@gitmeamalavinia
|
Belkıs Özener - Dert Bende "Kız Yasemin, ağlama artık, gözünde yaş kalmadı." Mukaddes teyze elindeki peçeteyle Yasemin ablanın gözyaşlarını silerken bir yandan da başörtüsünün kenarıyla kendi gözyaşlarını siliyordu. Sevda, yengem, ablam, annem, küçük Esra bile Yasemin ablama bakıp bakıp ağlıyor, bir tek ben gülüyordum. "Mukaddes teyze sen niye ağlıyorsun? Seni vermeyiz kimseye, merak etme." dedim, kolunu dürterek. Mukaddes teyze içli bir nefes çekerek ağlamaya devam etti. Kendimi tutamayıp güldüm. Kına gecesinde miydik, cenaze evinde miydik belli değildi. Normal zamanda insanları gülmekten bayıltan Muladdes teyze de yarım saattir ağlıyor, sesi güzel olduğu için türkü söylettiğimiz Gonca'ya kendi berbat sesiyle eşlik ediyordu. İçimdeki gülme isteğini bastıramıyordum bir türlü. Annemin kolumu dürtmesiyle toparlanmaya çalıştım fakat olmuyordu. "Çık dışarı, soğuk hava vursun yüzüne. Kendine gelirsin belki." dedi en sonunda sinirlenerek. Annemin lafını dinleyerek ayağa kalktım. Dayımların kına için tuttuğu çay bahçesinden dışarı adımımı atar atmaz bir düzine erkekle karşılaşmam bir oldu. Erkeklerin dışarıda beklediğini unutmuştum. Beni görünce dayım kalkıp yanıma geldi. "Hava almak istedim biraz dayı." dedim, derin bir nefes alarak. "İçeride havalar nasıl?" diye sordu. "Herkes ağlıyor. İçeride çok feci bir hava var dayı. Yasemin abla vazgeçecek evlenmekten diye korkuyorum." Bu söylediğim üzerine dayım kızmakla gülmek arası bir ifadeyle başını salladı. O sırada karşıdaki sandalyelerden birinde oturan Barış'la göz göze geldim. Burada ne işin var, dercesine çaktırmadan göz kırptım. Eliyle boynundaki fotoğraf makinesini gösterdi. Fotoğraf çekmesi için onu çağırmışlardı demek. Dayımın varlığını hatırlayınca gözlerimi Barış'tan çektim. İçeriden ismimin seslenilmesi üzerine tekrar içeri girdim. Kına yakılmaya başlamıştı. Gelinin etrafına sıralanmış kızların arasına karıştım ben de. Türküler eşliğinde önce gelinin, ardından da isteyen herkesin eline kına yakıldı. Bir ara Yasemin abla dışarı çıktı. Nereye gittiğini anladığım için çaktırmadan arkasından baktım. Müstakbel kocasının serçe parmağına kendi elindeki kınadan bir parça sürüp peçeteyle sardı. Ardından çok geçmeden içeri girdi. Gözlerim elimdeki kınaya kaydı. Kendimi onun gibi hayal ettim bir an. Güldüm sonra. Komik geliyordu bana böyle şeyler. Fakat aşk insana yapmam dediklerini yaptırmasıyla meşhurdu. Hareketli bir şarkının açılmasıyla az önceki kederli atmosfer sonunda kayboldu. Sevda az önce gözyaşlarını sildiği peçeteyi sallayarak halayın başına geçmiş, kocaman bir kahkaha atmama sebep olmuştu. Ben öylece oturup oynayanları izlemeye başlayınca Mukaddes teyze kolumu dürttü. "Kız, oynasana. Oturmaya mı geldin? Ah ben sizin yaşınızda olacaktım. Şimdi bacaklarım ağrıyor, oynayamıyorum." "Üzülme kız Mukaddes teyze, halay bitince daha az hareketli bir şeyler açarız, sen de oynarsın." dedim, Mukaddes teyzeye yaklaşarak. O sırada biri koluma girdi. Dönüp kim olduğuna baktığımda Şengül teyzenin kızı Zeynep olduğunu gördüm. "N'oluyor Zeynep?" dememe kalmadan kendimi halayın içinde buldum. • Saat iyice gecikirken dışarıda bulunan erkekler de içeri girmiş, Barış fotoğraf çekimine başlamıştı. Oturduğum yerden Barış'ın akrabalarla olan imtihanını keyifle izliyordum. "Yok teyzeciğim, biraz sola. O kadar değil de. Şey mi yapsak, gelinle yer değiştirseniz?" Yüzümde otuz iki dişimi sergilemek suretiyle beliren sırıtışa engel olamıyordum. "Oldu mu oğlum?" dedi Emine teyze, Barış'ın dediğini yaparak. Barış beğenmese de mecburen kafa sallamak zorunda kaldı. Yüz ifadesinden her şey belli oluyordu. Fotoğraf çekilme sırası bizimkilere geldiğinde ben de yerimden kalktım. Yasemin ablayla birlikte tek çekilmek istediğimi söyledim. Barış eliyle geçebilirsin manasına gelen bir işaret yaptığında gülümseyerek Yasemin ablanın yanına geçtim, ona sarıldım ve kocaman gülümsedim. Barış da objektife bakarken gülümsedi. Fotoğrafımızı çektikten sonra annemleri çağırdım ve topluca da bir kaç tane fotoğraf çektirdik. Çekim bittikten sonra annemler ve dayımlar da gitmek için hazırlanmaya başlayınca ben de ayaklandım. Annemlerin peşine takıldığımı gören Sevda yanıma geldi. "Sen nereye gidiyorsun?" "Eve." dedim, nereye olacak der gibi. "Biz gitmiyoruz canım. Babamdan izin aldı ablam, gençler olarak bir saat daha kalacağız." "Bana niye haber vermediniz peki? Ben genç değil miyim?" dedim, kaşlarımı çatarak. Sevda gözlerini devirdi. "Yabancı mısın kızım sanki? Öğrendin işte. Hadi gel. Şu fotoğrafçı çocuk da kalacak. Ablamla eniştemin fotoğrafını çekecek." "Çekti ya bir sürü, canı çıktı çocuğun." dedim gülerek. "Öyle değil," dedi Sevda, yüzünde manalı bir gülüş vardı. "Dans ederken." "Dayımı buna nasıl ikna ettiniz?" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Haberi yok ki." dedi Sevda, rahat bir ifadeyle. Gözlerim karşıdaki masalardan birinde oturmuş kurabiye yiyen Barış'a kaydı. "İyi tamam, anneme de söyle o zaman. Merak etmesin." "Sedef abla söyleyecekti." dedi Sevda, yanımdan ayrılmadan önce. Ardından ortalıktan kayboldu. Ben de bir süre oturduğum yerde bekledim. Ardından etrafta bizimkilerden birinin kalmadığına emin olunca Barış'ın yanına gittim. "Afiyet olsun." dedim, gülerek. "Sağ ol. Yer misin?" dedi, kurabiye tabağını uzatırken. Bir tane kurabiye alıp yanındaki sandalyeye oturdum. "Güzel olmuş değil mi?" dedim, kurabiyeyi kast ederek. Başını salladı. "Kim yaptıysa eline sağlık." dedi. "Ben yaptım. Yani ablamla beraber yaptık." dedim. Kaşları hayretle havalandı. "Gerçekten mi? Efsane olmuş." "Neden gelmedin dün?" dedim, kurabiyemden bir ısırık alırken. Barış bir an duraksadı. Ardından aceleyle ağzındaki lokmayı yutarak konuştu. "Ben uyuyakalmışım dün. Uyanınca geldim aslında ama sen yoktun. Evini de bilmediğim için-" "Ha bilsen geleceksin yani?" dedim, kaşlarımı kaldırarak. "Yok, gelmem münsaip olmaz, gelmezdim de.. Belki kardeşini görürdüm, haber gönderirdim. Kusura bakma gerçekten. Bekledin mi beni çok?" "Yoo. Sürümü otlattım, sonra da eve gittim. Merak ettim ama seni. Kurt mu kaptı acaba bu çocuğu diye düşünmedim değil." Aramıza giren sessizliğe romantik bir müzik karıştı. Sandalyemi biraz kenara çekerek başımı çevirdiğimde Yasemin ablanın Erhan abiyle dans ettiğini gördüm. Ferhat'ın da ablamı dansa kaldırdığını görünce Barış'ın koluna dokundum. "Bak şu ayağa kalkan kız var ya, kahverengi saçları olan. O benim ablam." dedim. "Hiç benzemiyorsunuz." dedi bir ablama, bir de bana bakarak. Gözleri ablamınkine hiç benzemeyen saçlarımda oyalandı. Gülümsedim. "Ben ve Esra babama çekmişiz, ablam da anneme. O yüzden ikimizi hiç benzetmezler ama Esra benim kopyam gibidir." "Şu kız kim peki?" dedi, Sevda'yı işaret ederek. Sevda'nın da yanında bir oğlanla dans ettiğini görünce dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Kuzenim o benim. Gelinin kardeşi oluyor." "Kalayım diye çok ısrar etti. Ben de bir tabak kurabiye şartıyla kabul ettim." dediğinde ciddi mi diye yüzüne baktım. Yüzündeki ifadeyi görünce gülmeye başladım. O da güldü. "O kadar beğendiysen yaparım ben sana. Gizli gizli getiririm her sabah, uyuyakalmazsan yeriz beraber." "Alarm kuracağım bundan sonra. Koca köydeki tek arkadaşımı görmek için sabahın köründe uyanmam gerekse de razıyım." Bu sözler üzerine ağzım kulaklarıma varıyor olmalıydı. Gülüşüm tebessüme evrilirken dirseğimi masaya, başımı da elime yaslayarak gözlerimi dans edenlere çevirdim. Aralarına benim tanımadığım, muhtemelen erkek tarafından olan birkaç kişi daha katılmıştı. Gözümün ucuyla tekrar Barış'a baktığımda fotoğraf makinesiyle uğraştığını gördüm. Ardından ayağa kalktı. "Ben görevimi yerine getirmeye gidiyorum." dedi, masadan ayrılmadan önce. Elimle hay hay işareti yaptım. Gülümseyerek arkasını döndü. Masada tek başıma canım sıkılınca ayağa kalktım. Zeynep'i karşı masalardan birinde görünce yanına yaklaştım. "Senin haberin var mıydı bunun geleceğinden?" dedim, Sevda'nın dans ettiği çocuğu kast ederek. Zeynep başını iki yana salladı. "Bu kız hiç akıllanmayacak." dedim, dudaklarımı büzerek. "Mutlu görünüyor, baksana." dedi Zeynep. Haklıydı. Daha birkaç gün önce güvenilmez ilan ettiğimiz çocuğun gözlerinin içine aşkla bakıyordu Sevda. Barış'ın gelin ve damattan sonra diğer çiftlerin de fotoğrafını çektiğini fark ettim. Onlar rica etmemiş, kendisi teklif etmişti. Bu işi gerçekten seviyor gibi görünüyordu. Sorsam bana da öğretir miydi acaba fotoğraf çekmeyi? "Sakın yengeme söyleme Sevda'nın şu çocukla dans ettiğini." dedim Zeynep'e. Kaşlarını çattı. "Canıma susamadım henüz." dedi. Güldüm. "Canım öyle bir şey yapmazsın da, ağzından falan kaçarsa diye." Zeynep eliyle ağzına hayali bir fermuar çekti. Radyoda Belkıs Özener'in sesi yankılanmaya başlayınca Zeynep'le oturduğumuz yerden kalktık. Dans eden kalabalığa karışmadan hemen önce Barış'a yaklaştım. "Mesai bitiminde bana da fotoğraf çekmeyi öğretir misin?" dedim, fakat mesai bitimini bekleyemeyeceğimden habersizdim. Barış başını onaylarca salladı. "Mevsimler gelip geçse de Aşk beni benden etse de Dünyada hayat bitse de Yine ölümsüz aşk bende" Elime nereden geldiğini bilmediğim su şişesini mikrofon gibi tutup adeta bir sanatçı edasıyla şarkı söylerken Barış'ın fotoğrafımı çektiğinden habersizdim. Dans etmenin ve şarkı söylemenin verdiği heyecanla karışık utanç duygusu yanaklarımı kızartırken Barış'la göz göze gelince anladım kameralara poz verdiğimi. "Kamerayı bana verir misin? Ben de seni çekeceğim." dedim bir çırpıda yanına giderek. Boynundan makineyi çıkarıp bana verdi. Makineyi gözüme yaklaştırdım fakat nereye basmam gerektiğini bilmiyordum. Birkaç başarısız denemenin sonunda Barış tam makineye uzanmaya çalışırken bir fotoğrafını çektim. Sonra da çok büyük bir şey başarmışım gibi kahkaha attım. "Çektim işte! Çok komik çıktın eminim!" "Makinemi bozacaksın." dedi, makineyi elimden almaya çalışırken. Radyodaki şarkı değişmiş, etrafımızdaki insanların dansı daha da hareketlenmişti. Barış uzanıp elimdeki makineyi alırken, bana hangi tuşa ne zaman basmam gerektiğini olanca gürültüye rağmen tane tane anlatırken kendimi yeşilçam filmlerinin içinde gibi hissediyor, bu anın hiç bitmemesini diliyordum. Bir anın içerisindeyken bile bittikten sonra o anı özleyeceğimizi hissederdik bazen. O gün böyle hissetmiştim. Yeni bir şeyler öğreniyor olmanın, yargılayıcı bakışlar altında olmadan özgürce şarkı söyleyip dans edebilmenin verdiği muazzam keyif bütün benliğime işlemişti. "Çok güzel, bak öğreniyorsun." dedi Barış, onlarca berbat deneyimimden sonra gözlerini kameradan çekerek. "Bir sürü saçma fotoğraf çektim ama olsun. Fotoğraf çekmek güzel bir hismiş. Teşekkür ederim." dedim, makineyi ona uzatırken. Makineyi boynuna asarak gülümsedi. "Ne zaman istersen." Gözüm arkamdaki kalabalığa kaydı. Eğlencelerine ara vermek gibi bir niyetleri yok gibi görünüyordu. "Ben artık gideyim." dedi Barış. Ardından Yasemin abla ve Erhan abiyi tebrik etti. Çekimler sırasında tanıştığını düşündüğüm birkaç kişiyle daha el sıkıştı ve çıkışa yöneldi. "Alarm kuracağım." dedi, kapıdan çıkmadan önce durup arkasını dönerek. Gülümsedim. "Umarım bu sefer sözünü tutarsın İstanbullu!" dedim, sesimi duyabileceği şekilde yükselterek. • Kına organizasyonu tamamen bittiğinde saat ona geliyordu. Ablamla kol kola girip evin yolunu tutarken ikimizin de yüzünde dingin bir gülümseme vardı. "Bana bak," dedi ablam, kolumu dürterek. "Şu fotoğrafçı, geçen senin bahsettiğin şehirli oğlan değil mi? Siz ne ara bu kadar samimi oldunuz? Senin bana anlatmadığın ne var?" Ablam sorgu memuru gibi soruları peş peşe dizerken gözlerimi devirdim. "Birkaç kere daha karşılaştık o günden sonra, o kadar. Öyle çok da bir samimiyetimiz yok. Arkadaş olduk sadece." Ablam yolun ortasında durdu. "Nerede karşılaştınız? Kızım sen sürüyü otlatmaya gitmekten, tarlaya gitmekten başka nereye gidiyorsun da karşılaşacaksın onunla?" Yüzümdeki garip gülümsemeyi görünce ablam kaşlarını kaldırdı. "Kız tarlada mı karşılaştınız? Seni mi takip etmiş yoksa? Kız sapık falan olmasın!" "Yuh abla!" dedim, koluna vurarak. "Ne biçim bir kafan var? Fotoüraf çekmek için dışarı çıkmış, ben de sürüyü otlatıyordum, karşılaştık işte. Beni takip ettiği falan yok." "Sen aşık mı oldun yoksa bu oğlana?" dedi ablam, yüzünde garip bir ifadeyle. "Abla daha bir hafta olmadı tanıyalı, ne aşkından bahsediyorsun? Arkadaşız biz. Normal arkadaş." "Bir haftada arkadaş olunuyorsa aşık da olunur benim saf kardeşim. Gönlünü kaptırma öyle her önüne gelene. Bak çapkın falan çıkar sonra, üzülürsün." "Aman abla!" dedim kaşlarımı çatarak. Ardından yürümeye devam ettim. Aşık olsam anlardım herhalde. Salak değildim. Ayrıca Barış benim arkadaşımdı. Çok tanımıyorduk birbirimizi ama birlikte gülebiliyorduk, bundan daha önemli ne vardı? Ablam yol boyunca başka bir şey söylemedi ama Barış'ı gözünün tutmadığını fark etmiştim. Umurumda değildi. • Kasım 1997 Genç kız parmağındaki yüzüğe çevirdi gözlerini. Dışarıdan ılık bir rüzgar esti, perde uçuştu, kız derin bir nefes aldı. Üst kattaki odalardan birinden ağlayan bir bebek sesi yükseliyor, bebeğin bakıcısı Neriman koşarak merdivenlerden çıkıyordu. Odanın kapısı tıklanınca genç kız ayaklandı. "Akşam yemeği için bekleniyorsunuz efendim." dedi hizmetçi kız. Gökçe başını onaylarca salladı. Hizmetçi kız kapıyı kapatıp çıkınca pencerenin yanına doğru ilerledi. Kasım ayında olmalarına rağmen dışarıdan esen ılık rüzgar kızı şaşırtmıştı. Alışamıyordu buranın iklimine bir türlü. Tül perdeyi kenara çekerek dışarıdan vuran ikindi güneşine gözlerini kısarak baktı. Ardından fazla oyalanmak istemediği için odanın çıkışına yöneldi. "İyi olacak, sen bana güven. Hayatım benim ne zaman yanıldığımı gördün?" Alt kattan gelen sesler üzerine adımlarını yavaşlattı. İnmekle inmemek arasında kararsız kalsa da adım seslerini çoktan duymuş olduklarını düşünerek inmeye karar verdi. Merdiven bitiminden evin büyük salonuna doğru ilerlerken içeriden bir şarkı sesi geldiğini fark etti. Şarkının sözleri kulaklarına değdi geçti fakat genç kız o sözlerden geçemedi. "Aşk oyunu, bunun adı Ayrılınca kalmaz tadı Her aklıma gelince sen Yüreğimde başlar acı" 1993 yılına ait bir rüzgar zihnindeki tüm anıları yerinden oynattı. On yedi yaşındaki Gökçe gibi hızlandı kalbi, solgun bir yaprak gibi titredi. Yeşil gözlerine yaşlar doldu. Yüzük olan parmağını yumruk yaptı. |
0% |