Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@gitmeamalavinia

Nesrin Sipahi - Gözleri Aşka Gülen

 

Evden çıkarken hırkamı üzerime aldım. Dün yağan yağmurun ıslaklığı hâlâ toprağın üzerindeydi. Sürüyü ahırdan çıkarırken burnuma vuran tezek kokusu burnumun direğini sızlatmaya yetmişti. Hayvanları da önüme katıp henüz aydınlanmamış yolda ilerlemeye başlarken etraftaki evlere kısa bir bakış attım. Yeni yeni ışıkları yanmaya başlayan tek tük ev hariç köydeki bütün ev sakinleri uyuyor olmalıydı.


Üzerimde eski bir pantolonla uzun kollu bir kazak vardı. Kazağın üzerine hırka giymeme rağmen esen rüzgar üşümeme neden olmuştu. Hırkama biraz daha sarılarak yürümeye devam ettim. Nasıl olsa güneş yükseldikçe sıcaklık artacaktı. Tam tahmin ettiğim gibi oldu. Bir iki saate kalmadan güneş tamamen doğmuş, sıcaklığını çimenlerin üzerine bırakmıştı. Toprağın nemi azalmış, çimenlerin bazı yerlerinde çiy damlaları kalmıştı yalnızca.


Elimdeki sopayla toprağı eşelerken sol tarafımda bir karaltı belirdi. Başımı çevirip baktığımda Barış olduğunu gördüm. "Yine mi sen?" dedim, hayretle karışık gülerek. "Yine ben." dedi yanıma otururken. Fotoğraf makinesi yine boynundaydı.


"İyileştin mi sen?" dedim, gözlerimi kısarak. "Hastaydın dün, malum."


"Tam iyileştim diyemem ama biraz toparladım." Elinde birkaç fotoğraf olduğunu gördüm. "Bak sana ne getirdim." dedi, fotoğrafları bana uzatarak. Esra ve benim dün yağmurda eğlenirken çekilmiş fotoğraflarımızdı. "Aa! Bunları ne zaman çektin?" dedim, fotoğraflara bakarken. Bunlar çok güzeldi! Çocuk gibi ellerimi çırpmamak için kendimi zor tuttum. Benim hiç böyle eğlenirken çekilmiş bir fotoğrafım olmamıştı şimdiye kadar. "Beğendin mi?" dedi. Başımı fotoğraflardan kaldırıp yüzüne baktım. "Çok güzel." dedim. Elindeki diğer fotoğrafı gösterdi. "Bu da geçen sabah çektiğim." Kuzuyla çekilmiş fotoğrafımdı elindeki. Güldüm. Kuzu da ben de çok komik görünüyorduk. "Teşekkür ederim." dedim, o fotoğrafı da elime alırken.


"Sen çok mu seviyorsun bu fotoğraf işlerini?" dedim, fotoğrafları kazağımın içine sokarken. Yağmur falan yağarsa fotoğraflarım ıslanmasın diye yaptığım harekete Barış güldü. "Islanmasın diye şey yaptım." dedim, açıklama ihtiyacı hissederek. Utanmıştım.


"Çok seviyorum fotoğraf çekmeyi." dedi, az önce sorduğum soruya cevap olarak. "Meslek icabı da sayılabilir ama."


"Ne okuyorsun ki sen?" dedim, merakla.


"Gazetecilik." dedi. Başımı onaylarca salladım. "Sen?" dedi. Gülümsedim. "Küçükbaş hayvancılık." dedim. Öyle bir güldü ki nefessiz kalıp ölecek sandım. "Şişt! Hayvanları bile korkuttun. Börtü böcek yerinden sıçradı. O nasıl gülmek?" dedim kolunu dürterken.


"Komik ama." dedi Barış, karnını tutarak gülmeye devam ederken. "Bana da ders verir misin küçükbaş hayvancılık hakkında? Ben biraz fazla cahilim bu konularda."


"Sen de bana gazetecilik dersi verirsen neden olmasın?" dedim. Elini uzattı. Anlaştık dercesine elini sıktım. "Sen benden büyüksündür de kesin. Abi dememi ister misin?" dedim, elimi geri çekerken. Yok artık dercesine kaşlarını kaldırdı. "Yaşlı mı görünüyorum?"


"Yaşlı değilsindir de ben küçüğümdür belki. Olamaz mı?"


"Olabilir. Yine de abi demeni istemem. Kendimi yaşlı hissederim."


Omuz silktim. Keyfi bilirdi. "Fotoğraflar için mi kalktın geldin buralara kadar." dedim. Başını salladı. "İyi yaptın. Canım sıkıkıyor benim de bu arkadaşlarla. Yani en azından bana cevap verecek birini bulmak güzel. Onlar yalnızca dinliyorlar çünkü." dedim, elimle sürüyü işaret ederek.


"Cevap vermek demişken. Şu koca köyde bir sen konuştun benimle doğru düzgün. Diğerleri, özellikle gençler bana yabancı bir cisimmişim gibi bakıyor. Esnaf amcalar seviyor beni, teyzeler de öyle. Çocuklarla da anlaştık. Ama gençler pek sevmedi beni galiba."


Bu sefer de ben kocaman bir kahkaha atmıştım. "Ne gülüyorsun ya? Ciddiyim ben. Neden sevmiyorlar beni?"


"Şehirlisin ya sen, çekiniyorlardır. Kıyafetlerin bizden farklı, konuşman düzgün, ne bileyim işte.. Kibirli olduğunu falan düşünüyorlardır."


"Senin geçen sabah bana sorduğun gibi?" dedi. Başımı salladım. "Yani açıkçası benim umurumda değil. Kibirli davranmışsın, davranmamışsın. Beğenmiyorsan İstanbul'a dön derim yani. Gocunmam. Sadece şaşkınlığımı belirttim geçen gün."


"Doğru. Ben de senin diğer kızlardan farklı olduğunu düşünmüştüm. Farklısın da yani, yalan yok."


"Laf söz olmasın diye konuşmuyordur kızlar da."


"Sen korkmuyor musun laf söz olmasından?" diye sordu. Dudaklarımı büzdüm. "Yani istemem tabii ki arkamdan konuşulmasını ama çok da umursamam. Zaten her şeye laf ediyorlar. Mukaddes teyze var, bilmiyorum tanıştınız mı ama, onun zaten diline düşersen yedi düvel duyar namını. Bire bin katarak anlatır, kendini namlunun ucunda bulursun."


"Bir dakika," dedi oturduğu yerde doğrularak. "Mukaddes teyze böyle gözlüklü, orta boylarda, sürekli pembe başörtü takan teyze olabilir mi?"


"Tam üzerine bastın, ayağını kaldır." dedim. İkimiz de güldük. "Sen ne zaman tanıştın Mukaddes teyzeyle?"


"Geçen gün mahallede yürüyordum. Kadınlar toplanmıştı bir binanın önünde. Selam verdim. İçeri buyur ettiler beni. Kur'an varmış meğer, Mukaddes teyzeyle yan yana oturduk. Kur'an boyunca soru sordu bana. O günden beri de nerede görse yanıma ge-" Benim güldüğümü görünce o da gülmeye başladı. Mukaddes teyzeyle Barış'ı yan yana hayal ettikçe gülüşüm artıyor, karnıma ağrılar giriyordu.


"Keşke ben de olsaydım!" dedim sonunda nefes almayı başarabildiğimde. "Büyük eğlence kaçırmışım."


"Ecel terleri döktüm ben orada. Bekar olduğumu öğrenince kız bulmaya kalktı bir de bana. Teyze ayıptır dedim, olur mu öyle şey, ailemin haberi yok falan-"


"Ailemin haberi yok mu dedin?" dedim kocaman bir kahkaha daha atmadan hemen önce. "Allah iyiliğini versin Barış ya!"


"Amin." dedi, derin bir nefes alırken. "Tavuk pilav güzeldi ama. Kim yaptıysa eline sağlık."


"Tavuk pilav yiyeceğim diye namusunu kaybediyordun az kalsın." dedim, dudaklarımı birbirine bastırarak.


"Dalga geçme diyeceğim ama, ben olsam ben de gülerdim. Haklısın."


"İşte canım, bizim köy, mahalle artık ne dersen, böyledir. Laf çıkması için hiçbir şey yapmana gerek yok. Nefes alsan rahatsız olurlar."


"Anladım." dedi, derin bir nefes alırken. Ardından gözleri yanımızdan epey uzaklaşmış sürüye kaydı. "Kaybolmaz mı bu arkadaşlar böyle?"


"Kaybolurlar." dedim, ayağa kalkarken. Sopamı da elime aldım. Ben kalkınca o da peşimden kalktı. "Şimdi çok yaramaz değiller. Geçen sene aralarında bir tane koyun vardı. Çok asiydi ama, bir görsen.. Bütün sürü sağa gidiyor olsa mesela, o bir anda dönüp diğer tarafa koşmaya başlıyordu. Öbürleri de peşinden. Ne çektim onunla iki sene, bir ben bilirim, bir Allah."


"Hadi ya," dedi, ellerini ceplerine sokup benimle beraber yürürken. "Sonra ne oldu?"


"Geçen sene kurbanda kestik." dedim.


"Kötü olmuş." dedi, gülmemeye çalışarak.


"Diğerlerine ders olmuş mudur bu?" dedim. Dudaklarını bilmem dercesine büzdü. "Onların hayatında da kurallar olacaksa, dünyada özgürlük kalmıyor demektir."


"Fazla özgürlüğün sonu da kurbanda kavurma olmaksa?" Kocaman bir kahkaha attı. O gülünce ben de güldüm. "Sonu kavurma olmayan özgürlüklere kavuşma ümidiyle." dedi. Ardından cebindeki saate baktı. "Saat epey geçmiş." dedi, kaşlarını kaldırarak.


"İşin varsa git sen." dedim, elimdeki sopaya yaslanırken. "Fotoğraflar için teşekkür ederim."


"Yarın sabah burada buluşuyor muyuz?" dedi, işaret parmağını bana doğru uzatarak. Bilmem dercesine omuz silktim. "Evdekiler merak etmiyor mu bu oğlan nere gidiyor diye?"


"Yok, ben misafirim zaten Ahmet amcalarda. Darlamıyor beni sağolsun, ne yapıyorsun, nereye gidiyorsun diye."


"İyi o zaman. Ben her sabah buradayım. Gelirsen konuşuruz, gelmezsen merak ederiz." dedim, şair edasıyla. Güldü. "Anlaştık o zaman." dedi. Elimle hay hay dercesine işaret yaptım. O arkasını dönüp uzaklaşmaya başlarken ben kazağımın içine sakladığım fotoğrafları elime aldım. Yüzüme sıcak bir gülümseme yayıldı. Esra bu fotoğrafı görse çok mutlu olurdu. Fakat şimdi gösteremezdim fotoğrafı ona. Evdekilere çaktırmayacak kadar büyüdüğünde belki hediye ederdim ama şimdi olmazdı.


Kendi kendime gülümseyerek sürünün peşine takıldım.


Loading...
0%