Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@gitmeamalavinia


Aşkın Nur Yengi - Deli Gönlüm


"Hadi çıkalım şuradan." Sevda'nın kolumu dürtmesiyle başımı ona çevirdim. Gözleriyle dükkanın kapısını işaret ediyordu. "Sen elbise bakmayacak mısın?" diye sordum. Sevda yengeme başka bir dükkana gireceğimizi söyleyerek beni dışarı çekiştirmeye başladı. "Beğenmedim bu dükkanı. Elbiseler de çok kötü."


Dükkandan çıktığımızda tam tepemizde olan güneş gözlerimi kısmama sebep oldu. Kıvırcık sarı saçlarımı açık bırakmıştım. Bu sebeple ensem yanıyordu. "Çok sıcak ya." dedim, elimle kendime yelpaze yaparken.


"Bu havada giyersen öyle kalın elbiseyi yanarsın tabii." dedi Sevda. Üzerimdeki elbiseye bir göz attım. Çok kalın sayılmazdı aslında. Fakat yazlık olmadığı da aşikardı.


"Sen alacak mısın bir şey?" diye sordu. Çantamdaki paranın miktarını düşünüp başımı iki yana sallayacaktım ki Sevda bir şey hatırlamış gibi durdu. "İki hafta sonra senin doğum günün!"


"Evet." dedim, gülümseyerek.


"Tamam o zaman, senin harçlıklarınla benimkileri birleştirelim. Elbise seçelim sana. İki hafta önceden almış olayım hediyeni, olmaz mı?"


"Ne gerek var Sevda, zahmet etme boşuna."


"Yarısını ödeyeceğim zaten Gökçe, zahmet sayılmaz." Bu dediğine ikimiz de güldük. Ardından Sevda beni bir dükkana çekiştirdi. İçeride türlü çeşit elbiseler, ayakkabılar, çantalar vardı. Sevda elbiselerin olduğu tarafa giderek beğendiği askıları eline almaya başladı. Ardından beni aynanın önüne çekiştirerek tek tek askıları üzerime tutmaya başladı. "Bu çok güzelmiş!" dedi, kıpkırmızı bir elbiseye gözleri ışıldayarak bakarken. Başımı iki yana salladım. "Bunu giymem ben." dedim. Rengi çok parlaktı bir kere.


"Bu?" dedi Sevda, pembe çiçekli bir elbiseyi kaldırarak. Onu da beğenmemiştim. En son asker yeşili bir elbiseyi üzerime tuttu. "Bu güzel bak." dedim, dizlerime kadar gelen elbiseye bakarken. "Gözlerinle de uyumlu." dedi Sevda, alıcı gözle elbiseye bakarak. Başımı onaylarca salladım. Elbise gerçekten hoşuma gitmişti.


"Ben bunu bir deneyeyim." dedim, elbiseyle birlikte kabine doğru ilerlerken. Üzerimdeki kalın elbiseyi çıkarıp kenara astım. Yeşil elbiseyi üzerime geçirirken saçım elbisenin düğmelerine takıldı fakat çığlık atmadan saçımı kurtarmayı başarabildim. Kendimi dışarı attığımda Sevda da elinde bir tomar elbiseyle kabinin önünde beni bekliyordu.


"Çok güzel olmuşsun!" dedi, beni elimden tutup kendi etrafımda döndürürken. Ardından elbisenin sırtımdaki etiketine baktı. Kararlılıkla başını salladı. "Alalım bunu." dedi. İtiraz etmedim. Tekrar kabine girip elbiseyi çıkardım. Benden sonra da Sevda girip elbiseleri tek tek denemeye başladı. Onu izlerken ben yorulmuş, usanmıştım fakat onun yorulmaya hiç niyeti yok gibiydi. "Çok kararsızım Gökçe. Hangisini alsam?" dedi, kaçıncı olduğunu sayamadığım elbiseyi denerken. "Öyle çok şatafatlı bir şey olsun da istemiyorum."


"Çok sade de istemiyorsun." dedim. Başını salladı. Kabinden çıkmasını beklerken gözüme çarpan mavi elbiseyi işaret ettim. "Şunu da bir denesene. Ben çok beğendim." İşaret ettiğim yerden elbiseyi aldı. "Deneyelim bakalım." dedi, tekrar kabine girerken. Kısa bir süre sonra kabinden çıktığında yüzünde hâlâ kararsız bir ifade vardı. "Beğenmedin mi?" dedim, elbiseyi süzerken. Bence fazlasıyla güzel bir elbiseydi. Ne gündelik giyilecek kadar sıradan, ne de abiye denilecek kadar şatafatlı. Az önce benim için beğendiğimiz elbiseden daha pahalı olduğunu tahmin edebiliyordum fakat zaten bu elbisenin parasını yengem ödeyecekti muhtemelen. Sevda'nın ablasının düğününde giyeceği elbise için fiyatın problem olacağını da hiç sanmıyordum.


"Sen çok mu beğendin ki?" dedi Sevda, aynaya bakarken. "Senin için," dedim, başımı aynaya doğru uzatarak. "Yakıştı bence." Sevda benimle aynı fikirde olmasa gerek, gerisingeri kabine girdi.


"Şu zümrüt yeşili olanı alacağım, karar verdim." dedi, dakikalar sonra kabinden çıkarken. Elindeki askıların arasından bahsettiği elbiseyi çıkardı. Bu elbiseyi başta ikimiz de beğenmiştik fakat Sevda diğerlerini de denemek istediği için hemen karar vermemiş, benim aksime bir düzine elbiseyi denedikten sonra ancak birini seçebilmişti. Buna da şükür diyerek az önceki mavi elbiseyi yerine astım. Elbiselerin olduğu bölümden ayrılmadan önce de son bir kez baktım. Ben giysem bana da yakışırdı diye geçirdim içimden.



Çarşıdan eve döndüğümüzde annemle babamın tarlaya gittiğini öğrendim. Ablam ise mutfaktaydı. Yemek hazırlamak için tarladan eve dönmüştü. Ben poşetlerle zile basınca koşarak kapıyı açtı. "Hoş geldin Hanım ağa, bitti mi çarşı pazar maceran?" dedi, ayakkabılarımı çıkarırken.


"Bana da elbise aldık abla!" dedim heyecanla. Ablamın gözleri elimdeki poşeti buldu. "Gel, göstereyim." Ben önde, ablam arkamda odaya ilerledik. Elbiseyi poşetten çıkarıp hızla üzerime geçirdim. Odanın girişinin hemen yanında bulunan eski aynamıza yaklaştım. "Çok güzel değil mi?" dedim, elbisemin eteklerini tutarak.


"Çok güzel." dedi ablam, arkama geçerek. Elbisenin dikişlerini kontrol ediyordu. "Kaliteli bir şeye de benziyor. Sen mi verdin parasını?"


"Sevda'yla beraber aldık. Erken doğum günü hediyesi." Aynaya dönük olan bedenimi ablama çevirdim. Ablam önüme dökülen saçlarımı arkaya atarak gülümsedi. Ellerini yanaklarıma koyarak iki yanağımı da abartılı bir sevgi ifadesiyle öptü. "Maşallah kız, çok yakıştı bu elbise sana. Gözlerinle aynı renk, yemyeşil."


"İstersen birlikte giyebiliriz." dedim, gülümseyerek. Ablamla bazı elbiselerimizi ortak kullanıyorduk. İkimiz de rahatsız olmuyorduk bu durumdan. "İyi kalpli kardeşim benim." dedi ablam.


Çalan zil sesiyle ablam kapıyı açmak için odadan çıktı. Ben de üzerimdeki elbiseyi hemen çıkarıp poşete koydum. Bizim dolabımızda kıyafetlerimizi asacağımız bir bölüm yoktu. Eski bir dolap vardı zaten odamızda, onun bir kısmında yorganlar ve nevresimler, bir kısmında da orta boy seleler içerisinde bizim kıyafetlerimiz vardı. Poşeti kendi selemin içine koyup odadan çıktım.


"Gökçe gel kızım, ablana yardım et. Elimi kaldıracak halim kalmadı." Annemin serzenişi üzerine mutfağa geçtim. Ablamın hazırladığı salata tabaklarını alıp masaya yerleştirirken babamın sesini duydum. "Bu televizyona ne oldu yine?" diyordu hayıflanarak. Babamın sesini tok bir vuruş sesi takip etti. Çalışsın diye televizyona vurduğunu tahmin etmiştim. Pencereden dışarı baktım. Yağmur yağmaya başlamıştı. Öğlen tenimi yakıp kavuran güneşi hatırlayınca hayretle gülümsedim. Bu yağmur da nereden çıkmıştı?


"Yağmur yağıyor bey! Ondandır." dedi annem, mutfağa yaklaşırken. "Gökçe, Esra dışarıdaydı. Çağır da eve gelsin. Üşütüp hasta olacak."


Başımı sallayarak dışarı çıktım. Kim bilir nerede bu sarı civciv diye düşünürken aradığımı bulmam uzun sürmedi. Birkaç sokak ileride buldum kardeşimi. Esra yağmur sebebiyle üzerine yapışan elbisesiyle kahkahalar atarak bana doğru koşuyordu. "Abla! Yağmur çok güzel."


"Hasta olmak kötü ama." dedim. Esra omuz silkti. "Hadi abla, birlikte ıslanalım." Eve gidince üzerimizi değiştirir bir de hırka giyersek hasta olmayacağımıza kanaat getirerek gülümsedim. Esra çocuksa ben ondan daha çocuktum. Yağmur damlalarıyla ıslanan sokağın ortasında el ele tutuştuk ve dönmeye başladık. Esra'nın kahkahaları bütün sokağı kaplıyordu. Yoldan geçenlerin de dönüp bize baktığına emindim. Baksınlardı. Eğlenmek suç değildi ya?


"Şemsiye atayım mı? Gerçi pek ihtiyacınız var gibi görünmüyor ama?" Tepemizden gelen sesle durup başımı kaldırdım. O ana kadar muhtar Ahmet amcanın evinin önünde olduğumuzun farkına varmamıştım bile. Barış ikimci katın penceresine ellerini yaslamış, yüzünde keyifli bir ifadeyle bize bakıyordu. "Aa, Barış abi!" dedi Esra, hayranlıkla karışık bir heyecanla.


"Artık ihtiyacımız yok." dedim, gülümseyerek. Sırılsıklam olmuştuk zaten. Şemsiyeye ne gerek vardı? "Hasta olmasam gelir size eşlik ederdim." dedi Barış, mütebessim ifadesini koruyarak. Dudaklarım bir parça açıldı. "Uyuyakaldın değil mi?" dedim, onu çimenlerin üzerinde bıraktığım sabahı hatırlayarak. Gülerek başını salladı. "Ben sana buranın ayazı sert olur demiştim." dedim.


"Kurt kışı geçirir yediği ayazı unutmazmış. Ben de yaz ortası yediğim ayazı unutmam artık." dedi. Esra'yla aynı anda güldük. Esra lafı anlamış mıydı da gülüyordu, yoksa Barış'ın komik yüz ifadesi mi hoşuna gitmişti bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa biraz daha burada ıslanırsak bizim de unutamayacağımız bir soğuk algınlığımız olacağıydı. "Biz gidelim." dedim, elimle üstümüzü işaret ederek. "Yoksa bizim de akıbetimiz senin gibi olacak." Eliyle hay hay dercesine bir işaret yaptı. Bu işaretin söz dilinde karşılığı neydi bilmiyorum. Fakat hay hay demiş gibi kabul etmek hoşuma gitmişti.


Esra'yla birlikte eve doğru ilerlemeye başladık. "Pişt." dedim, Esra'nın kolunu dürterek. "Barıştınız mı Elif'le?"


"Barıştık galiba." dedi, alnına yapışan saçlarını geri iterken. "Kötü kötü bakmıyor artık."


"Çocuk mocuk ama nasıl gıcık bir şey." dedim ağzımın içinden mırıldanarak. Esra beni duymamış, önümde zıplaya zıplaya yürümeye devam ediyordu. Ben de sürüyü otlatmaya çıktığımda keyfim yerindeyse böyle yürüyordum. Kendi kendime güldüm. Şehirli Barış beni elimde sopa zıplayarak sürü peşinde görse ne gülerdi ama! Gerçi o hep gülüyordu zaten. Mutlu insan güler diye geçirdim içimden. Fakat sonra bu düşüncemden vazgeçtim. Ben hep mutluyken gülmüyordum ki. Aksine acı çekerken gülme isteğiyle doluyordum en çok. Belki de kendimi teselli ediş şeklim buydu. Ablam bana hayret ediyordu. Mesela babamdan yediğimiz müthiş dayağın ertesi günü ben kendimi eğlendirecek bir şeyler bulmuştum ama ablam bir hafta boyunca geceleri ağlamıştı. Belki benim çocukluğumdan kaynaklanıyordu bu veya ablamın hassaslığından, bilmiyorum.


Acıyı algılayamıyor değildim. Algılıyordum elbette. Ağlamanın bir faydasını görmemiştim sadece. Bunu fark ettiğim gün de ağlamayı bırakmıştım. Ağlamak insanın elinde olan bir şey değil der ablam hep, ben ona ağladığı için boş boş bakarken. Haklı olabilir. Alıştığım acılar yaşartmıyordur belki gözümü, alışmışımdır da ondan ağlamıyorumdur. Bir gün dayanamayacağım bir acıyla veya içimi titretecek bir mutlulukla karşılaşırsam ağlamayacağımın garantisini veremem sonuçta.


Derin bir nefes aldım. Dünya da içindekiler de yaşamak da umurumda değildi esasen. Belki de bu yüzden ağlamıyordum hiçbir şeye. Önümde her şeyden habersiz yürüyen kardeşime baktım. Yağmurun altında umursamazca zıplayarak yürüyen Esra değil, bendim. Her ne kadar insanlar tam tersini görüyor olsa da.

Loading...
0%