi." sesi kısıktı ve yine bana cevap vermeyi reddediyordu. Kendim öğrenmem gerekecekti. Balo salonuna girdiğimde bütün gözler üzerime çevrildi. Yüzüme sahte bir gülümseme iliştirdim. En samimi bulduğum varisin yanına gittim önce. Tanışmamam ve samimi olamamam gerekiyordu. Bernadette Terrae, Toprak Krallığı olan Terrae'nin varisiydi o. Kızın uzun dalgalı toprak rengi saçları ve çimen yeşili gözleri esmer tenini ortaya çıkarmıştı. Bernadette'i uzaktan gördüğünüzde bile bir hükümdar olduğunu anlardınız, tacından dolayı değil -zaten başının üzerindeki taç dikkat çekmeyecek kadar sadeydi- duruşundan anlıyordunuz bunu. Kıyafeti Terrae'nin geleneksel kıyafetlerinden biriydi. Açık kahverengi tonlarında straplez bir elbiseydi, omuzlarında tül detayları ve göğüs dekoltesi ile oldukça hoş bir görünüm sağlıyordu . Sanki Bernadette'in ihtiyacı varmış gibi onu daha da ihtişamlı gösteren kabarık, tüllü bir eteği vardı. Kızın boyu benden yaklaşık iki karış daha uzundu. Elbisesinin yırtmacı uzun ince bacaklarını öne çıkarmıştı. Yanında Natea'nın -Doğa Krallığı- varisi duruyordu. Adının Silvia olduğunu duymuştum, siyahi prensesin. Kızın kıvırcık yeşil saçları yüzünün önüne düşmüştü. İnsanın içini görebilecek kadar parlak yeşil gözleri pespembe dudakları ile oldukça güzeldi. Hatta şu ana dek gördüğüm en güzel prenseslerden biriydi, doğa onu güzellikle kutsamıştı. Saçlarının üstünde dallardan yapılmış meşe yaprakları ve zümrüt taşı ile süslenmiş bir taç vardı. Elbisesi üzerinde koyu yeşil sarmaşık işlemeleri olan açık yeşil tüllerden ve satenden oluşuyordu. Çok hafif bir elbise olduğu belliydi. Korseli bel yapısı kızın bedenini öne çıkarmıştı. Elbise dizinin yaklaşık on santim yukarısında bitiyordu. Uzun kolluydu ama hareketleri engellemezdi. Bu kıyafetin içinde doğa perisi olduğunu anlamakta zorlanmazdınız. Boyu benden daha kısaydı. Geldiğimi fark etmişlerdi. Kızların yanına vardığımda Bernadette beni sıcak bir gülümseme ile karşıladı. Silvia ise başını hafifçe öne eğdi. "Tekrar koş geldiniz, nasılsınız?" "İyiyiz Gloria, sen nasılsın?" cevap veren kişi Silvia olmuştu. Kızın sesi insanı büyülüyordu. Doğanın bütün harikaları yüzüne ve sesine gizlenmişti. "İyiyim, teşekkür ederim. Size bir şey sormak istiyorum. Firhesr Krallığı'nın varisi kim biliyor musunuz?" Bernadette'in sorumdan rahatsız olduğunu hissettim. "Bilmiyorum Gloria ama başka varislerin arkasından konuşmamalıyız." Silvia Bernadette'e doğru döndü "Neden söylemiyorsun?" sesi hem sitemkar hem de kızgın çıkmıştı. "Zamanı değil Silvia." o kadar soğuk bir sesle fısıldadı ki Silvia'ya doğru ben bile irkildim. Silvia ise korkmuş görünmüyordu. "Yaptığın aptallık Bern, bir tek o bilmiyor." beni bu konuşmanın dışında bırakmalarından rahatsız olmuştum ama konuşursam bir şey öğrenme ihtimalimi kaybedebilirdim. "Evet ve söyleyecek kişiler de biz değiliz." Bernadette bir abla edası ile bana doğru gelen Silvia'yı durdurdu. "Neyden bahsettiğinizi söyler misiniz lütfen, Silvia." kız omuz silkti. "Bundan hiç mutlu olmasam da Bern haklı. Bunu öğrenmen gerekiyor ama söyleyecek kişiler biz değiliz." bana yaklaştı ve kulağıma fısıldadı "İkizini bul Gloria. Alevlerden korkma, canını acıtır ama gerçekler her zaman can acıtıcıdır." Silvia benim düşündüğümden daha fazla şey biliyordu ve bunu gizlemiyordu. Bu sabah Pamela'nın söylediği şarkıdan bahsediyordu açıkça. İkizini bul ama, Fazla yaklaşma sakın. Alev acıtır seni. Unutma gerçekleri. Anlamak için zamana ihtiyacım vardı. Silvia ile detaylıca konuşmam gerektiğini anlamıştım. Doğa Prensesi bana yardım etmek istiyordu. Ama asıl kafama takılan şey bu kehanetten nasıl haberdar olduğuydu. Seith'in sesi beni Bernadette ile gittikçe zorlaşan bir sohbetten kurtardı. "Birinin dansı başlatması gerekiyor Gloria." önümde kibarca reverasn yaptı, çocukluğumuzdan beri onun centilmenliğinden ve kibarlığından hep etkilenmiştim. Elimi tuttu ve balo salonunu ortasına doğru yürümeye başladık. Gözlerim istemsizce Drake'i aradı, salonun arka tarafında bir sütuna yaslanmıştı duruyor ve içinde şarap olduğunu düşündüğüm bir kadehi yudumluyordu. Ona baktığımı fark ettiğinde hafifçe doğruldu. Vals müziği o anda çaldı. Güneş Prensi'ne döndüm, doğru pozisyonu ayarladık ve dans etmeye başladık. Dans ederken Seith ile konuşuyorduk, " Seith, bizi evlendirmek istediklerini biliyorsun değil mi?" bu konuşmadan rahatsız oluyordum fakat elinde sonunda konuşmamız gerekecekti zaten. "Biliyorum, ne düşünüyorsun." diğer soylular da bize katılmaya başladı. "Sen de biliyorsun ne düşündüğümü, en yakın arkadaşımsın hatta belki de tek." Seith'in yüzü düştü. "Neden olmasın Gloria? Birbirimiz çok iyi tanıyoruz. Rastgele bir varisi mi tercih edersin?" beni şok etmişti! Onunla evlenmek istemeyeceğimi biliyordu, ona aşık olmadığımı da biliyordu. Nasıl böyle konuşabiliyordu? "Seith... Aşık olmadığım kimse ile evlenmeyeceğim. Ben bir varisim, babamın beni güç kazanmak için kullanmasına izin vermeyeceğim. En iyi sen biliyorsun, onun umurunda bile değilim." ağzını açtı fakat ona izin vermedim. "Seni nasıl gördüğümü biliyorsun, değil mi? En yakın arkadaşımı kaybetmek istemiyorum." anlayışla ona baktım. "Gloria, sakın aptalca bir hareket yapma. Bu sefer isyan ederek paçanı kurtaramazsın. Öldürecekler seni. Başka şansın yok." konuyu değiştirmeyi çok istiyordum ama şu an geri adım atamazdım. "Ne demek beni öldürecekler." Seith o an yaptığı yanlışın farkına vardı, ağzından kaçırmıştı. "Cevap vermek zorundasın." Çok merak ediyorum off, ne olur söylesen. "Sana anlatması gereken kişi ben değilim." cevap alamayacağımı anlamıştım artık, kafamdaki bir diğer soruyu sordum. "Firhesr Varisi ile ilgili ne biliyorsun?" Seith sıkılmış görünüyordu. "Sıradan bir varis işte, neden soruyorsun?" En azından sıradan olmadığını öğrenmiş oldum, teşekkürler Seith. "Yalan söyleme, bana ne kadar benzediğini sen de biliyorsun. Gözlerimiz aynı!" vals müziği kesildi ve Güneş Prens çocukluk arkadaşı ile kaçmak istediği bir sohbetten kurtuldu. Gloria'ya daha fazla soru işareti bırakarak uzaklaştı. Balo bitene kadar bütün varisler ile sohbet ettim ve arkadaş olmaya çalıştım. Drake yanıma gelene kadar olabildiğince normal bir balo olmuştu. "Merhaba Prenses, kırmızı sana yakışmış" Prens Drake adeta karanlığın kendisiydi. Ağzından dökülen her sözcükte beni daha fazla ele geçiriyordu. Rahatsız bir rüyaya dalmak gibiydi onunla konuşmak. "Merhabalar Prens Drake, teşekkür ederim." konuşma nasıl ilerleyecekti hiç bir fikrim yoktu ama kaçamazdım, beni kendine çekiyordu. "Ay Prensesi, ne bu resmiyet böyle?" bazen gerçekten sinir bozucu olduğuna karar vermiştim. Ağzını yaya yaya konuşmuştu. "Sizi tanımıyorum, ilk defa tanıştığım bir varissiniz sadece." bana doğru bir adım attı ve gözlerimin içine baktı. "Emin misin? Gloria..." başım dönmeye başlamıştı, sanki bana bir tılsım uyguluyordu. Hem korkuyor hem de ona gitmek için can atıyordum. "Ne demek istiyorsun Drake? Açıkça söyle." dudaklarını büzdü. "O zaman eğlencesi kaçar Prenses. Gerçekler için çaba göstermelisin. Hiç bir gerçek sadece istediğin için seni bulmaz, aramalısın." lanet olsun ki ona hak vermiştim. "Nasıl?" başını sağa sola salladı "Çok beklemişsin ama sabırsızsın. Çünkü sıkılmışsın, Ay Varisi. Ama araman gerekiyor, yoksa o seni bulur. Gerçekleri önce sen öğrenmelisin. Planın işe yarar mı bilemem, ama onlar seni öldürmeden senin onları öldürmen gerekiyor." afallamıştım. Drake kafamı çok karıştırmıştı, planımdan nasıl haberdar olabilirdi ki? Bu çok mantıksız geliyordu, zihnim ele geçirilmiş gibi hissediyordum. Bir adım daha yaklaştım. Onun sıcaklığını artık tenimde daha net bir şekilde hissediyordum. Cehennem alevi gibiydi ve bu sıcaklık beni korkutuyordu. "Bir sırrı a-" yanımıza gelen Nelixe lafımı kesmişti. "Gloria, bir dans daha başlıyor. Axel ile dans etmelisin." Nelixe, Su Krallığı'nın varisiydi. Açık mavi saçları omuzlarının üzerine bitiyordu. Yine açık mavi olan gözleri yüzünde su damlaları gibi ışıldıyordu. Elbisesi göğüs dekolteli ve straplezdi. Deniz kızı pulları gibi desenliydi ve işlemeleri oldukça hoştu. Vücudunun üst kısmını ve dizlerinin üstüne kadar her yerini sarıyordu. Dizlerinin altında kuyruk gibi görünen tüller vardı. Prenses tam olarak bir deniz kızına benziyordu. Kıyafet de bunu taçlandırıyordu. Başının üzerindeki taç, incileri ile ışıl ışıl parlıyordu. Yüzünde açıkça görünen deniz kızı pulları vardı. Buna rağmen yüz hatları keskin değildi. Cennet Varisi Axel ile dans etmek zorunda kalacaktım, dans etmeyi hiç ama hiç sevmiyordum. Çeşit çeşit insanla dans etmem gerekmişti ve balodan sıkılmıştım. "Tamam, Prenses benimle dans etmeyi düşünür müsün?" Drake bana dans teklif etmişti, istiyordum. Hem de çok istiyordum ama Nelixe benim yerime cevap verdi. "Üzgünüm Drake, ama Gloria Axel ile dans edecek." benim yerime konuşulmasından hoşlanmazdım. "Bence kendisi konuşabilir Nelixe." Nelixe sinirlenmiş gibi görünüyordu fakat Drake oldukça rahattı. "Axel ile dans edecek, ay cennetin tarafında. Bunu kafana soksan iyi olur." Nelixe'in neden böyle söylediğini anlamamıştım. Drake'in kaşlarının arası kırıştı. İlk defa sinirlenmiş görünüyordu. "Unutma Drake." anlayamıyordum. "Neyden bahsediyorsun Nelixe." araya girdim çünkü beni sohbetin dışında bırakmalarından usanmıştım. "Boş ver, Gloria. Axel seni bekliyor. Kolumdan tutu ve çekiştirerek balo salonunun ortasına götürdü beni. "İstemiyo-" lafım bu sefer de müzik yüzünden yarıda kesildi. Axel bana doğru yürüdü. Beyaz saçları ve sarı gözleri olan prens bir melek gibi görünüyordu. Beyaz ve krem renginden oluşan takım elbisesi oldukça resmiydi. Önümde reverans yaptı ve dans etmeye başladık. Saatlerce sekiz varisle de sohbet ettim konuştum ve arkadaş olmaya çalıştım. En samimi olduğum varisler Bernadette ve Silvia olmuştu. Bunun yanında Leonard ile Axel ile de iyi anlaşmıştım. Nelixe ve Earl'ı evlendirmeyi düşünüyorlardı. Anladığım kadarı ile Nelixe çok kıskançtı ve Earl ile konuşmamızdan bile rahatsız olmuştu. Ama yine de onu sevmiştim, bu kadar kıskanç olmasaydı çok iyi arkadaş olurduk. Balo bitene kadar bir daha Drake ile konuşmadık. Tam herkes ayrılırken gözden kayboldum ve bahçenin arka tarafındaki kapıya doğru koşmaya başladım. Tam çıkmak üzereyken karşımda biri belirdi. -Normania Diyarında sadece tanrıçalar ve tanrılar kendini ışınlayabilirdi ama Gloria bunu bilmiyordu.- Drake karşımda dikiliyordu. "Ah, aptal Prenses. Bu kadar kolay kaçabileceğini mi sandın. Baban kötü olabilir ama güvenlik koymayacak kadar aptal değil." sinirleniyordum. Hem benim planımdan haberdardı hem de böyle üstten bakarak konuşuyordu. "Sana ne Drake! Benim yaptıklarım neden seni ilgilendiriyor. Çekil yolumdan." bütün ay ışığı üstüne hücum etti. Prens benim yaptığım tılsımdan etkilenmemişti, etrafımızda alevler belirdi ve bizi hapsetti. "Ah, Ay Prensesi... Benden kaçmanın kolay olacağını mı sanıyordun. Benimle geleceksin." böyle bir beklenti içine girmesi gerçekten de saçmaydı. "Çok dengesizsiniz Alevlerin Prensi." dudakları hafifçe kıvrıldı. Söylediğim şey hoşuna gitmişti. "Alevlerin Prensi ha, bu hoşuma gitti Ay Cadısı." Hem çekici hem de pislik. "Kafamı karıştırıyorsun. Büyü falan mı yapıyorsun, beni rahat bırak!" geçekten sinirlenmiştim. Ay büyüsünü kullanarak onu uçurdum. "Sakin ol Prenses, sadece yardım edeceğim." Aptal Prens, egosuna bak! "Bana ne yapacağımın söylenmesinden hiç hoşlanmam Drake, şimdi git. Muhafızlarla kendim başa çıkabilirim, seninle bile çıktığıma göre." moralini bozmuştum ama hoşuma gidiyordu. "Anlaştık Prenses, yardıma ihtiyacın olursa adımı seslenmen yeterli." Bunu yapmayacağım seni aptal iblis. Normalde insanlardan bu kadar kolay nefret etmem ama bu prenste beni hem çeken hem de korkutan bir şeyler var. Bu yüzden benden uzak durmasını istiyordum ve yanındayken rahatsız hissediyordum. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve ağzından küçük bir kahkaha çıktı. Benimle dalga geçiyordu. Arkasında toz bulutları ve kahkahasını bırakarak ışınlandı. Drake gittikten sonra kendimi yumruklarımı sıkarken buldum. O aptal iblis benimle oynuyordu. ~2. bölümün sonuna gelmiş bulunmaktayız. Haftada 1 bölüm atmayı planlıyorum ama tatil olduğu için değişebilir. Bölüm uzunlukları ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu seferki baya bir uzun oldu çünkü. Yorumlarınızı bekliyorum... |
0% |